Hükümet Baba, YDÜ’yü kucaklamalıdır

Hükümet Baba, YDÜ’yü kucaklamalıdır

Yakın Doğu Üniversitesi Okul Öncesi Eğitim Bölümü konusunda yaşanan kaos artık çözülmelidir.

Devlet, KKTC’deki tüm kurumların babasıdır. Özel veya Kamu kuruluşları da bu devlet babanın evlatlarıdır.  Devlet Baba evladını her zaman kucaklamalı ve başarılı olması için kendisine destek vermelidir.

Okul Öncesi Eğitim Bölümü konusunda YDÜ ile Devlet arasında bir güç gösterisi veya çekişme yoktur ve de bu şekilde asla algılanmamalıdır. Sorun aslında UBP-DP hükümeti döneminde YÖDAK’ın, YDÜ’de “Okul Öncesi Eğitim Bölümü”nün açılması konusunda karar üretmesine rağmen dönemin Milli Eğitim ve Kültür Bakanı olan UBP Girne Milletvekili olan İlkay Kamil‘in kararı onaylamamasından kaynaklanmaktadır. Bu karşı koymaya ilaveten, dönemin Eğitim Bakanı Akbil’in gazetelerde çıkan beyanatlarına göre, Kamil’in Bakanlık görevinden ayrılırken Sn. Akbil’e “Bu izni biz onaylamadık sizin de onaylamanız uygun olmaz” demiş olması da konuyu iyice kronikleştirmiş ve Okul Öncesi Eğitim Bölümü konusunun, görevi yeni devralan Eğitim Bakanın elinde olumlu bir gelişme göstermesi olasılığını da peşinen ortadan kaldırmıştır.

Yakın Doğu Üniversitesindeki Okul Öncesi Eğitim Bölümü, 30 Haziran 2003 tarihinde E.200/2003 sayılı Yüksek Öğretim Denetleme ve Akreditasyon Kurulu’nun (YÖDAK) oybirliği ile aldığı karar çerçevesinde kurulmuştur.

Kıbrıs’lı öğrencilerin büyük çoğunluğu yılda 1460 dolar harç vererek Özel Başkent Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünde okumak istememektedir. YDÜ’deki Okul Öncesi Öğretmenlik bölümün ders müfredatı ile Özel Başkent Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği bölümündeki müfredat tamamen aynıdır ve aralarında en ufak bir fark bile yoktur. Zaten olamazda. Müfredatın tümü YÖK tarafından tespit edilmekte ve tüm üniversiteler de aynı müfredatı uygulamaktadır.

KKTC’de rastlantısal bir okul öncesi eğitim süreci bulunmaktadır ve YDÜ Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünden mezun olacak öğretmenlerimiz,  evlatlarımıza bilimsel bakım ve öğretim hizmeti vereceklerdir. Genelde çocuklarımıza günümüzde, ailenin yakın akrabaları veya neneler-dedeler büyük bir özveri ile bakmaktadırlar.

Çok değil daha geçen hafta imzalanan “Ekonomik Kalkınma Protokolü” Hükümetimizi, özel sektör girişimlerini desteklemeye ve devlet sektörüyle eşit koşullar altında rekabet etmeye teşvik etmektedir.

Birçok Akademisyen hukukçu, YÖDAK ve Eğitim Bakanlığının engellemelerinin hiçbir hukuki zemininin olmadığın söylemektedir.  Bu kişilerin iddialarına göre, YÖDAK’ın ve Eğitim Bakanlığının yasalarda var olduğunu iddia ettikleri hükümler, gerçekte söz konusu yasaların içinde yoktur ve bu nedenle de sosyal adalet ve fırsat eşitliğine aykırı bir durum ortaya çıkmaktadır.

Tüm hukuki süreç yerine getirilmiş ve  YDÜ Okul Öncesi Eğitim Bölümü  son iki yıldan beridir de aksamasız olarak eğitim vermektedir. Başarılı bir şekilde verilen bu eğitime maalesef belirsiz bir şekilde engel olunmaya çalışılmaktadır. Bu engellemeler ile ilgili olarak YÖDAK’a birçok soru yöneltilmiş ancak hiçbir soruya mantıklı ve tutarlı yanıt alınamamıştır.

Milli Eğitim Bakanlığı,  30 Haziran 2003 tarihinde Yüksek Öğretim Denetleme ve Akreditasyon Kurulu’nun (YÖDAK) oybirliği ile aldığı E.200/2003 sayılı kararı, bu güne değin hiç bir şekilde iptal etmediyse, karar hukuken halen geçerlidir ve fiilen uygulamadadır.

Hükümet Baba, her zaman yaptıklarından ve bu topluma verdiği hizmetlerden gurur duyduğunu söylediği Yakın Doğu Üniversitesi’ni kucaklamalıdır ve bu sorunu küçücük toplumumuzun çıkarına olacak en iyi şekilde çözmelidir…. Mantıklı en iyi çözüm, Okul Öncesi Eğitim Bölümünün eğitimine devam etmesi kararıdır. Halkımızın büyük çoğunluğu bu kararı duymak istemektedir… .

17 Haziran 2005
Hükümet Baba, YDÜ’yü kucaklamalıdır için yorumlar kapalı
Okunma 52
bosluk

Türk Limanları eldeki kozlardan bir tanesi, nasıl açılsın

Türk Limanları eldeki kozlardan bir tanesi, nasıl açılsın

Gümrük Birliği’nin, aralarında Güney Kıbrıs’ın da bulunduğu AB’nin 10 yeni üyesini de kapsayacak şekilde genişletilmesini öngören ek protokol,  evvelsi gün Lüksenburg’ta toplanan 25’lerin Dışişleri Bakanları tarafından onaylandı.  25’lerin Dışişleri Bakanları ek protokolü tartışmaksızın  onayladılar.

Protokolün yürülüğe girmesi için şimdi de AB Bakanlar Konseyi ve Türk hükümeti tarafından imzalanması gerekiyor.

Bu imzalama gelecek hafta veya her halükarda Lüksemburg AB Dönem Başkanlığının sona erdiği 30 Haziran öncesinde Türkiye tarafından imzalanacak.

İmza seviyesinden anlaşıldığı kadarı ile Türkiye’nin bu protokolü çok da ciddiye almadığı kesin. Protokolü Türk hükümeti adına Türkiye’nin Brüksel Daimi Temsilcisi   Uğur Demiralp imzalayacak.

Rum Yönetimi, Türkiye’nin “Protokolü imzalamak Kıbrıs (Rum)  Cumhuriyetini tanımak anlamını taşımaz” şeklindeki muhtemel açıklamasına yanıt olarak AB Komisyonu  Hukuk Komitesini “karşı açıklama” yapmaya hazırlamak çabası içinde. Bu “Karşı açıklamada” Türkiye’nin açıklamasının “pratikte veya hukuka hiçbir geçerliliği olmadığı” vurgulanacak. Kıbrıs (Rum Yönetiminin iddiasına göre karşı açıklama konusunda tam bir mutabakat var ve AB Başkanlığının “siyasi tanıma konusundaki” görüşü net.

Türkiye’ye göre Kıbrıs sorununun çözümü yönünde ilerleme sağlanmadan limanların Güney Kıbrıs Rum yönetimine açılması söz konusu değil. Ne deniz limanları ne de hava limanları.

Zaten Bakü-Ceyhan petrol boru hattı işleri bayağı kızıştıracak ve Türkiye ile Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini siyasi arena da fena kapıştıracak. Bu kapışma Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini, 3 Ekim’de AB-Türkiye katılım müzakerelerinin    başlamasına mani olmak için VETO kullanmaya mecbur etmeye kadar götürecek.

Pazar günü İstanbul boğazında irili ufaklı yüzlerce tekne tarafından yapılan protesto gösterisi, artık tankerlerin boğazdan geçmemeleri ve petrolü Ceyhan’dan almaları içindi. Artık dev petrol tankerleri, İstanbul ve Çanakkale boğazları için büyük tehlike oluşturuyor. Her ne kadar elektronik radar ve kontrol sistemi kurulduysa da tehdit devam ediyor ve artarak devam edecek.

Boğazlardan tanker içinde geçecek petrolün taşınmasına alternatif olacak olan Bakü-Ceyhan petrol boru hattı, İskenderun körfezine ve yöreye büyük hareketlilik getirecek. Binlerce ton petrol her gün tankerlere yüklenecek ve  Ceyhan dünyanın sayılı büyük petrol yükleme limanlarından birisi haline gelecek.

Fakat bu limana Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti bayrağı taşıyan gemiler yanaşamayacak.

Dünyanın 6.cı filosuna sahip Rum hükümetinin gemi siciline 2000’den fazla gemi kayıtlı. Rumların sadece denizcilikten olan gelirleri yıllık 600 milyon dolar civarında.

Ceyhan’dan gemilere yüklenecek petrolü taşımak isteyen Rum bandıralı gemiler, bir bir Kıbrıs Rum bayrağından çıkacak ve Türkiye’nin limanlarına girebilen bayraklara geçecekler.

Bu kaçış Rumların denizcilik sektörünü fena vuracak. Üstüne üstlük, Rumların ürettikleri ve Türkiye’ye ihraç edecekleri tüm mallarda yabancı bayraklı gemiler ile taşınacak hem de aktarmalı olarak. Gümrük birliğinin sağladığı avantajı aktarma gene yok edecek.

Peki bu durumda Rum ne yapacak. En sonunda baktı ki olacak gibi değil, hem deniz filosu eriyor hem de gelirleri düşüyor, elindeki VETO kozunu  masaya koyacak.

Ya limanlarını bana açarsın ya da müzakerelerin başlamasını VETO ederim diyecek ve de KIBRIS’ta ÇÖZÜM ve BARIŞ filmi de orada kopacak.

16 Haziran 2005
Türk Limanları eldeki kozlardan bir tanesi, nasıl açılsın için yorumlar kapalı
Okunma 48
bosluk

Rumlar Kıbrıs Cumhuriyetini nasıl yıktı

Rumlar Kıbrıs Cumhuriyetini nasıl yıktı

Aklı başında Rumlar yavaş yavaş nedamet getirip, 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini nasıl yıktıklarını itiraf etmeye ve pişmanlık duygularını yazıya dökmeye başladılar.

Rum Tarım ve Doğal Kaynaklar eski bakanı ve Birleşik Demokratlar Partisi’nin (EDİ) ileri geleni Kostas Themistokleus, Rum liderliğinin Kıbrıs konusunda affedilmez hatalar yaptığını, Rumca yerli gazetelerden birinin “Serbest Köşe”sine gönderdiği yazıda dile getirdi.

Bence bu büyük bir itiraf ve gerçekleri kabul etme yazısı.

Themistokleus samimi itirafında Rum liderliğinin Enosis stratejisini belirlemede yaptığı yanlış bir değerlendirmenin, birçok hataya neden olduğunu söylüyor.

Bahsettiği bu yanlış değerlendirme, Kıbrıs (EOKA) Hükümetinin, Kıbrıs Türk toplumunun sayıca küçük, siyasi ve ekonomik açılardan güçsüz oluşu nedeniyle ağır baskılara dayanamayacağı gibi yanlış bir değerlendirmede bulunmak ve bu küçük ve güçsüz toplumun arkasında her şeyini feda etmeye hazır, Türkiye gibi güçlü bir ülke bulunduğunu fark etmemek. EOKA Hükümeti bu gerçeği bilinçsiz bir şekilde göz ardı etmiş ve Türkleri kızdırmak için yıllarca RIK radyosunda çaldıkları  “Bekledim de gelmedim” şarkısının namelerine kanmış.

Themistokleus, EOKA Hükümeti tarafından yapılan hataları Atina’ya yapılan bir yolculuğu deniz yerine karadan ve Türkiye üzerinden yapmaya benzetiyor. Bu nedenle hem yolculuk ettikleri taşıtları mahvolmuş hem de bu felakete ilaveten birde, 1964’ten beri bölünmesine neden oldukları Kıbrıs’ın bir kaşık suda boğulmasına neden olduk diyor.

Themistokleus gazeteci yazar  Makarios Drusyatis’in “İlk Taksim” adlı yeni kitabını birkaç kere okumuş. Kıbrıs’ın ikiye bölünmesinin esas  sorumlusu olan Rum Yönetimi’nin affedilmez hatalarını şöyle sıralıyor.

  • EOKA Hükümeti ve onun başı Makarios tarafından, Kıbrıs Cumhuriyeti  nihai çözüm değil geçici bir istasyon olarak görüldü. (Yani Rauf beyin yıllardır dediği gibi, Rumlar Kıbrıs Cumhuriyetini, Enosis için atlama taşı olarak gördüler).
  • Yeniden toparlanılacak bu istasyondan sonra Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması için nihai çabayı gösterilecekti.
  • Siyasi açıdan bu kadar akılsızca olan bu arzumuz, Rumları herkesle, vatandaşlarımız Kıbrıs Türkleri, Türkiye, İngiltere, ABD hatta gerçeğin tahrif edilmesi tehlikelerini gören Yunanistan’ın kendisiyle bile çatışmaya götürdü.
  • ENOSİS  yolunda yeniden organizasyon sadece 13  maddelik Anayasa değişikliği yapılması önerileriyle değil askeri hazırlıklarla da oldu.
  • Türkiye’nin Kıbrıs’lı Türkler için her şeyi göze alabileceğini göremedik.
  • Yanlış tercihler sadece iç politika konularında olmadı (ayrı belediyeler, kamu hizmetine personel  alımı  ve yüksek anayasa  mahkemesi kararlarının uygulanması gibi), anayasal kuralların hayata geçirilmesindeki isteksizlik dış politikaya da taştı.
  • Bağlantısızlara katılma tercihi, hem de Kıbrıs Türk toplumuyla istişare etmeden, bir çatışma noktası daha yaratılmasına neden oldu.
  • Sovyetler Birliğinden askeri ve siyasi destek aranması, Kıbrıs sorununda, EOKA Hükümetini söz sahibi başka faktörle de çatışmaya götürdü.
  • Askeri alanda ve Atina’nın karşı görüşüne rağmen ne askeri ne de politik yarar sağlamayan inisiyatifleri üstlenildi.
  • Bu gereksiz insiyatifler nedeni ile de beklenilenin tam aksine, Türkiye’ye Kıbrıs’a askeri açıdan darbe vurmak, siyasi açıdan da Kıbrıs Türklerinin yaşadığı enklavları  güçlendirmek ve iki toplumun ayrı yaşama istediğini artırmak şansı verildi.

Yukarıdaki tüm bu nedenlerden dolayı şimdi ada iki parça ve birleşmesi de artık olası değil. Hele 2005 yılında Kıbrıs’lı Türkler olarak yaşadıklarımızdan sonra, 2004 yılının 24 Nisan’ında yapılan referandumda %65’lere varan “EVET” oylarının ben artık %50’lerin altına düştüğünü gözlemliyorum.

Rumlar gene dramatik hatalar yapmaya başladılar….

15 Haziran 2005
Rumlar Kıbrıs Cumhuriyetini nasıl yıktı için yorumlar kapalı
Okunma 54
bosluk

Dünya ile entegre olmak için yaptığımız her girişimimizi baltalayan Rumlarla niye hala ortak yaşamakta ısrar ediyoruz

Dünya ile entegre olmak için yaptığımız her girişimimizi baltalayan Rumlarla niye hala ortak yaşamakta ısrar ediyoruz

Rumlar bizi boğmak ve dünyadan tecrit etmek istiyorlar. Artık bu su yüzüne çıkmış bir gerçek.

  • Direk ticarete mani oluyorlar.
  • AB ile ilişki kurmamıza mani oluyorlar.
  • AB Parlamentosundaki temsilcilerimizi dışlamak için elden geleni yapıyorlar.
  • AB’den yardım almamıza mani oluyorlar.
  • Limanlarımızı dünyaya açmamıza mani oluyorlar.
  • Ercan havaalanına uçuşların yapılmaması için her tür girişime karşı çıkıyorlar.
  • AB hukukunun arkasına saklanıp, kuzeyde Rum mallarını kullanan göçmenlerimize dava açıyorlar.
  • Güneyde taşınmaz mallarını bırakan Türklerin arazilerini cımbızla aradan çekip kebap parasına istimlak edip, çözümden sonra ödeyeceğiz diyorlar.
  • Rusya’dan Kıbrıs’a paket program yapacak tur şirketlerini tehditle vaz geçirtiyorlar.
  • Bize mal satmak istiyorlar ama bizden mal almak istemiyorlar.
  • Ortak ticaret için kurulan şirketlerin çalışmaması için elden geleni yapıyorlar.
  • Kendileri Karpaz’da okul açıp, 11 öğrenciye 27 öğretmen gönderiyorlar ama Limasol’daki Türklere Türk okulu açmayıp, çingenelerle ortak okul açmak istiyorlar.
  • 1965 yılına kadar İngiliz hükümetinden ortak devlet ve toplumların ortak harcamaları için 12 milyon KL alıyorlar ama Türklere bir kuruş vermiyorlar.
  • Ortak kurulan Elektrik santralinden elektrik vermiyorlar.
  • Annan’ın Referandum  sonrası Rumların Kıbrıs’ta çözüme mani olan taraf olduğunu belgeleyen raporunu yayınlatmamak için BM Güvenlik Konseyinde Rusları kullanarak elden geleni yapıyorlar.
  • Limanlarımıza gelen yabancı bayraklı gemilerin Kaptanlarını tutukluyorlar.
  • Dünyadan bizi izole etmek ve ezmek için elden geleni yapıyorlar.
  • Adadan Türkleri atmak ve yok etmek için 1964 yılında uygulamaya koydukları AKRİTAS planını hala daha canlı tutuyorlar.
  • Kendi elleri ile 1974 yılındaki darbede öldürdükleri Rumları, Türkler öldürmüş gibi bizleri suçlamaya çalışıyorlar.
  • Adanın 1963’de değil 1974’de bölündüğü yalanına hem kendileri inanıyorlar hem de tüm dünyayı inandırmaya çalışıyorlar.
  • 1963-1974 yılları arasında hiçbir Türk’ün Rumlar tarafından öldürülmediğini söyleyecek kadar yalan propaganda yapıyorlar.
  • Hangi kazığı yesek altından Rumlar çıkıyor.
  • Ortak kurulacak devlette bizi ortak değil azınlık olarak istiyorlar.
  • Kendi güvenlikleri için Türk askerini tehdit görüyorlar ama bizim kendilerini çok daha büyük bir tehdit olarak gördüğümüzü anlamak istemiyorlar.

Peki biz niye hala Rumlarla ortak yaşamak ve ortak bir devlet kurmak için hala daha iyi niyet taşıyıp çırpınıyoruz, ben türlü anlamıyorum….

Kuzeyde Türkiye dururken niye hala bazılarının yüzü güneye dönük bunu da anlamıyorum….

14 Haziran 2005
Dünya ile entegre olmak için yaptığımız her girişimimizi baltalayan Rumlarla niye hala ortak yaşamakta ısrar ediyoruz için yorumlar kapalı
Okunma 55
bosluk

Türkiye’nin AB’ye katılımı artık eskisi kadar önem taşımıyor

Türkiye’nin AB’ye katılımı artık eskisi kadar önem taşımıyor

Avrupa Birliğinin ilk 6 kurucusundan ikisi olan Fransa ve Hollanda’da yaşanan kriz çözümlenmedikçe, ne AB’nin genişleme şansı var ne de AB artık eski uyum ve çekiciliğinde olamayacak.

AB’nin kurulum fikrinin nasıl ve kim tarafından temelinin atıldığını hatırlamaya çalışın.

1945 yılının Mayıs ayında biten ve milyonlarca insanın ölümüne yol açan II.ci dünya savaşından yeni çıkmış olan Avrupa daha yaralarını saramamış ve gördüğü olağanüstü büyük maddi, manevi ve insansı zararı giderememişken, 9 Mayıs 1950’de, zamanın Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, hükümeti adına yaptığı bir konuşmada ellerini, çok değil daha 5 yıl evvel ülkesini yerle bir eden Almanya’ya doğru uzatarak hem Avrupa’yı hem de dünyayı şaşırtan bir öneriyi ortaya atmıştı. Schuman, Avrupa uluslarının bir araya gelebilmesi için Fransa ve Almanya arasında çok uzun bir süreden beri var olan düşmanlığın ortadan kaldırılmasının şart olduğunu vurgulamış ve bunun da yolunun ekonomik birlikten geçtiğini belirterek, Avrupa’daki diğer ülkelerin de katılımına açık olacak, Fransız-Alman “kömür ve çelik” üretiminin ortak bir organizasyon altında gerçekleştirilmesini önermişti.

İşte AB’nin temellerini, o gün, bir Fransız olan Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman atmış ve bu teklife Almanya da sıcak bakınca, İtalya, ve BeNeLux (Belçika[B]-Hollanda[NL]-Lüksemburg [LUX]) ülkelerinin de katılımı ile AB’nin ilk nüvesi oluşturulmuştu.

Aradan 55 yıl geçtikten sonra bu altı kurucu ülkeden ikisi, AB Anayasasına “HAYIR” dedi.

Aslında kopan fırtına çok büyük. Şimdi artık ortada “BÜTÇE”de yok. Avrupa Birliği’nin iki kurucu üyesi Fransa ve Hollanda’nın anayasaya “hayır” demesi sonrası bütçe krizi ile karşı karşıya kalan birlik ülkeleri krizden çıkış yolları arıyor. Tüm bu krizler yetmezmiş gibi AB üyesi ülkeler arasında genişleme konusunda ise görüş ayrılıkları da giderek derinleşiyor.

Avusturya, Hırvatistan ile müzakerelerin “hemen ve derhal” başlatılmasını isterken, yanına Fransa, Hollanda, Danimarka’yı da alarak Türkiye konusunun birlik içinde yeniden değerlendirilmesini talep ediyor.  Yani açıkça “Türkiye’ye AB’de yer yok, müzakereleri erteleyelim” demek istiyor.

Bu dörtlünün hem Hırvatistan için yaptıkları ayırımcı faaliyetlere, hem de Türkiye ile müzakerelerin ertelenmesi isteklerine İngiltere, İtalya ve İspanya şiddetle karşı çıkıyor.

AB içindeki dengeler çok kritik. Sanki Fransa hapşırdığı zaman bütün Avrupa nezle oluyor. Görünüşe göre Fransa’daki siyasi ve sosyal çalkantılar Avrupa’nın geri kalan kısmını ciddi bir şekilde etkileyecek.  Fransa, içinde kaynayan bu krizi çözmedikçe, Avrupa’nın geliştirilmesi konusunda adım atılması çok zor olacak. Fransa’nın liderliğindeki Avrupa entegrasyonu artık  sona ermiş gibi gözüküyor.

Türkçemizde bulunan “Nerede çokluk orada b..luk”  deyimi, şimdi adeta AB için söylenmiş gibi. Bu hengamede Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin esamesi bile okunmuyor.

Bu koşullar ve gelişmelerden sonra, özellikle AB’nin Kıbrıs konusunda gösterdiği samimi olmayan acizliği, müzakerelerin başlatılması için Türkiye’nin önüne koydukları kabul edilemez şartlara, Ermenistan ve Fener Patrikhanesi ile ilgili dayatmaları dikkate aldığımda, artık Türkiye’nin AB’ye katılmak için çok da hevesli olmayacağını düşünüyorum.

Belki de ABD ile NAFTA benzeri bir anlaşma yapması, Türkiye için çok daha iyi ve hayırlı olacaktır.

13 Haziran 2005
Türkiye’nin AB’ye katılımı artık eskisi kadar önem taşımıyor için yorumlar kapalı
Okunma 41
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar