Rumların sözde petrol oyunu

Rumların sözde petrol oyunu

Güney Kıbrıs Rum yönetimi (GKRY) petrol yatakları konusunda 1980’de ve 2003’te Türkiye tarafından uyarılmasına ve günümüzde de Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) sert tepkisine rağmen, KKTC karasularının da içinde bulunduğu ada çevresinde yabancı şirketlere petrol arama izni veren yasayı kendi Meclisinden geçirdi.

AB’nin içinde olmanın verdiği güvence ile, 1980 ve 2003’de yapmaya cesaret edemediği petrol konusunda şimdi boyundan büyük işlere kalkışmaya ve ateşle oynamaya başladı. Türkiye ve KKTC karasularını da kendi denizleri addederek, büyük bir açıkgözlülükle geçirdikleri yasa ile Kıbrıs Adası’nın çevresini 12 bölgeye ayırdılar. Amaçları, petrol arama izinlerini 12 ayrı bölgede 12 kez ihaleye açmak ve mümkün olduğunca çok sayıda ülkeye ihaleyi kazandırarak ve bu ülkeleri Türkiye ile yasal sorun içine sokmak.

 

GKRY’nin, anlaşmaları yaptıktan sonraki niyetleri, anlaşmaları Birleşmiş Milletlere götürmek ve komşu ülkelerle yaptığı Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmalarına yasal statü kazandırmak. Yasal statü için, uluslararası deniz hukukuna göre, petrol ve gazın bulunduğu bölgeyle ilgili herhangi bir siyasi sorunun bulunmaması gerekiyor.  Kıbrıs’ta büyük bir siyasi sorun olomasına rağmen götürmeyi planlıyorlar.

 

Amaçları aslında Petrol çıkarmak değil, Kıbrıs’ın ada olması nedeni ile yasal olarak hakkının bulunmadığı kıyılarından 200 mil açığa kadar olan alan içinde  “Münhasır Ekonomik Bölge” hakkına sahip olmak ve Türkiye’yi Akdeniz’den koparmak.

Rumlar, son yıllarda güya büyük bir gizlilik içinde Doğu Akdeniz’de petrol araştırmaları yapıyorlar ve konuyu hep deniz altındaki petrol ve doğal gaz rezervleri üzerine çekmeye çalışıyorlar. Mısır’la 2002’de başlattıkları görüşmelerini evvelki sene bitirdiler ve 2005’te, her iki ülkenin arasında bulunan denizde petrol arama ve ortak çalışma anlaşması imzaladılar. Arkasından geçen ay da benzer bir anlaşmayı Lübnan ile imzaladılar. Şimdi de Suriye ile de temas kurdular ve onlarla da aynı anlaşmaları yapmayı planlıyorlar.

Hedefleri deniz altındaki petrol veya doğal gazı çıkarmak ve sahiplenmek değil. Asıl hedefleri komşu ülkeler ile “Münhasır Ekonomik Bölge” anlaşması yapmak ve Türkiye’yi hem Doğu Akdeniz’den koparmak, hem de komşuları ile sorun yaşamasını sağlamak.

Bir kıtanın veya anakaranın parçası olmayan adaların “Kıta Sahanlıkları” olduğu yasal olarak kabul edilmiyor, dolayısı ile kıta sahanlığı olmadığı için  adaların “Münhasır Ekonomik Bölge”leri de olmuyor.

 

Kıta sahanlığı sorunu Ege’de halen mevcut ve Yunanistan’a ait Oniki adaların kıta sahanlığı olmadığı için, Yunanistan Ege’de, kara sularını 12 Mil’e çıkaramıyor. Türkiye’nin verdiği notaya göre bu “Casus Belli” (Latincede Casus : Neden , Belli : Döğüş) yani açıkçası savaş nedeni, askeri bir ültimatom.

 

 

Aslında GKRY’nin göz diktiği alan,  petrol yatakları değil, Türkiye’nin Doğu Akdeniz içindeki hükümranlık hakları ve  “Münhasır Ekonomik Bölge”si.

GKRY’nin petrolün arkasına saklanarak yaptığı bu tür girişimlerden beklentisi, çevre ülkelerle Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmaları yapmak ve kıtalar veya anakaralar gibi denizdeki haklarını kıyıdan 200 mil açığa kadar uzatmak.

 

Gerçekte Kıbrıs, ada olduğu için denizlerdeki hududu kıyıdan 4 mil açıkta bitmekte. Kıbrıs’ın etrafını saran denizlerdeki hükümranlığı yani “kara suları” 12 mil bile değil. İşte GKRY’nin hedefi kara sularını 12 mile, Doğu Akdeniz’deki hakkı olmayan Münhasır Ekonomik Bölgesini de kıyıdan 200 mil açığa kadar uzatmak.

 

İşin birde denizin dibindeki petrolün nasıl çıkarılacağı konusu var. Olaya bu açıdan bakıldığında, bir başka aldatmaca ve hedef şaşırtma olduğu görülüyor.

 

Kıbrıs ile Mısır arasında, ada’dan 50 deniz mili uzaklıkta ve denizin yaklaşık 2 kilometre altında zengin petrol yatakları tespit edildiği yönündeki iddialar vardır. Öncelikle bu iddiaların doğruluğu iyice araştırılmalıdır.

Araştırmadan sonra yapılacak ikinci bir iş de dünyadaki mevcut teknoloji ile deniz yüzeyinin 2000 m. altındaki kara parçasından bu petrolün nasıl çıkarılacağıdır.

Şu andaki mevcut teknoloji, deniz yüzeyinden sadece 2000 m. derinde bulunan petrolü çıkarabilecek düzeydedir. Karada ise bu 3000 m. derinliğe kadar inebilmektedir. ABD’deki çok derin olamayan Louisiana sahillerinde en fazla 2,440 m. den petrol çıkarılabilmektedir.

Dünyada bu güne kadar kurulabilmiş en derin yerdeki deniz platformu 1880 m. dir. Daha derin yerlere petrol platformu kurulması mümkün olmamıştır.  Şu anda halen, altında 2000 m. derinlikte su olan bir deniz platformu yoktur ve inşa edilememiştir.

 

Kıbrıs Rumlarının, Mısır ve Lübnan ile yaptıkları petrol anlaşması, Türkiye’nin doğal kıta sahanlığı haklarını ve ekonomik bölge haklarını iyice kısıtlamak amacındadır.

Yapılan anlaşma ile Rodos-Baf-Larnaka-Port Said-İskenderiye-Rodos çok kenarı tamamen Yunanistan-Kıbrıs Rum ve Mısır kontrolüne girmekte ve   Türkiye’nin Gazipaşa’dan Dalaman’a kadar uzanan sahilinin 200 mil açığına kadar uzanan  ekonomik bölge haklarını, ki bu bölge Türkiye ile Mısır arasındaki denizin neredeyse yarısı demektir, tamamen yok etmektedir. Aynı şekilde Kıbrıs Rumlarının Lübnan ile yaptığı anlaşma da, Türkiye’nin Akdenizin en doğusundaki haklarını da budamaktadır.

 

GKRY’nin iddia ettikleri gibi amaçları  Kıbrıs adasından 50 deniz mili uzaklıkta ve denizin yaklaşık 2 kilometre altından petrol çıkartmakmıdır yoksa, Ege’deki oniki adalardan başlayarak Türkiye’nin batı kıyılarını ve doğu kıyılarını çepe çevre Yunanistan ile birlikte Münhasır Ekonomik Bölge ilan edip, Türkiye’yi Akdeniz’den kopartmakmıdır.

Türkiye, bu konuda “Casus Belli”den asla geri adım atmamalıdır.

29 Ocak 2007
Rumların sözde petrol oyunu için yorumlar kapalı
Okunma 50
bosluk

WHEN DIVISION TOOK PLACE IN CYPRUS

WHEN DIVISION TOOK PLACE IN CYPRUS

The island of Cyprus was already divided in to two, far before 1974.

The physical division of Nicosia took place in 1956 when the isl-and was under British colonial rule. Colonial Government erected a barbed wire division between the Greek and Turkish community in the city of Nicosia, known as the “Mason-Dixon Line” after the first inte-rethnic clashes.
This was the maiden division of the city and plantation of the partition seeds in the island.

Later, in 1958, renewed and more protracted interethnic violence flared up and led once more to a division of the capital and the island. From that time onwards, both communities established separate municipal councils and the issue of whether the municipalities were to be separate or not was left open in the 1960 Cyprus Constitution.

In 1958, following the eruption of interethnic clashes and the proposal of a partitionist plan by the British Government, the Greek community, led by Archbishop Makarios, accepted a solution of limited independence whose basic premises had been elaborated in Zurich by the Governments of Greece and Turkey.

The constitution in particular, categorized citizens as Greeks or Turks. Elected positions were filled by separate elections. Separate municipalities were established in each town and separate elections were to be held for all elected public posts.

The posts filled by appointment and promotion, such as the civil service and police, were to be shared between Greeks and Turks at a ratio of 7:3. In the army this ratio rose to 60 to 40. The President was designated Greek and the Vice President Turkish, each elected by their respective community. In the House of Representatives fiscal, municipal and electoral legislation required separate majorities.

Since then the life styles of both communities in the island of Cyprus were already separated.

In 1963, after the Turkish members of the House of Representa-tives had rejected the one sided budget, aiming investments only to Greek sectors of the island, President Makarios decided to convert the bicommunal Cyprus Government into Unitary Greek Majority Govern-ment by violent force. In December 1963, as per the AKRITAS plan, which was designed by P. Yorgadgis, and T. Papadopulos on 1961, interethnic tensions rose artificially by the provocations of the Greek police and militia, and armed clashes broke out. Turkish civil servants were kicked out from their posts and Parliamentarians from House of Representatives.

The Cyprus Government of the Greek majority encouraged armed Greek civilians to take part in the clashes and in a very short period 103 Turkish villages were grounded and their inhabitants, who ma-naged to save their lives, fled to Turkish enclaves.

The Turkish enclaves, which formed the roots of the division on the island, were only 3% of the total area of the island and was like an open prison. A Turkish Cypriot genocide was put in effect and freedom of movement, property ownership and employment was restricted to Turkish Cypriots from 1963 to 1974.

There are two communities on the island since than and they speak of themselves as Turkish Cypriots and Greek Cypriots. Greek Cypriots belong to the Greek Orthodox Church, speak Greek and share the culture of their motherland Greece, whereas Turkish Cypriots are Moslems, speak Turkish and assume their motherland Turkey’s values. The two communities do not have the feeling of belonging to a Cypriot nation and they have been completely separated.

The island was divided by the Greeks on 1963 and not by the Turks on 1974, as most of the people thinks so.

29 Ocak 2007
WHEN DIVISION TOOK PLACE IN CYPRUS için yorumlar kapalı
Okunma 97
bosluk

AB’nin bir başka yutturmacası : Doğrudan Ticaret Tüzüğü

AB’nin bir başka yutturmacası : Doğrudan Ticaret Tüzüğü

26 Nisan 2004’de iyi niyetle hazırlanan Doğrudan Ticaret tüzüğü, 1 Mayıs 2004’de Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) AB’ye girmesi ve komisyonları işgal etmesi ile bitkisel hayata girdi.

Gerçekte bu.

Yaşama şansı artık hemen hemen yok gibi.

Yanlış ve maksatlı eller işin içine karıştığı için bu Tüzüğün düşünüldüğü ve KKTC halkı tarafından beklenildiği gibi işlemesi ve görev yapması artık olanaksız.

 

AB Dönem Başkanlığı’nı yürüten Almanya, KKTC diyemedikleri için Tüzükte yazdığı gibi “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’nin etkili kontrolü altında olmayan bölgeleri”  ile doğrudan ticaret sağlanmasına ilişkin tüzüğün hayata geçirilmesi yöntemlerini ele almak amacıyla, önümüzdeki haftalarda GKRY ile görüşmelere başlamayı planlıyor.

 

Tabi niye Almanya bizimle görüşmüyor ve bize bu tüzükten neler beklediğimizi sormuyor, anlaşılır gibi değil. Niye işin içinde ve görüşmelerde bizim Dış İşleri Bakanımız olmayacak veya onun da görüşü sorulmayacak, bir türlü aklıma yatmıyor.

AB insan hakları derken tablada kül bırakmıyor ama, bizi ilgilendiren bir konuyu da, bizleri adam yerine koyup bizimle görüşmüyor. Aldığı kararlar hep bizim gıyabımızda ve Rumların insafına bağlı.

 

İşin açıkçası, Avrupa Birliği, GKRY ile imzaladığı 10’uncu Protokol çerçevesinde tüm Kıbrıs’ı Rum egemenliğinde sayıyor ve bizi yok addediyor. Bu nedenle de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sözlerini ağzına alamıyor ve yazılı metinlerinde de kullanamıyor. KKTC topraklarını da GKRY’nin henüz etkin kontrolünün olmadığı “Kıbrıs Rum” bölgesi olarak görüyor. Bu gün yoksa yarın bizim (AB’nin) yardımlarımız ile nasıl olsa adanın kuzey bölgeleri “Rumların etkin kontrolü altına girecek”  mantığını güdüyor ve kararlarında da bunun temelini ve alt yapısını şimdiden hazırlıyor.

 

Şimdi yapılmakta olan nedir.

AB, adını “Yüksek Temas Grubu” koyduğu bir grup garagözün “Kıbrıs’ın kuzeyinde mahsur kalmış Kıbrıs’lılar” diye tanımladığı bizlerin kanla, şehitlerle ve soykırıma uğrayarak verdiğimiz mücadelenin sonunda Ana vatanın yardımları ile kurmayı başardığımız KKTC’nin,  kendisi ile doğrudan ticaret yapmasını, KKTC’nin ayrı bir devlet  olduğu olgusunu kabul ederek değil, tüzükle yazıldığı gibi “Rumların henüz kontrol altına alamadıkları bölgelerde yaşayan insanlarla” ticaret yapması şeklinde görmekte. Bütün hazırlığını da bu gerçek üzerine inşa etmiş, stratejisini de buna göre saptamıştır.

 

Bu nedenle de şimdi görüşmeleri bizimle değil Rumlarla yapmaktadır. Onların lütfedeceklerini de güya bizim için kazanımmış gibi bizim önümüze koyacaktır.

 

AB tarafından alınan karar, KKTC dış satım ürünlerinin Mağusa Limanı’ndan doğrudan AB’ye ihracatı değil, bir şekilde AB’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde mahsur kalmış Kıbrıs’lılar ile “ticaret yapılması” mantığını taşıyor.

Görüşmelerde, KKTC’de üretilen ticari malların AB’ye ihracatının direk olarak Mağusa limanından yapılmasının masaya konması durumunda Rumların Mağusa Limanı’nın işletilmesi ile Maraş’ın Rum tarafına iadesini birbirine bağlayacağı kesin.

Büyük bir hata yaparak bu ilişkiyi geçmiş yıllarda COREPER, yani üye devletlerin temsilcilerinden veya diğer bir tabirleri büyükelçilerinden oluşan kuruluş oluşturmuştu ve Mağusa limanından (sadece) AB’ye yapılacak dış satımları, Maraş’ın 1974 öncesi sakinlerine iadesine bağlamıştı. Bu karar halen geçerli bir karar ve Doğrudan Ticaret Tüzüğünün bazı bölümlerine de temel teşkil ediyor.

 

Bu koşullar altında, Almanya bizi kale almadan Rumlarla bir uzlaşıya varsa bile işin sonunda ortaya çıkacak Tüzüğün son şeklinin ve uygulama koşullarının bizim beklentilerimize yanıt vermeyeceği kesindir. Doğrudan Ticaret Tüzüğü ile ilgili beklentiler içine girmek de çok büyük bir yanlış olacaktır.

 

Bundan sonra yapmamız gereken, Türkiye’nin de yardımları ile KKTC’nin bir varlık olduğunun dünyaca kabulü konusu üzerinde çalışmalar başlatmak ve Rumların 1796 patentli Megalo İdea’larının gösterdiği hedefe yıllarca büyük bir sabırla bıkmadan usanmadan yürüdükleri gibi, bizim de yılmadan bu hedefe doğru emin ve sağlam adımlarla yürümek  olacaktır.

25 Ocak 2007
AB’nin bir başka yutturmacası : Doğrudan Ticaret Tüzüğü için yorumlar kapalı
Okunma 116
bosluk

Al Rum Mahkemesini çal AİHM’nin başına

Al Rum Mahkemesini çal AİHM’nin başına

1974 Barış Harekatı öncesi adada yaşayanlar çok iyi bilirler, hiçbir zaman ve hiçbir koşulda Kıbrıs’lı bir Türk ile Kıbrıs’lı bir Rum arasındaki bir davada Kıbrıs’lı Türkler haklı bulunup, Rumlar cezaya veya tazminata mahkum edilmemişlerdi.

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşmasına göre, Kıbrıs’lı bir Türk ile Kıbrıs’lı bir Rum arasındaki ihtilaflara, içinde Türk yargıçların da yer alacağı özel bir mahkemenin  bakması gerekmekteydi.  Ama o mahkeme hiçbir zaman oluşturulmadı ve ihtilaflı konular, Rumların 21 Aralık 1963’de gasp ettikleri sözde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin yasal olarak kabul ettiği ve sadece Rumlardan oluşan mahkemelerde görüşüldü ve karara bağlandı.

Tabiî ki, ceza alıp, mahkûm olanlar da hep Türkler oldu. Bu soykırım egemenliğimize ve hürriyetimize kavuştuğumuz 20 Temmuz 1974 Barış harekâtına kadar sürdü. Harekâttan sonra kendi Türk Mahkemelerimize, adil ve insan haklarına saygılı Türk yargıçlarımıza kavuştuk ve bu aşağılanma, ikinci sınıf insan muamelesi ve soykırım sona erdi.

 

Binatlı’daki malları Rum yönetimi tarafından istimlak edilen Ali (Kamil Rıza) Karamanoğlu’nun, istimlak edilen malları için tazminat talebiyle Rum Yüksek Mahkemesi’ne yaptığı başvuruyu öğrenince aklıma hemen, yıllarca benim gibi binlerce Kıbrıs’lı Türkün yaşadığı bu taraflı ve aşağılayıcı Rum Mahkemesi gerçeği geldi.

 

O soykırıma uğradığımız kötü yıllarda, istinaf için başvuracağımız Rum Yüksek Mahkemesinden başka hiç bir yer yoktu. Hakkımızı aramamız söz konusu bile değildi. Yerel Rum Mahkemesinden duyduğumuz şikayetimizi aktarabileceğimiz yegane yetkili makam gene Rumlardan oluşan Rum Yüksek Mahkemesi idi. Zaten bu güne kadar Rum Yüksek Mahkemesi de hiçbir Türk ile ilgili yerel Rum Mahkemesinin kararını bozmadı ve her hangi bir Rumu veya Kıbrıs Rum Hükümetini, tazminat ödemeye de mahkum etmedi.

 

Aklınıza hemen Mustafa Arif olayı gelecek.

Mustafa Arif Mutluson olayı özel bir durumdu. Yıllardır güneyde oturan ve AB vatandaşı olan Mustafa Arif, Limasol’daki 73 dönüm arazisini geri almak için yıllarca Rum Mahkemelerinde süründü. Açtığı davaya yerel Rum Mahkemesi, geleneksel olarak Türklere karşı uyguladıkları ayırımcı tavırlarına uygun olarak, “Hayır, Türk olduğun için mallarını alamazsın” kararını verdi. Yılmayan Mustafa Arif  bu karara rağmen Rum Yüksek Mahkemesine başvurdu.

Rum Yüksek Mahkemesi, Mustafa Arif AİHM’ye gitmesin ve AİHM güneyde kalan Türk Mallarına hükümetçe el koyabilmeleri için 1991 yılında GKRY’nin çıkardığı 133/91 sayılı  “Kıbrıs Türk Malları Vasiliği Yasası”nı lav etmesin diye zoraki olarak Rum Yerel Mahkemesinin kararını bozdu ve Mustafa Arif’e mallarının iade edilmesi kararını aldı.

Mustafa Arif aslında haklı olduğundan değil, Papadopulos’un yasal olarak başına geleceklerinden duyduğu korkudan dolayı topraklarını geri alabildi. Gerçekte ne Rum Yerel Mahkemesinin, ne de Rum Yüksek Mahkemesinin Mustafa Arif’e “Hayır” diyebilecek gerekçeleri vardı.

Mustafa Arif ancak uzun yıllar sonra, kendi özbeöz Malını, alın teriyle sahibi olduğu malını geri almaya ve kullanmaya hak kazandı.

 

Bu ne vakit oldu biliyormusunuz?, Kıbrıs Rum Yönetiminin 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye girmesinden çok sonra oldu.

En azından şimdi bir Avrupa İnsanlar Hakları Mahkemesi var.

Bir umut.

Aslında al birini çal birine, Al AİHM’yi, çal Rum Yüksek Mahkemesinin başına.

 

Şimdi sıra  Binatlı’daki malları Rum yönetimi tarafından istimlak edilen Ali (Kamil Rıza) Karamanoğlu’nda.

Davanın açıldığı ve Türklerin aleyhine kararın çıktığı Rum Yerel Mahkemesinde uygulanan prosedür her tür bilinen kurala ve yasaya aykırı.

  • 133/91 sayılı  “Kıbrıs Türk Malları Vasiliği Yasası”na göre İstimlak kararı “Resmi gazete”de Türkçe yayınlanması gerekirdi yayınlanmadı.
  • İstimlak Parasının Yasa ile oluşturulan “Kıbrıs Türk Mallarını İdare Birimi”ndeki Fona yatması gerekirdi, yatırılmadı.
  • Güneydeki Türkler, Ağustos 1976’da Viyana’da R. Denktaş ve G. Klerides tarafından imzalanan “Nüfus Mübadelesi” anlaşmasına göre kuzeye gitmiş olmalarına rağmen, güneydeki topraklarını terk etmiş addediliyorlar.
  • 133/91 sayılı yasadaki “Kıbrıs’lı Türk” tanımı ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşmasındaki “Kıbrıs’lı Türk” tanımı birbirinden çok farklı.
  • 133/91 sayılı yasadaki “Kıbrıs’lı Türklere ait taşınmaz Mal” tanımı ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşmasındaki “Kıbrıs’lı Türklere ait taşınmaz Mal” tanımı birbirinden çok farklı.
  • Malın sahibi AB vatandaşı, Malını haksızca gasp edip vermeyen de AB ülkesi.

 

Bu mu yıllarca kapısında el pençe durulan, uğruna köprüler kaldırılan, taviz üstüne tavizler verilen, Kıbrıs’lı Türklere Annan Planı adı altında, kurduğu Cumhuriyetinden ve egemenliğinden vaz geçmesi kabul ettirilen, Avrupa Birliği ve Avrupa Birliğinin İnsan hakları.

22 Ocak 2007
Al Rum Mahkemesini çal AİHM’nin başına için yorumlar kapalı
Okunma 68
bosluk

TWO-HEADED TROJAN HORSE

TWO-HEADED TROJAN HORSE

This horse is not as mythological as you might think at first glance. The beast we are thinking of is a political “Trojan horse” and the heads are on both ends. It can trot in both directions, forward and backwards, simultaneously.

This 21st Century two-headed-beast was established recently by China and Greek Cyprus. The President of Greek Cyprus, Mr. Thassos Papadopulos, paid a visit to China at the invitation of President Hu Jintao on the occasion of the 35th anniversary of the establishment of diplomatic relations between the Republic of Cyprus and the People’s Republic of China.

Though their relative size is noteworthy, China having a popula-tion of 1.3 billion, and Greek Cyprus a mere 750 thousand, they de-clared their mutual gratitude to each other last night and wished for a lasting solidarity.

The vice-chairwoman of the National People’s Congress of China Wu Yun Qi Mu Ge, deeply thanked Cyprus for its support to China within the EU and noted that China has a good friend and partner within the European Union.

With his reply, President of Greek Cyprus Mr. Papadopulos ex-pressed Cyprus’ gratitude for China’s support to the efforts for a just and viable solution of the Cyprus question on the basis of the United Nations Security Council Resolutions, European principles and inter-national law.

Their political solidarity, on top of economic and cultural ties, calls to mind the ‘special relationship’ between the USA and the UK, and the “Trojan horse” role the UK plays within the EU.

While the arms embargo imposed on China after the Tianenmen square crackdown on democratic protestors is still firmly standing, and while China is experiencing obstacles with her textile and shoe exports to the EU, they are willing to ease and smoothen relations with the Union more than ever before.

Under these circumstances, any country in EU which gives sup-port to Chinese matters is invaluable, relying on the fact that each EU member has equal voting weight in the European parliament, irrespec-tive of the size of their population.

As a good example is the proposal of Greek Cyprus in the discus-sion of Customs Tax to be imposed on Chinese textile and shoes, the proposed 5 years were dropped to 2 years.

While Greek Cyprus undertakes such actions for China in the EU, Cyprus equally pushes China for a similar “Trojan Horse” role in the UN Security Council for matters related to Cyprus, especially relating to her problems concerning the Northern territories of the island, namely the Turkish Republic of Northern Cyprus, the KKTC.

China’s concern with Cyprus is due not only to EU relations, but also due the resemblance of the case of Cyprus to China’s headache with Taiwan.

One of the solutions proposed for the settlement of Cyprus issue is the Taiwanese type recreation of TRNC. While China is after annexation of Taiwan, Greek Cyprus is after annexation of TRNC. And both are determined not to give any compromises.

Taiwan overcame political isolation by her strong industry and economical relations with the rest of the world. If the Western world supports the application of the Taiwanese model to TRNC for the solu-tion of Cyprus problem, this would weaken the foreign policy of China regarding Taiwan. She would never accept such a solution and vote against it in UN Security Council and stand firmly by the Greek Cyprus Government.

Exchanging similar roles in the parties where they have a seat, each will serve as the other’s “Trojan horse” for their final mutual ben-efit and solidarity

22 Ocak 2007
TWO-HEADED TROJAN HORSE için yorumlar kapalı
Okunma 131
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar