Aç tavuk kendini arpa ambarında sanırmış

Aç tavuk kendini arpa ambarında sanırmış

BM’nin 24 Nisan günü açıkladığı anket sonuçlarını iyi değerlendirmek lazım. Bu anket sonuçlarına göre ve yapılan diğer anketlerin de sonuçlarına göre, bazı yerel yazarlarımızın kelimelerin arkasına saklanarak iddia ettikleri gibi “Federasyon” adada tarafların birincil olarak istedikleri bir çözüm şekli değil. Annan Planı ve Federasyon rüzgârları çoktan esti ve bu adadan çekti gitti. Artık hayallerin peşinde koşmamak lazım.

 

Adadaki iki halk Federasyon istedi iddiaları tam “Aç tavuk kendini buğday ambarında sanırmış” atasözüne uygun bir iddia. Anket sonuçlarını kendi düşündükleri doğrultuda değerlendirip, adadaki iki halk “Federasyon” istiyor diye yazmak ve iddia etmek, çok yanıltıcı ve saptırıcı bir davranış ve adada var olan iki halkın çoğunluğunun gönlünde ve düşünde var olan çözümü doğru şekilde tanımlamıyor.

 

Bu anketin sonuçlarını sağlıklı değerlendirebilmek için öncelikle Rumların neyi tercih ettiklerini ve BM’nin anket sonuçlarını değerlendirmeden önce de, aynı hafta içinde Rum tarafında yapılan anketlerin sonuçlarına da göz atmak gerekmektedir.

 

“Evresis” adlı şirketin yaptığı anketinin sonuçlarına göre, 2007 Nisanında Rum halkında 2004 Annan referandumuyla ilgili özlü değişiklikler yok. “Hayır”cıların oranı hala daha yüzde yetmişlerde, tamı tamına %71.6 ve buna karşın da Türklere olan güvensizlik ise %81’ çıkmış.

 

“Noverna Consulting and Research” şirketi tarafından yapılan anketin sonuçları ise biraz daha çarpıcı.

Kıbrıs’ta çözüm konusunda,  Çözüm şimdi olduğu gibi olsun (Statüko) diyenler %16, İki Ayrı Devlet isteyenler %12, İki toplumu-İki Kesimli Federasyon isteyenler %23, Konfederasyon isteyenler %4 ve 1959 Zürih Anlaşmasına geri dönülmesiyle birleşik bir devlet isteyenler %30 oranında. Tabi Rumlar Türklerin siyasi eşitliğini asla kabul etmedikleri için söz konusu 1959 Zürih anlaşmasını da Türklere siyasi eşitliği sağlayan 13 maddenin olmadığı şekliyle istiyorlar.

 

Kıbrıs Sorununun kısa zamanda çözülmesinden endişe edenlerin oranı ise %52. Rumların yarıdan fazlası adeta sorun ben öldükten çözülsün diyor.

 

Kıbrıslı Türklerle Ortak Özelliklerimiz Ne Kadardır?” sorusuna ortalama katılımcılardan %37’si “Az”, %31 “Yeterince”, %20 “Hiç” ve %9’u “Çok Fazla” yanıtını verirken, 18-34 yaş aralığındaki kişilerin %67’si, 35-54 yaş aralığındakilerin %56’sı ve 55 ve üstü yaştakilerin ise %44’ü Çok az veya Hiç Ortak Yanımız Yok yanıtını vermiş. AKEL’in “Türkler kardeşlerimizdir” savının aksine, ankete katılanlar, aramızda hiçbir bağ yoktur demeyi tercih etmişler.

 

Eğer bir gün adada Federal bir çözüm olursa, Kıbrıs Türk devletçiğinde yaşamak istemeyenlerin Rumların oranı %82. Kıbrıslı Türk işverenin emrinde çalışmayı kabul etmeyen Rumların oranı ise %57.

En çarpıcı yanıt ise, iki halk arasında yapılacak evlilikler üzerine sorulan soruya Kıbrıslı Rumların %80’inin Kıbrıslı Türklerle evliliğe karşı olduklarını beyan etmesi.

 

Şimdi gelelim BM’nin Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar arasında, Kıbrıs sorununa ilişkin gerçekleştirdiği ankete.

Önce ortak yandan başlayalım. Her iki halk da yakın gelecekte Kıbrıs sorununun çözüleceğini öngörmüyor ve ne AB’nin ne de BM’nin bu işi kısa zamanda başaracağına inanmıyor.

 

Farklı görüş ise konunun özünde ortaya çıkıyor. Adadaki iki halk, yani Rumlarla Türkler, Kıbrıs sorununa çözümü farklı olarak düşünüyorlar ve istiyorlar.

Kıbrıslı Rumların çoğunluğu çözüm modeli olarak “Birleşik (Üniter) Devleti” yani içinde Türklerin ortak değil azınlık olduğu üniter Rum devletini istediklerini belirtirken, Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu ise (yan yana) “İki ayrı devlet” modelini benimsiyorlar.

Her iki tarafın çoğunluğu, karşı tarafın ilk tercihini benimsemiyor.

Kıbrıslı Rumların %35’i, Kıbrıslı Türklerin ise %30’u Federal bir çözüme kesinlikle karşı.

Federal çözüm ise, her iki tarafın da ikincil tercihi olarak çoğunlukta. Her iki halk, “iki toplumlu iki kesimli federasyon” çözümünü, “mecburi çözüm olarak isteksizce” desteklediklerini belirtiyorlar, yani kötünün iyisi olarak görüyorlar.

 

Yerel basında çıkan bazı yanıltıcı yorumların aksine, çözüm olarak iki ayrı devlet isteyen Türklerin oranı, Federasyon isteyenlerin neredeyse iki katından daha fazla. Kıbrıslı Türklerin ilk tercih olarak Federasyonu istemedikleri kesin olarak bu ankette tekrar ortaya çıkıyor.

30 Nisan 2007
Aç tavuk kendini arpa ambarında sanırmış için yorumlar kapalı
Okunma 88
bosluk

PRESIDENTIAL ELECTIONS HEADSCARF VS DEMOCRACY

PRESIDENTIAL ELECTIONS HEADSCARF VS DEMOCRACY

 

If this is what you think of the presidential elections in Turkey, you are singing the wrong tune.
This very election will help Turkey’s democracy to deepen, to be more stable, rest on a solid basis and widen the borders of the rule of law in Turkey.
If democratic rules are breached in Turkey, the consequences will, like a domino effect, deprecate the principles of liberty, democracy, respect for human rights and fundamental freedoms and the rule of law.

This presidential election is now a major test of democracy in Turkey; everybody should respect the democratic process.

 

The election of the Turkish president should be made according to democratic rules and Turkey’s Constitution. The world has a strong belief in Turkish democracy and its democratic institutions.

 

As per the existing constitution the Turkish Parliament — that is, the Turkish Grand National Assembly — is the only and sole organization to decide who is to be Turkey’s next president.

 

In the Constitution Turkey is tailored as a democratic state, meaning that civil organizations and civil politics fulfill their responsibilities in a free environment, free of all kinds of interference.

 

Any kind of interference will be a setback for Turkey’s Western civilization aspirations, set as one of the main objectives of Turkish Republic by the founder of Turkey, Mustafa Kemal Atatürk.

 

The election process is a critical moment in Turkey’s role in the world.

A possible intervention will not help Turkey’s critical role in one of the most complicated regions of the world.

 

If there is such an attempt in Turkey, this will be perceived as an attempt against democracy and an extremely clumsy contribution to an extremely important democratic process.

 

Stability and democracy in Turkey is pivotal for the free world. Secular democracy holds a very high value for the European Union and was at the core of Turkey’s Europeanization project.

 

The decisions taken by the Council of Europe on the summit meeting on Dec. 17, 2004, paving the way for accession talks, clearly state that negotiations with the EU could be suspended if democratic rules are breached.

 

Painful experiences have proven how non-democratic approaches harmed Turkey in the past.

 

The rich historic background of Turkey will help to resolve these political issues in their own way, in a way that’s consistent with the Turkish secular democracy and the constitutional provisions.

 

Every political dispute or problem in Turkey could now be handled and resolved within the legal framework and democracy, contrary to the methods of the ‘70s and ‘80s.

 

This very presidential election will probably lead to a start of a “new era” in terms of Turkey’s democracy, a democracy on good terms with headscarf, rule of law and foreign policy.

 

Abdullah Gül’s nomination as president will probably prove to be a development heralding a transition in Turkey from a democracy of fears to a republic of freedoms and, if elected, this new president may pursue a more “dynamic foreign policy,” due to his Western and Eastern background and duly inject a new dynamism into Turkey’s relations with the EU, US and Middle East.

30 Nisan 2007
PRESIDENTIAL ELECTIONS HEADSCARF VS DEMOCRACY için yorumlar kapalı
Okunma 66
bosluk

Altı yıllık kehanet

Altı yıllık kehanet

Türkiye’de yayınlanan  “AYDINLIK” dergisini okuyor musunuz?. Veya bir başka şekilde sorayım bu soruyu. Hiç bu dergiyi görüp, sayfalarını karıştırdınız mı? İlginç bir dergi. Bazen içinde akla hayale gelmeyen komplo teorileri var, bazen gerçekler, bazen de acı eleştiriler.

 

Bu dergide yayınlanmış ve bizimle ilgili olan güncel bir hatırlatma yapayım size. KKTC’nin kuzey kıyıları ile Türkiye’nin güney kıyıları arasında, Koruçam Burnundan (Kormacit Burnu), İskenderun Körfezine doğru bir yay şeklinde petrol yatakları olduğunu, 2003 seçimlerinden evvel, DP Genel Başkanı Serdar Denktaş ile adeta eşgüdüm içinde aynı günlerde dile getiren dergi bu sözünü ettiğim Aydınlık dergisi.

Aralarında tabi hiçbir bağ veya iletişim yok. O günlerde Serdar beyin çok yakınında olmamış olsam, birbirleri ile paslaşıyorlar ve biri KKTC’de diğeri de Türkiye’de aynı konuyu gündeme getiriyor diyecektim ama gerçek hiçte öyle değil.

 

Şimdi nerden çıktı diyeceksiniz bu dergi. Bir yerlerden bulup buluşturup 15 Nisan 2007 tarihli, yani geçen haftaki, bu söz konusu “Aydınlık” dergisini bir bulup bir göz atıverin. 6.cı sayfada aynı derginin 20 Ekim 1996 tarihli sayısının kapak resmi var. Kapaktaki başlıkta “Merak edilen gizli mesajı açıklıyoruz: Abramowitz Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor” diye yazıyor.

 

İşte bundan sonrası biraz daha ürkütücü. 1996 yılında, Türkiye’nin siyasi geleceği ile ilgili kehanetlerde bulunulmuş ve bu kehanet de 3 Kasım 2002 yılındaki TBMM seçimlerinde birazcık ve sonraki ara seçimde de tam olarak cuk diye yerine oturmuş.

Haber Abramowitz’in sözleri ile ilgili. CIA’in, yani Amerika Birleşik Devletlerinin içteki ve dıştaki casusluk ve karşı casusluk kuruluşu olan “Merkezi Haber Alma”   teşkilatı ile sıkı bağı olan ve 14 Mayıs 1948 tarihinde Kalifornia’nın Santa Monica şehrindeki Douglas Aircraft Company’den ayrılarak tam bir Stratejik Araştırma Merkezi olarak faaliyet gösteren Rand Corporation’ın (web adresi : www.rand.org) aylık yayın organında, Amerika’nın eski Ankara Büyükelçilerinden Morton Abramowitz’in Türkiye ile ilgili öngörülerinin yer aldığı bir makale var.

İşci Partisi Genel Başkanı olan Doğu Perinçek, bu makaleye tuta, kendisi ile yapılan bir söyleşide “ABD Tayyip Erdoğan’ı Başbakan, Abdullah Gül’ü de Dışişleri Bakanı yapacak. CIA’nın yan kuruluşlarından Rand Corporation’ın yayın organında da bu yazıldı” der ve bu sözleri Cumhuriyet Gazetesi’nden Leyla Tavşanoğlu kaleme alır.

Aydınlık Dergisi 20 Ekim 1996 tarihinde “Abramowitz, Tayyip’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor” kapak haberiyle ABD’nin Erdoğan’a verdiği bu görevi Türk halkına duyurdu.

 

Rand Corporation bünyesinde Nobel ödülü almış kişilerin de çalıştığı geniş çaplı bir kuruluş ve bu öngörüyü yapan da Amerika’nın eski Ankara Büyükelçilerinden Morton Abramowitz.

Abramowitz AKP’nin iktidar olacağını ve Erdoğan’ın Başbakan, Gül’ün de Dış İşleri Bakanı olacağı saptamasını veya planını 3 Kasım 2002 seçimlerinden tamı tamına 6 yıl önce yaptı ve hedefi de göbeğinden vurdu.

 

CIA’in Türkiye’de iyi çalıştığı, elemanlarının halkın nabzını iyi tuttuğu ve Türk halkının sosyal ve beyinsel yapısını çok iyi analiz ettiği kesin.

Bunları niye mi yazdım. Türkiye aksırdığında KKTC nezle olduğundan, Türkiye için kısa ve 50 yıl gibi uzun vadeli siyasi hedefler saptayan CIA’in ve Rand Corporation’un, Kıbrıs sorunu ve Kıbrıs’lı Türkler için de bir plan yaptığı ve ABD çıkarları doğrultusunda bir strateji belirlediği kesin.

26 Nisan 2007
Altı yıllık kehanet için yorumlar kapalı
Okunma 211
bosluk

Annan Planı hakkında bilmediklerimiz

Annan Planı hakkında bilmediklerimiz

Yarın 24 Nisan ve Annan Planı referandumunun üzerinden tamı tamına 3 yıl geçti.

9 bin sayfadan oluşan ve Annan’ın adını taşıyan bu planda 200’den fazla konu başlığı bulunmaktaydı ve her madde bir klasörden oluşmaktaydı.

CD’ler üzerine kaydedilmiş Annan Planı’nın yazılı belge haline getirilmesi, 1 kişi tarafından ancak 350 saatte veya  8 kişi tarafından 4 yazıcı ile ancak 11 saatte gerçekleştirilebilir.

Bu yazılı belgeler üst üste konulduğunda boyu 1 metre oluyor. Tartıldığında 52 kilo geliyor. 9 bin sayfa yan yana konulduğunda 548.1 metrekare yer kaplıyor. Planın yazıldığı kağıtlar uç uca konulduğunda uzunluğu 2 kilometre 610 metre tutuyor. Planın tamamı ise tamı tamına 1 milyon 647 bin 471 kelime. 10 milyona yakın vuruş ya da harf içeriyor.

Sadece 183 sayfalık ana dokümanda 47 bin 877 kelime var ve buna ilave olarak 171 sayfa kaynakça var. 1134 uluslararası anlaşmaya atıfta bulunulmuş. Bir kişi normal okumakla düşünmeden, yemeden, içmeden, uyumadan, tuvalete bile gitmeden devamlı olarak okuduğunda 62.5 günde ancak bitiyor bu plan.

Bir kişinin metni İngilizceden Türkçeye çevirmesi için ise tamı tamına 6 ay gerekiyor. (Hukuki bir metin olduğu için yarım saatte bir sayfa çevirse, 1 saatte 2 sayfa çevirebilir. Yemese, içmese, uyumasa, 9 bin sayfayı ancak 4 bin 500 saat, yani 187 günde, yani 6 ay 7 günde çevirebilir). Bir çevirmen olduğum için bu hesabı yapmam çok kolay oldu.

 

Şimdi gelelim planın içeriğine.

Bu kadar geniş kapsamlı bir planın içeriğinde nelerin bulunduğunu bir tek kişinin tam olarak bilebildiğinden çok da emin değilim. Zaten dönemin bir siyasi lideri de “Ben bu planı okumadan imzalarım” dahi demişti. Okusaydı da anlamayacaktı zaten.

 

Bu gün elde edebildiğimiz veya bulabildiğimiz bilgi ve belgelere, aldığımız duyumlara göre, planda yer alan birçok maddenin sanıldığı gibi BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından değil, bazı Rumlar tarafından hazırlandığı gerçeği ortaya çıkmaktadır.

 

Eğer bu plana taraflarca “EVET” denseydi hayatımızda çok dramatik değişiklikler olacaktı.

1-  Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Cumhuriyetin tüm devlet daireleri 25 Nisan 2004 günü lav edilmiş olacaktı.

2-  Annan Planı’nın Kıbrıs’a getireceği yapay barış, batılı ülkelerin Afganistan’a, Irak’a ve Lübnan’a (Filistin’e) götürdüğü türde bir barış olacaktı. Annan Planı’nın kabulü için her türlü baskıyı yapan barışsever dünya İsrail işgalindeki Filistin halkına gösterdiği anlayışın benzerini Kıbrıs Türk halkına da gösterecek ve günü geldiğinde Kıbrıs Türk halkının yok oluşu çok kanlı başlayacak ve kanlı bitecekti.

3-  Türkiye’nin garantörlük haklarının sulandırılması ve kapsamının daraltılması nedeni ile Türkiye’nin müdahalesine asla izin verilmeyecekti.

4-  Maraş, Güzelyurt, Bostancı ve 50 adet köyümüz tamamen Rumlara iade edilmiş olacaktı.

5-  85 bin Kıbrıslı Rum, Kıbrıs Rum Devletine iade edilmiş topraklardaki evlerine ve Kıbrıs Türk Devleti topraklarında istedikleri yere dönmüş olacaktı. Bunun sonucu olarak da 60 bin Kıbrıslı Türk yerlerinden yurtlarından atılarak, göçmen durumuna düşürülmüş olacaktı.

6-  4.cü kez göçmen durumuna düşmüş olan Türkler, güneydeki mallarının istimlak edilmiş veya harabe haline gelmiş olması nedeni ile geri dönemediklerinden, ne yapacaklarının ve nereye gideceklerinin düş kırıklığı içinde kuzeye gelen Rumlarla sürtüşmeye başlamış olacaklardı.

7-  Mücahitlik puanı karşılığında alınan mülkler ve Şehit ailelerine verilen arsalar iptal edilerek Rumlara geri verilmiş olacaktı.

8-  Türkiye’den gelip adaya yerleşen kardeşlerimiz ise ya ellerindeki taşınmazları Rum tarafındaki geçerli fiyattan satın almak zorunda kalacaklardı ya da geri gitmek zorunda bırakılacaklardı.

9-  “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Rum yöneticileri, Türkiye’den adaya gelecek olan ziyaretçilerden AB kuralları uyarınca Shengen vizesi isteyeceklerinden, vize alamayan Türk vatandaşları adaya artık giremeyeceklerdi.

10-Üniversitelerimiz, Rumların, AB’nin arkasına saklanarak yapay olarak çıkardıkları engellerden dolayı Türkiye’den ve diğer ülkelerden gelemeyen öğrenciler nedeni ile kapanmakla karşı karşıya kalacaklardı.

11-Geçmiş 3 yıl içinde adada konuşlanmış Türk askerinin %95’ı Türkiye’ye dönmüş olacaktı. Plandaki koşullara göre 2007 sonunda adada sadece 650 Türk askeri kalacaktı ve en küçük bir birim bile kışladan dışarı çıkmak için 15 gün evvelsinden BM’den izin istemek zorunda olacaktı.

12-Adanın askersizleştirilmesi programı uyarınca, RMMO ve GKK lav edilmiş olacaktı ama Rumlar yasal kılıfına uydurarak başka bir isim altında tekrar silahlanmış olacaklardı.

13-Kıbrıslı Rumlar 2 yıl içinde de yani 2009’a kadar Kıbrıs Türk kesimindeki topraklarının da üçte birini tüm olarak geri almış olacaklardı.

14-Karpaz bölgesindeki dört köye, Kıbrıslı Rumlar, hiçbir kısıtlama olmadan yerleşmiş ve geniş siyasi özerkliğe sahip olmuş olacaklardı. (Özerk Otonom bölge haline geleceklerdi)

15-Türkiye Cumhuriyeti’nin, kamu görevlisi Kıbrıs’lı Türklerin maaşlarını göndermesi iç işlerine müdahale olarak addedileceğinden, federal devlette iş bulamamış olan eski (KKTC) kamu görevlisi Kıbrıs’lı Türkler, işsizlik ve parasızlıktan bunalmış ve eski günleri hayal ediyor olacaklardı.

16-“Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin tüm stratejik mevkilerinde, müdür ve daha üst düzey görevlerinde,  AB normlarına uygun ve gerekli uyum kurslarını almış Türkler bulunamadığından, Kıbrıs’lı Rumlar görev yapıyor olacaktı ve bu nedenle de federal yapı, Rum üniter yapısına dönmüş olacaktı.

17-“Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin idari kadrolarında Kıbrıs’lı Türkler, önemli ve stratejik olmayan mevkilerde, göstermelik olarak en çok müdür yardımcısı görevine atanmış olacaklardı.

18-Sivil havacılık, Hava limanları, Merkez Bankası, Eski Eserler Dairesi, Tapu, Telekomünikasyon Dairesi, Sahil Koruma, Gümrük, Muhaceret Dairesi, Denizcilik Müdürlüğü gibi stratejik birimler Merkezi Hükümete bağlı olduğundan, “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” Rum çoğunluk tarafından idare ediliyor olacaktı.

19-Tüm hava ve deniz limanlarının fiili kontrolü, Gümrükler ve diğer stratejik hizmetler Rumların yönetiminde olacaktı.

 

Yukarda yazdıklarım benim hayal ürünüm değil, Annan Planına “Evet” denseydi aradan geçecek olan 3 yıl içinde gerçekleşmiş olan olaylardır.

 

Birde benim düşünmek bile istemediğim ve Rum politikacıların entrikaları ve diasporadaki Rumların propagandaları ve kulis çalışmaları ile kaybetmeye mahkûm edileceğimiz haklarımız olacaktı ki, bu olasılığı düşünmek bile istemiyorum.

23 Nisan 2007
Annan Planı hakkında bilmediklerimiz için yorumlar kapalı
Okunma 56
bosluk

WHO CREATED THE CYPRUS PROBLEM?

WHO CREATED THE CYPRUS PROBLEM?

In the Greek Cypriot version of history, Greece’s national issue, the “Megali Idea” (Mega Idea), the wish of “Enosis,” — meaning the annexation of Cyprus to Greece — stands firm.
The Enosis concept, based on the map of the Megali Idea drawn in 1791 and encapsulating the island of Cyprus in the territories of Greece, which at the time was under Ottoman rule, has stayed on the agenda ever since. This problem, led by Cypriot and Greece Orthodox Churches within their own historical evolution, has various stages.

 

1st stage: The problem called “Cyprus” actively appeared for the first time after the mapping of the Megali Idea in 1791, release of Enosis manifesto on 1821 and the uprising of Greeks under the leadership of Greek Orthodox Church.

 

2nd stage: The period between 1878-1914, when the active sovereignty of Cyprus was handled by the British. During this period, Turkish Cypriots were compelled to migrate in huge numbers, prompted by bloody attacks organized by swarms of Greeks and the properties owned by the Evkaf (Turkish Foundation) were confiscated. The origin of the property issue, still on the agenda today, goes back to this era.

 

3rd stage: The period covering the days after the unilateral annexation of the island by the British. In 1921 and 1950, Enosis plebiscites organized under the patronage of the Orthodox Church and Enosis helped with an uprising that took place in 1931, and 1955 the EOKA started an armed campaign steered by Greece.

 

4th stage: The period covered after the establishment of the Republic of Cyprus in 1960 till 1974. Greek Cypriots attempted to knock down the republic by changing the constitution and enforced the AKRITAS Plan on Dec. 21, 1963, where Mr. Papadopoulos was one of the masterminds.

 

The international community, blaming Turkey for an occupation, seems to be forgetting the fact that Greece had sent secretly a division of 20,000 troops to the island in 1964.

As a result, Turkish Cypriots had to evacuate 103 villages and were squeezed in “ghettos” covering barely 3 percent of the total land. They were forced to survive under unemployment, economic sanctions, restricted right of movement, no property rights and even massacred.

 

During the 4th stage, two fronts, actually both aiming for Enosis as the final target but differing in timing and procedure, came on scene. The EOKA-B, supported by the junta in Greece, was willing to achieve Enosis via short cut by overthrowing President Makarios, took over the administration by a military coup on July 15, 1974.

 

During the internal clashes within the Greek community in this period, 2,000 Greek Cypriots were killed and Nikos Sampson installed as the new president. Makarios, in his speech on July 19, 1974 at the UN Security Council stated that “the July 15 coup was organized by the Greek government and is an occupation threatening the independency and sovereignty of the island.”

 

All of these, based on written material, bring up the existence of a cluster of problems on the island, founded and governed by Greece before two centuries and finally aimed to overtake the administration.

 

The 1974 military intervention by Turkey based on the Treaty of Guarantee is not the factor that created the Cyprus problem, but actually, on the contrary, aimed to end it and became a turning point by opening a passage for finding a political solution.

 

Alongside the statement of Makarios, the existence of the ruling of Supreme Court of Greece dated March 21, 1979 and ref 2658/79, stating, “The intervention of Turkish Army to Cyprus is fully legal, the responsibility totally belongs to Greek officers” are by no means the best testimonials to clarify the picture.

23 Nisan 2007
WHO CREATED THE CYPRUS PROBLEM? için yorumlar kapalı
Okunma 100
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2

Arşivler

Son Yorumlar