Yunanistan’dan Kıbrıs’a bitmeyen askeri destek

Yunanistan’dan Kıbrıs’a bitmeyen askeri destek

Rum polisi birkaç gün evvel tanınmış bir Rum işadamının evinde ve çiftliğinde yaptığı aramada ele çok sayıda silah geçirdi. Bu silahların 18 tanesi yasadışı çıktı. İş adamının iddiası bunların Yunanistan’dan gönderilen eski silahlar olduğu ve koleksiyon yaptığı şeklindeydi.

Arkasından buna benzer bir başka olay daha gelişti ve 1974 öncesi ve sırasında kullanıldıkları iddia edilen ve bir depoda bulunan Brengun, Stengun ve Martini tipi 9 bin adet silahın, Kıbrıs Rum Savunma Bakanlığı ve Rum polisi arasında tartışmaya neden olduğu basında yer aldı.

 

Tabi, tarihimize olan düşkünlüğümden ve geçmişte yaşadığımız çok acı deneyimlerden aklım hemen gerilere gitti.

Papadopulos’un 1961 yılında, “Türkiye adaya çıkarma yapmak isterse Kıbrıs’lı Türkleri 75 dakika da imha ederiz” sözleri ve bu sözlerin Rum Bakanlar kurulunda da yasallık kazanması aklımdan hiç mi hiç silinmedi.

Nede olsa bu sözlerin mimarı şimdi Rumların Cumhurbaşkanı ve aradan yıllar geçmesine rağmen kafası hiç değişmemiş.

 

Bakın 10 sene evvel neler olmuş.

10 Kasım 1996 tarihinde Rum ve Yunan Ordusu’nun ortaklaşa düzenledikleri Nikiforos Tatbikatında, Yunanistan’ın hava, deniz ve kara kuvvetlerinin RMMO içinde nasıl etkin bir rol oynadığı bir kez daha ortaya çıkmış ve gözler önüne serilmiş.

RMMO askerleri “Yunan Ordusu Geçiyor marşı eşliğinde resmi geçit yapmışlar ve selamı dönemim Rum Cumhurbaşkanı Glafkos Klerides ile RMMO Komutanı “Yunanlı General” Nikolaos Vorvolakos almış.

 

Peki Klerides bu selamı nerede almış. Tamı tamına, Yunan bayrağının karşısında ve de altında, hazır olda almış. Ortalarda Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Bayrağı hiç gözükmüyor ve ellerde coşkuyla sallanan yüzlerce, binlerce Yunanistan Bayrağı var sadece.

 

Bakın daha sonra neler olmuş. RMMO’da ki tüm zırhlı araçlar, törende kamufle edilmiş şekilde yer almış ve bu zırhlı araçları RMMO’da görev yapan “Yunanlı paralı askerler” kullanmış.

 

Bu paralı asker lafını ben uydurmadım, kafadan da atmadım”. Paralı asker sözünü (EPİ) Rumların kendileri kullanıyorlar ve ben bu sözleri aynen Rum gazetelerinden iktibas ettim.

Yılı size tekrar hatırlatayım, yıl 1996 ve Rum basını RMMO’da “Paralı asker” olduğunu yazmış. Günümüzün Rum Dışişleri Bakanı Lillikas bunu ne kadar da inkar etse, güneyde paralı asker olduğunu gene kendi insanı söylüyor ve yazıyor.

 

Sonra geçit resmi sırasında, Yunan Hava Kuvvetleri’ne ait 4 tane F-16 savaş uçağı, geçit yolu üzerinde gösteri uçuşu yapmış ve Yunan uçaklarından ikisi Girit’eki üslerine dönmüş, iki tanesi de Baf Havaalanı’na inmiş. Niye Baf’daki Andreas Papandreu havaalanına inmiş, çünkü aralarında “Ortak Savunma Doktrini” diye tanımladıkları bir “Askeri İşbirliği” anlaşması var. Bu anlaşma 1961 patentli. Dün bu gün değil, tam 56 yıllık bir anlaşma bu. Önceleri sözlü mutabakat şeklinde yapılmış sonra da kâğıda dökülmüş.

 

56 yıl öncesine bakarsak, gene aynı olayların yaşandığını ve Yunanistan’ın adadaki Türklerin imha edilmesi için asker ve silah göndermiş olduğunu görürüz.

1960’ta Kıbrıs’taki Türk ve Rumların ortaklaşa kurdukları bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıkılması için Kıbrıs’lı Rumları eğiten ve silah gönderen, 1964’de gizlice, adaya takviye edilmiş 20,000 kişilik bir tümen çıkaran da işte gene bu Yunanistan.

 

Bakın, Yunanistan Savunma Bakanı Garafulyas, 28 Mayıs 1964’de Grivas’a gönderdiği bir mektupta konu ile ilgili neler demiş. “Bu amacı (Enosis’i) gerçekleştirmek için hükümetim, başından beri hemen her gün Kıbrıs’a top dahil, her türlü savaş malzemesini göndermekle yetinmemiş çok sayıda subay da göndermiştir”.

Gördünüz mü? Kıbrıs’a 1963 öncesi hem silah hem de asker göndermiş Yunanistan. Açıkça Yunanistan o dönemde Kıbrıs’ı işgal etmiş ama ses çıkaracak hiçbir Avrupa ülkesi olmamış. Aynen bu gün de çaktırmadan işgal ettiği gibi. Şimdi de, her partide 1000 adet olmak üzere, paralı Yunan askerlerini RMMO’ya göndermeye başladı.

 

RMMO’nun ne kadar askeri var biliyor musunuz? Tamı tamına 78,000 adet. Rum Bakanlar Kurulu bu sayıyı yeterli bulmamış ve mevcut 78,000 Rum askerinin kısa vadede 100 bine çıkarılması kararını da almış.

Bu asker sayısını, adadaki mevcut nüfus oranına vurursanız, çoluk, çocuk, kadın ihtiyar dahil olmak üzere her 3 Türkü öldürmek için tepeden tırnağa silahlı 2 RMMO askeri görevlendirilmiş demektir.

 

Yapılan yasal değişiklikle RMMO daki asker sayısı önce yerel kaynaklardan yani Ermenilerin, Maronitlerin ve Latinlerin de askere alınması ile arttırılması yoluna gidilecek ve eksik kalan kısım da paralı Yunan askerleri ile tamamlanacak.

İsterlerse, aramızdaki Rum hayranları da bu paralı askerlere veya RMMO’ya katılabilirler. Herhalde bu kafadaki Kıbrıs’lı Türkler için RMMO özel bir birlik kurar artık. Yüzyıllar önce Kıbrıs krallarının kurdukları “Turkopol” birlikleri gibi.

29 Mart 2007
Yunanistan’dan Kıbrıs’a bitmeyen askeri destek için yorumlar kapalı
Okunma 98
bosluk

KKTC kilise kıskacına alınmak isteniyor

KKTC kilise kıskacına alınmak isteniyor

Şubat ortasında Sen Sinod Meclisini toplayan II.ci Hrisostomos, gözünü diktiği KKTC topraklarını Metropolitliklere ayırmaya başladı. Ona göre Kıbrıs’ın kuzeyi işgal altında ve oraları kurtarmak için ruhani kollarını oraya uzatması gerekiyor. Zaten Başpiskoposluk töreninde, adeta bir politikacı gibi kuzeyi kurtarma sözleri de vermişti.

Bu amaçla II.ci Hrisostomos, KKTC topraklarına ayak atmak için hem Metropolitlikler kurmak istiyor hem de bölge içindeki Piskoposlukların sayısını arttırmayı hedefliyor.

 

Metropolitlikler dini idari bölgeler demektir. Aynen bir ülkenin idari amaçlarla vilayetlere ayrılması gibi, Ortodoks kiliselerin yapılanmasında da devletin egemenliği altındaki bölgeler, Başpiskoposlukça Ruhani İdari Bölgelerine ayrılmaktadır. Bu bölgelerin her birinin başında Valiye eşdeğer Metropoller veya Metropolitler bulunmaktadır. Metropolitler sorumlu oldukları bölgenin en yüksek ruhani amiridirler ve bölge ile ilgili son söz onlarındır.

 

Şubat ortasında toplanan Sen Sinod Meclisi genişleme kararı alarak güneydeki Rum devletinin toprakları dışına çıkarak, kuzeyde de Metropolitlikler ve piskoposluklar kurmak kararını aldı. Yeni kilise bölgelerinin hangilerinin “Metropolitlik”, hangilerinin de “Bölge Piskoposluğu” olacağı konusunda kesin karara varamadı ama yavaş yavaş nelerin olacağı ve neleri hedefledikleri ortaya çıkmaya başladı.

Mecliste alınan karara göre “Konstantias, Mirianthusis, Tamassu, Trimithuntas, Arsinois ve Karpaz” Metropolitlik bölgeleri olarak kabul edildi.

Bu bölgelerden “Arsinoi”, yani Gazimağusa şehrindeki Maraş bölgesi, “Konstantias”, yani Salamis Bölgesi ve “Karpaz”, ismi üzerinde tüm Karpaz burnu, KKTC toprakları içinde.

Tamassu, günümüz ismi ile Politiko (Rumca ve Türkçe ismi aynıdır) ve Trimithunda yani Trimithuntas, Lefkoşa’nın Rum tarafında kalan kısmı içindedir. Aynı şekilde Mirianthusis de güney Kıbrıs toprakları içindedir.

 

II.ci Hrisostomos, genişleme planı çerçevesinde üç bölge güney Kıbrıs’ta, üç bölge de KKTC hudutları içinde tespit ederek, işlemlere başladı.

 

Başladı başlamasına da, şimdilik işler daha pek iyi gitmiyor. Kilisenin kendi içindeki sorunlar, Metropolitlerin ve piskoposların iktidar çekişmeleri diz boyu ve müthiş bir gerginlik yaşanıyor.

Zaten, kurulduğu M.S.330 dan beridir (Antakya patrikhanesi MS 45, İstanbul Patrikhanesi MS 47, Bizans Kilisesi MS 330 ve Roma’dan ayrılış MS 1054) Piskoposlar ve Metropoller arasında hep iktidar çekişmesi yaşanmıştır.

Şimdi sıcağı sıcağına, Sen Sinod Meclisi’nin yeni metropolitlik bölgeleri oluşturma kararının ardından Metropolitlik seçimleriyle ilgili olarak Otosefal Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi içinde gerginlik baş gösteriverdi hemen.

 

Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu II. Hrisostomos, kendi istediği kişiyi atamak için, yeni oluşturulacak Maraş – Konstantia (Salamis), Tamassu (Politiko)-Trimithunda Metropolitlikleri için her hangi bir Piskoposun aday olmasını istemiyor.  Buna karşın zaten 2006 yılının sonlarında yapılan Başpiskoposluk seçimlerinde rakiplerinden bir tanesi olan Limasol Metropoliti Athanasios, inadına adaylık başvurusunda bulunma kararı aldı ve aday olacağını da açıkladı.

Çıngarın çıkacağı kesin.

 

Zaten Başpiskoposluk seçimlerine katılan adaylar, ki bunların hepsi en üst düzey ruhban sınıfından olan bölgenin önde gelen piskoposlarıydı, en çirkin şekilde birbirlerinin tüm kirli çamaşırlarını ortaya dökmüşlerdi. Şimdi tekrar Rum Ortodoks Kilisesinde ve Sen Sinod Meclisi’nde yeni bir gerginlik ve kavga dönemine girilecek. Kirli çamaşırların bini bir paraya gidecek.

 

Athanisos’un ardından Maraş ve Konstantia metropolitliğini de Trimithunda Bölge Metropoliti Vasileos talep etmeye hazırlanıyor. Başpiskopos II. Hrisostomos ve Cikko Piskoposu Nikiforos, Vasiliu’nun adaylığını koymasını istemiyorlar ve geri çekmesi için şantaj dahil her yolu deneyecekler.

Alınan karara göre önümüzdeki aydaki Paskalya’dan hemen sonra Maraş ve Konstantia metropolitliği için seçim yapılacak. Bu seçimde Nikiforos ve Athanasios, boynuz boynuza gelecekler.

 

İşin bizi ilgilendiren tarafı ise II.ci Hrisostomos’un, tüm güney Kıbrıs’ı kaplayan kendi dini bölgesini yeterli bulmaması ve bizim topraklarımıza da göz dikmesi.

KKTC topraklarında hayali Metropolitlikleri açtıktan sonra ilk işi bunu, İstanbul Fener Patrikhanesi ile Moskova ve New York Patrikhanelerine bildirerek resmileştirecek.

Sonra da 1964 yılında karşılıklı aforozlarını kaldırdıkları Katolik Hıristiyanlara yani Vatikan’a bildirip, konuyu Kiliseler Birliğine aktaracaklar.

KKTC bu metropolitliklerin, kendi bünyesindeki “Din İşleri Dairesi”ne bağlı olmaksızın faaliyet göstermesine izin vermeyeceği için, yapılacak görev dağılımı uyarınca; Vatikan konuyu AB Başkanlar Konseyine, New York Başpiskoposluğu ABD senatosuna ve Moskova Başpiskoposluğu da Putin vasıtası ile Rus Duma’sına şikayet edecek ve KKTC’ye baskı yapılmasını talep edecekler.

 

Bir taraftan haklılığını ispatlamak için siyaseten BM’de, ABD’de ve AB’de politik savaş veren Türkiye ve KKTC, diğer taraftan hiçbir bağı olmadığı Hıristiyan dünyası içinde de saldırılara uğrayacak ve dolaylı baskılar altında bırakılmaya çalışılacak.

 

Gelmekte olduğu açıkça görülen “Dini Tsunami’nin şimdiden tedbirini almamız gerekmektedir. Sonra hem geç kalmış olacağız hem de altında ezilmekten kurtulamayacağız.

26 Mart 2007
KKTC kilise kıskacına alınmak isteniyor için yorumlar kapalı
Okunma 62
bosluk

GREEK MERCENARIES IN SOUTH CYPRUS

GREEK MERCENARIES IN SOUTH CYPRUS

Turkey and the Turkish Republic of Northern Cyprus have offi-cially protested the presence of 1,000 Greek mercenaries from mainland Greece in southern Greek Cyprus.

The official number of troops from mainland Greece deployed in south Cyprus is 6,000. The number of Greek mercenaries, who portray themselves as local Cypriots and dress as Greek national guardsmen (Ethniki Fruro) is 1,000. Of course, this Greek trick staged recently on the island of Cyprus, is not the first one.

Not long after the inter-communal clashes, enflamed by the Greek Cypriots on Dec. 21, 1963 in June of the following year, the House of Representatives, functioning with only its Greek Cypriot members, after expelling Turkish MPs with brutal force from the Parliament, passed a bill that established a National Guard, to which all Cypriot Greek males between the ages of 18 and fifty-nine were liable for compulsory service. The right of Cypriots to bear arms was then limited to this Greek-only National Guard and to the Greek-only police.

Invited by Makarios, Gen. Grivas returned to Cyprus in June to assume command of the National Guard; the purpose of the new law was to curb the proliferation of irregular Greek Cypriot bands and bring them under control in an organization to be commanded by the notorious Grivas. Around end of June 1964, Turkey and the Turkish Cypriots charged that large numbers of Greek regular troops were being clandestinely infiltrated into the island of Cyprus, to lend some professionalism to the Greek-only National Guard.

Grivas and the National Guard reacted to Turkish pressure by initiating patrols into Turkish Cypriot enclaves. Patrols surrounded two villages, Ayios Theodhoros (Boğaziçi) and Kophinou (Köfünye), about twenty-five kilometers southwest of Larnaca, and began sending in heavily armed patrols. Fighting broke out, and by the time the National Guards withdrew, 26 Turkish Cypriots had been killed. Turkey issued an ultimatum and threatened to intervene in force to protect the Turkish Cypriots.
After heavy diplomatic protests and pressures, in June of 1967 Grivas and 10,000 of the Greek troops from mainland Greece were forced to evacuate the island.

In 1971 Gen. Grivas returned to Cyprus to form EOKA-B (Ethniki Organosis Kyprion Agoniston [Greek for National Organization of Cypriot Fighters]), which was again committed to making Cyprus a wholly Greek island and annexing it to Greece.
In a speech to the Greek Cypriot armed forces (as quoted in “New Cyprus,” May of 1987), Grivas said: “The Greek forces from Greece have come to Cyprus in order to impose the will of the Greeks of Cyprus upon the Turks. We want enosis (union) but the Turks are against it. We shall impose our will. We are strong and we shall do so.”

By July 15, 1974 a powerful force of mainland Greek troops had assembled in Cyprus and with their backing the Greek Cypriot National Guard overthrew Makarios and installed Nicos Sampson as acting president.

The Turkish Cypriots appealed to the guarantor powers — Turkey, Greece and England — for help, but only Turkey was willing to make any effective response. After only four days, on July 19, 1974, while addressing the UN Security Council, Archbishop Makarios III accused Greece of having invaded Cyprus.

In July 1998, the Greek Cypriot administration requested S-300 missiles for the island. The S-300 missiles were ordered from Russia and an initial payment was given. Parts of the radar system arrived on the island and members of the Greek Cypriot Armed Forces were sent to Russia for training. Again, after loud protests and reactions, the final destination of the S-300 missiles were changed and placed on one of the Greek islands.

Now it is again the Greeks sending mercenary soldiers from Greece to southern Cyprus. It is time to blame Greece for its hostile operations in the island, which always lead to crises and inter-communal friction.

26 Mart 2007
GREEK MERCENARIES IN SOUTH CYPRUS için yorumlar kapalı
Okunma 245
bosluk

Annan Planı kabul edilseydi neleri kaybetmiştik

Annan Planı kabul edilseydi neleri kaybetmiştik

Annan Planının oylamasının yani Referandumun üzerinden neredeyse 3 yıl geçti. 24 Nisan 2004 referandumunda her iki taraftan da “EVET” oyları çıkmış olsaydı şimdiye kadar neler gerçekleşmiş olurdu biliyor musunuz?

Biz Kıbrıs’lı Türkler için tam bir felaket olacaktı. Lütfen yavaş yavaş, sindirerek ve hayal ederek, başımıza neler gelecekti iyice okuyun. Tam manası ile ikinci sınıf, korumasız, garantörsüz ve Türkiye’nin haklarının sulandırılmış olduğu yeni bir devletin içinde yaşıyor olacaktık.

 

Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, neredeyse tam bir Rum hegemonyasında üniter bir devlet haline gelmiş olacaktı. Bizim için kötü günler gene geri gelmiş, 2.ci sınıf vatandaş olarak Rumlar tarafından aşağılanmaya ve ezgi çekmeye başlamış olacaktık. Şehitlerimiz de herhalde mezarlarında huzursuz olacaklardı.

 

Benim aklıma gelenler şunlar.

1-      İki bölgeli, iki toplumlu, Federasyona dayalı ama gerçekte Rum üniter devleti  olan “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” ilan edilmiş ve neredeyse 3 yaşını da doldurmuş olurdu.

2-      13 Haziran 2004 tarihinde “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”ni oluşturan iki devletin Federe Milletvekilleri, Senatörleri ve AB Milletvekilleri seçilmiş olurdu.

3-      Federal parlamento ve dördü Rum ikisi Türk olan, altı asil ve oy hakkına sahip, ikisi Rum biri Türk olan, üç tane de oy hakkına sahip olmayan, dokuz üyeli Başkanlık Kurulu seçilmiş olurdu.

4-      Başkanlık Kurulu’nun görev süresi beş yıl olacağından ve Birinci beş yıllık dönemde her 10 ayda bir, bir Kıbrıslı Rum ve bir Kıbrıslı Türk dönüşümlü olarak başkanlık yapacağından, şu anda “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin başında bir Türk Cumhurbaşkanı olacaktı.

5-      Kıbrıs Türk devleti tarafınca, Kıbrıs Rum Devletine aşamalı olarak toprak iadesi başlamış ve 25 köy iade edilmiş olacaktı.

6-      85 bin Kıbrıslı Rum, Kıbrıs Rum Devletine iade edilmiş topraklardaki evlerine ve Kıbrıs Türk Devleti topraklarında istedikleri yere dönmüş olacaktı.

7-      Planda Türkiyeli göçmenler için tespit edilen 45,000 sayısı tamamlanamadığından tüm Türkiye’den gelen göçmenler adada kalmış olacaktı.

8-      Türkler arasında işsizlik ve göç büyük boyutlara ulaşmış olacaktı.

9-      “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” yöneticileri, Türkiye’den adaya gelecek olan ziyaretçilerden, Türkiye’nin tüm ısrarlarına rağmen Shengen vizesi istemeyi uygun gördüklerinden, vize alamayan Türk vatandaşları adaya artık giremeyeceklerdi.

10-  Geçmiş 3 yıl içinde adada konuşlanmış Türk askerinin %90’ı Türkiye’ye dönmüş olacaktı. Plandaki koşullara göre sadece 3000 Türk askeri kalmış ve en küçük bir birim bile kışladan dışarı çıkmak için 15 gün evvelsinden izin istemek zorunda olacaktı.

11-  Gayrimenkul sahibi Kıbrıslı Rumlar evlerini ya da köy veya kasabalarındaki başka bir evi geriye almış olacaklardı.

12-  Kıbrıslı Rumlar 2 yıl içinde de yani 2009’a kadar Kıbrıs Türk kesimindeki topraklarının da üçte birini tüm olarak geri almış olacaklardı.

13-  Her mal sahibi Rum geri alamadığı malı için tazminata hak kazanmış olacaktı.

14-  Karpaz bölgesindeki dört köye, Kıbrıslı Rumlar, hiçbir kısıtlama olmadan yerleşmiş ve geniş siyasi özerkliğe sahip olmuş olacaklardı. (Özerk Otonom bölge haline geleceklerdi)

15-  Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında turizm sektöründe olduğu gibi bütün sahalarda işbirliği olanakları başlamış ve Kıbrıs Türk devletinin ekonomik yapısı güçlü Kıbrıs Rum devletinin baskıları altında çöküş noktasına geliyor olacaktı.

16-  Adanın askersizleştirilmesi programı uyarınca, RMMO ve GKK lav edilmiş olacaktı ama  Rumlar yasal kılıfına uydurarak başka bir isim altında tekrar silahlanmış olacaklardı.

17-  4.cü kez göçmen durumuna düşmüş olan Türkler, güneydeki mallarının istimlak edilmiş veya harabe haline gelmiş olması nedeni ile geri dönemediklerinden, ne yapacaklarının ve nereye gideceklerinin düş kırıklığı içinde kuzeye gelen Rumlarla sürtüşmeye başlamış olacaklardı.

18-  Rumlar tarafından 1974’e geri dönük olarak Rum evleri içinde oturan tüm Türklere davalar açılmış olduğundan iki toplum arasında büyük bir gerginlik oluşmuş olacaktı.

19-  AİHM’deki mülk davaları ile ilgili tahliye emirleri sağanak gibi Kıbrıs’lı Türklere ihbar ediliyor olacaktı.

20-  Rum yerel Mahkemelerinde Türkler aleyhine, Türk yerel mahkemelerinde de Rumlar aleyhine yüzlerce tazminat davası açılmış olduğundan, tüm ada halkı bir kaos içinde yaşıyor olacaktı.

21-  Türkiye Cumhuriyeti’nin, kamu görevlisi Kıbrıs’lı Türklerin maaşlarını göndermesi iç işlerine müdahale olarak addedileceğinden, federal devlette iş bulamamış olan eski (KKTC) kamu görevlisi Kıbrıs’lı Türkler, işsizlik ve parasızlıktan bunalmış ve eski günleri hayal ediyor olacaklardı.

22-  “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin tüm stratejik mevkilerinde, müdür ve daha üst düzey görevlerinde,  AB normlarına uygun ve gerekli uyum kurslarını almış Türkler bulunamadığından, Kıbrıs’lı Rumlar görev yapıyor olacaktı ve bu nedenle de federal yapı, üniter yapıya dönmüş olacaktı.

23-  “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin idari kadrolarında Kıbrıs’lı Türkler, önemli ve stratejik olmayan mevkilerde, göstermelik olarak en çok müdür yardımcısı görevine atanmış olacaklardı.

24-  Sivil havacılık, Hava limanları, Merkez Bankası, Eski Eserler Dairesi, Tapu, Telekomünikasyon Dairesi, Sahil Koruma, Gümrük, Muhaceret Dairesi, Denizcilik Müdürlüğü gibi stratejik birimler Merkezi Hükümete bağlı olduğundan, “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” Rum çoğunluk tarafından idare ediliyor olacaktı.

25-  Tüm hava ve deniz limanlarının fiili kontrolü, Gümrükler ve diğer stratejik hizmetler Rumların yönetiminde olacaktı.

26-  Ve Maraş elden çıkalı tam 1 yıl olacaktı.

 

Yukarda yazdıklarım Annan Planının yazılı kuralları içeriğince gerçekleşecek olaylardı.

Birde benim düşünmek bile istemediğim ve Rum politikacıların entrikaları ve diasporadaki Rumların propagandaları ve kulis çalışmaları ile kaybetmeye mahkûm edileceğimiz haklarımız olacaktı ki, düşünmek bile istemiyorum.

1962 yılında, çiçeği burnunda Kıbrıs Cumhuriyetini yıkmak için Türklerin anayasa ile belirlenmiş haklarını fütursuzca çiğnemiş olan Rumların gene bunu yapmak için her yolu deneyeceklerinden hiçbir kuşkum yok.

Rumlar iyi ki Referandumda “Evet” demediler diye seviniyorum.  Yoksa şimdiye kadar çoktan canımıza okuyup, haklarımızı bin bir dalavere ile elimizden almış, Türkiye’nin garantörlük haklarının karşısında da AB’yi dikerek, bizi adadan atmak için elden geleni yapıyor olacaklardı.

İspatı, işte Papadopulos’un ve Lillikas’ın açıklamaları ve sözleri.

22 Mart 2007
Annan Planı kabul edilseydi neleri kaybetmiştik için yorumlar kapalı
Okunma 43
bosluk

Hrisostomos’un hedefi Karpaz Metropolitliği kurmak

Hrisostomos’un hedefi Karpaz Metropolitliği kurmak

Son 36 aydır, protokoldeki yeri Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı ile eş düzeyde olan Kıbrıs Rumlarının Başpiskoposu II.ci Hrisostomos, Karpaz yarım adasının en uç noktası olan Zafer Burnu’ndaki Apostolos Andreas (Sr. Andrew) Manastırını restore etmek kisvesi altında, din kökenli tezgahlar düzenleme çalışmaları yapıyor.

 

Geçtiğimiz aylarda yapılan Başpiskoposluk seçimlerini kazanmadan evvel de zaten gene Başpiskopos vekili idi ve din devletinin ipleri onun elindeydi. Biliyorsunuz, Rum tarafında iki ayrı devlet bulunmakta. Biri demokratik seçimle işbaşına gelen siyasi devlet, diğeri de ruhbanlar arasında yapılan seçimle işbaşına gelen dini devlet. İşte bu okulları, sosyal hayatı ve kiliseyi yöneten ikinci devletin başkanı da Başpiskopos II.ci Hrisostomos. Cumhurbaşkanları dahi onun sözünden dışarı çıkamıyorlar. O denli güçlü bir makam bu Başpiskoposluk.

Bana göre II.ci Hrisostomos’un hedefi sadece restorasyon değil.  Hedefi restorasyonun ardından önce, Apostolos Andreas Manastırı’na ilave ruhbanlar atamak, yani en üst dini rütbedeki Metropolit’den, ayak işlerini yapan en alt rütbedeki Galoyero’lara kadar, bir Metropolitlik için gerekli olan tüm personeli atamak ve sonra da Sen Sinod Meclisinden Karpaz Metropolitliğini açmak kararını çıkartmak.

 

Kıbrıs tarihini, özellikle Kıbrıs’taki Hıristiyanların kaleme aldığı taraflı tarihi derinlemesine biliyorsanız, çevrilmek istenen dümeni hemen görürsünüz.

 

Tabi II.ci Hrisostomos bu hedefine ağır ve sağlam adımlarla ilerlerken yalnız başına da hiçbir adım atmıyor. Yanında zaten, Cumhurbaşkanından bevapına kadar tüm Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti yetkilileri var. Bunlara ilaveten Birleşmiş Milletler, UNESCO, UNDP, Europa Nostra, AB’nin kültürel mirasla ilgilenen kuruluşları ile diğer uluslar arası örgütleri ve kuruluşları da yanına aldı.

 

KKTC toprakları içinde bulunan kiliselerin tamiratı ve bakımı ile ilgili olarak KKTC hükümetinin de bir çalışması var. Uzun soluklu bir çalışmadan sonra KKTC hükümeti egemenliği altındaki kendi toprakları içinde bulunan yaklaşık 245 kilisenin restorasyonunu ve bakımını yapmanın hazırlıklarını başlattı. Bu amaçla önce uzun vadeli bir restorasyon ve bakım planı hazırlandı, sonra da bunun kaynağının bulunması araştırmaların girildi. Kaynak her zaman ve her konuda olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nden sağlandı.

Ama gelgelelim, II.ci Hrisostomos işine gelmediği için Türkiye’nin mali desteği ile KKTC hükümetinin kendi topraklarındaki kiliseleri restore etmesini kabul etmiyor. Çünkü amacı üzüm yemek değil bağcıyı dövmek.

 

II.ci Hrisostomos’un asıl amacı, KKTC toprakları içindeki kiliselerin restore edilmesi değil. İstediği BM, UNDP veya benzeri uluslar arası kaynaklardan para bulmak ve restorasyonu o parayla yapıp kiliselerin üstüne oturmak ve başında bulunduğu otosefal yani kendi kendini yöneten Rum Ortodoks Kilisesinin egemenlik ve yönetim alanı içine, KKTC topraklarını da dahil etmek, “Hayır” denince de yaygarayı kopartmak

 

Siyasi Rum hükümeti bir taraftan AB’yi ve BM’yi kullanarak, KKTC halkını izolasyonlar ve ambargolarla boğarak KKTC topraklarını Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti topraklarına katmaya çalışırken ve egemenliğini Kıbrıs’ın kuzeyindeki toprakları da kapsayacak şekilde genişletmeye çalışırken, diğer taraftan da Dini Rum Hükümeti, ataları olan Bizanslılara yakışır entrikalarla dini egemenlik sınırları içine KKTC topraklarını katmaya çalışıyor.

Rum Ortodoks kilisesi bir kere adımını KKTC toprakları içine attı mı, asla bir daha çıkarmak mümkün olamayacaktır. II.ci Hrisostomos’un çıkaracağı yaygara tüm Hıristiyanlık dünyasını ayağa kaldıracaktır.  Tarihimiz bunun örnekleri ile doludur.

 

Tertip ve tezgah belli.

 

Bakınız dünkü Pazar ayininde Başpiskopos II.ci Hrisostomos neler demiş. “Restorasyon çalışmalarının başlaması için KKTC’den gerekli izinlerin sağlanması gerekiyor.  Restorasyon çalışmalarının ötesinde, Türkler izin verdiği takdirde manastıra personel sağlanması konusu önem kazanacaktır”.

Yani diyor ki, restorasyon biter bitmez, planımızın ilk adımı tamamlanmış olacak ve derhal tüm gücümüzle ve Hıristiyan dünyasındaki dostlarımızın da yardımı ile ikinci adımı atacağız ve Apostolos Andreas Manastırına personel atanması konusunu masaya koyacağız.

Sonrasını da ben size söyleyeyim Karpaz Metropolitliğ’inin ilanı.

Tut tutabilirsen II.ci Hrisostomos’u artık.

19 Mart 2007
Hrisostomos’un hedefi Karpaz Metropolitliği kurmak için yorumlar kapalı
Okunma 48
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar