AB zirvesinde perde arkası mücadele

AB zirvesinde perde arkası mücadele

Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Konsey toplantısı 16-17 Haziran tarihlerinde yapılacak.

Yapılmaya yapılacakta, perde arkasında, genişleme, anayasa ve Türkiye ile müzakereler konusunda sert çekişmeler ve restleşmeler var.

Konsey toplantısından sonra yayınlanacak olan sonuç bildirisinde yer alan genişleme paragrafları bildiriden çıkartıldı. Zirve sonuç bildirisinde genişleme bölümünde Türkiye, Romanya, Bulgaristan ve Hırvatistan ile ilgili paragraflar bulunuyordu.

Aşağıdaki “İlk taslak” sonuç bildirisinin Türkiye ile ilgili bölümünde, AB üyesi ülkeler görüş birliği sağlayamayınca değişikliğe gidildi.

İlk Taslak:

–         Avrupa Konseyi 16-17 Aralık 2004’te Türkiye ile üyelik müzakerelerin 3 Ekim 2005’te başlayacağına dair aldığı kararı hatırlatır.

–         Avrupa Konseyi ayrıca Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başlamadan önce 10 yeni ülkenin üyeliğini dikkate alan Ankara anlaşmasına ek protokolü imzalama yükümlülüğünü hatırlatır. Konsey Komisyon ve Türkiye’nin protokol metni üzerindeki mutabakatını memnuniyetle karşılar ve biran önce imzalanmasını bekler.

Zirve öncesi AB’nin geleceğine ilişkin yoğun tartışmalar yaşanıyor. Anayasa krizinin yanı sıra bütçe konusunda da sorunların yaşandığı AB’de zirve öncesi heyecanlı bir bekleyiş var.

AB Dönem Başkanlığı, Anayasa referandumları sonrasında ortaya çıkan bütçe krizine bir de genişleme konusunda sorunların eklenmemesi amacıyla genişleme ile ilgili paragrafları son anda sonuç bildirinden çıkarttı. Son dakikalarda bir değişiklik olmaması durumunda 16-17 Haziran Zirve sonuç bildirisinde genişleme ile ilgili paragraflar büyük bir olasılıkla olmayacak. Şu andaki son taslak metni tam olarak aşağıdaki gibi.

–         AB Konseyi 16-17 Aralık 2004’te Türkiye’ye ilişkin alınan kararını hatırlatır. Konsey, AB Komisyonu’nu Müzakere Çerçeve Belgesi’ni sunmaya davet eder .

–         Avrupa Konseyi ayrıca Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başlamadan önce 10 yeni ülkenin üyeliğini dikkate alan Ankara anlaşmasına ek protokolü imzalama yükümlülüğünü hatırlatır. Konsey Komisyon ve Türkiye’nin protokol metni üzerindeki mutabakatını memnuniyetle karşılar ve biran önce imzalanmasını bekler. Protokolün imzalanması, onaylanması ve uygulanması Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti dahil olmak üzere tüm AB üyesi ülkelerle ilişkilerinin normalleşmesi için önemli aşamaları oluşturacaktır.

AB Zirvesi’nin yeni taslağı Kıbrıs protokolünde onay ve uygulama istiyor. Bu nedenle, 3 Ekim Türkiye-AB müzakerelerinin başlatılması şartı olan Gümrük birliğinin aralarında Güney Kıbrıs’ın da bulunduğu 10 ülkeyi kapsayacak şekilde genişletilmesini öngören ek protokolün bu hafta içinde Türkiye tarafından imzalanması gerekli.

Olası en mantıklı ve en uygun tarih, zirveden evvelki son gün olan 15 Haziran, Çarşamba günü.

Gelen bilgilere göre “İmza töreni” düşük düzeyde olacak ve 17 Aralık’tan beridir üzerinde fırtınalar koparılan “1963/4Ankara Anlaşması Gümrük Birliği Ek Protokolü”ne atılacak imzaları, Türkiye adına AB daimi temsilcisi olan T.C. Büyükelçisi, AB adına da dönem başkanı Lüksemburg Büyükelçisi koyacak.

12 Haziran 2005
AB zirvesinde perde arkası mücadele için yorumlar kapalı
Okunma 42
bosluk

Amerika Irak’a Ercan üzerinden(mi) gidecek

Amerika Irak’a Ercan üzerinden(mi) gidecek

Erdoğan’ın ABD ziyaretinin perde arkasında konuşulanları ve etkileri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.

Erdoğan ile Bush arasında yapılan görüşmede;

  • Türkiye-ABD ilişkilerinin stratejik önemi vurgulandı
  • PKK ile mücadelede işbirliği yapılacağı belirtildi
  • Geniş Ortadoğu Projesi’nde ortak çalışma yapılacağı açıklandı
  • Türkiye, KKTC ile Washington arasında doğrudan uçuşlar için ABD’den inceleme sözü aldı

Arkasından Erdoğan, BM Genel Sekreteri’ne bir dizi öneri iletti. Bunlar arasında Kıbrıs’ta Türkler ve Rumlar arasında serbest dolaşımın sağlanması, KKTC liman ve havaalanları üzerindeki kısıtlamanın kaldırılması, AB ile KKTC arasında özel gümrük birliği anlaşmasına varılması ve Kıbrıs Türkleri üzerindeki sportif ve kültürel ambargonun kaldırılması gibi maddeler var.

Ama bu belgede siyasi açıdan en yüksek taktik değere sahip madde, Türkiye’nin Kıbrıs’taki taraflar arasında toplu görüşmelerden önce teknik görüşmelere karşı çıkması. Ankara, Rumlar tarafından yapılan bu önerinin işi sürüncemede bırakmayı amaçladığına inanıyor. ABD tarafının bu belgeyi çalışmaya değer bulduğu belirtiliyor.

Erdoğan, Annan’ın hazırladığı Kıbrıs raporunun BM Güvenlik Konseyi’den bir an önce geçmesini istiyor ve bunu “hiçbir rapor bu kadar bekletilmemiştir” şeklinde de yüksek sesle dile getirdi. Annan’ın hazırladığı 28 Mayıs 2004 tarihli raporda, KKTC’ye yönelik izolasyonun kaldırılması talebi ve KKTC’ye destek yer almakta. BM Konseyi’nin Annan’ın söz konusu raporu hakkında hala bir karar verememiş olması Konsey’in güvenilirliği üzerinde soru işareti yaratmaya başladı.

Kıbrıs raporunun BM Konseyi’nden geçmesi konusunu ABD Başkanı Bush’a da ileten Erdoğan, görüşmelere devam etmek niyetinde. Erdoğan, ABD heyetinin geçtiğimiz haftalarda KKTC’ye Ercan Havaalanı’nı kullanarak girmesinin, izolasyonların kalkması hususunda olumlu bir adım olduğu düşüncesinde. İşin ilginç yanı ABD heyetinin KKTC’ye Ercan Havaalanı’nı kullanarak girmesi bir takım yerlere olumlu mesajlar verdi ve bazı önemli mercileri de harekete geçirdi.

Önce, KKTC’yi ziyaret eden Amerikan Kongre heyetinin Başkanı Ed Whitfield, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ı harekete geçmeye çağırdı. Sonra da Bakana mektup yazıp, Kıbrıslı Türklerin izolasyonuna son verilmesini istedi. Whitfield mektubunda, “Sayın Bakan, Kuzey Kıbrıs’a uçuş seferlerinin ve ticari ilişkilerin başlatılmasının tam zamanıdır. Bu konuda sizin önderliğinize ihtiyacımız var” diye yazdı.

Mektubunda Kıbrıslı Türklerin her türlü olumlu adımı atmalarına karşın, izolasyonların kaldırılmadığına da dikkat çeken Whitfield, Bush yönetiminin Kıbrıs’a verdiği 30 milyon dolarlık yardım paketinin yeterli olmadığını vurguladı.

Bush’a giden bu mektubun bir kopyası da Pentagon’a gitti. Pentagon’daki Orta Doğu uzmanları mektubun içeriğini bayağı önemsediler ve söz konusu bu mektup bu güne kadar akıllarına hiç gelemeyen bir fikri de kafalarına soktu. Aniden beyinlerinde bir şimşek çaktı. Şimdi bu fikrin olabilirliği konusunda beyin fırtınası yapıyorlar.

Uzmanlara sempatik gelen fikir Irak’a gidecek Amerikan uçaklarının Ercan’da konaklaması ve ikmal alması.

Bu fikir gerçekleştirilebilirse bir taşla iki kuş vurulmuş olacak. Hem Ercan’a uygulanan izolasyonlar ve kısıtlamalar kalkacak, hem de Irak’a uçuşlar kademeli ve güvenli yapılacak.

Ercan konusunda inanılması zor bir ikinci gelişme de, bazı Rus turizm şirketlerinin de KKTC’ye doğrudan uçak seferleri başlatmak için Rusya Dışişleri Bakanlığı nezdinde girişimlerde bulunması.

Ercan Hava alanına ilk defa bir ABD Kongre heyetinin gelmesi,  uzun vadede, hava ulaşımı konusunda izolasyonları kıracakmış gibi gözüküyor.

Galiba bu defa Rumların politik gücü ve Bizans’tan kalma hünerleri, bu girişimleri engellemeye sanki yetemeyecek gibi…

11 Haziran 2005
Amerika Irak’a Ercan üzerinden(mi) gidecek için yorumlar kapalı
Okunma 46
bosluk

Rumlar, BM Güvenlik Konseyine temsilci atadılar

Rumlar, BM Güvenlik Konseyine temsilci atadılar

Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’un hafta içinde Rum tarafına özel olarak yaptığı ziyaret, perde arkasında kalmış bir takım gizli ilişkileri ve amaçları su yüzüne çıkardı.

Hatırlarsanız, 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan Referandumdan sonra BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs müzakereleri ve Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması ile ilgili BM Güvenlik Konseyine sunduğu raporu Ruslar VETO etmişlerdi ve bu nedenle de bu rapor Genel Kurula hala daha sunulamadı.

Sunulsaydı ne olurdu. Belki de Kıbrıs’ta çözümü engelleyenin KKTC olduğunu içeren 441 ve 550 sayılı BM kararlarının tekrar gözden geçirilmesine ve kaldırılmasına kadar gidebilirdi iş.

Lavrov’un Rum tarafına yaptığı ziyaret ile ilgili yapılan açıklamalarda Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki mevcudiyetinin, Amerikalılar ve İngilizlerin hareketlerine karşı Rum yönetiminin elinde silah teşkil ettiği ve  Moskova için ise bu gerekçenin, Kıbrıs sorununda rol sahibi olabilmesi için Güvenlik Konseyi’nde (Rum tarafına) verebileceği bir destek olduğu söylendi.

Kısa ve öz olarak söylenen, “Rusya’nın BM Güvenlik Konseyinde Rumların temsilcisi olduğu” ve bu görevi de Ortodoks dünyasının dayanışması olarak büyük bir mutluluk içinde yaptığıdır.

Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Başkanı Tasos Papadopulos, Lavrov’u adeta bir  kurtarıcı gibi karşıladı ve adaya gelişini de, ABD Milletvekillerinin KKTC’yi ziyaretinden sonra “Hızır gibi yetişme” olarak tanımladı.

Rum Dışişleri Bakanı Yorgo Yakovu, Moskova’nın her zaman olduğu gibi, BM Güvenlik Konseyinde, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin tezlerini desteklemeye devam etmesini ve Güvenlik Konseyinin daimi üyesi olarak, Kıbrıs sorunundaki gelişmelerde ciddi bir rol oynamasını istediğini söyledi.

Yakovu’nun arkasından, Lefkoşa’daki merkez binalarının girişinde hala daha Lenin’in bronz bir heykelinin yer aldığı ve belki de dünyada artık yegane “Komünist Parti” olarak siyasi yaşamını sürdüren AKEL’in  Genel Sekreteri ve Rum Meclis Başkanı olan Dimitris Hristofyas, yaptığı temaslar sonucunda  Güvenlik Konseyi Daimi üyesi olarak Rusya Federasyonu’nun harekete müdahil olmaya hazır olduğunu ve BM Genel Sekreteri  ile Kıbrıs sorunundaki icraatlarını BM Sekreteryası’yla birlikte tekellerine almak isteyen İngilizler ve Amerikalıların her zaman karşısında dimdik duracağını algıladığını söyledi. Anglo Amerikanların ve BM Genel Sekreteri’nin de, “esasen adanın siyasi sorununun yönetimini tekellerine almamaları gerektiğini” de üstüne basarak vurguladı.

Artık Kıbrıs Rum hükümeti, Moskova’dan BM Güvenlik Konseyindeki daimi üyeliğinden dolayı, açıkça, Kıbrıs sorununa daha da aktif şekilde müdahil olmasını ve Güvenlik Konseyinde, Kıbrıs sorununa çözüm arayışlarında Rum ilkelerine karşı görüşlerin engellenmesinde, sırtını Rusya Federasyonu’na dayamak istiyor.

Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, bu ziyaretinde Rumlara, Rusya Federasyonu’nun Annan Raporunun Güvenlik Konseyi’nce benimsenmesini kabul etmeyeceğinin ve Annan’ın, KKTC’nin siyasi açıdan yükseltilmesini öneren Kıbrıs raporunun Güvenlik Konseyi tarafından benimsenmesine yönelik her türlü çabanın da karşısında duracağının teyidini verdi. Belli ki bu teyidi, peşinen Putin’den alarak adaya geldi. Bunu açıklamak zor değil.

Putin, güçlü Rusya olgusunu dünyaya tekrar kabul ettirmek istiyor. SSCB’nin yıkılışının ardından, uluslar arası siyasi sahnede Rusya’nın kısıtlanmasını sınırlandırmak ve mümkünse engellemek istiyor. Buna ilaveten Kıbrıs sorunuyla ilgilenmesi, kendisine; Moskova’nın söz sahibi olmak istediği Ortadoğu bölgesini ilgilendiren konulara da dinamik şekilde müdahil olma fırsatı veriyor. Bu nedenlerden dolayı Kıbrıs konusu, aynı zamanda Ortodoks dünyasının birer kopmaz parçaları olmaları nedeni ile de Ruslar için ele geçmez altın bir fırsat. Hem Rumlara istediklerini yaptıracaklar hem de Rumların istediklerini yapacaklar.

Rusya açıkça, Kıbrıs konusunda Rum tezlerini sonuna kadar savunmak ve  Güvenlik Konseyi çerçevesinde arabuluculuk rolü de dahil olmak üzere Kıbrıs sorununda daha aktif rol almak istediğini bu resmi ziyaret ile ortaya koydu.

Filler itişirken karıncalar ezilirmiş… Bizim fil olmadığımız kesin….Galiba ikinci gruptanız…

10 Haziran 2005
Rumlar, BM Güvenlik Konseyine temsilci atadılar için yorumlar kapalı
Okunma 44
bosluk

Annan’ın BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu Kıbrıs Raporu

Annan’ın BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu Kıbrıs Raporu

BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 27 Şubat-4 Nisan 2004 tarihleri arasında yer alan Kıbrıs müzakereleri ve ardından yapılan 24 Nisan referandumu ile ilgili olarak, Kıbrıs’ta çözüm ve barışa Türklerin engel olmadığını tam aksine Rumların engel olduğunu içeren ve bu nedenle de diplomatlarca, “çok önemli” olarak addedilen Kıbrıs Raporunu Mayıs 2004 tarihinde BM Güvenlik Konseyine sunmuştu.

Kıbrıs konusundaki gerçekleri içerdiği için, ilk defa olarak Rumları adada barışa engel olmakla suçlayan ve töhmet altında bırakan söz konusu rapor, Rusya’nın “Veto”su nedeni ile halen havada duruyor ve tartışılmak için bir türlü masaların üstüne düşmedi. Rusya’nın bu konuda yaptığı açıklamalara göre de “Veto”nun süresi sınırsız ve Rumların aleyhine görüşler içerdiği için de asla görüşülmeyecek.

Tüm bu olumsuzluklara ve Güvenlik Konseyinde her zaman olduğu gibi taraf tutmalara rağmen, Genel Sekreter Annan, aynı Konseye, 6 Haziran 2005 tarihinde, UNFICYP’in görev süresinin uzatılmasına ilişkin yeni bir Kıbrıs raporu daha sundu ve bu rapor BM Güvenlik Konseyi belgesi olarak yayınlandı. Bu rapor önemli konulara değiniyor.

Yayınlanan raporun içeriğini kolay anlaşılabilmesi için maddelere dönüştürdüğüm vakit ortaya aşağıdaki özet tablo çıkmaktadır.

1-     Kıbrıs’ta şu andaki politik durum, soruna çözüm bulmak amacıyla iyi niyet görevini yürütmek için tam mesai çalışacak bir temsilci atamaya uygun değildir.

2-     Kıbrıs’taki BM Barış Gücü (UNFICYP) misyon şefi Zbigniew Wlosowicz,  Kıbrıs konusunda, taraflarla üst düzey temasları yürütmek için atandığı özel temsilcilik görevine devam edecektir.

3-     En üst düzey BM yetkilileri, taraflar arasında nabız yoklamak amaçlı temaslarını ileriki dönemde de sürdüreceklerdir.

4-     Kıbrıs Türk Liderliği ve Türkiye, Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla, “Kıbrıs Sorununun Kapsamlı Çözümü” yani “Annan Planı” çerçevesinde görüşmelerin yeniden başlatılması çağrılarını yinelemektedirler.

5-     Annan Planı ile ilgili yapılan referandumda, Kıbrıslı Türkler planı kabul etmişler, Kıbrıslı Rumlar ise planı reddetmişlerdir.

6-     KKTC’de Nisan ayında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimi sonucu, M. A. Talat’ın tartışmasız lider olduğunu ve Kıbrıs Türkü’nün Kıbrıs konusunda barışçı taahhüdünü sürdürmekteki kararlılığını ortaya koymuştur.

7-     Rumların AB üyesi olması her ne kadar Kıbrıs’a genel anlamda yarar sağlıyorsa da, mal-mülk konusunda yeni davaların ve uyuşmazlık cephelerinin açılmasına neden olmaktadır. Bu da adadaki barışı darbelemektedir.

8-     Mal-mülk konusunda  davaların artması, bireysel ilişkiler ve uzlaşma süreci açısından çok büyük tehdit yaratmakta ve barışı engellemektedir. Konu çok hassastır ve ancak adada kalıcı bir çözüm sonrası halledilebilir.

9-     Referandum sonrası durağan bir dönem yaşanmakta ve iki taraf arasındaki ilişkilerin gelişmesi için belirtiler çok azdır.

10-Sınır bölgelerinde “küçük” denilebilecek bazı olaylar meydana gelmiş olmasına rağmen bu olayların sayısı geçtiğimiz yıllara oranla daha düşüktür.

11-BM Barış Gücü, yakın noktalardaki bazı pozisyonlarda değişiklik yapılması ve karşılıklı olarak buraların boşaltılması önerisi getirmiş olmasına rağmen öneri taraflarca reddedilmiştir.

12-Kıbrıs Türk tarafı, BM Barış Gücü’ne 2000 yılı Temmuz ayından bu yana uyguladığı kısıtlamaları kaldırmış ve bu uygulama BM Barış Gücü’nün ara bölgedeki çalışmalarını kolaylaştırmıştır.

13-Akyar’daki (Vrysulles) askeri statüko halen değişmemiştir ve BM, Maraş’taki statükonun devamından Türkiye Hükümeti’ni sorumlu tutmaktadır.

14-Kıbrıs’taki mayın temizleme çalışmalarının başlamasından bu yana 250 bin metrekare yer taranmış ve ara bölgedeki RMMO’ya ait mayın tarlalarından 400 anti-personel, 900 de anti-tank mayınının temizlenerek imha edilmiştir.

15-23 Nisan 2003 tarihinde sınır kapılarının açılmasından sonra, 20 Mayıs 2005’e kadar olan sürede Kuzey ve Güney arasında 7 milyon geçiş yapılmıştır.

16- Ara bölge üzerinden başlatılan ticaret, teknik ve siyasi konular yüzünden sınırlı kalmıştır.

17-AB komisyonunun Kuzey için öngördüğü 259 milyon Euro’luk yardım paketi, Kıbrıs Türk tarafınca Direk Ticaret Tüzüğüyle birlikte uygulamaya geçmesi halinde kabul edileceği nedeni ve Rumların da buna karşı çıkmasından dolayı henüz gerçekleşememiştir.

18-Rumlar, Güney’de bir Türk Okulu açılması için BM Barış Gücü’ne taahhütte bulunmuşlardır.

19-İki taraf arasındaki resmi temaslar, yüksek derecede güvensizlik nedeniyle gerçekleşememektedir.

20- Siyasi bir ilerleme kaydedilmediğinden Rumlar ve Türkler arasındaki güvensizliğin askeri açıdan bir tehdit algısına yol açabileceği nedeni ile BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) adadaki varlığını devam ettirmesinin, adada ateşkes ve kalıcı çözüm yönündeki çabaları cesaretlendirmesi bakımında gereklidir.

Annan’ın 24 Nisan referandumu ile ilgili olarak sunduğu ama Rusya’nın vetosu nedeni ile halen havada duran raporundan sonra sunduğu bu rapor, her ne kadar diğerine nazaran eksiklikler içeriyorsa da, gene de bizim lehimize bir rapordur. Bize, 441 ve 550 no.lu BM raporlarını tekrar gündeme getirme hakkı yaratabilir.

9 Haziran 2005
Annan’ın BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu Kıbrıs Raporu için yorumlar kapalı
Okunma 127
bosluk

Akritas Planı nasıl bir plandı

Akritas Planı nasıl bir plandı

Sanki tarih tekrarlanıyormuş gibi bir his var içimde.

Bu nedenle bu gün, 21 Nisan 1966 yılında PATRİS gazetesinde yayınlanan AKRİTAS PLANI’nı size sunmak istiyorum. Lütfen okuyun ve aradan 39 yıl geçmesine rağmen hala geçerli olup olmadığına siz karar verin.

AKRİDAS PLANI

ENOSİS’i gerçekleştirebilmek için, tek yolu Türk halkına karşı silâhlı mücadele gören Rum cephesi, su yü­zündeki organları yetersiz buluyor ve bunun için bir yer­altı teşkilatı kuruyordu.

Makarios tarafından kurulan Rum Yeraltı Teşkilâtı­nın sorumluları 7 Şubat 1967 tarihli “PATRİS” gazetesin­de açıklanmıştı.

Bu açıklamaya göre Rum halkını silâhlayanlar şunlardır:

Başkan (görünen)             : İç İşleri Bakanı Polikarpos Yorgacis,

Başkan Vekili                   : Çalışma Bakanı Thassos Papatopullos.

Kurmay                             : Milletvekili Nikos Koççis.

Kurmay Daireleri Müdürü        : Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos Kliridis.

Lefkoşa bölgesi kadrosu:

Başkan                              : Nikos Yuannu (Yüksek rütbeli polis komutanıdır).

Yardımcı                           : Petros Kondopirgu.

Yedekler Komutanı          : Kıbrıs Ordusu Yüzbaşısı: Thasos Marku.

Lefkoşa Şehir Komutanı   : Spiros Nikolau.

Lefkoşa Kazası Komutanı        : A. Angelidis.

ÇIKIŞ NOKTASI

Cumhuriyetin “VETO” hakkı ile elimizde olduğunu kabul etmişken Rum cephesi, dinamiti yerli yerine yerleş­tirmek peşinde idi. “AKRİDAS” ismi ile tanımlanan siyasi ve askeri harekât plânı 21 Nisan 1966 tarihli PATRİS ga­zetesinde yayınlanmıştır.

BAŞPİSKOPOS MAKARİOS TARAFINDAN HAZIRLANAN GİZLİ PLANIN TAM METNİ

PLANIN GAYESİ: CUMHURİYETİ ORTADAN KALDIRMAK VE TÜRK TOPLUMUNU KÖLE DURUMUNA SOKMAK

ÇOK GİZLİ                                                                                                           KARARGAH

Başpiskopos Makarios’un verdiği son demeçler Millî davanın yakın bir gelecekte alacağı yönü gösterdi. Geç­mişte de belirttiğimiz gibi millî davalar bir günde halledi­lemez. Millî davaların çeşitli gelişim merhalelerinin tamam­lanması için belli zaman tahditleri koymak da mümkün değildir. Davamız şimdiye kadar yer almış olan gelişme­lerin, bir süre içinde belirmiş şartların ve alınmış tedbir­lerin ışığında, bu tedbirlerin ayarlanması ve tatbiki de göz önüne alınarak incelenmeli ve alınacak tedbirler iç ve dıştaki politik duruma uygun olmalıdır. Bütün bu işlem gerçekten güçtür ve bir çok safhadan geçilmesi şarttır; çünkü sonucu etkileyecek olan çok ve çeşitli nedenler vardır. Herkesin, alınan tedbirlerin esaslı bir inceleme sonucu alındığını ve gelecekte alınacak tedbirlerin temelini teşkil ettiğini bilmesi kâfidir. Ayrıca, şimdi düşünülen bu tedbir­lerin, “ilk adım”ı ve “self-determinasyon” hakkımızın kayıt­sız şartsız ve tam olarak tatbiki olan değişmez gayemizin “yalnız bir safhasını” teşkil ettiğini de bilmesi kifayet eder.

Esas gaye değişmeyip ayni kaldığına göre, incelen­mesi gereken husus bu gayenin gerçekleştirilmesi için izle­necek yol ve usuldür. Bunlar da, zaruri olarak, iç ve dış (uluslararası) taktikler diye ikiye ayrılmalıdır, çünkü, da­vamızın, içte ve dıştaki takdimi ve yönetilmesi ayrıdır.

A.   DIŞTA KULLANILACAK METOD

EOKA mücadelesinin son safhasında Kıbrıs davası dün­ya kamu oyuna ve diplomatik çevrelere “Kıbrıs halkının self-determinasyon hakkına kavuşması” şeklinde sunulmuş­tu. Fakat hatırlanacağı gibi bu arada “Türk azınlığı sorunu”, bilinen şartlar altında ortaya atılmış ve toplumlararası çar­pışmalardan sonra iki toplumun birleşik bir idare altında beraber yaşayamayacağı fikrini kabul ettirmek için büyük çaba harcanmıştı. Sonunda problem birçok uluslararası çevrelerin zannınca, Londra ve Zürih anlaşmaları ile hal­ledilmiş ve bu anlaşmalar mücadele eden taraflar arasın­daki görüşmeler sonunda varılan çözüm olarak gösteril­mişti.

a)      Bu sebeple ilk hedefimiz, uluslararası alanda, Kıbrıs probleminin çözümlenmediği ve yeniden göz­den geçirilmesi gerektiği kanısını yaratmak ve yaymak olmuştur.

b)      Aşağıda belirtilen kanıların yaratılması ilk gaye olarak kabul edilmiştir:

i)    Bulunmuş olan hal çaresi tatminkâr ve adil de­ğildir.

ii)   Varılan anlaşma çatışmış olan tarafların ira­desi sonucu elde edilmemiştir.

iii) Anlaşmaların tadili arzusu Rumların imzalarını inkar etme niyetinden değil onların var olması için elzem oluşundan doğmaktadır.

iv) İki toplumun bir arada yaşaması mümkündür, ve

v)   Yabancıların güvenmesi ve dayanması gereken kuvvetli unsur Türkler değil Rum ekseriyetidir.

c)   Yukarıdaki gayeleri gerçekleştirmek çok güç ise de tatminkâr sonuçlar alınmıştır. Birçok diplomatik temsilciler, anlaşmaların tatminkâr ve adil olmadığına, gerçek görüşmeler sonucu değil de gözdağı ve baskı ile imzalandığına ve birçok tehditler so­nunda empoze edildiğine inandılar. Anlaşmalar so­nucu varılan hal çaresinin halkın tasvibine sunul­mamış olması elimizde önemli bir kozdu. Liderliği­miz de, aklıselimle hareket ederek bir referandum­dan kaçındı. (Aksi halde 1959’daki atmosfer içinde halk, anlaşmaları mutlaka tasvip ederdi). Genel olarak dışarıya Kıbrıs’ın şimdiye kadar Rumlar ta­rafından idare edildiğini, Türklerin ise sadece olum­suz, köstekleyici bir fren rolü oynadığını gösterdik.

d)   Birinci safha faaliyetlerimizi ve gayelerimizi böy­lece tamamladıktan sonra ikinci safhayı uluslar­arası bir seviyede gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bu ikinci safhadaki gayemiz aşağıdaki hususları be­lirtmek ve kabul ettirmektir:

i)    Rumların gayesi Türkleri ezmek değil idari mekanizmanın adalete aykırı ve makul olma­yan kısımlarını ortadan kaldırmaktır.

ii)   Bunların hemen ortadan kaldırılması gerekir, çünkü “yarın” çok geç olabilir.

iii) (yayınlanmamıştır)

iv) Bu gözden geçirme sorunu Kıbrıslıların bir iç sorunudur ve bunun için, kimseye, dıştan her­hangi bir müdahale -güç kullanılsın veya kullanılmasın- hakkını vermez; ve

v)   öngörülen değişiklikler makuldür, adildir ve azınlığın makul addedilen haklarını da korur.

e)   Genel olarak denilebilir ki bugünün uluslararası düşünüşü her türlü baskının  -bilhassa azınlıklara yapılan baskının- karşısındadır. Şimdiye kadar Türkler dünya kamu oyunu Adanın Yunanistan’a il­hak edilmesinin kendilerini köle durumuna sokacağına inandırmakta başarı gösterdiler. Bu şartlar altında mücadelemizi “Enosis” değil de “self determinasyon” temeline dayanarak dünya kamu oyunu etkileyebiliriz.

Self Determinasyon hakkımızı tamamen ve en­gellenmeden kullanabilmemiz için de anlaşmalardan (Garanti ve İttifak anlaşması v.s.) ve anayasa­nın hak iradesinin kayıtsız bir şekilde ifadesini en­gelleyen ve dış müdahale tehlikesi arz eden bazı hükümlerinden kurtulmamız gerekiyor. Bu sebeple ilk hedefimiz, Kıbrıslı Rumlarca kabul edilmemiş diye belirtilmesinde karar kıldığımız Garanti An­laşmasının elimine edilmesidir.

Garanti anlaşması ortadan kalktıktan sonra önümüzde, bizi bir plebisitle[1] kendi geleceğimizi seçmekten alıkoyabilecek hiçbir hukuki ve manevi engel kalmayacaktır.

Yukarıdaki izahattan anlaşılacağı üzere plânımızın başarısını temin etmek için kademeli bir “çaba ve geliş­me” yolu seçilmesi gerekiyor. Bu çabalar ve gelişmeler gerçekleşmezse gelecekteki davranışlarımız kanun bakı­mından haksız, politik yönden ise başarısı imkânsız bir hale gelir. Ayrıca Kıbrıs’ı ve (Rum) halkını büyük teh­likelerle karşı karşıya bırakmış oluruz.

İzlenecek hareket hattı şöyledir:

(a) Anayasanın olumsuz maddelerini tadil etmek ve bunun sorunda “Garanti ve İttifak anlaşmalarını”  de facto olarak ortadan kaldırmak.

Bu adım kaçınılmazdır; çünkü herhangi bir anlaşmanın olumsuz yönlerini tadil etmek ihtiyacı genellikle bütün dünyaca kabul edilmiştir ve makul addedilmektedir.

(Bu­rada bir pasaj yayınlanmamıştır).

Buna karşılık böyle bir tadil çabasını önlemek gayesini güden herhangi bir dış mü­dahale haksız ve gereksiz sayılmaktadır.

(b)  Bunu gerçekleştirir gerçekleştirmez, Garanti Anlaşması (müdahale hakkı) kanunen ve esas olarak tatbik edilemez.

(c)  Garanti ve ittifak anlaşmalarının self determinasyon hakkını kısıtlayıcı hükümleri böylece ortadan kaldırıldıktan sonra Kıbrıs (Rum) halkı kendi iradesini serbestçe ifade edip uygulayabilecektir.

(d) O zaman, devlet kuvvetlerinin (Polis gücü) ve buna ek olarak dost ülke  askerlerinin, dıştan veya içten gelen herhangi bir müdahaleye karşı koyması   mümkün olacaktır, çünkü o zaman tamamen bağımsız bir durumda olacağız.

Görülüyor ki harekâtın (a) maddesinden (b) maddesine kadar olan kısımlarının belirttiğimiz sıraya göre tatbik edilmesi şarttır.

Bunun sonucu olarak da beliren gerçek şudur: Eğer ulular arası alanda başarı şansı umuyorsak mücadelemizin herhangi bir safhasını bir önceki safha tamamlanmadan açıklamamak zorundayız.  Örneğin, yukarıda belirttiğimiz dört safhanın gerekli sırayı teşkil ettiği kabul edilirse, bu sıranın (d) maddesi önceden açıklandığı zaman (a) maddesindeki tadilattan söz etmek anlamsız ve faydasız olur, çünkü anayasamın olumsuz hükümlerini tadil etmek yollarını ararken böyle bir revizyonun Devlet ve Anlaşmaların fonksiyonu için gerekli olduğu bahanesini öne sürmekle gülünç bir duruma düşmüş oluruz.

Yukarıda belirtilenler, hedef ve gayelerimiz ve uluslararası alanda izlenecek usul ile ilgili noktalardır.

B. İÇ CEPHE

İç alandaki hareketlerimiz yapacakları tepkiye, dışta bu hareketlerin yorumlanmasına ve yapacaklarımızın milli davamız üzerindeki etkisine göre düzenlenecektir.

1.   Aşılmaz diye tanımlayabileceğimiz tek tehlike askeri güç kullanılarak yapılacak bir dış müdahale ihtimalidir. Kısmen veya tüm olarak kendi gücümüzde karşılayabileceğimiz bu tehlike, yaratması muhtemel maddi zarardan ziyade politik alanda yapacağı olumsuz etki yönünden önemlidir. Eğer dış müdahale planımızın “c” safhası uygulanmadan önce yapılırsa böyle bir müdahale tamamen haklı görünmese de hukuki yönden geçerli sayılabilir ki bu da uluslararası alanda ve Birleşmiş Milletlerde aleyhimize olur. Son zamanlarda yer almış olan buna benzer olayların tarihi gösteriyor ki hiç bir müdahale olayında -müdahale hukuk dayanağından tüm olarak yoksun olsa bile- mütecaviz, saldırıya uğrayandan önemli tavizler koparmadan ne Birleşmiş Milletler ne de diğer kuvvetler tarafından sökülüp atılamamıştır. İsrail’in 1956’daki Süveyş saldırısında harekatın Birleşmiş Milletler tarafından takbihine ve Sovyetler Birliğinin duruma müdahale tehdidine rağmen, saldırıyı yapan İsrail, geri çekilmesine karşılık Kızıl Denizdeki Eliat limanını elde etmesini bilmiştir. Kıbrıs için böyle bir durumda çok daha büyük tehlikeler vardır.

İyi çalışır ve yukarıda (a) safhasında belirtilen teşebbüsümüzü başarılı kılarsak göreceğiz ki hem mücadeleyi haksız gösterecek hem de bütün dünyanın desteğini kazanmış olacağız, çünkü Garanti anlaşmasına göre, garantör devletler (İngiltere, Yunanistan ve Türkiye) arasında müzakereler yer almadan müdahale yapılamaz, Asıl uluslararası desteğe işte bu devrede (müdahale öncesi temas devresi) ihtiyacımız olacaktır. Böyle bir desteği de ancak Anayasada yapılmasını teklif ettiğimiz değişiklikler haklı ve akla yakın görüldüğü zaman kazanabiliriz. Bu sebeple öne süreceğimiz değişiklikleri kararlaştırırken çok dikkatli olmamız gerekir.

Bu durumda, ilk adım, müdahale tehlikesini ortadan kaldırmak için anayasayı tadil etme teklifi yapmaktır

İzlenecek taktik: (yayınlanmamıştır).

2.   Aşikardır ki müdahalenin haklı gösterilmesi için anayasadaki basit bir revizyon teklifinden daha ciddi sebep, daha yakın bir tehlike olması gerekir. Bu sebepler şunlar olabilir:

(a)  “a” ve “c” hareketi yerine getirilmeden ENOSİS’in ilânı.

(b)  “Türklerin katliamı” diye aksettirilebilecek ciddi toplumlararası huzursuzluk ve çarpışma.

İlk sebep, birinci safha için hazırlanan plân gereğince kendiliğinden ortadan kalkmıştır; böylece, geriye “toplum­lararası çatışma” tehlikesi kalmış oluyor. Tahrik edilmeksizin Türklere karşı bir katliama girişmek veya hücum etmek niyetimiz yoktur. Bu sebepten …… (Bu kısım Rum yayın organlarında gizli tutulmuş yayınlanmamıştır) …. Türkler şiddetli reaksiyon göstererek olaylar ve çatışmalar yaratabilirler, veya çarpışmalar yaratarak Rumların kendilerine hücum ettiği ve bu yüzden can ve mal emniyetleri için müdahalenin kaçınılmaz olduğu intibaını yaratmağa çalışabilirler.

İzlenecek taktik: Anayasayı tadil etme çabalarımız gizli olmayacak. Daima barışçı görüşmelere hazır görüneceğiz ve hareketlerimiz hiç bir zaman tahrik edici veya sert şekil almayacak. Patlaması muhtemel her olay, başlangıçta kanun çerçevesinde ve kanunî kuvvetler -Devletin polis gücü- tarafından, belli bir plana göre, karşılanacaktır. Bütün hareketlerimiz hukuki bir çerçeve içinde yapılacaktır.

3.      (Bu madde gizli tutulmuş yayınlanmamıştır.)

4.   Türklerin, Anayasayı tadil için girişeceğimiz ciddi hareketlere tepki göstermeyeceğini düşünmek ve genel planımızın yukarıda anlatılan birinci safhasını gerçekleştirme çabalarımıza karşı olaylar ve çatışmalar yaratmayacaklarına inanmak safdillik olur. Bu sebeple Teşkilatımızın varlığı ve kuvvetlenmesi zaruridir. Çünkü;

(a)  Türklerin içten gelen bir direnmesine karşı bizim karşı hücumumuz ani olmazsa Rumlar arasında, -özellikle kasabalarda- panik yaratılması tehli­kesi vardır. O zaman geniş ve çok önemli bölge­leri Türklere kaptırmak tehlikesi de doğacaktır. Halbuki Türklere “hücum gücümüzü” ani olarak ve etkili bir şekilde gösterebilirsek kendilerine gelecekler ve hareketleri önemsiz, tecrid edilmiş olaylara inhisar edecektir.

(b)  Türklerin planlı veya plansız herhangi bir hücumu karşısında -bu hücum, bir gösteri olsun veya olmasın- hemen harekete geçmek ve şiddet kullanarak böyle bir hücumu en kısa bir zamanda bastırmak zorundayız. Çünkü durumu bir iki gün içinde tam olarak kontrol edebilirsek dış müdahale mümkün olmayacağı gibi haklı da görülmeyecektir.

(c)  Herhangi bir Türk teşebbüsünün kuvvet kullanarak kati olarak bastırılması bizim sonradan girişeceğimiz ve Anayasada yeni tadilata matuf hareketlerimizi  kolaylaştıracak ve ayni zamanda tatbikatta bir Türk reaksiyonunu önleyecektir.
Çünkü Türkler, gösterecekleri herhangi bir reaksiyonun toplumları için ciddi sonuçlar doğurabileceğini kavramış olacaklardır.

(d) Çatışmaların yayılıp büyümesi halinde plandaki (a) ve (d) safhalarını uygulamağa ve ENOSİS’i derhal ilan etmeğe hazır olmalıyız. Çünkü o zaman
man diplomatik faaliyete ihtiyaç kalmamış olacaktır.

4.     Bütün bu safhaların tatbikinde büyük rol oynayacak bir faktörü unutmamak lazım. Üyelerimizi ve halkı aydınlatmak ve planlarımızı bilmeyenler veya bilmesine imkan olmayanlarla “tutucu” çevrelerin propagandalarına karşı koymak. Belirttiğimiz gibi mücadelemizin an azdan dört safhadan geçmesi şarttır. Ayrıca bu süre içinde planlarımızı ve niyetlerimizi, zamansız olarak açıklamamak zorunluluğundayız.

Görüleceği gibi bu konuda her şeyi gizli tutabilmek milli görevden de üstün bir görevdir. “Gizlilik” başarımız ve bekamız için hayati bir önem taşır.

Bunun böyle olması “tutucu” zümreyi ve sorumluluk duygusundan yoksun demagogları, tahrik edici konuşmalar yapmaktan, sözde milli beyannameler dağıtmaktan alıkoymayacaktır. Planlarımızın geçiş safhaları onlara bir çok fırsatlar verecek niteliktedir. Liderlerimizin esas gayesinin “millî hedef” olmadığını ve yalnız anayasayı tadil “etme peşinde koştuğumuzu söyleyecekler, ithamlar yağdıracaklardır. Anayasayı, kararlaştırdığımız gibi aralıklı merhalelerle ve hüküm süren şartlar çerçevesinde tadil etme gerekliliği işimizi daha da güçleştiriyor. Bütün bunlar bizi sorumsuz demagojiye, sokak politikasına ve millicilik yarışına itmemelidir. İcraatımız bizi, inkâr edilemeyecek bir şekilde haklı gösterecektir. Her halükarda, hepimizin iyi bildiği nedenler yüzünden, bu Plânın gelecek seçimlerden çok önce tatbik edilmesi ve başarı ile sonuçlanması gerektiğine göre,  önümüzdeki kısa devre içinde göstereceğimiz itidal ve soğukkanlılıkla temayüz etmeliyiz.  Buna paralel olarak vatansever kuvvetlerimizin birliğini ve disiplinini korumak ve bununla da kifayet etmeyip bu birliği takviye etmek zorunluluğundayız. Bu konuda başarı sağlamak için üyelerimizi iyice aydınlatmalıyız ki onlar da halkı aydınlatabilsinler.

Her şeyden önce “tutucuların” gerçek kimliklerini açıklamalıyız. Bunlar küçük, sorumsuz demagoglar ve fırsatçılardır. Son yılların tarihi bunu açıkça ortaya koymuştur. Bunlar, liderliğimize kuduz köpekler gibi saldıran, fakat geçerli, pratik ve akla yakın herhangi bir çözüm yolu göstermekten aciz, başarı yoksunu, menfi ruhu genci insanlardır.
Hareketlerimizde başarı sağlayabilmemiz için, son dakikaya kadar kuvvetli ve istikrarlı bir hükümete ihtiyacımız vardır. Bu böyle bilinmelidir. Bu tutucular güruhu, nutuk çekmekten başka bir şey yapmaktan aciz gürültücü parolacılardır. Daima, ciddi ve kesin bir hareket gerektiği zaman, fedakarlık gerektiği zaman, ortada güçsüz zavallılar olarak kalmışlardır ve kalacaklardır. Bunun en tipik örneği şimdiki tutumlarıdır: En iyi hareketin Birleşmiş Milletler’e başvurmak olduğunu teklif ediyorlar. Bu yüzden bunların tecrit edilmeleri ve daima uzakta tutulmaları şarttır.

Planımızı üyelerimize YALNIZ SÖZLÜ olarak anlatmalıyız. Toplantılar teşkilatın Alt-Karargahlarında (bölge karargahlarında) yapılmalı ve üyelerimizin halkımızı aydınlatabilmeleri için, bölge karargah lideri ile üyeleri, planımız ve niyetlerimiz konusunda iyice aydınlatılmalıdır. HERHANGİ BİR YAZILI İZAHAT YAPILMAMALIDIR. YUKARIDAKİLERLE İLGİLİ HER HANGİ BİR DOKUMANIN KAYBI VEYA DIŞARIYA SIZDIRILMASI VATANA İHANET SUÇU SAYILIR. Bu dokümanın açıklanması, ihbarı veya muhalefet tarafından yayınlanması kadar zararlı ve mücadelemize bu kadar ağır bir darbe indirecek başka bir hareket düşünülemez.

Üyelerimizin sözlü aydınlatılması dışındaki bütün çalışmalarımız, bilhassa basındaki yayınlarımız çok ılımlı olmalı ve planımız hiçbir şekilde ifşa edilmemelidir. Yalnız sorumlu üyeler halka hitap edebilir, nutuk söyleyebilir beyanat verebilir. Onlar da planımıza temas ederken kendi şahsi sorumluluklarına ek olarak alt-karargah başkanlarının sorumluluğu ile hareket ederler. Yazılı plandan söz etmek gerekirse, bu, alt-karargah başkanlarının izni ile yapılır. Başkanlar yapılacak konuşmayı veya verilecek demeci iyice kontrol ederler. Hemen şunu de bildirelim: Böyle bir konuşma veya demecin HİÇ BİR ŞEKİLDE BASINDA VEYA BAŞKA YAYINLARDA YER ALMASINA İZİN VERİLMEMELİDİR.

İzlenecek taktik: Üyelerimizi ve halkı SÖZLÜ OLARAK aydınlatmak için büyük çabalar harcanmalıdır. Kendimizi “ılımlı” gösterebilmek için hiç bir çaba esirgenmemelidir. Hiç bir yazıda, veya basında, veya herhangi bir dokümanda planımızdan bahsedilmemelidir, böyle bir konuya temas edilmemelidir. Sorumlu üyelerimiz halkı aydınlatmaya devam edecekler, moral yükseltmek, halkın mücadele ruhunu takviye etmek için gerekli çalışmayı -basın veya diğer kanallarla planlarımızı ifşa etmeden- en iyi şekilde yapacaklardır.

NOT: Bu doküman, alındığı günden itibaren on gün içinde, alt-karargah başkanının sorumluluğu altında ve bütün kurmay üyelerinin huzurunda yakılmak suretiyle yok edilecektir. Bu dokümanı kısmen veya tüm olarak kopya etmek şiddetle yasaktır. Alt-
karargahın kurmay üyeleri, başkanlarının sorumluluğu altında planı alıp inceleyebilirler. Lakin bölge başkanı dahil hiç bir üye bu dokümanı alt-karargah binasından çıkaramaz.

Başkan
AKRİDAS


[1] Plebisit : Halk Oylaması

4 Haziran 2005
Akritas Planı nasıl bir plandı için yorumlar kapalı
Okunma 1.793
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar