KIBRIS SORUNUNUN 2008 FALI

KIBRIS SORUNUNUN 2008 FALI

Tüm okuyucularımın Yeni Yılını Kutlar, Sağlık ve Mutluluklar içinde huzur dolu bir yıl geçirmelerini dilerim.

 

Genelde yılsonlarında Yeni Yılın Falına bakmak adettendir. Kahve içmediğim için Fal’dan pek anlamam ama Siyasi Falcılık da adeta genlerime işlemiş.

2007 yılında karşılıklı suçlamalar, İngiltere-Türkiye İşbirliği Protokolü ve 5 Eylül görüşmesinden öteye dikkate değer herhangi bir gelişme olmamasına ve 2007 yılının, Kıbrıs sorununun çözümü veya geleceğinin belirlenmesi açısından tam bir “Hiç” olarak geçmesine rağmen, 2008’de neler olacağını 2007 daha şimdiden belirlemiş.

 

Papadopulos’un, Makarios’un 1960’lı yıllardaki politikasını benimsemesi ve bunu büyük bir sadakatle sürdürmesi nedeni ile Kıbrıs sorunu 2004 yılının 24 Nisanında çözüme çok yaklaşmışken, tekrar siyasetin çıkmaz sokaklarına geri dönmüştü.

 

Makarios’un 1960’lı yılların başındaki politikası, Kıbrıs Cumhuriyetini Enosis’e bir sıçrama tahtası yapmaktı ve bu nedenle de Londra’da Kıbrıs Cumhuriyetini kuran antlaşmalara imzayı kerhen de olsa, yani göstermelik de olsa, atmıştı.

Enosis’e zemin oluşturmak için 3 yıl hazırlık yapan Makarios, 1963’de başlattığı Kıbrıslı Türkleri sindirmek ve Anayasadaki Türklerin lehine olan 13 maddeyi iptal etmek harekâtı başarısızlıkla sonuçlanınca, 1968 yılında taktik değiştirdi ve “arzulanan değil mümkün olan çözüm” stratejisini benimseyerek, “Kıbrıs sorununa uzun vadeli çözüm” stratejisini yürürlüğe koydu.

 

Makarios uzun vadeli çözüm stratejisini, “Artık hükümet bizim tekelimizdedir. Türk Bakan ve Milletvekilleri yok. Anayasa ile Türklere verilen haklar da yok. Kıb­rıslı Türkleri, Kıbrıs Cumhuriyetinin %3 büyüklüğündeki açık hava hapishanelerinde yaşamaya mahkûm ettik. Kıbrıs Cum­huriyeti biziz. Böyle devam edersek ve baş­kalarının bize dayatmaya çalıştığı “siyasal eşitliğe dayalı çözümleri” bir şekilde engelleyip Kıbrıs sorununun çözülmesine mani olabilirsek, hayallerimizi gerçekleştirebilecek olanaklara bir gün kavuşabiliriz. Bu mücadelemizin sonunda ya Türkiye’nin en zayıf bir anında Yunanistan’a ilhak olup Enosis ülkümüzü gerçekleştireceğiz ya da en kötü seçenek olarak Kıbrıslı Türklerin azınlık olacağı bir Kıbrıs Rum devletine sahip olacağız” kuramı üzerine inşa etmişti.

1968’de bu yeni stratejisini yürürlüğe koyan Makarios, Kıbrıslı Türklere uyguladığı ambargoyu ve insanlık dışı kısıtlamaları kaldırmış, yurt dışına bir daha geri dönmemek üzere göç etmek isteyen Kıbrıslı Türklere de her tür olanağı sağlamaya başlamıştı.

Makarios’un bu uzun vadeli stratejisi, hiç beklemediği bir anda Yunanistan’daki Cunta tarafından 1974 yılında bozuldu ve ters yüz oldu. Ölümü de zaten, Enosis’e tam da yaklaşmışken adanın üçte birinin elinden kayıp gitmesinin verdiği kahırdan oldu.

Papadopulos’un selefi Glafkos Klerides, Makarios’un “arzulanan değil mümkün olan çözüm” stratejisini benimsedi ve seçilir seçilmez de uygulamaya koydu. Bu nedenle de Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti, Klerides döneminde Enosis yolunda uğraş vermek yerine AB’ye girmek başarısını gösterdi.

Beyni 1960’lı yılların felsefesine ve stratejisine takılı kalmış olan Papadopulos Cumhurbaşkanı seçildiği 2002 yılında Klerides’in çizdiği yoldan ayrıldı. Makarios’un “Ya Türkiye’nin en zayıf bir anında Yunanistan’a ilhak olup Enosis ülkümüzü gerçekleştireceğiz ya da en kötü seçenek olarak Kıbrıslı Türklerin azınlık olacağı bir Kıbrıs Rum devletine sahip olacağız” kuramını benimsedi ve çalışmalarını da bu stratejinin üzerine inşa etti.

 

Papadopulos’un kitabında “Türklerle siyasi eşitliğe dayalı ortak bir Kıbrıs devleti kurmak” anlayışı yoktur. Bu nedenle 24 Nisan 2004 Annan Planı referandumunda Temsil ettiği Rum halkına %76 oranında “Hayır” dedirtmiştir. O günlerde başta Klerides olsaydı, Rumların oyları çok büyük bir olasılıkla, Papadopulos ile Kleridis arasındaki strateji farkı nedeni ile “Evet” yönünde çıkacaktı.

 

2008 yılında, özellikle de Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeni ile yer değiştiren politik taşlar yerlerine oturduktan sonra, yani Mart ayı sonrasında zemini Annan Planı olan ama adı farklı bir planın masaya konacağı, benim açtığım falda ortaya çıkıverdi.

Aynı falda, bu sefer, küresel politikayı yöneten ülkelerin, Kıbrıslı Rumların 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan Annan Planı referandumunda “Hayır” demeleri nedeni ile düzenlerinin bozulmasını, Rumların AB’ye girmek uğruna verdikleri “Yalan Söz”leri ve Papadopulos’un “Üniter Rum Devleti” kurmak rüyaları uğruna kendilerinin ortaya koyduğu Kıbrıs politikasını bozmasını hiç unutmadıkları da gözüküyor.

Bu nedenle de bir daha Papadopulos’un oyununa gelmemek için tedbirlerini şimdiden almaya başladılar.

 

Birinci adımları Papadopulos’a seçimleri kaybettirmek olacak. Basit bir yöntem uygulayacaklar ve Papadopulos’un son anda kullanmak üzere sıkı sıkıya sakladığı “Lokmacı Barikatı” konusunu Papadopulos’un aleyhine olacak şekilde gelişmesini sağlayacaklar veya Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların ve ambargoların kaldırılması, KKTC’deki üniversitelerin Bologna süreci içine alınması veya direk ticaretin yapılması süreçlerinin başlatılması gibi benzeri bir konuyu, Papadopulos’un Rum seçmen nazarındaki saygınlığını sarsacak şekilde Kıbrıslı Türklerin lehine sonuçlandıracaklar.

Zaten geçmiş dönemde Papadopulos’un başkanı olduğu DIKO oylarından biraz çalacak ve DIKO oylarını bölecek olan eski DIKO’lu Matsakis’in de Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyacak olması bir tesadüf değil. Her ne kadar kesin adaylık başvuruları 18 Ocak’ta bitecek olmasına ve adayların kimler olacağının bugünden belli olmamasına rağmen, kesin olan Papadopulos’un kaybedeceğidir. Bu sefer Polycarpos Yorgadjis’ten çaldığı ve Kıbrıs’ın en zengin ailesinin kızı olan karısı Fotini Papadopulou’nun da paraları seçimleri kazanmasına yetmeyecek.

Baktığım falda biraz puslu çıktı ama 47 gün evvelsinden seçimleri Hristofyas’ın kazanacağı ve hükümeti de AKEL-DISY koalisyonu kuracakmış gibi gözüküyor. AKEL kuruluşundan 67 yıl sonra ilk defa Cumhurbaşkanlığını kazanmış olacak.

Kazanmaya kazanacak ama ertesi gün de “Barış Görüşmeleri Masasına” zorla oturtulacak. DISY’nin baskıları ve yıllardır savunduğu Federasyon tezi de başına bela olacak.

Hristofyas’ın Federasyon kavramında, Siyasi Eşitlik var ama Türklerin yönetimde ortak olması kavramı yok, Türk askeri de yok, Anavatandan gelen kardeşlerimiz de yok.

Nasıl bir Federasyon olacak ve biz Kıbrıslı Türkler bu Federal yapının neresinde “Eşit haklara sahip Ortak” olacağız onu da anlamak mümkün olmayacak ama görüşmeler de bütün hızıyla sürecek.

31 Aralık 2007
KIBRIS SORUNUNUN 2008 FALI için yorumlar kapalı
Okunma 70
bosluk

CYPRUS HISTORY FROM 1960 TO 1974 (4)

CYPRUS HISTORY FROM 1960 TO 1974 (4)

Polycarpos Yorgadjis, a man who ran his ministry as if he were still in EOKA and who attracted to himself attributions of the most intricate plotting, used the constitutional breakdown over tax collection as an excuse for getting Makarios’s authority for building up a “secret army” of ex-EOKA men. There were also other freelance gangs of armed irregulars on the Greek side.

On Nov. 30, 1963, President Makarios wrote to Vice President Dr. Fazıl Küçük proposing 13 amendments to the constitution which, he said, would “remove obstacles to the smooth functioning and devel-opment of the state.” He did so apparently with the knowledge and encouragement of the British high commissioner, Sir Arthur Clarke, whether personally or officially is not clear: The full story of this re-mains obscure. Taken together, the amendments would have had the effect of resolving all outstanding issues in the Greek favor.
• The president and vice president would lose the right of veto.
• The necessity for separate majorities of Greek and Turkish members for the passage of certain laws, including taxes, to be can-celled.
• No separate municipalities.
• The ratio in the public services and in the army and police would be the same as the ratio of population.
• The Public Service Commission would be smaller and take deci-sions by a simple majority.
• The separate Greek Communal Chamber would be abolished.
• The administration of justice would be unified so that a Greek could not demand to be tried by a Greek judge and a Turk by a Turkish judge.
It must be said in favor of these proposals that they streamlined the administration and removed many of the features that laid stress on whether a Cypriot citizen was Greek or Turkish.

But from the Turkish Cypriot point of view they removed almost all the props to their claim to be the “co-founders” of the republic and demoted them to the status of a minority. In the view of Greek Cypriot constitutional lawyer Polyvios Polyviou, who is a sharp critic of the 1960 constitution, the course followed by the archbishop was “a grievous error” which “could not but have appeared to the Turkish Cypriots as a dangerous development that might change the internal balance of power and be taken internationally as a sign that the bi-communal nature of the state was giving way to unitary and majority principles.” In Polyviou’s opinion it would have been much better to have tried to change things gradually; a view shared at the time by the Greek gov-ernment which, not having been warned in advance, told Makarios that if he had asked their advice it would have been against.

The archbishop’s proposals were hastily rejected by the vice president, Dr. Küçük, and by the government of Turkey, as one of the guarantors of the RoC. The atmosphere after the presentation of the 13 proposals was very tense, with the Turkish Cypriots interpreting the move as a preparation to slide into enosis. On Dec. 21, 1963 a street brawl in a Turkish quarter in Nicosia between a Turkish Cypriot crowd and Yorgadjis’ plainclothes special constables was followed immediately by a major Greek Cypriot attack by the various paramilitary forces against the Turks in Tahtakala region at Nicosia and in Larnaca. At first an attempt to calm the situation was made jointly by the President Makarios and the vice president Küçük and by other leaders, but it had clearly gotten out of hand and in any case the ex-EOKA element was strong in the security forces.

Although the TMT organized the defense of the Turkish minority and there were a number of acts of retaliation directed at the Greek Cypriots, there is no doubt that the main victims of the numerous in-cidents that took place during the next few months were Turkish Cy-priots. Seven hundred Turkish Cypriot hostages, including women and children, were seized in the northern suburbs of Nicosia. During the first half of 1964, fighting continued to flare up between neighboring villages. One hundred ninety-one Turkish Cypriots and 133 Greeks were known to have been killed while it was claimed 209 Turks and 41 Greeks remained missing and could also be presumed dead.

There was much looting and destruction of Turkish villages. Some 20,000 refugees fled from them, many of them taking refuge in Kyrenia and Hamitköy (Hamid Mandres) of Nicosia. Twenty-four wholly Turkish villages and Turkish houses in 72 mixed villages were abandoned. Houses were demolished by the Greeks with the intention of destroying the hopes of Turkish Cypriots returning one day. Food, clothing, medical supplies and monetary aid to the immigrants were organized immediately by Turkey, one of the guarantors of the RoC, and shipped in. Most of the evacuation seems to have been after planned Greek assaults, with the people leaving clothing, furniture, food, machinery and hopes behind. But in some cases orders were received for the people to immigrate safely to Turkish Cypriot areas before any expected Greek Cypriot assaults took place. The partition of the island inevitably started after these Greek assaults.

31 Aralık 2007
CYPRUS HISTORY FROM 1960 TO 1974 (4) için yorumlar kapalı
Okunma 125
bosluk

CYPRUS HISTORY FROM 1960 TO 1974 (3)

CYPRUS HISTORY FROM 1960 TO 1974 (3)

(b) Taxes: Since a majority vote of Turkish deputies in the House was needed to pass tax legislation, Turkish Cypriots sought to use this as leverage to force compliance over the 70:30 ratio, over legislation for separate municipalities and a more generous approach towards the grant of subsidies to the Turkish Communal Chamber.
As a result the colonial income tax law expired whereupon Makarios ordered that existing taxes should continue to be collected. In December 1961 the government at last came out with its own pro-posals, but whereas the Greeks wanted a permanent law, the Turks wanted it to be renewable annually, which would enable them to use their bargaining power each session. Since there was again deadlock, the personal income tax was abandoned by the House and the Greek Cypriots enacted it instead through the Greek Communal Chamber.
(c) The Cypriot army: The minister of defense, who was a Turkish Cypriot, proposed an army of five battalions, each composed of three companies. At the battalion level they should be mixed, but at the company level the units should be from one community or the other. The majority of the Cabinet decided that on the contrary the units should be mixed at every level. On this issue the vice president used his power of final veto. The president therefore decided not to have an army at all.
(d) Separate municipalities: Existing colonial laws had to be extended eight times while Greeks and Turks conducted a dialogue of the deaf about whether fresh legislation should establish separate municipalities as the constitution required and the Turks de-manded. In December 1962 the Greek majority rejected further continuation of the status quo. The Turkish Cypriot Communal Chamber then purported to confirm the position of the Turkish municipalities while the Council of Ministers fell back on a pre-1959 colonial law to replace all the existing elected municipalities by appointed development boards. The president offered Turkish Cypriots compensation safeguards but made it quite clear that he had no intention of implementing the provisions of the constitution which he regarded as opening the way to partition.
(e) The status of the vice president: Dr. Fazil Küçük complained that since he had an absolute veto over foreign policy, he should be told what that policy was about. Spyros Kyprianou, the foreign minister, was not, he said, showing him the papers. He objected strongly to Makarios adopting on his own a policy of non-alignment and going to the Belgrade non-aligned summit without his approval.

The record of the first three years of the new republic could not therefore be described as an unqualified success. The necessary re-straint on both sides if such a delicate mechanism of checks and bal-ances is to work or, alternatively, if by informal arrangements it is to be short-circuited, was absent. Already by the end of 1961 the Turkish language press was calling for an intervention by Turkey, Greece and Britain and the resignation of Archbishop Makarios over the income tax issue.

The question of whether President Makarios ever meant the 1960 constitution to work or whether from the outset his acceptance of it was a maneuver first to obtain independence and then to clear the ground for union with Greece is still highly controversial. As an archbishop he was predisposed to see the whole island as Hellenic. In both his capacities he took part throughout the remainder of his career in what is called “verbal republicanism,” namely the celebration of anni-versaries of heroic deaths during the war against the Britis with many references to his own fidelity to the cause for which they had died, specifically the cause of enosis. But to what extent and at what periods this sentiment was purely verbal it is rather difficult to say .

Certainly there are many Greek Cypriots who think that Makarios did for a time support the constitution until he concluded that, unless amended, it was unworkable. Turkish Cypriots rather naturally call attention to a confidential document called the Akritas Plan, which was later published in the Greek press. (Patris Newspaper, Feb. 7, 1967).
This, which is generally thought to have been circulated in great secrecy by Polycarpos Yorgadjis, the minister of the interior, lays down a scenario according to which the “negative elements” in the constitu-tion should be stressed in public while lavish use should be made of such internationally acceptable concepts as “self-determination” and “minority rights” to describe the case for amending it. By this means Cyprus would win control over her own institutions and thus effectively nullify the Treaty of Guarantee since the constitution it was to guar-antee would by then be no more.

The Turkish Cypriots had made some preparation for a break-down since they were determined that independence should not mean, as Rauf Denktaş put it, “a change of colonial masters for the worse.” But many of the Turkish Cypriot political leaders counted on the con-stitution to settle down. They were encouraged in this by the first Tur-kish ambassador to Nicosia, Emin Dirvana, who was a philhellene and who tended to discount the warnings of Denktaş, the president of the Turkish Communal Chamber of the era, who claimed through intelli-gence sources to know better. According to Denktaş, who was political adviser to the Turkish Defense Organization (TMT), most of that organ-ization had been stood down and there were only 40 active members in it when the fighting started.

29 Aralık 2007
CYPRUS HISTORY FROM 1960 TO 1974 (3) için yorumlar kapalı
Okunma 92
bosluk

AB İLE 12 BAŞLIKTA MÜZAKERE BİZİ NEREYE GÖTÜRÜR

AB İLE 12 BAŞLIKTA MÜZAKERE BİZİ NEREYE GÖTÜRÜR

22 Aralık günü çarpıtılarak verilen “AB, KKTC ile katılım müzakerelerine başlıyor” haberinin bir balon olduğu, aradan daha birkaç gün geçmeden ortaya çıkıverdi.

 

Üstelik Olli Rehn’in, Başbakan Ferdi S. Soyer’e karşı takındığı tavır ve daha evvel kendisinin verdiği bir randevuyu da, nedeni ne olursa olsun toplantıya bir saat kala iptal etmesi de kabul edilebilir bir yaklaşım veya politik davranış değil.

 

Zaten bu aşamada AB’den, Kıbrıslı Türklerin lehine bir davranış beklemekte çok yanlış. Rumlar AB üyesi oldukları müddetçe Kıbrıslı Türklerin hayrına hiçbir gelişmeyi kabul ettirmeyecekler ve elden gelen zorluğu çıkarıp her tür engeli bu gelişmenin önüne koyacaklar.

Rumların bir tek istedikleri var. Adada “Üniter Rum devleti” kurmak, Kıbrıslı Türkleri anavatan Türkiye’den koparmak ve Osmosiz yolu ile de asimile ederek adanın tümüne hâkim olmak.

 

Başbakan Ferdi S. Soyer’in, konu ile ilgili olarak basında yer alan ilk açıklaması “KKTC’nin AB’yle, Mali Yardım Tüzüğü’yle ilgili 12 başlık­ta uyum çalışmaları başlatması konusunda mutabakata varılmıştır”  cümlesi yanlıştır veya yanlış algılanarak yazılmıştır.

Bu cümle kendi başına, kamuoyunu büyük yanılgılara sürükleyecek niteliktedir.

 

AB’nin KKTC ile başlatmış olduğu hiçbir görüşme veya çalışma yoktur.

Gerçekte AB için KKTC yoktur ve hiç var olmamıştır. AB’nin hiçbir belgesinde KKTC sözü geçmemektedir ve KKTC’ye atfen veya KKTC muhatap alınarak hiçbir karar da alınmamıştır.

Başbakan Ferdi S. Soyer,  birkaç gün sonra yaptığı konu ile ilgili düzeltme amaçlı yeni bir açıklamada  “Mali Yardım Tüzüğü’nün 3. ve 4. bendine dayanarak Kıbrıs Türk tarafının çözüme hazırlanması ve AB standartlarına yükseltilmesi için uyum çalışmalarının gündeme getirilmiş olmasıdır” diyerek, söz konusu çalışmaya daha değişik bir boyut getirmiştir.

Neydi bu Mali Yardım Tüzüğü’nün 3. ve 4. bendleri;

 

(3)  Kıbrıs’ın AB’ye katılımını takiben, 2003 yılı Katılım Antlaşmasının 10 numaralı Protokolü’nün 1(1). maddesi uyarınca, Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkili bir denetime sahip olmadığı Kıbrıs Cumhuriyeti bölgelerinde müktesebatın uygulanması askıya alınmıştır (bundan sonra “bölgeler” olarak bahsedilecektir).

 

(4)  10 numaralı Protokolün 3(1). maddesi uyarınca, Protokol’deki hiçbir hüküm söz konusu bölgelerin ekonomik kalkınmasının teşvik edilmesine yönelik tedbirler alınmasını engellemeyecektir.

 

AB’nin, söz konusu 12 başlık­ta uyum çalışmalarını başlatmak istemesi gerçekte sadece 4.cü maddede üstü kapaklı olarak yer almaktadır. Yani böylesi bir çalışmanın yapılması 4.cü maddenin nasıl yorumlandığına bağlıdır.

Söz konusu Mali yardım Tüzüğüne göre de muhatap,  “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkili bir denetime sahip olmadığı Kıbrıs Cumhuriyeti bölgelerinde yaşayan Kıbrıslı Türklerdir” ve kesinlikle KKTC değildir.

 

Bilindiği gibi Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti AB’ye üye olurken Kıbrıs sorunu çözülmediği için müktesebatın Kuzey’de uygulanması askıya alınmıştır.

Aşağıda yer alan 29 Nisan 2004 tarihli “AB Kıbrıs Tüzüğü”nün giriş bölümündeki ilk 4 madde, hem müktesebatı, hem sınırı ve hem de katılımdan sonra kuzeyde kimin egemenliğinin geçerli olacağını açık ve net olarak belirtmektedir.

 

(1) Avrupa Konseyi, yeniden birleşmiş bir Kıbrıs’ın katılımından yana olan güçlü tercihini birçok kez vurgulamıştır. Kapsamlı bir çözüme maalesef halen ulaşılmış değildir. Kopenhag Avrupa Konseyi Sonuçlarının 12. paragrafına uygun olarak, Konsey, 26 Nisan 2004 tarihinde, adadaki mevcut duruma ilişkin tutumunun çerçevesini çizmiştir.

(2) Çözümü bekleme aşamasında, Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’nin etkili kontrolü altında bulunmayan bölgelerde, müktesebatın uygulanması, 10. Protokol’ün 1(1). maddesi uyarınca ertelenmiştir.

(3) 10. Protokol’ün 2(1). maddesine uygun olarak, söz konusu erteleme, AB hukukunun ilgili hükümlerinin, yukarıda belirtilen bölgeler ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin etkili kontrolü altında bulunan bölgeler arasındaki hatta uygulanma koşullarının belirlenmesini gerektirmektedir. Söz konusu kuralların etkili bir şekilde hayata geçirilmesini temin etmek için, uygulama, Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’nin etkili kontrolü dışındaki bölgeler ve İngiltere ve Kuzey İrlanda’nın Adanın Doğusundaki Egemen Üs Alanı arasındaki sınıra genişletilmelidir.

(4) Yukarıda bahsedilen hattın AB’nin dış sınırını teşkil etmemesi nedeniyle, malların, hizmetlerin ve kişilerin geçişine ilişkin olarak, öncelikli sorumluluk Kıbrıs Cumhuriyeti’nde bulunmak kaydıyla, özel kuralların belirlenmesi gerekmektedir. Yukarıda bahsedilen bölgelerin geçici olarak Topluluğun gümrük ve mali sınırları ile özgürlük, adalet ve güvenlik alanının dışında olması sebebiyle, söz konusu kuralların, AB’nin yasadışı göç, kamu düzeni ve malların serbest dolaşımına ilişkin güvenliğini eşit standartlarda sağlayacak şekilde uygulanması gerekmektedir. Sözü edilen bölgelerde, hayvan sağlığına ilişkin yeterli bilgi elde edilene kadar, hayvan ve hayvan ürünlerinin dolaşımı yasak olacaktır.

 

Bu güne kadar “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkili bir denetime sahip olmadığı Kıbrıs Cumhuriyeti bölgeleri”nde yaşayan Kıbrıslı Türkler ile uyum çalışmaları Avrupalı uzmanların katılımıyla basit bilgilendirme seminerleri şeklinde yapılmaktaydı. Şimdi bir gömlek daha ileri gidildi ve KKTC’ye rağmen Kıbrıslı Türklerin tanınmış bir devleti olmadığı  gerekçesi ile AB bunu Genişleme Müdürlüğünün PFAA programı çerçevesinde yürütmek kararı aldı.

Bilindiği gibi PFAA programı, Avrupa müktesebatının müstakbel girişi ve uygulan­masıyla ilgili bir çalışmalar süreci veya programı.

 

Söz konusu 12 başlık­ta uyum çalışmaları başlatılmadan evvel, AB’ye katılımın gerçekleşmesi durumunda, Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkili bir denetime sahip olmadığı Kıbrıs Cumhuriyeti bölgeleri”nde Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin “etkili denetimin olmayacağının” peşinen AB’ye belirtilmesi gerekmektedir.

Aksi takdirde, AB ile uyum çalışmaları “Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti kimliği dışında, başka bir devlet statüsü (KKTC) altında yapılmadığı takdirde, uyumun gerçekleştirildiği anda Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Hükümetinin etkili denetimi, KKTC topraklarını da kapsayacak şekilde hemen ve derhal genişleyecek, KKTC’de tarihin derinliklerine gömülecektir.

Uygulanacak strateji ve gelişmelere göre uygulanacak A veya B planları saptanmadan “Barış”, “Çözüm” gibi cilalı laflar kullanılarak yapılan bu tür çalışmalarla açıkça “Ateşle oynanmaktadır”.

Tanrı bizi ve uğruna ölen şehitlerimizi daha birkaç gün evvel andığımız KKTC’mizi korusun.

 

 

27 Aralık 2007
AB İLE 12 BAŞLIKTA MÜZAKERE BİZİ NEREYE GÖTÜRÜR için yorumlar kapalı
Okunma 67
bosluk

ABD İLE TÜRKİYE BARIŞTI MI?

ABD İLE TÜRKİYE BARIŞTI MI?

5 Kasım’da T.C. Başbakanı Erdoğan’ın, ABD Başkanı George Bush ile Washington’da yaptığı görüşmenin halka açıklanmamış kısımları yavaş yavaş belli olmaya başladı.

 

Irak’ın kuzeyindeki Zap, Avaşin, Hakurk bölgeleri ile derinlikteki Kandil Dağı’nın Irak tarafında kalan kesimlerinde tespit edilen PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne ait hedeflerin, TSK tarafından 16 Aralık 2007 Pazar günü saat 01.00’den 04:15’e kadar süren bir zaman dilimi içinde geniş kapsamlı bir hava harekatı ile vurulması ve bunu takiben aynı hedeflerin topçu ateşi ile dövülmesi, arkasından da 22 Aralık 2007 Cumartesi günü öğleden sonra 14:25-15:00 saatleri arasında 35 dakikalık bir hava harekatı ve sonrasında da 16:55 ile 17:10 arasındaki 15 dakikalık bir zaman dilimi içinde de “halı harekatı” şeklindeki uzun menzilli topçu atışının Çukurca’dan yapılması, Türkiye ile ABD arasında kırgınlıkların üstüne sünger çekilerek başlatılmış uzun vadeli yeni ilişkilerin başladığının habercisidir.

 

5 Kasım’da Beyaz Saray’da yapılan bir buçuk saatlik baş başa görüşmenin bir uyutmaca olmadığı, ABD’nin Orta Doğu’daki çıkarlarını ve uzun vadeli hedeflerini gözden geçirerek Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamadığını ortaya koymaktadır.

Toplantı öncesi ve sonrasında Başkan Bush’un “Kaygısının daha çok Türkiye’nin, sınırın diğer tarafına geçip bazı kötü adamları kovalaması” olduğunu dile getirirken, “PKK ortak düşmanımızdır” demesi de, bu konuda samimi ve açık davrandığına işaret etmektedir.

16 Aralık tarihli harekâtta, ABD’nin, Türkiye’ye operasyon için gerekli istihbaratı sağlamasına ve Türkiye’nin de harekât yapılacağı bilgisini zamanında vermesine rağmen harekât sonrasında ABD Dışişleri Bakanlığından “yüksek rütbeli askerlerin operasyon öncesi yeterince bilgilendirilmediği” yönündeki “ılımlı şikâyeti” de, Washington ve Bağdat’taki bazı ABD’li komutanların üç ülke arasındaki haberleşme yöntemlerinin iyileştirilmesi gerektiğini söylemesi üzerine ortaya çıktı.

Gerçekte iyi de çıktı ve ABD, Irak ve Türkiye’nin istihbarat paylaşımı amaçları için Ankara’da kurulmuş olan ortak bürodaki aksaklıklar hemen düzeltildi ve Cumartesi günü yapılan harekât sonrasında bu tür şikâyetler hiç duyulmadı.

 

16 Aralık tarihli harekâtın ana temelini ABD’nin verdiği anlık bilgiler ile TSK’nın yaptığı bölgesel çalışmalar, dijital konumlandırma ve yerel tespitler oluştururken, 22 Aralık tarihli harekâtın temelini, dijital bilgilere ilaveten mükemmel bir şekilde organize edilmiş yerel istihbarat oluşturdu.

22 Aralık harekâtında, Türkiye’nin Hakkari sınırına 25-30 km. mesafede bulunan Cemço ve Amadiye yöresindeki kamplar ile özellikle 16 Aralık harekâtında sağ kalabilen PKK’lı teröristlerin kaçıp saklandıkları mağaralar, yerel istihbaratla tespit edilip özel silahlarla vuruldu.

İşin ilginç yanı, böylesi bir harekât Kurban Bayramının üçüncü günü, gündüz vakti ve özellikle de Barzani’nin 16 Aralık tarihinde yerle bir edilen PKK sığınak ve kamplarını ziyaret ettiği bir anda hiç beklenmiyordu. Uydudan alınan resimler PKK teröristlerinin iki bölgede toplandığı bilgisini verince, Türk İstihbaratı anında bilgi doğrulaması yapmış ve TSK’da hemen harekete geçerek yörede toplanmış olan PKK Teröristlerine, hem uçakları hem de topçusu ile saldırıyı gerçekleştirdi.

 

Bu iki harekât, konu ile ilgili değişik kesimlere çok önemli mesajlar da veriyor.

 

TSK’nın başarılı bir çalışma ve koordinasyon sonrası gerçekleştirdiği PKK’ya yönelik iki  askeri harekât, Türk kamuoyunu hem rahatlatmış, hem de bu güne kadar bilinmeyen en son teknolojik savaş aletleri ile donandığını ortaya koyarak, Türk insanının içindeki asker sevgisini ve TSK’ya olan güvenini bir kez daha pekiştirmiştir.

Siyasi erkin, yani AKP Hükümetinin, “Vatan, Millet, Sakarya” hezeyanına kapılmadan, tüm diplomatik yolları deneyip, dünya kamuoyunun arkasına aldıktan sonra harekât yetkisini TSK’ya devretmesi, Türkiye’nin dış politikasının değiştiğini ve 2002 yılına kadar devam eden “Pasif Dış Politika” yerine “Aktif ve belirleyici Dış Politika”yı uygulamaya koyduğunu göstermektedir. AKP hükümeti izlediği bu dış politikayla başarı hanesine bir çentik daha atmış ve Türkiye içinde, PKK konusundaki kararlılığı ile de konumunu daha da güçlendirmiştir.

 

Son siyasi gelişmeler, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez ile Filistin Lideri Mahmut Abbas’ın Ankara’da görüşmesi, Suudi Kralı, Ürdün Kralı ve Suriye Devlet Başkanlarının çok kısa aralıklarla Ankara’yı ziyaret etmiş olmaları, Türkiye’nin taraf olmadığı veya onay vermediği bir gelişmenin veya antlaşmanın Orta Doğu’da kalıcı olamayacağını açıkça ortaya koymaktadır.

 

PKK ise artık Irak’ta ve özellikle de Kuzey Irak Kürt Yönetimi bölgesi içinde elini kolunu sallayarak dolaşamayacağını, Irak sınırları içinde uluslararası kuralların arkasına saklanıp çöreklenerek Türkiye’ye karşı terör saldırılarında bulunamayacağını anlamış durumdadır. Özellikle Avrupa’daki para kaynaklarının BM denetimi ve incelemesi altına da alınması ile de, silahlı eylem yeteneğine ilaveten para kaynakları da yok edilmiş olacaktır.

Kuzey Irak Kürt Yönetimine verilen mesaj ise bölgenin ABD tarafından TSK’ya açıldığı ve Kürt Yönetiminin artık bir başına buyruk olamayacağı, ileri geri konuşamayacağı ve ahkâm kesemeyeceğidir.

 

En önemli mesaj ise yabancı medyadan alınandır.

22 Aralık harekâtı sonrasında yabancı basında, TV’de ve Radyoda, Türkiye’nin PKK’ya karşı askeri harekât yapmasının doğru olarak algılanmasından dolayı, ikinci harekâtın olağan bir davranış gibi kabul edilmesi ve herhangi bir eleştirinin yapılmamış olmasıdır. Bu da T.C. hükümetinin PKK sorununu çok iyi anlatabildiğini ve haklı görüldüğünü, TSK’nın ise nokta atışları ve vuruşları ile harekâtın sivillere yönelik olmadığını, toprak elde etmek veya genişlemek amacını taşımadığını tüm kesimlerin anladığını ve desteklediğini göstermektedir.

 

Siyasi açıdan ise Türkiye’nin PKK’ya yönelik söz konusu bu iki operasyonu çok önemli mesajlar vermektedir. Belli ki Ankara ile Washington, eski tatsız anıların üzerine sünger çekmiş, öpüşerek yeniden barışmış ve Irak Savaşı’nın başlama­sından bu yana şimdiye kadar hiç olmadığı derecede yakınlaşarak işbirliği içine girmiştir.

Belli ki, yeni bir Orta Doğu, Türkiyesiz asla şekillenemeyecektir.

24 Aralık 2007
ABD İLE TÜRKİYE BARIŞTI MI? için yorumlar kapalı
Okunma 90
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar