Beşparmaklardaki Bayrağımıza dokunmayın

Beşparmaklardaki Bayrağımıza dokunmayın

Son bir kaç aydır beşparmakların uzerindeki bayrağımızı çekiştirenlerin sayısı iyice arttı.

 

O Bayrak” nedir biliyormusunuz.  1955’lerde, 1958’lerde, 1963’lerde, 1964’lerde, 1967’lerde, 1968’lerde uğradığımız soykırımın, verdiğimiz şehitlerin, 1974’de kazandığımız hürriyetimizin, KKTC’nin egemenliğinin ve varlığının simgesidir “O Bayrak”.

 

Kurumlardaki bir yetkili çıkıyor ve utanmadan, yüzü kızarmadan “Rum tarafı, bu bayrak yüzünden elektrik vermiyor” diyor ve bunu basın bildirisi ile de açıklıyor halkımıza. Amaç halkı en zayıf noktasından vurup bayrağa düşman etmek.

Arkasından da Rum Elektrik Dairesi sorumlusu hemen bir beyanat veriyor ve “Türkler bizden elektrik istemedi ki, vermemek için sudan bahaneler yaratalım” diyerek, bu zatı yalanlıyor.

 

Zaten burada amaç, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Hedef insanlarımızın bilinç altında “Beşparmaklardaki bayrağa” düşman etmek “Soğukta üşüyorsunuz ama nedeni işte bu bayrak” demek istiyor bu aklı evvel kişiler insanımıza. Aynen Eğitim şurasında, yer isimlerinin 1974 öncesindeki Rumca isimler olmasını isteyenler gibi. Anlaşılan Kıbrıs Türk halkına ve bu halkın son 51 yıldır verdiği şanlı varoluş mücadelesine hiç bir saygıları yok bu insanların ve bu kafada olanların.

 

Herhalde bunlar 1974 Barış harekatını ve evvelsini hiç yaşamadılar. Rum mezalimi ile hiç karşılaşmadılar. Ailelerinde herhalde hiç şehit yok, hiç kayıp yok, belki de göçmen bile değiller. Bu toplumun bu gunlere nasıl geldiğinin hiç farkında bile değiller her halde. Amaçları, bizleri her fırsatta istemediklerini ortaya koyan ve bunu ispatlamak için binaların üstüne yazılar yazan Rumlarla birlikte yaşamaksa, işte barikat orda, işte Rumlar da güneyde. İsteyen o tarafa gider ve Rumların içinde azınlık hakları ile azınlık olarak yaşar. Bu tarafın nimetlerinden yararlanıp, Rum’a  tapmak, doğru ve onurlu bir hareket değildir.

 

Demiyor ki bu kişiler, trafik çemberlerine ve yollara asılan renkli “Krisması kutlama lambaları”, her gece bu bayraktan daha çok elektrik çekiyor. Bayrağımızı çekiştireceklerine, bayrağımızı halka öcu gibi göstermek çabası içerisine gireceklerine ve bayrağımızın geceleri nazlı nazlı gururla yanan elektriğini kapatmayı düşüneceklerine,  sokaklardaki bu kutlama lambalarını kapatmak hiç mi aklına gelmiyor bu kişilerin.

 

Hadi yollardaki cicili bicili kutlama lambalarını kapatmak istemiyorsunuz diyelim, en küçük bir elektrik kesintisinde yollarımızı aydınlatan sokak lambalarının mekanik olan açma-kapama sistemleri kesinti müddeti kadar geri gittiğinden, gece kesinti müddeti kadar geç yanan bu lambalar, gündüz de yanmaya devam ederler ve öğlen vakti de yollarımızı aydınlatırlar. Ve bu anomali, birileri bu mekanik saatleri normal düzene sokana kadar günlerce gider. Bu ihmalden dolayı binlerde kilowat enerji de boşa gider. Bu kişiler  “Beşparmaklardaki bayrağımıza” laf edeceklerine, kendi görevlerini niye yapmazlar ve elektrik kesintisinin hemen ardından gerekli mekanik düzeltmeleri yapmazlar veya yaptırmazlar. Kendi gözlerindeki merteği görmeden, “Beşparmaklardaki bayrağımıza” nasıl laf ederler hiç anlayamıyorum.

 

Bilmiyorlarki, o bayrak oradan gittiği vakit, önce kendileri bulundukları yerden gidecekler ve sonra da bizler, anavatanın bir parçası olan biz Kıbrıs’lı Türkler, bu topraklarda azınlık olacağız ve Papadopulos’un ünlü “Osmosiz” yöntemi ile asimile olmaktan başka seçeneğimiz kalmamış olacak.

29 Aralık 2006
Beşparmaklardaki Bayrağımıza dokunmayın için yorumlar kapalı
Okunma 55
bosluk

BM’nin 541 No.lu kararı hala geçerli mi

BM’nin 541 No.lu kararı hala geçerli mi

Kıbrıs’lı Türkler 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ilan edince  Peru’lu BM Genel Sekreteri Javier Pérez de Cuéllar,  yememiş, içmemiş hiç vakit kaybetmeden 17 Kasım’da bir rapor hazırlamış ve bunu ertesi gün yani 18 Kasım 1983’de, BM Güvenlik Konseyine sunarak, KKTC’nin her alanda izolasyon altına girmesine kapı açan ünlü 541 no.lu kararı çıkarttırmıştır.

 

O gün bu gün, tüm dünya Rumların BM’ye başvurusu ile alınan bu karar nedeni ile KKTC’yi tanımamışlar ve acımasız izolasyonlar KKTC’ye uygulanmaya başlamıştır. Bunu kırmak için adım atmak isteyen İngiltere’nin, Ercan Havaalanı’nın uluslararası hava trafiğine açılması ve Ercan kontrol kulesinin tanınması yönündeki çabaları şimdi bu ünlü 541 no.lu kararın arkasına saklanılarak önlenmeye ve İngiltere’ye mani olunmaya çalışılmaktadır.

 

Peki bu ünlü 541 No.lu karar ve diğer benzeri BM kararları halen geçerlimi veya soruyu daha değişik bir şekilde sorarsam, bu karar KKTC için geçerli de Rumlar için geçersiz mi?

 

Bu ünlü 541 No.lu kararı ele alırsak görürüz kü;

a)    Giriş bölümü, 3.cü paragrafta,  KKTC’nin ilanının Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulmasını sağlayan 1960 Anlaşmasına ve 1960 Garanti Anlaşması aykırıdır denmektedir.

b)   6.cı maddesinde ise “Tüm ülkelere, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprağı bütünlüğüne ve bağlantısızlığına saygı gösterilmesi çağrısında bulunur” denmektedir.

 

Ayrıca gene BM’nin 1983 tarihli 37/253 no.lu kararının 1.ci maddesinde de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprağı bütünlüğüne ve bağlantısızlığına tam destek verdiğini tekrar eder.

 

1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye giren Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti “Bağlantısız” tanımını yitirmiştir. Bu tanımı yitirirken 541 no.lu kararın bahsettiği 1960 Anayasasına göre Kıbrıs Cumhuriyetinin ortağı olan Kıbrıs’lı Türklerden de  herhangi bir onay almamıştır.

 

Bu nedenle de bence hem 541 hem de 37/253 no.lu kararların her ikisi de geçerliliğini yitirmiştir.

 

Zaten mantıksız olan, 541 no.lu ve benzeri tanımları içeren diğer BM kararlarının Rumları her hangi bir şekilde bağlamazken, Kıbrıs’lı Türkleri bağlaması ve izolasyon altına sokmasıdır.

 

Eğer 541 No.lu karar geçerli ise Rumların AB’ye üye olamamaları gerekmektedir. 1 Mayıs 2004’den beridir 1960 Kuruluş Anayasasına göre Kıbrıs Cumhuriyetinin “Bağlantısız” olması gerekirken, bu vasfı ve koşulu tek taraflı olarak yitirilmiştir.

541 no.lu BM kararı uygulanacaksa her iki tarafa da uygulanmalıdır.

1960 Kuruluş anlaşması hala geçerli ise her iki tarafı da kapsamalıdır.

 

Sanırım hem Türkiye’nin hem de KKTC’nin, uluslar arası mahkemelerde haklarını aramasının zamanı gelmiştir. Aynen gasp edilen ve KKTC yöneticilerinin sahip çıkmak istemediği Maraş’taki Abdullah Paşa Vakfı ve Lala Mustafa Paşa Vakfı mallarının haklarının, mahkemelerde aranması gerektiği gibi.

25 Aralık 2006
BM’nin 541 No.lu kararı hala geçerli mi için yorumlar kapalı
Okunma 44
bosluk

Kopenhag’da EVET denseydi ne olacaktı

Kopenhag’da EVET denseydi ne olacaktı

Günümüzün siyasileri ve AB sevdalıları, 2002 yılında iş başında olan zamanın siyasi yöneticilerini, Kopenhag’da EVET demeyerek, Rumların tek başlarına AB’ye girmesine kapı açmakla suçlarlar.

Üstüne üstlük bir de “Kaybedilmiş davayı kazanmaya çalışıyoruz” gibi inciler de yumurtlarlar.

 

Önce Kopenhag’da neler oldu ve ne kararlar alındı, onu hatırlayalım.

 

Kopenhag’da 12-13 Aralık 2002 tarihlerinde yapılan AB zirvesi sonucunda 10 aday ülkenin 1 Mayıs 2004 itibariyle AB’ye üye olmaları kararı verildi.

Kıbrıs ile ilgili olarak, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin, taraflar (Rumlar ile Türkler) arasında  anlaşma sağlansın ya da sağlanmasın, katılım müzakerelerinin tamamlanmış olmasına bağlı olarak, diğer 9 aday ülkeyle birlikte 1 Mayıs 2004 tarihinde GKRY’nin AB’ye üye olarak kabul edileceği kararı alındı.

Bununla birlikte, Avrupa Konseyi “bütünleşmiş” bir Kıbrıs’ın AB’ye girmesi yönündeki tercihini vurgularken, bu bağlamda Kıbrıs Rum ve Türk kesimlerinin 28 Şubat 2003 tarihine kadar, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın önerisi üzerinde müzakerelere devam etmeye ilişkin taahhütlerini destekledi.

 

Dillere destan 2002 Kopenhag kararlarının Kıbrıs ile ilgili bölümünün tümü bu kadar. Sadece 3 paragraf.

 

EVET” denseydi ne olacaktı.

Her hangi bir yanlış anlamaya kapı açmamak için bunun açıkça Kıbrıs Türk’üne ve Türkiye’deki kardeşlerimize anlatılması gerekli olduğu kanısındayım.

Doğrudur, “EVET” denseydi, Kıbrıs Türkleri AB’ye girmiş olacaktı.

 

Önemli olan “Nasıl, hangi koşullarda ve hangi statüde” gireceklerdi ve neden “EVET” denmedi.

Bunun gerekçelerini açıklamak gereğini duymuyorum. Zaten yazımı sonuna kadar okuduğunuzda, “Ben de o gün siyasi bir mevkide olsaydım “EVET” demezdim” diyeceksiniz.

 

O gün Kopenhag’da  “EVET” denseydi, adaya döndükten sonra yapılacak ilk iş KKTC’yi lav etmek olacaktı. Bütün daireler ve kurumlar dağıtılacaktı, tüm kamu görevlileri sokağa atılacaktı ve Kıbrıs Türkleri, 4 Mart 1964’de BM tarafından tanınmış Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ne amalgama olacaktı, yani yamalanacaktı ve o statüde AB’ye Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti şemsiyesi altında hep birlikte girilecekti.

 

Kıbrıs’lı Türklere siyasal eşitlik veren, devlette ortaklık, yönetimde söz sahipliği veren 1960 Kıbrıs Anayasasının 13 maddesi, dönemin Cumhurbaşkanı III.cü Makarios ve aralarında Papadopulos’un da bulunduğu baryaları tarafından değiştirildiğinden ve de bu değişikliklerden sonra da BM tarafından 4 Mart 1964’de, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti, Kıbrıs’ın tek tanınan devleti olarak akredite edilmiş olduğundan, Kıbrıs’lı Türkler aynen Yunanistan Trakya’sında yaşayan soydaşlarımız gibi, azınlık ve devlette söz sahibi olmayan kişiler olarak AB’ye gireceklerdi.

Bırakın Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti devletinde bir Kıbrıs’lı Türkün Müdür mevkiine kadar yükselebilmesi olasılığını, seçimler çoğunluk sitemine göre yapıldığından Muhtardan öteye daha yüksek bir mevkiye her hangi bir siyasimiz bile seçilemeyecekti.

 

İşte bu nedenle “EVET” denmedi Kopenhag’da.

Hiç kimse Kıbrıs’lı Türklere, 2002 yılında yapılan Kopenhag’ zirvesinde fırsat kaçırıldı demesin.

 

Bunu diyecek olanlar, fırsatın hala mevcut olduğunu biliyorlar aslında. İsterlerse bu fırsatı realiteye, yani hayata hemen geçirebilirler. Bu çok kolay. 2002 Kopenhag kararı kolayca değişebilir veya değiştirilebilir. Yeter ki siyasilerimiz istesin.

Bir gecede, KKTC Meclisinden geçirecekleri, içinde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin egemenlik ve hükümranlık alanını Kıbrıs’ın kuzeyini de kapsayacak şekilde düzenlenmiş bir maddesi bulunan bir yasa ile “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”ni lav ederler, devlet dairelerini ve tüm Kurumları kapatırlar, sonra da yanlarına günümüz Türkçe yer isimlerinin 1974 öncesi Rumca isimlere dönüştürülmesini isteyenleri de alıp, ellerini iki yana açarak Metehan (Ayios Demetios) kapısına koşarlar ve “Biz geldik Papadopulos, bizi kabul et” derler.

Böylece 2002’de KKTC’ye inanan ve yurdunu sevenlerin söylemediği ve kabul etmediği  “EVET”i kendileri söylemiş olurlar ve o günkü Kopenhag koşullarına uygun olarak 4 sene gecikme ile AB’ye girerler.

 

Bende, yaşımın gecikmişliğine bakmadan, gençliğimde yaptığım gibi, benim gibi düşünenlerin kuracağı direniş örgütüne girerim.

 

Rumlarla beraber yaşayabileceğimizi düşünenler ve bunun için planlar üretenler, ütopik büyük bir hayal içindeler. 1571’den beridir biz hiç Rumlarla ortak bir hayat sürmedik. 435 yıldır hiç ortak bir kuruluşumuz bile olmadı. Köylerdeki kahvelerimiz bile ayrıydı.

Bizlere hiçbir hak tanımak istemeyen Rumlarla nasıl birleşik bir hayat sürdürülecek bu küçük ada üzerinde çok merak ediyorum.

 

Düşünüyorum, hafızamı yokluyorum, geçmişime bakıyorum, kitaplarımı karıştırıyorum ve bir türlü bulamıyorum. Biz hiç Rumlarla beraber yaşadık mı? Size böyle bir şey hatırlıyormusunuz.

 

Yıllardır Kıbrıs sorununa Kıbrıs dışındaki güçler müdahale ediyor ve bize hep Rumlarla iç içe yaşamayı empoze etmeye çalışıyorlar.

 

Bu çözüm kendi kafalarına ve yaşam tarzlarına göre uygun olabilir ama bizim adamıza hiç uygun değil. Bu insanlar tarihi bile araştırmıyorlar. Geçmişimize hiç bakmıyorlar.

 

Asırlardır iki toplum arasında ne kadar evlilikler yapılmış bunu bile araştırmıyorlar. Eğer biz iç içe yaşayabilecek olsaydık hiç toplumlar arası evlilikler bu kadar az olabilirmiydi?

 

Rumlarla Türkler arasındaki evlilik oranı yıllar itibarı ile, 1571’den başlamak üzere hiçbir zaman binde yarımın (0,5/1000) üzerine çıkmadı.

Hayatımın son elli yılı Mağusa’da geçti ama karma evlilik yapan sadece ve sadece 2 aile tanıyorum. Üçüncüsü yok.

 

Ben bu güne kadar hiç Türklerle Rumların ortaklaşa oluşturdukları bir futbol takımı duymadım görmedim. Renkleri Mavi-Beyaz-Kırmızı olan bir spor takımı hiç olmadı. Rumların futbol takımları ve ligleri ayrı, bizimki ayrı oldu.

 

Ben hiç köylerde ortak kahvehane görmedim. Kahvehaneler ya Rum kahvesiydi ya da Türk kahvesi. İnsanlarımız hep ayrı ayrı oturdular.

 

Ben hiç Rumlarla ortaklaşa kutladığımız bir bayram veya Kıbrıs’lılara mahsus ortak bir kutlama günü veya ortak bir tatil gününe rastlamadım, duymadım ve bu güne kadar da hiç yaşamadım.

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş anlaşmasına göre resmi tatil günleri alt alta yazıldı. Bu resmi tatil günleri ya Rumlara ait bir milli günün tatil günüydü mesela 25 Mart Yunanistan’ın Osmanlılardan İstiklalini kazandıkları gün gibi, ya da 30 Ağustos, Rumların  Türkler tarafından İzmir’de deniz döküldüğü gündü resmen kutladıklarımız. Yada bizimki Kandil kutlaması tatili, onlarınki paskalya yortusu tatiliydi.

 

Biri çıksın ve bana “aha şu gün Kıbrıs’lı Türklerin ve Rumların ortak tatili günü idi” desin lütfen.  Hiç olmadı ki.

 

Hadi hepsini bir kenara bıraktım, biz Kıbrıs’lı Türklerin, Kıbrıs’lı Rumlarla ortaklaşa okuduğumuz bir okulda olmadı. Eğitimin Kıbrısça yapıldığı, çocukların aralarında Kıbrısça konuştuğu ve okulda okutulan kitapların Kıbrısça yazıldığı bir okul bu güne kadar hiç olmadı. Veya varda ben son yarım asırdır ben hiç duymadım.

 

Zaten Kıbrısça diye bir dil de yok.

 

Ortak okul konusunda sadece İngilizlerin 20.ci yüzyılın başlarında kurduğu ve İngiltere’den getirilen hocalarla ve İngiltere’de basılan İngilizce kitaplarla eğitimin yapıldığı İngiliz okulu vardı ki, öğrencileri Kıbrıs’ta oturan Rum, Türk, Ermeni, Maronit, Latin, Arap ve diplomatik misyonlarda görev yapan çok çeşitli ülkelerden gelen ailelerin çocukları idi. Bunu Kıbrıs’lıların ortak okulu diye dikkate almam olanaksız zaten.

 

Şimdi düşünüyorum da, niye bu Rumlarla ortak bir yanımız olmadığı halde bizi zorla ortak bir devlet kurmaya yönlendirmek istiyorlar. Amaç ortak bir Kıbrıs Devleti kurmak mı, yoksa bizi Rumların çoğunluğunu teşkil edeceği Üniter bir Kıbrıs Devletinde “azınlık” statüsüne sokmak mı?.

Sanırım hepimiz yanıtı biliyoruz..

Birleşik Kıbrıs” düşüncesi ve hedefi, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal. Siyasilerimizin bu hayalden artık vazgeçip KKTC’ye inanmalarının ve KKTC’yi benimsemelerinin zamanı geldi.  Adada KKTC’siz bir çözüm olması mümkün değil.

17 Aralık 2006
Kopenhag’da EVET denseydi ne olacaktı için yorumlar kapalı
Okunma 48
bosluk

Türkiye’nin AB atağı bitmedi

Türkiye’nin AB atağı bitmedi

Türkiye’nin sözlü de olsa, son yaptığı limanlar teklifi adeta bir deprem gibi AB içinde yılların kemikleşmiş dengelerini alt üst etti ve etkileri de hala devam ediyor. Artçı depremler daha yeni yeni başladı.

 

Brüksel’de 11 aralık’ta yapılan AB dışişleri bakanları toplantısında Kıbrıs sorunu konusunda Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn ile İngiltere Dışişleri Bakanı Margaret Beckett’in birlikte Güney Kıbrıs Rum yönetimi (GKRY) Dışişleri Bakanı Yorgos Lillikas’a yüklenmeleri ve Kıbrıs sorununun AB sorunu olup olmadığı tartışmasını yapmaları, 2007 ocak ayında kopacak fırtınanın bir habercisi niteliğinde.

 

İngiltere hükümeti, Dışişleri Bakanı Beckett’in söz konusu toplantıda yaptığı konuşma ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) yönelik izolasyonların kaldırılmasına öncülük edeceğini açıkça dile getirdi.

 

En önemlisi de bu toplantıda Kıbrıs sorununa çözümün BM temelinde olacağına yönelik deklarasyonun da yayımlanmasına karar verildi. Rumların diğer ülkelerin de taviz vermemesi sonucu geri adım atmak zorunda kalması, Erdoğan hükümetinin Kıbrıs sorununu AB üyelerine kabul ettirmeye başladığının bir göstergesi.

 

Bu aşamada Türkiye’nin bir tek kaygısı kalmış gözüküyor, “Rumların veto kartlarının hala ellerinde olması”. Türkiye, Rumların bir daha veto hakkını kullanmayacaklarına ilişkin bir garantiyi henüz alabilmiş değil. Bir son dakika manevrası ile bu garantiyi de alabilir. Özellikle son limanlar önerisi metnini yazılı vermek karşılığında, hem Rumların Veto kozunu ellerinden alabilir, hem de KKTC’ye belli bir takvim sonunda izolasyonların kaldırılmasını garantileyebilir.

 

Artık GKRY’ni, Kıbrıs sorunu çözülmeden üye yapmanın pişmanlığını 23 üye de inkar etmiyor.

 

Brüksel’de 11 aralık’ta yapılan AB dışişleri bakanları toplantısında bir takım pazarlıkların yapıldığı ve AB üyesi 25 üye devletin büyük çoğunluğunun GKRY ve Yunanistan üzerine çullandığı kesin.

11 aralık’ta yapılan AB dışişleri bakanları toplantısında GKRY’nin, 22 Ocak 2007’de yapılacak AB Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısında KKTC’ye uygulanan ekonomik ambargonun kaldırılması, doğrudan ticaretin başlatılması ve Kıbrıslı Türklere yönelik AB destek paketlerinin serbest bırakılması konusunda “taahhüt altına girerek engel çıkartmayacağına dair söz vermesi” sonucunda 8 başlığın dondurulması kararı çıktı.

 

İşin ilginç tarafı, 11 Aralık’ta yapılan AB Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısında, Türkiye’nin ilerleme sürecinde askıya alınacak başlıkların sayısı ile KKTC konusunun bağdaştırılması ve doğrudan ticaret konusunda sert tartışmaların yaşanması, Rum tezlerinin AB içinde artık eskisi gibi kabul görmediğinin bir işaretçisi.  Türkiye-AB müzakerelerinde dondurulacak başlıkların sayısının azaltılması gerektiğini savunan ülkelerin, GKRY’den KKTC’ye uygulanan ambargonun kaldırılmasına onay vermemesi halinde başlıkların dondurulmasına onay vermeyecekleri yönündeki kararlı tutumları, Rumları iyice tedirgin etti.

 

Rumların, Kıbrıs konusunda AB’den ilk günkü beklentilerinin değiştiği ve artık AB’yi Türkiye’ye karşı koz olarak kullanamayacakları iyice ortaya çıktı.

 

Finlandiya Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja’nın Konseyin oybirliği ile aldığı kararın, Kıbrıs’ın Kuzey kesimine uygulanan ambargonun kaldırılmasını öngördüğünü ve bu yöndeki kararın bir sonraki AB Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısında alınacağını” söylemesi, arkasından Almanya’nın Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier’in, Almanya’nın AB dönem başkanlığı sırasında KKTC ile doğrudan ticaretin hiç gecikmeden hayata geçirileceğini vurgulaması, 2007 başında Kıbrıs konusunda, Rumların hoşuna gitmeyecek gelişmelerin olacağının habercisi.

 

Finlandiya, İngiltere ve Olli Rehn, 25’lerin dışişleri bakanlarının aldığı karar çerçevesinde, GKRY’nin bundan böyle geriye kalan 26 başlığın açılmasını herhangi bir nedenden dolayı bloke etmeyeceğinin garantisini aldıklarını ima ediyorlar.

 

İngiltere Başbakanı Tony Blair’in, 15 Aralık Cuma akşamı AB liderler zirvesinin hemen ardından Brüksel’den Ankara’ya gelmeyi programlaması ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşecek olması, AB içinde, Türkiye kökenli ve İngiltere destekli yeni bir girişimin yapılacağının bir habercisi.

Bir olasılıkla Blair’in bu ziyaretinde, AB liderlerinin Türkiye ile ilgili alacağı son karar doğrultusunda müzakerelerin bundan sonra nasıl ilerletileceğinin, Türkiye’nin kırmızı çizgilerinde nereye kadar gerileyebileceğinin ve Kıbrıs’la ilgili karşılıklı adımların İngiltere liderliğindeki AB grubu ile birlikte nasıl yürütülebileceğinin tartışması yapılıp uzun vadeli bir strateji belirlenecek.

 

Belli ki, İngiltere, Finlandiya’nın hazırladığı zemin üzerinde, Türkiye’nin bir liman ve bir havalimanı açmasıyla ilgili önerisini yazılı olarak sunması halinde yarın başlayıp Cuma günü sona erecek olan Avrupa Konseyi zirvesini alt-üst edecek gözüküyor.

 

Her ne kadar GKRY Dışişleri Bakanı Yorgos Lillikas, kendisinin ve de Rum hükümetinin sonuç bildirgesinin yeniden müzakere edilmesini reddettiğini söylese de, sonuç bildirgesinden memnun olmayıp da değişiklik yapmak isteyen ülkeler girişimlerini yapacaklar ve bir olasılıkla ya 14-15 Aralık AB Devlet Başkanları Zirvesi kararı tekrar ele alınacak ve bu günkü halinden daha değişik çıkacak, ya da 22 Ocak 2007’de yapılacak AB Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısında yeni yapıcı kararlar alınarak, Zirve karalarına veya Kıbrıs’lı Türklere uygulana izolasyonlara  yumuşatma getirilerek, Türkiye’nin limanlar önerisinde ilerleme sağlanmaya çalışılacak.

Finlandiya’nın dün gerçekleştirilen Siyasi Gruplar düzeyindeki toplantıda takındığı tutumu bu gidişata yönelik niyeti açıkça ortaya koyuyor.

10 Aralık 2006
Türkiye’nin AB atağı bitmedi için yorumlar kapalı
Okunma 38
bosluk

AB’de kaçınılmaz Türkiye zirvesi

AB’de kaçınılmaz Türkiye zirvesi

Yunanistan Dış işleri Bakanı Bayan Dora Bakoyanni’nin dünkü basın söyleşisindeki sözleri ve Papadopulos’un eli ayağı karıştığı için söylevlerinde saçmalaması Türkiye’nin son liman önerilerinin ne kadar etkili olduğunu gösteriyor.

Bakoyanni adeta şikayet eder gibi, AB-Türkiye ilişkileri konusunda 25 üye ülkenin farklı görüşlere sahip olduğunu ve bazı ülkelerin tezlerinde kısa zaman içerisinde sapmalar gözlendiğini, AB konularında ağırlığı bulunan Fransa ve Almanya gibi lider konumundaki ülkelerin Türk önerilerinden sonra kısa zaman içerisinde tezlerinden sapmalar ortaya koyduklarını söyleyerek, korkularını ortaya koydu.

 

Türkiye yaptığı limanlar önerisi ile Avrupa Birliği’nden 12 ayda sona erecek kapsamlı çözüm süreci için adadaki iki lidere, Papadopulos ve Talat’a çağrıda bulunmasını talep ediyor. Aynı şekilde BM’den de benzeri talepte bulunup, inisiyatifi ele almasını ve kapsamlı Kıbrıs görüşmelerini başlatmasını istiyor.

Türkiye Kıbrıs konusunda çözüme taraf olduğunu, çözüm zemininin BM çatısı altında olmasını istediğini ve AB’nin de bu sürece destek vermesini açık ve net olarak ortaya koydu.

 

Türkiye’nin bu girişimin her iki ucu da, AB için sorun çıkaracak nitelikte ve yapıda. AB, Türkiye’nin liman önerilerini reddederse, Türkiye’nin Kıbrıs konusunda takındığı yapıcı ve çözümcü girişimlerini reddetmiş olacak, kabul ederse Türkiye üzerindeki ek protokol baskısı kalkmış olacak.

 

Şimdi Türkiye ve Kıbrıs dosyaları, AB için tam bir kabus durumunda. Kabusun kökeninde Türkiye’nin kendine güveni yatıyor. AB bunu birkaç kere test etti ve Türkiye’nin Ek protokol ve Kıbrıs konusunda taviz vermek istemediğini iyice kavradı. AB ipleri zaman zaman geriyor ama hiçbir zaman koparmaya cesaret edemiyor.

 

Artık AB-Türkiye ilişkilerinde krizin tanımı belli oldu. İpler gerdirilip kopacak hale getirilecek ama koparılmayacak.

Örneğin  Türkiye’nin jeostratejik ve ekonomik öneminin bilincinde olan siyasilerden Belçika Dışişleri Bakanı Karel De Gucht, AB’nin tarihi bir hata yapmaması gereği üzerinde duruyor ve  Türkiye ile ipleri germektense kendi koalisyon hükümeti içindeki çatlak sesleri susturmanın mücadelesini vermeyi tercih ediyor.

Aynı şekilde Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in de Almanya Başbakanı Angela Merkel’i ciddi şekilde uyarması ve Türkiye konusunda dikkatli ve temkinli olmasını istemesi de, bu sava gösterilebilecek en iyi örneklerden bir tanesi.

Nitekim tarihi Weismar toplantısından sonra, hem Merkel hem de Chirac Türkiye ile ilgili daha evvel dile getirdikleri görüşlerinden, Bakoyanni’nin tanımı ile saptılar.

 

Limanlar önerisinden sonra değişen ortamla, AB Dönem Başkanı Finlandiya, üye ülkeler arasında dolaşan Zirve kararlarına ilişkin ikinci taslağında, yükümlülüklerini yerine getirmesi konusunda Türkiye’ye tarih kısıtlaması yapılmamasını öneriyor.

Bu durumda bu gün Brüksel’de Dışişleri Bakanları tarafından görüşülecek olan ikinci taslaktan, Ankara’nın üyelik müzakerelerinin, Kıbrıs kökenli yükümlülüklerine bağlı olmayarak devam edebileceğinin büyük bir olasılık olduğu anlaşılıyor.

 

Taslakta Türkiye’nin, GKRY’ne yönelik yükümlülüklerinin başlıkların dondurulmasına bağlanması durumunda Türkiye, geri kalan başlıkların müzakerelerin bitmesinden sonra yani en erken 10-15 yıl sonra Ek protokol koşullarını uygulamak ile yüz yüze gelecek.

Bu ikinci taslağa göre, Türkiye’nin Ek protokolü uygulaması, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini (GKRY) tanıması, GKRY ile ilişkilerini normalleştirmesi ve Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili diğer bütün yükümlülüklerini yerine getirmesi, ilerideki uygun bir zamana bırakılmış oluyor.

Rumların bu gelişmelerden ve bu son durumdan sonra yapabilecekleri bir tek hareket, uygulayabilecekleri tek bir stratejileri kalıyor. Türkiye-AB müzakerelerinin dondurulması prosedürünü bloke etmek. Başka bir seçenekleri yok. AB içinde kara kedi olmak ise Rumları bayağı endişelendiriyor. Bu kararı almaları anlaşılan çok zor olacak.

 

Şu ana kadar, Yunanistan dışında Kıbrıs’ın yanında bir tek ülke var, o da Fransa.  Fransa açıkça “Kerhen” GKRY’nin yanında. Fransa alt Meclisinden geçen Ermeni Soykırımı yasa önerisi Türkiye ile olan ilişkilerini temelinden sarstığı için, bir başka Türkiye karşıtı tavırla bunu daha da pekiştirmek istemiyor Fransa.

 

“Yeni bir Türkiye zirvesi istemiyoruz” diyerek Türkiye ve Kıbrıs dosyalarına ilişkin tartışmaları zirve öncesinde tamamlamayı hedefleyen Finlandiya, bunun olmayacağını iyice kabullendi. AB Dönem Başkanı Finlandiya’nın tüm çaba ve girişimlerine rağmen, Türkiye ve Kıbrıs dosyaları 14-15 Aralık’taki AB zirvesinin gündemine şimdiden yerleşti.

Türkiye’nin 15 Aralık’ta yayınlanacak AB dönem başkanlığı açıklamasında, çözüm paketine atıfta bulunulduğu takdirde üzerine düşen yükümlülükleri yerine getireceğini belirtmesi nedeni ile AB istese de istemese de yeni bir “Türkiye” zirvesi’ hazırlığına girdi.

10 Aralık 2006
AB’de kaçınılmaz Türkiye zirvesi için yorumlar kapalı
Okunma 45
bosluk
  • Sayfa 1 ile 2
  • 1
  • 2
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar