AB Parlamentosu üyesi Karin Resetarits

AB Parlamentosu üyesi Karin Resetarits

Bayan Karin Resetarits, Avusturya’nın AB Parlamentosu Milletvekili ve Liberal Grup üyesi.

Bir dönemin başarılı TV sunucusu. Kulağına kar suyu kaçmış ve konuları biliyor.

Karen hanım, Temmuz sonunda KKTC’ye “Gerçekleri Tespit” misyonu ile gelmiş, gezmiş, dolaşmış, görmüş, konuşmuş, incelemiş, tartışmış ve ülkesine geri dönmüş. İnanmayacaksınız ama Bandabulyaya bile gitmiş ve esnafla konuşmuş. Geri dönerken kafasındaki geldiği günkü düşünceleri de fırlatıp atmış.  Sonra da oturup bir yazı yazmış.

Avusturya’nın popüler gazetelerinden birisi olan Der Standart gazetesinde yayınlanan 5 Ağustos tarihli yazısı beni çok etkiledi ve mutlu etti.

Karen hanım “utanç içinde geri döndüm” diye yazmış.  Sözlerine devamla “Hatırlarsak ; 1974’de  Kıbrıs Türkleri, yıllarca süren çarpışmalar ve Yunan askeri cuntasının darbesinden sonra önce İngilizlerden, sonra da Türklerden müdahale isteğinde bulundular. Önceki Koloniyel Güç [İngiltere] kendisini tehlikeye atmak istemedi; Washington’dan bir sinyal gelmemişti. Buna karşılık Türk askerleri adanın üçte birini fethetti ve ülkeye boydan boya bir demarkasyon çizgisi çekti.” diyerek adada Türk askerinin varlığının nedenlerini dile getirmiş.

Bizler, yani Avrupalılar, büyük çoğunluğumuz Kıbrıs hakkında neler biliyoruz diye kendini ve halkını sorgulamış.  Arkasından da eklemiş, bütün bildiğimiz “Kıbrıs’ın bir Akdeniz adası, sevilen bir tatil beldesi, bölünmüş bir ülke olduğu. Güneyde Rumların, Kuzeyde ise Türklerin yaşadığı. Tel örgülü bir sınırın varlığı ve geçen yıl Kıbrıs’ın, Avrupa Birliğine girdiği.”

Tüm bildiklerimiz bunlardır diyor Karen hanım.

Sonra aniden bir referandum oldu ve Türkler yeniden Birleşmeye EVET, Rumlar ise HAYIR dedi, fakat biz gene bildiğimiz okuduk ve  “vur abalıya” misali hemen Türkleri suçladık diyor.

Yüzyıllarca, biz hep Türkleri sorguladık, her şeyde onları suçlu bulduk ve bize göre onlar barbardı ve hala da barbarlar. Ağızları ile kuş tutsalar gene bize yaranamazlar. Bu sefer de ne kadar becerikli olduklarını değil, niye kuşu ağızları ile tuttuklarını sorarız ve onları suçlarız, demeye getiriyor Karen hanım.

Bundan sonraki sözleri de çok gerçekçi ve adeta günah çıkarıcı.

Devamla diyor ki;

Avrupa Parlamentosunda yalnızca Rumların yorumlarını dinliyoruz. Kıbrıslı Türklerin bu güne kadar Parlamentoda sorunlarını dile getirebilecekleri bir statüleri yok.  Rumlar ne derlerse sadece onları duyuyoruz ve onlara inanıyoruz.

AB, referandumdan sonra yardım vadinde bulundu fakat hiçbir şey yapmadı.

Aynı zamanda da soruyorum: İngiliz ve Yunan askerlerinin de adada işleri ne?

Bu güne kadar, Kıbrıs’ta yasal bir hükümet yok. Ne güneyde, ne de kuzeyde!. Rum Kıbrıslılar, Cumhuriyeti Türkler olmaksızın yönetiyorlar. Bu şekilde, daha çok avantajlı bir durumdadırlar. Çünkü 1983’te kurulan KKTC bu güne dek BM tarafından tanınmadı. Neticesi : Ekonomik, toplumsal ve diplomatik ambargo, izolasyon.

Kıbrıslı genç Türkler, uluslararası spor yarışmalarına bile katılamıyorlar.

Tam burada AB’nin en büyük hatası yatıyor. 1 Mayıs 2004’te Kıbrıs’ın AB’ye alınmasından önce sorun çözümlenmeliydi. Şimdi, Kuzeye ekonomik yardım konusu ortaya kondu mu hemen Avrupa Konseyinde Kıbrıs Cumhuriyeti temsilcisi bunu reddediyor. AB’de Kıbrıs’lı Rumlar, evlerinde, Türk azınlığı mahrum bıraktıkları Veto hakkını, AB’de [kendileri] kullanmaktan çekinmiyorlar.

Fakat Kıbrıs Rum hükümetinin acelesi yok. Kuzey ne kadar uzun zaman uluslararası halk topluluklarından izole olursa, durumları da o kadar ümitsiz olur. Müzakere masasında psikolojik bir avantaj.

İşte AB Milletvekillerini davet etmenin faydaları.

Kendi kendimize ada içinde söylenip yazılar yazacağımıza, sıra ile AB Milletvekillerini davet edip gerçekleri kendilerinin görmesini sağlamak daha doğru olacak. İngilizce de buna “Fact Finding Mission” deniyor, “Gerçekleri Yerinde Tespit Gezisi”. İşte ispatı yukarıda.

Teşekkürler Karen hanım. Gözlerinizle gördüğünüz gerçekleri, sizin yorumlarınızla lütfen dile getirmeye, yazılar yazmaya devam edin. Teşekkürler.

17 Ağustos 2005
AB Parlamentosu üyesi Karin Resetarits için yorumlar kapalı
Okunma 39
bosluk

Rumlar Limanlar sorununu zorluyor

Rumlar Limanlar sorununu zorluyor

Hatırlarsanız 30 Temmuz Cumartesi günü Türkiye, 17 Aralık koşulu olan Gümrük Birliği’ni 10 yeni AB ülkesine uyarlayan ek protokolü imzaladı ve 3 Ekim’de müzakerelere başlamak için her bir şartı yerine getirdi.

Türkiye, AB’ye verdiği sözü tuttu. Kıbrıs’ın da içinde olduğu 10 yeni AB üyesiyle uyum protokolünü imzaladı. Bir bildiri de yayınlayıp, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin sadece Güney’i temsil ettiğini, KKTC’yle de ilişkilerinin değişmeyeceğini dünyaya duyurdu.

İmzalanan bu protokol ile, Rum Yönetimi’ni “de facto”, yani “fiilen” tanımadı ve “Gümrük Birliği hizmetlerin serbest dolaşımını kapsamıyor” diyerek limanlarını Rum kesimine açmayı reddetti.

Dün Rum Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Haris Thrasu yaptığı açıklamada, Rum Yönetimi’nin Türkiye’nin Rum bandıralı gemileri limanlarına kabul etmemesinden ötürü Türkiye’yi AB’ye şikayet edeceğini söyledi.

Şikayet konusu ise  “İberya” bayrağı taşıyan ve Güney Kıbrıs’a kayıtlı olan “Hans Siol” adlı geminin Türkiye’nin “İskenderun Limanı’na” girişine izin verilmemesi.

Nedeni ise Türkiye’nin Rum yönetimi bandıralı gemiler ile işletmecisi veya yönetici şirketi Güney Kıbrıs’a kayıtlı olan gemilere, limanlarına girmesine izin vermemesi.

Aslında bu olay ilk değil.

Sadece ek protokolün imzalanmasından sonra ilk kez bir Rum gemisine demirleme izni vermeyerek söz konusu deklarasyonu fiilen hayata geçirmiş oldu ve eskiden yürürlükte olan kuralını da devam ettirdiğini açıkça ortaya koydu.

Bu uygulama yıllardır yürürlükte.  Türkiye Cumhuriyeti Denizcilik Müsteşarlığı, her hangi bir gemi Rum bayrağı taşıyorsa veya gemi sahibi Kıbrıs Rum kesiminde kayıtlı veya ikamet ediyorsa, veya geminin işletmecisi veya donatıcısı Rum kesiminde kayıtlı ise bu geminin Türk limanlarına girişine izin vermiyor.

Bu kuralı yıllardır Türkiye uyguluyor Rumlar da yıllardır bu kuralı bypass etmek için elden geleni yapıyordu. Bir dönem Rumlar Suriye ile anlaşma yapmıştı ve Rum gemileri Kıbrıs’tan yola çıktıktan sonra, denizde giderken Kıbrıs Rum bayrağını indirip yerine Suriye bayrağını çekiyordu ve evrakları da değiştirip, Türk limanlarına girince sanki gemi Suriye’ye kayıtlı imiş gibi Suriye evraklarını Liman başkanlıklarına veriyorlardı.

Bunu fark eden Türkiye işi daha sıkı tuttu ve bu defa Rum bayrağına ilave olarak, geminin sahibine, donatıcısına, kiralayıcısına ve teknik servis vericisine de dikkat etmeye başladı. Kısıtlama kıstasını genişletip bunlardan her hangi birisinin Rum tarafında kayıtlı özel veya tüzel kişi olması durumunda, söz konusu gemileri de limanlarına sokmadı. Tüm bu önlemlere ilaveten bir de ilgili  geminin kaydını IMO’dan (International Maritime Organization) digital yöntemlerle takip ve kontrol altına aldı.

Rum için kaçamak yapacak hiçbir olasılık kalmadı. Ne gemi yolda iken isim ve bayrak değiştirmek işe yaradı, ne de Suriye evraklarını Türk yetkililere vermek.

İskenderun limanına girmek isteyen “Hans Siol” adlı gemi,İngiliz kökenli petrol şirketi BP hesabına Fransa’dan yola çıkmış. Buraya kadar her şey kurallara uygun.

Ama geminin yöneticisi, gemiyi işleten şirket ve teknik hizmet veren şirket Limasol’da kayıtlı olunca durum değişiyor ve gemi ambargo listesine giriyor. Sahibinin ve kiralayanın AB’li olması Türkiye’nin yıllardır yürürlükteki kuralını  değiştirmiyor.

Rum Ulaştırma Bakanı Haris Thrasu’ya göre, Türkiye bugüne kadarki tutumunu değiştirmek ve protokolün imzalanmasının ardından buna tamamen uymak zorunda. Bu nedenle de şimdi eline fırsat geçmiş gibi, konuyu AB makamlarına götürüp şikâyet etmeye hazırlanıyor. Hedefi diğer AB ülkelerini de yanına almak ve Türkiye’ye baskı yaparak limanlarını Rum gemilerine açtırmak.

Kıbrıs konusunun, Türkiye-AB müzakerelerinde her zaman baş köşede olacağı artık kesin. Eğer müzakerelerde 37 değişik başlık ele alınacaksa, Kıbrıs konusu 74 kere masaya konacak demektir. Buna şimdiden hazır olmak gerekiyor.

16 Ağustos 2005
Rumlar Limanlar sorununu zorluyor için yorumlar kapalı
Okunma 177
bosluk

Rumların stratejileri belli oldu

Rumların stratejileri belli oldu

Türkiye’yi peşinen VETO edip müzakere sürecinde yavaş yavaş kazanabileceklerini tümden kaybetmeyi göze almayan ve KKTC topraklarını AB’nin arkasına sığınıp elde etmeyi hayal eden Papadopulos, bu düşüncesini nihayet somut bir hareketle ortaya koydu.

Fransa’nın, büyükelçiliklerine gönderdiği hizmete özel belgenin basına sızdırılması ve bazı Rum basın organlarının bu konuda dezenformasyon yapması bu konudaki ilk somut veri. İşin arkasında Papadopulos’un talimatı var.

Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerine başlamasının bloke edilmesi, Kıbrıs sorununa doğrudan etkiler yapacağını fark eden Rum yönetimi, AB içinde hiçte ipleri germeye niyetli değil.

Aynı şekilde Tasos Papadopulos’u eşgüdüm içinde olmak ve ortak strateji belirlemek amacı ile görüşmeye çağıran Atina’nın da aynı görüşte olduğu kesin.

Merkel’in fikir anası olduğu “İmtiyazlı Ortaklık” ise Rumların bayağı canını sıkıyor.

Yunanistan ve Kıbrıs’lı Rumlar ipi germemek ve Türkiye’yi AB’nin denetimi dışına sürüklememekte kararlı görünüyor.  Tam üyelik yerine imtiyazlı ortaklık,  esasen Türkiye’yi AB’nin denetim, kısıtlama ve yükümlülükler çerçevesinin dışına çıkaracak. Dolayısı hem Yunanistan hem de Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti, müzakereler döneminde Türkiye’ye yapmayı planladıkları  yaptırım ve baskıları uygulamaya koyamayacaklar.

Bu nedenle Lefkoşa ve Atina, Türkiye’nin üyelik müzakereleri konusunun da görüşüleceği 24 Ağustos’daki Daimi Temsilciler Komitesi (COREPER) toplantısında her kesin kendi hesabına görüşünü ortaya koymasına karar verdiler. Fransa’nın ipi ile kuyuya inmeyecekler.

Fransa, Avusturya, Danimarka ve göründüğüne göre seçimler sonrasında da Almanya gibi Avrupa ülkeleri, Türkiye’nin AB’ne üye olmasını istemiyorlar ve bu nedenle stratejilerini belirlemeye çalışıyorlar. Bu Avrupa ülkeleri Türkiye’yle ilgili nihai  tezlerine hizmet etmek amacıyla şu anda Ankara’nın, Protokolü Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımak suretiyle Kıbrıs için de uygulamasını savunuyorlar. Kesin olan şu ki, Türkiye’nin üyeliği gibi karmaşık bir konunun bu aşamada daha da zorlaşacağıdır.

Yarın ki toplantıdan sonra yapılacak Bakanlar düzeyindeki iç müzakerelerden sonra Lefkoşa ve Atina somut adımlar atmaya niyetli.

Şöyle ki:

1-  AB tarafından Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımadığına ilişkin Türk deklarasyonunun var olmadığının resmen ilan edilmesi,

2-  Protokolü Kıbrıs için de onaylaması, imzalaması ve uygulaması ve üyelik müzakerelerine ilişkin yol haritasındaki Türkiye’nin doğrudan yükümlülüklerine, Kıbrıs ve Yunanistan’ın işine gelen başka noktaların da eklenmesi.

3- Müzakere Çerçeve Belgesi’nin müzakereleri askıya alma hükmünü düzenleyen 3. maddesinde değişiklik yapılması ve “Birliğin temelini oluşturan, özgürlük, demokrasi, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin Türkiye’de ciddi ve devamlı bir biçimde ihlal edilmesi halinde, Komisyon, kendi inisiyatifi veya üye ülkelerin üçte birinin talebi üzerine, müzakerelerin askıya alınmasını tavsiye edecek ve ileriki bir dönemde tekrar başlatılması için şartlar önerecektir” cümlesinde yer alan “Türkiye’de” ifadesinin “Türkiye tarafından” olarak değiştirilmesi.

4- Müzakerelere fiilen başlamak için Kıbrıslı Rumlar Türkiye’nin gümrük birliğini Rumlara uygulamasını isteyerek, hava ve deniz limanlarının Kıbrıslı Rumlara açılmasının önkoşul olması.

3.cü madde istenen değişiklik ile Rumlar, “Sadece Türkiye’deki hak ihlallerinin değil Türkiye tarafından gerçekleştirilecek hak ihlallerini” de devreye sokmak istiyorlar.

Bu madde değiştiği takdirde Rumlar, Türkiye’nin adada asker bulundurmasını veya mülk sorunlarını müzakereleri askıya almak gerekçesi olarak kullanabilecekler. Zaten Rumlar bu savlarını güçlü bir şekilde hem Avrupa Konseyi hem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ortaya koyuyorlar.

Rumlar bunu başarırlarsa Türkiye’nin Kıbrıs’ta 1975’den bu yana sistematik olarak hak ihlal ettiğini öne sürecekler ve Türkiye’ye “Ya adadan çıkarsın ya da müzakereler askıya alınır” diyecekler.

Tam bir siyasi satranç oyunu…

15 Ağustos 2005
Rumların stratejileri belli oldu için yorumlar kapalı
Okunma 37
bosluk

İmtiyazlı Ortaklığın annesi Merkel’in Başbakanlık koltuğu tehlikede

İmtiyazlı Ortaklığın annesi Merkel’in Başbakanlık koltuğu tehlikede

Alman Başbakanı Gerhard Schröder’in alman Federal Meclisindeki  güven oylamasını kaybetmesinden sonra erken seçimin yapılması için gerekli olan anayasal süreç başladı. Bu nedenle AB’nin önde gelen devletlerinden Almanya’da 18 Eylül’de erken seçim var.

Seçime kimler girecek ve kim kimdir. Önce ona bakalım, sonra da yorum yapalım. Bu seçimin sonucu, Türkiye’nin AB müzakerelerinde kader değişikliği yapabilecek denli etken ve önemli.

Sağ partiler:

Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) : Lideri Angela Merkel

Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) : Lideri Edmund Stoiber

Hür Demokrat Parti (FDP) :
Oy Oranı : %48

Sosyal Demokratlar :

Sosyal Demokrat Parti (SPD ): Lideri Gerhard Schröder (Başbakan)

Yeşiller Partisi (GP) : Lideri  Joseph Fischer (Dışişleri Bakanı)

Oy Oranı : %40

Sol Partiler :

Sol Parti : Lideri Oscar Lafontaine (Eski SPD lideri ve Maliye Bakanı)

(Sosyal Adalet Seçim İttifakı + Demokratik Sosyalizm Partisi)

Oy oranı : %12

Son kamu oyu yoklamaları, SPD ile CDU’nun ilk 2 sırayı alacağı, üçüncü sırayı da Sol Partiler ittifakı’nın alacağını gösteriyor.

2002 yılında Irak savaşına katılamayacağını belirterek son bir haftada CDU’nun önünde seçimleri galip bitiren Schröeder, son 3 yılda İşsizlikle mücadelede başarılı olamayınca ve ekonomiyi de söz verdiği şekilde  iyileştiremeyince iktidar döneminde gözden düşmeye başlamıştı. Bu nedenle erken seçim yarışına yaralı başladı ve arkalara düştü. İşsizlikle mücadelede anlaşmazlık yüzünden Maliye bakanlığından istifa eden “Kızıl” lakaplı Oscar Lafontaine’in Sol Partiyi kurması ile daha da büyük bir yara aldı ve sıkıntısı büyüdü.

Yakın zaman kadar yarışı gerilerden takip ediyordu ve toparlanmak için çaba göstermesine rağmen, Merkel’in Alman halkının hoşuna giden çıkışları, yükselen yıldızı ve “Türkiye için İmtiyazlı Ortaklık” önerisi ile grafiğinin yükselmesine bir türlü mani olamıyordu. Her kes kesin gözle Merkel’in kazanacağına inanıyordu.

Fakat Merkel bu başarısını devam ettiremedi. Seçimlere 5 hafta kala göstergeler oynamaya ve değişmeye başladı.  Merkez sağdaki Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi’nin (CDU) lideri Angela Merkel’in ilk kadın başbakan unvanı almasının kesin olmadığı ortaya çıktı. Üst üste yaptığı gaflar, Merkel’in karizmasını çizdi. Doğu Almanya kökenli Merkel’in anketlerdeki oy oranı düşüşe geçmeye başladı.

Merkel’e son darbeyi CDU’nun kardeş partisi Hıristiyan Sosyal Birlik’in (CSU) lideri Edmund Stoiber vurdu ve tam tabirle de Sağ Birlik Partilerinin iktidar düşlerinin içine etti.

Stoiber , önceki gün bir parti toplantısında ülkenin doğusunun seçimlerde haddinden fazla rol oynadığını söyleyip, “Doğunun bir kez daha şansölyeyi belirlemesini kabul edemem. Başarısızlığa uğramışların Almanya’nın kaderini belirlemesi kabul edilemez” gibi, Doğu Almanları son derece aşağılayıcı bir tanım yaptı ve iktidar kuşu uçtu gitti.

Bu sözlerle Başbakan adaylığını Merkel’e bırakmış olan Stoiber tepki çekince, CSU liderliği dün bu sözlerin doğu Almanların “ikinci sınıf vatandaş” görüldüğü anlamına gelmediği açıkladı ama artık iş işten geçmişti.

Bu aptalca cümle CDU-CSU ile Hür Demokrat Parti’nin (FDP) toplam oy oranı yüzde 48’e indirdi ve sağ kaleyi onarılmaz şekilde yaraladı.

Son suruma göre, iktidardaki SPD-Yeşiller koalisyonu ile yeni kurulan Sol Parti’nin toplam oy oranı yüzde 48 görünüyor. Bir diğer ankete göre, Almanların yüzde 50’sinin gönlü, hükümetin değişmesine el vermiyor. Ayrıca hangi parti kazanırsa kazansın, başbakan koltuğuna yakışan kişi olarak Schröder sekiz puan önde gidiyor.

Gidişat, Türkiye için “İmtiyazlı üyelik” fikrinin annesi olan Merkel’in işinin zor, Başbakanlık düşlerinin ise hayal olduğunu gösteriyor.

14 Ağustos 2005
İmtiyazlı Ortaklığın annesi Merkel’in Başbakanlık koltuğu tehlikede için yorumlar kapalı
Okunma 67
bosluk

3 Ekim için Rum-Yunan stratejisi

3 Ekim için Rum-Yunan stratejisi

Fransa sebep oldu, Rum Yönetimi Başkanı Tasos Papadopulos, 18 Ağustos’ta Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis’le Atina’da bir görüşme yapmak zorunda kaldı.

Görüşmenin ana teması Türkiye’nin, 10 yeni üyeyi kapsayacak şekilde genişlettiği  Gümrük Birliği protokoluna ilave ettiği deklarasyon ve Fransa’nın 180 derece değişen tutumu.

Fransa’nın tutumunu değiştirmesinin ana nedenlerinden bir tanesi yaklaşan milletvekilliği seçimleri. Diğeri de İngiltere’nin AB içindeki liderlik çabaları.

Fransa’nın bu tutumu ve arkasından Danimarka’nın, Avusturya’nın ve Lüksemburg’un Fransa’yı destekler yaklaşımları nedeni ile deklarasyon sonrası AB içinde ortaya çıkan yeni şekillenmeye ilişkin olasılıklar ele alınacak.

Aslında ne Kıbrıs’lı Rumlar ne de Yunanistan VETO taraftarı değil(di). Şimdi akılları karıştı.

Türkiye’nin üyelik müzakereleri yaklaşımına tepki gösteren ülkelerdeki etnik unsurlar göz ardı edilmeden, AB içinde önemli görüşmelerin yer alacağı önümüzdeki 6 hafta içinde, Rumlar ve Yunanlılar kendi çıkarları ile bu tepkileri örtüştürmeye çalışacak.

Rumlar ve Yunanistan,  Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin yer alacağı  Ekim ayı arifesinde AB içinde oluşan yeni olgular temelinde adımlarını nasıl eşgüdümleyecekler, onu görüşecekler. Bir harmoni ve uyum gerekli. Aksi takdirde, konu dışı olabilirler veya cascavlak ortada kalabilirler.

Yunanistan Başbakanı Karamanlis ile  Papadopulos, büyük bir olasılıkla Perşembe günü aşağıdaki konuları görüşecekler.

1-     Türkiye’nin imzaladığı protokol.

2-     Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’yle ilgili tek taraflı deklarasyonu.

3-     Deklarasyona tepki gösteren Avrupa ülkelerinin müzakerelerin başlamasına çıkarabilecekleri olası engeller.

Rumlar ayın 15’inde yapılacak COREPER toplantısında, deklarasyonun kabul edilemeyeceğine dair resmi bir karar çıkarmak düşüncesindedirler. Buna rağmen hala daha Türkiye’nin, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni tanımadığına ilişkin tek taraflı deklarasyonunda ısrar etmesi durumunda da konuyu, 1-2 Eylül tarihlerinde yapılacak Dış İşleri Bakanları Konsey toplantısında gündeme aldıracaklar.

Bu günden gözüken, Fransa, Danimarka ve Avusturya’nın, Kıbrıs’ı baskı unsuru olarak kullanmak suretiyle Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başlamasına itiraz edecekleri ve üyelik müzakerelerinin başlatılıp başlatılmaması konusunda  da önemli ölçüde etkili olacaklarıdır.

Fransa burada, kalleşçe bir oyun oynuyor ve salt kendi çıkarları için hem Türkiye’yi hem de Kıbrıs’lı Rumları ateşe atıyor.

Fransa, Kıbrıs konusunu öne itekleyip devamlı olarak canlı tutarak,  Türkiye meselesini 2005 yılı sonuna kadar, yani İngiltere’nin dönem başkanlığının sona ereceği tarihe kadar, ana konu haline getirmek ve İngiltere’nin dönem başkanlığı avantajı ile AB içinde yapmak istediği  ekonomik değişikliklere ilişkin planlamalarını tersine çevirmek istiyor.

Gelinen bu aşamada, Rumların yapması gereken, kendi çıkarları ile Türkiye’ye hayır diyen ülkelerin çıkarlarını örtüştürmek olacak. Kulağa hoş geliyor ama, bu paralellik ve örtüşme Rumların tamamen aleyhine.

Papadopulos, protokolün Türkiye tarafından imzalanması ve Ankara’nın tek taraflı deklarasyonundan önce yer alan İngiliz oyunundan çok rahatsız.

Ama Yunanistan’ın ve kendisinin müzakereler sırasında elde etmeyi hedeflediği kazanımlar var. Müzakereler VETO edilirse bunlar elden uçacak.

Nedir bu beklentiler;

1-     Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanınması.

2-     Heybeliada Ruhban Okulunun açılması.

3-     Yunan mülkleri.

4-     Patrik Bartheleomos’un Ekümenikliği

İşler çok ciddi boyutlara doğru gidiyor…. Anlaşılan şimdilik VETO olasılığı hala daha çok düşük… Değişik ülkelerim değişik beklentileri var.

13 Ağustos 2005
3 Ekim için Rum-Yunan stratejisi için yorumlar kapalı
Okunma 38
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar