Ya Taksim ya da Müzakere

Ya Taksim ya da Müzakere

Gidişat iyice belli oldu. Bunu artık kimse durduramayacak.

Ne Papadopulos’un “Hayır”ları, ne Kıbrıs Rumlarının işi yokuşa sürmeleri ne de konuyu AB içine çekmek çabaları.

Artık Kıbrıs konusunda sadece ve sadece iki yolun olduğu veya iki olasılık olduğu artık kesin.

Eskiden olduğu gibi, çocukluğumuzun unutulmayan sloganı olan “Ya taksim yada ölüm” diyesim geliyor ama öyle değil, “ya Taksim ya da müzakare”.

Annan planının bir müzakere prosedüründe yeniden gündeme getirilmesi olasılığından ve bu arada da Rumları masaya oturtmak için KKTC’nin yükseltilmesi çabalarından Rumlar müthiş edişe duymaya başladılar.

ABD ve İngiltere tarafından hemen hemen aynı anda yapılan  iki girişimin Annan planının bir müzakere prosedüründe yeniden gündeme getirilmesine ve KKTC’nin yükseltilmesine yönelik çabalar olması,  bundan sonra olacakların veya gelişmelerin bir ön habercisi gibi.

İngiliz Dışişleri Bakanı Jacques Straw, B.M. Genel Sekreter’ine endirekt müdahalelerle Annan planı temelinde yeni  müzakere prosedürünü gündeme getirmeye çalışıyor.  Avam Kamarası’nda yaptığı son konuşması bunun çok açık bir belirtisi.

Aynı şekilde, 3 Ekim’de müzakerelerin başlaması için gösterdiği  çabalar  unutulur gibi değil.

Lüksembourg’da gerçekleşen kulis faaliyetleri sırasında AB dönem başkanlığını yürüten İngiltere tarafından, Rumların oyun bozanlığına karşı   Kıbrıs sorununun ve özellikle de KKTC’nin tanınmasının ortaya konması ve  “siyasi şantaj” yapılması bir takım geleceğe dönük mesajlar içeriyor.

Rumların bu konudaki en zayıf noktaları,  çözüm olmaması durumunda veya çözüme kadar, adada Türk askerinin kalacak olması, Kıbrıs’ın bölünecek olması ve KKTC’nin tanınma olasılığı.

İngiltere’nin, Türkiye’nin, AB’a karşı protokolün içerdiği (ürünlerin serbest dolaşımı ve taşınmaları imkanlarına yasakların kaldırılması)  yükümlülükleri yerine getirmesi ve denizcilik alanında Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine uygulamakta olduğu kısıtlamaları kaldırması konusunda (kendine göre)  yaptığı plan ve girişimler de çok net mesajlar veriyor.

İngiltere, Türkiye’nin kendi koyduğu koşulları zedelemeden kaldırabilmesi için,  Kıbrıslı Türklerin içinde bulundukları izolasyonların sona erdirilmesi maksadı ile tüzüklerin hemen ve şimdi yeniden gündeme getirilmesini istiyor. Bunun içinde her türlü yasal girişimi daha şimdiden yaptı.

İngiltere, Avrupa’da bunları yaparken, ABD’de Atlantik ötesinde Rumları korkutan bir takım girişimler yapıyor

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, KKTC Cumhurbaşkanı  Mehmet Ali Talat’ı, kendilerine göre, “Kıbrıs Türk Toplumu Lideri” sıfatı ile görüşmek üzere  Washington’a davet etti. Bu hareket ABD’nin, referandumlar sonrasında KKTC’yi güçlendirme politikası çerçevesinde oluyor.

Amerikanın bu davranışı Kıbrıs’ta yeniden birleşmeyi ve Kıbrıs sorununa doğru bir çözüm bulunmasını gündeme getirecek bir ortamın yaratılması yönünde.

Gerek Amerika’nın gerekse de İngiltere’nin bu girişimlerini üst üste koyup benim gibi toplarsanız, sonuç benimki ile  aynı çıkacak.

Her iki ülke, biri BM’nin patronu, diğer de AB içinde “Ekonomik birlik” grubunun lideri,  Rumlara çok net mesajlar veriyorlar ve bu mesajlarında da Rumlara açıkça “Ya müzakerelere başlarsınız ve adada her iki tarafın kabul edeceği hakça bir çözüme gidilir ya da biz KKTC’ye uygulanan ambargoların kaldırılması ve konumunun yükseltilmesi için her tür girişimi yapacağız. Ve hatta bunun sonucunda tanınma dahi olabilir” diyorlar.

Bu gelişmelerden Rumların etekleri tutuşmuş durumda ve aylardır BM çağrılarına “HAYIR” derlerken,  şimdi Genel Sekreter Annan’dan davet gelir gelmez, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik diyaloğun yeniden başlaması çabalarına katılmaya hazır olduklarını söylüyorlar.

16 Ekim 2005
Ya Taksim ya da Müzakere için yorumlar kapalı
Okunma 42
bosluk

AB Komisyon üyesi Günter Verheugen benim hocam

AB Komisyon üyesi Günter Verheugen benim hocam

Evet gerçekten Verheugen benim hocam. Ben ondan unutulmaz bir demokrasi dersi aldım.

Bu dersi,  6 Ekim 2004 tarihinde AB Komisyonunun aylardır beklenen raporunu açıklaması ile aldım. O dönemin AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen, hem bana hem de demokrasiyi benimsemiş herkese müthiş bir demokrasi dersi vermişti yaptığı çalışma ile.

Hatırlarsanız, AB Komisyonu aylardır beklenen raporunu açıkladığında, AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen, Türkiye ile müzakerelerin başlamasını tavsiye ettiklerini, kararın büyük bir uzlaşı sonucu oy çokluğu ile alındığını (28 Evet – 2 Hayır), Türkiye konusunda çalışmaların birkaç haftalık bir iş olmadığını, çok ayrıntılı, dengeli, tarafsız ve eksiksiz bir rapor sunulduğunu, tavsiye kararının AB Konseyi’ne iletildiğini ve son kararın ancak AB Konseyi ve üye ülkeler tarafından verilebileceğini açıklamıştı.

Bu açıklamadaki en çarpıcı nokta veya demokrasi dersi,  kararın büyük bir uzlaşı sonucu oy çokluğu ile ama neredeyse oy birliğine yakın bir oy çokluğu ile alınmış olmasıdır.

Son oylamadan bir hafta evvel, Hayır diyen Komiserler ¾ oranındaydı ve 7 Komiserden dördü Evet, üçü Hayır görüşündeydi. “Evet”ler yaklaşık %56 düzeyinde idi. Bu nedenle de Verheugen daha sadece bir hafta evvel yaptığı açıklamasında, basit oy çokluğu ile yetinmeyeceğini, her ne kadar oyların çoğunluğunun kararın alınmasına yeterli olmasına rağmen kararın oy birliği” ile alınması için her yolu deneyeceğini söyledi ve hem ikna hem de bilgilendirme çalışmalarına yılmadan devam etti.

Ve son oylamada, içinde Verheugen’den başka 7 tane daha Komiserin bulunduğu 30 üyeli AB Komisyonu,  28 Evet  ve 2 Hayır ile nihai kararı aldı.

Bu bence çok büyük bir “Demokrasi dersi” idi  ve ben bu dersi aldım ve unutmamak üzere beynime kazıdım. Bu demokrasi görüşünü ve prensibini, o günden sonra kendime ilke edindim.

Şimdi aynı AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen, Alman Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) Genel Başkanı Angela Merkel’in, Türkiye’ye AB üyeliği yerine sunduğu “imtiyazlı ortaklık” önerisini hiç korkmadan eleştiriyor. Merkel’in Başbakanlığının kesinleştiği günde, müstakbel Almanya Başbakanına, önerdiği imtiyazlı ortaklığın Türkiye ile çoktan başladığını, Türkiye’nin, AB ile Gümrük Birliği’ne sahip, NATO üyesi bir devlet olduğunu belirterek  “İmtiyazlı ortaklık Türkiye’ye, bugüne kadar sahip olmadığı daha başka ne verebilir ki?” sorusunu soruyor.

Hem de kendi ülkesinin Başbakanına, kendi Başbakanına.

Tabi bu davranışının bence en önemli tarafı, AB kulislerinde 61 yaşındaki Verheugen’in, Merkel’in kabinesinde  Dışişleri Bakanı olacağına ilişkin söylentilerin yoğun bir şekilde telaffuz edilmesi.

Verheugen, 24 Nisan referandumlarından  üç gün önce, 21 Nisan’da Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada Başkan Papadopulos’tan   yükümlülüğünü yerine getirmesini, verdiği vaatlerini tutmasını  ve Annan planını desteklemesini istemişti. Referandumdan sonra da, pişmanlığını ve hayal kırıklığını dile getirerek “kendimi Kıbrıs hükümeti tarafından hayal kırıklığına uğratılmış ve aldatılmış hissediyorum”  şikayetinde bulunmuştu.

Günter Verheugen Dışişleri Bakanlığı’na getirilirse, Rumların bütün çabalarına rağmen Kıbrıs sorununun AB içine çekilmesine mani olacak ve BM zemininde çözülmesinde de büyük etken olacak.

15 Ekim 2005
AB Komisyon üyesi Günter Verheugen benim hocam için yorumlar kapalı
Okunma 58
bosluk

ABD girişimi kapıda

ABD girişimi kapıda

Kim ne derse desin, 24 Nisan 2004 Referandumu ve Rumların %75’lik “OXI” leri yanı HAYIR’ları çok şeyi değiştirmeye başladı.

ABD’nin Kıbrıs’a ve KKTC’ye bakış açılarında farklılıkar olmaya başladı.

Ercan’dan giriş yapan ABD’li iş adamları olsun, Beyaz Saray’da çalışan Senatör ve Eyalet Temsilcilerinin danışmanları, sekreterleri ve iş bitiricileri olsun,  Ercan’a direk uçuşlar konusunda yumuşama olsun, bir takım farklılıklar göze batıyor artık.

Azerbaycan hükümetinin direk uçuşlara izin vermesi bu  yumuşamadan kaynaklaniyor.  Maalesef Azerbaycan’dan KKTC’ye doğrudan uçuşların yapılması, Rumların tepkilerine yol açtı ve Rumlar her zaman yaptıkları gibi şimdi Azerieri elden geldiğince cezalandırmaya çalışıyorlrr.

Uçuşların uluslararası hukuka aykırı olduğunu savunan Rumlar, konuyu AB gündemine getirdi ve Azeri hükümetine AB aracılığıyla KKTC ile ilişkileri kesmemesi durumunda AB-Azerbaycan ilişkilerini bloke edeceği mesajını gönderdi.

Hedefleri, izolasyonların kırılmasını her ne pahasına olursa olsun önlemek. Rumlar şimdi AB’nin Kafkasya’da Komşuluk Politikasına dahil olan Azerbaycan’ın programa katılmasını engellemeye çalışıyor. Azerbaycan’ın KKTC’ye doğrudan seferler başlatması durumunda Rumlar, Azerbaycan’ın AB’nin Komşuluk Politikasına katılımını veto edecekler.

Avrupa Birliği içinde işler bu şekilde giderken Atlantik ötesinde bu günlerde gene hareketlenme var.

OXİ’yi bir türlü hazmedemeyen Amerika, şimdi de KKTC Cumhurbaşkanı’nı Washington’a davet ederek yeni mesajlar vermeye hazırlanıyor.

AB’nin 3 Ekim’de müzakereleri başlatma kararı alması ve Kıbrıs Rumlarının da çirkin bir oyuna girerek, AB’yi arkalarına aldıktan sonra BM’nin insiyatifi ile başlayacak “KIBRIS BARIŞ” görüşmelerini incir ipi gibi uzatmak istemeleri ABD’yi harekete geçirdi.

Papadopulos, müzakere çerçeve belgesi içinde Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanıması ve Limanlarını açması maddelerine güvenip, BM görüşmelerini uzatmak ve Türkiye’nin Kıbrıs Rumlarını tanıdıktan sonra da görüşmeleri çıkmaza sokmak niyetinde olduğundan, Amrika buna felik koymak istiyor.

Bu nedenle şimdi  atlantik ötesinden gelen haberlere göre,  ABD Dışişleri Bakanı Rice, KKTC Cumhurbaşkanı’nı Washington’a davet ederek Kıbrıs Türklerine destek mesajı vermek ve Ada’daki tarafları çözüme teşvik etmeyi planlıyor.

Zaten Papadopulos’un başka dilden anladığı yok. En büyük korkusu KKTC’den izolasyonların kaldırılması ve KKTC’nin kendi başına ayakta durup dünya devletleri ile ekonomik, sosyal, ticari, kültürel ve sportif  ilişkiler içine girmesi.

Bu nedenle Papadopulos’un mızıkçılığının farkına varan Bush yönetimi, Kuzey Kıbrıs’ın iktisadi izolasyonunun “Ada’nın bölünmesini kalıcılaştırmaya hizmet etmeyecek” önlemlerle hafifletilmesini hedefliyor ve daha evvel küçük küçük başlattığı adımlarını devam ettirmek ve büyütmek niyetinde.

Rice’ın dış temaslar ve görüşmeler programına göre belirlenecek bu davetin  2005 sonuna dek gerçekleşmesini büyük bir olasılık.

KKTC’yi resmen tanımayan ABD’nin, Talat’ı, “Kıbrıs Türklerinin seçilmiş lideri” olarak davet edecek. Bu yöntemle ABD hükümeti, tüm dünyaya ve Kıbrıs’ta da iki tarafa da mesaj vermiş olacak.

Bu davet, 2004 referandumlarında Annan Planı temelinde çözüm yanlısı tavır alan Kıbrıs Türklerinin izolasyonuna son verilmesine yönelik Amerikan adımlarının süreceğinin işareti sayılacak ve dünyanın, Kıbrıs’ın “resmi hükümeti” saydığı Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin  “Ada’nın tek temsilcisi olmadığı” hatırlatılmış olacak.

Bu davranışın asıl hedefi Kıbrıs’ta, BM Genel Sekreteri’nin aracılığında çözüme yönelik arayışın yeniden canlandırılması.

14 Ekim 2005
ABD girişimi kapıda için yorumlar kapalı
Okunma 49
bosluk

Gül’ün önümüzdeki 2 yıllık Kıbrıs ve AB stratejisi

Gül’ün önümüzdeki 2 yıllık Kıbrıs ve AB stratejisi

Gül evvelki gün, uçakla Kosova’ya giderken gazetecilerin özellikle AB ve Kıbrıs konularını içeren sorularını cevaplandırdı.

Görünen o ki, 2002 Kasımındaki seçimlerden zaferle çıkan AKP ekibinin o günün seçim sloganları ve Avrupa ile Kıbrıs’a bakış açıları, aradan geçen üç yıl içerisinde bayağı değişmiş.

Bilgileri ve düşünceleri adeta bir evrim geçirmiş ve realiteler yerine oturmuş. Şimdi AB ve Kıbrıs konusunu çok iyi biliyorlar. Türkiye Cumhuriyetinin, değişen dünya koşullarına uygun olarak geleceğini belirlemişler ve yeni stratejisini de ona göre çizmişler.

Erken seçim her gündeme getirilmek istendikçe,  seçimim gününde (2007 Ekiminin 3.cü haftası) yapılacağını belirterek, son güne kadar iktidar koltuğunda oturacaklarını ve planladıkları icraatlarını, belirledikleri stratejilerini son güne kadar devam ettireceklerini söylüyorlar veya ima ediyorlar.

Gül’ün strateji dağarcığında, 3 Ekim’de müzakerelerin başlaması ile Kıbrıs veya AB arasında bir seçenek yapmak yok.

Bir yerde, Kıbrıs’ın müzakere süreci boyunca ayak bağı olabileceği veya  olumsuz engellerin çıkmasına yol açabileceği gerçeğine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkarları ile KKTC’nin çıkarlarını aynı tarafa koydukları çok açık. Birinin çıkarı için diğerini feda etmek gibi bir mantıkları yok.

Bu nedenle ilk adım olarak,  Gümrük Birliği’ni aralarında Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin de bulunduğu 10 yeni AB üyesine genişleten Ek Protokol’u, gerek Avrupa Parlamentosu Başkanı Joseph Borrell’in rica ve uyarılarına rkarşın, gerekse de Avrupa Parlamentosu’nun deklarasyonun onayını, TBMM’nin onayının sonrasına bırakmak kararına rağmen aceleye getirmeme kararları var. Ve bunu büyük bir kararlılıkla sürdürüyorlar.

Hatırlarsanız  Avrupa Parlamentosu, Ek Protokol TBMM’de onaylanana kadar onay vermeme yönünde bir karar almıştı. AB şimdi, Türkiye’nin Ek Protokol’le birlikte yaptığı ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni tanımadığını ilan eden deklarasyonun TBMM’de Ek Protokol ile birlikte onaylanmamasını istiyor.

Müzakere Çerçeve Belgesinin içeriğine göre Türkiye’nin limanlarını Rum gemilerine açmak zorunda kalacağı kesin.

Zaten Rumlar bunun için de bir strateji geliştirdiler ve özel sektöre devredilen Mersin limanını hedef seçtiler.

Bakü-Ceyhan boru hattından akacak petrolün İskenderun körfezinde gemilere yüklenecek olması ve artık petrolün tehlike arz etmeye başlayan boğazlardan geçmek yerine Ceyhan’dan yüklenmesinin tercih edileceği nedeni ile Rumlar ısrarla limanların Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti bayraklı gemilere açılmasını talep ediyorlar.  Açılmadığı takdirde sadece taşımacılık ve bayrak kaydı gelirlerindeki kayıpları yaklaşık 2 milyon doları bulacak.

2004 yılı içerisindeki direkt ve endirekt gelirlerinin %3 gibi büyük bir rakamı Deniz Ticareti ve Taşımacılığından geliyor. Bu sektörün yarattığı istihdamlar ve kira gelirleri yaklaşık yıllık 300 milyon Dolar.

Rum kesiminde “Denizcilik” ekonominin göze bebeği kabul ediliyor.

Bu nedenle Kasım ayı içinde, AB müzakere çerçevesi içindeki bu maddeyi işler hale getirebilmek için bir girişim yapmayı ve Türkiye’nin uyguladığı ambargoyu delmeyi planlıyorlar.

Uzun kulaktan gelen bilgiler, bu amaç doğrultusunda, Mersin Limanının Singapur kayıtlı özel bir teşebbüs tarafından işletilmesi ve Singapur’daki nüfusun %75 Çinlilerden oluşması nedeni ile denizcilik “Devleri” arasında bulunan Çin kökenli “Cosco” isimli şirkete ait bir gemiyi gelecek ay Limasol’dan Mersin’e göndermeye çalışacakları doğrultusunda.

Güvenceleri de, bu konunun AB müzakere Çerçeve Belgesi içinde olması ve arkalarında AB’nin bulunması.

Ama Türkiye’de bu konuda kesin kararlı.

Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili tezi net ve açık. Türkiye’ye göre, ya BM öncülüğünde kapsamlı bir çözüm bulunacak ya da KKTC gelişerek yoluna devam edecek ve adada ayrılık daha da kesin çizgilerle kökleşecek.

13 Ekim 2005
Gül’ün önümüzdeki 2 yıllık Kıbrıs ve AB stratejisi için yorumlar kapalı
Okunma 41
bosluk

Mısır ve Güney Kıbrıs habire anlaşma imzalıyorlar

Mısır ve Güney Kıbrıs habire anlaşma imzalıyorlar

Mısır’ın bir Müslüman ülkesi olduğunu sanıyoruz ama icraatları pek de öyle değil.

Temmuz 2005 kayıtlarına göre Mısır’ın nüfusu 77,505,756. Nüfus yapısı Doğu Hamitik grupların (Mısırlılar, Bedeviler ve Berberiler) %99, Rum, Nubi, Ermeni ve diğer Avrupalılar (İtalyan ve Fransız) %1’den oluşmaktadır. Dini yapısı ise çoğunluğu Suni olan Müslümanlar %94, Kıpti Hıristiyanlar ve diğerleri de %6’dan meydana gelmiş.

M.S. 325 yılında İmparator Konstantin tarafından toplanan 1. Ekümenik Konsil’de Mısır’daki İskenderiye Patrikhanesini, Antakya’daki Antakya Patrikhanesini ve Roma’daki Roma Patrikhanesini Ekümenik ilan edilmiştir.

Yani günümüzde her ne kadar, Kıbrıs Başpiskoposluğu İstanbul’daki Fener Patrikhanesine bağlı gözüküyorsa da, Fener Patrikhanesinin Ekümenik olmamasından dolayı, endirekt olarak İskenderiye Patrikhanesine bağlıdır. Fener Patrikhanesi M.S. 451 yılında Kadıköy’de toplanan 4.cü Ekümenik Konsül’ün kararları ile Roma Patrikhanesi ile eşit sayılmıştır.

Her ne kadar Müslüman çoğunluk %99 gözükse de, bu toplumun elindeki ekonomik değerler, geri kalan %1’in elindekinden daha az.  Ekonominin köşe taşları bu %1’in kontrolünde.

Dolayısı ile de Hıristiyan olan bu %1 azınlığın içinde, Rum, Nubi, Ermeni ve diğer Avrupalılar (İtalyan ve Fransız) bulunmakta ve toplam nüfusa oranları %1.

İşte Kıbrıs Rumları ile Mısırlıların sevişmesinin kökeninde, Mısır ekonomisini idare eden bu %1 Hıristiyan grup ve Ortodoks Patrikhane yatmaktadır.

Evvelki gün,  Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ve Mısır,  bilim-teknoloji konusunda  işbirliği yapma amacıyla anlaşma imzaladı. Rum Ticaret, Sanayi ve Turizm Bakanı Yorgos Lillikas ve Mısır Yüksek Eğitim ve Bilim Araştırmaları Bakanı Amr Esat Salama, yapılan törende karşılıklı olarak işbirliği memorandumuna imza koydular.

Bakan Yorgos Lillikas, hedeflerinin işbirliğini tüm alanlara yaymak ve böylelikle AB’ın Orta Doğu ülkeleriyle ilişkilerinde köprü görevi görebilmek olduğunu belirtirken, Mısır’lı Bakan Amr Esat Salama ise, imzalanan anlaşmanın iki halkın kalkınması ve refahına katkı sağlayacak bir adımı teşkil ettiğini söyledi.

Bu ne ilktir ne de son.

Geçen sene imzaladıkları Güney Doğu Akdeniz Ekonomik Bölge işbirliği anlaşması ile Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen Kıbrıs’ın güney sahilleri ile Mısır sahilleri arasında kalan Akdeniz’in Güney Doğu bölgesi içinde her tür ekonomik faaliyet, maden arama, petrol çıkarma ve denizcilik konusunda işbirliğine başladılar.
Şimdi de bunu diğer anlaşmalarla pekiştiriyorlar.
Rumlarla Mısırlılar arasında imzalanan Güney Doğu Akdeniz Ekonomik Bölge işbirliği anlaşması, aslında çok art niyetli ve Türkiye’nin Kaş ile Gazipaşa arasından başlayıp, Akdeniz’in içinde Rodos ve Kıbrıs arasından güneye doğru ilerleyerek Mısır-Türkiye kıta sahanlığı ortalarına kadar inen “Ekonomik Bölge”nin kapatılmasını hedefliyor.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile Yunanistan ve  Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile Mısır’ın imzaladıkları Güney Doğu Akdeniz Ekonomik Bölge işbirliği anlaşması, Rodos ile Kıbrıs arasındaki denizin kontrolünü Yunanistan-Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ve Mısır’a verdiğinden, Türkiye’nin Akdeniz içindeki “Ekonomik Bölge”si aniden ortadan kalkmıştır.
Tabi Türkiye bu anlaşmaları tanımadığını ilan edip, bölgeyi de kendisinden izin alınmadıkça girilemez bölge (askeri bölge) ilan edince, şimdilik her şey durdu ama bu şimdilik konunun derin dondurucuya konmasına benziyor.

İnsana garip gelen, Mısır gibi, Müslüman ülkeler arasında liderliğe oynayan bir ülkenin, Müslüman olan bizlerle değil, Rumlarla her tür işbirliği yapması ve bize hiçbir şekilde arka çıkmaması…

12 Ekim 2005
Mısır ve Güney Kıbrıs habire anlaşma imzalıyorlar için yorumlar kapalı
Okunma 75
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar