AİHM Kararı 1955-74 kayıplarını da kapsayacak mı?

AİHM Kararı 1955-74 kayıplarını da kapsayacak mı?

Rumların 1974 Barış harekatı sonrasındaki çabalarından bir tanesi de, 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunan Cuntasının, Kıbrıs’ta Nikos Sampson vasıtası ile gerçekleştirdiği darbe esnasında EOKA taraftarları ile Makarios taraftarları arasında çıkan çatışmada ölen onlarca Rum’un sorumluluğunu da Türklerin sırtına yüklemekti.  

Bu nedenle darbe esnasında öldürülen birçok Rum’un defin kayıtları kasten yıllarca ortaya çıkarılmamış ve adları da siyasi çıkar sağlamak amacı ile “Kayıplar” listesine konmuştu.

Otonom Kayıplar Komitesinin titiz çalışmaları ve DNA testleri bunları yavaş yavaş ortaya çıkarmaya başladı.


Rumların bu gerçekleri saptırma çalışmaları doğrultusunda 1990 yılında AİHM’de Türkiye aleyhine açtıkları davalar yavaş yavaş sonuçlandırılmaya başlandı. 

Bence AİHM’nin bu konudaki kararında siyaset ve politika (gene) ağır bastı.


Önce AİHM’nin ne zaman ve hangi amaçla oluştuğuna bakalım.
İnsan hakları ve temel özgürlüklerinin korunması Sözleşmesi Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlandı ve 4 Kasım 1950 tarihinde Roma’da imzaya açılarak, 1953 Eylül’ünde yürürlüğe girdi.

1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden yola çıkan Sözleşme’nin yazarları insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi yoluyla Avrupa Konseyi’nin hedeflerini takip etmek niyetindeydiler. Sözleşme ile birlikte, Evrensel Beyanname’de dile getirilen haklardan bazılarının toplu teminat altına alınmasına ilişkin ilk önlemler alınıyordu.

Sözleşme’nin başlangıçtaki metnine göre, başvurular akit Devletlere karşı diğer akit Devletler ya da bireysel başvurucular tarafından yapılabiliyordu (şahıslar, şahıs toplulukları ya da sivil toplum kuruluşları). Ancak, bireysel başvuru hakkının tanınması ihtiyariydi ve bu hak yalnızca onu tanımayı kabul etmiş olan Devletlere karşı ileri sürülebiliyor. (Sözleşme’nin 11 numaralı Protokolü ile tanıma zorunlu hale getirildi)


Tarih geriye doğru götürülemediği için buna paralel olarak Hukuk da geriye doğru işletilemiyor.

Türkiye Ocak 1987’de “kişilerin Avrupa Komisyonu’na başvuru hakkını” yani kendisine karşı AİHM’nde dava açılmasını kabul etmiştir.
Türkiye’nin kayıplar konusunda suçlanabilmesi için ve söz konusu kayıpların yaşama hakkını ihlal etmesinin AİHM’nin yetkisine girebilmesi için, bu ihlalin en azından Ocak 1987’den sonra da devam ediyor olması, yani 1974 yılında kayboldukları iddia edilen Rumların Ocak 1987 tarihinde yaşıyor ve İnsan Hakları İhlallerinin de sürüyor olması gerekmektedir.

Aksi takdirde, yani kayıplar ölü iseler, Rumların işlendiğini iddia ettikleri suç, AİHM’nin Türkiye’yi yargılama yetkisini kazandığı Ocak 1987’den önce işlenmiş olur ki, o zaman da söz konusu ihlal olayı AİHM’nin yetki çerçevesi dışında kalır.


Bu nedenle Rumların 1955-1974 yılları arasında Kıbrıslı Türklere uyguladıkları soykırım, ki bu tanım Birleşmiş Milletlerin 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi kapsamı içine tam olarak girmektedir, insan kaçırma ve öldürme, acımasız ekonomik ambargolar, kayıplar ve adet olarak yüzlerle tanımlanacak “İnsan Hakları İhlalleri” bir türlü AİHM’ye götürülememekteydi.
 
AİHM Rumların, sözleşmenin çok sayıda diğer maddesinin de ihlal edildiğini iddia ettikleri kayıp Varnava ile ilgili davada, Türkiye’yi kısmen suçlu buldu.

Kayıp Rumların akıbeti hakkında Türkiye’nin yeterli soruşturma yapmamış olması ve olaylar karşısında sessiz kalması nedeni ile kayıp aileleri açısından insanlık dışı muamele olarak değerlendirerek, Yaşama hakkıyla ilgili ihlali usulden vererek, kayıp olduğu söylenen kişilerin ölümlerinden Türkiye’yi sorumlu tutmadı. Karar oybirliği ile değil, 1 hayır oyuna karşılık 6 Evet oyu ile alındı.

Karara karşı tek muhalif oy, davaya bakan dairede görev yapan Kıbrıslı Türk yargıç Gönül Başaran Erönen tarafından kullanıldı. Sayın Erönen’in gerekçesi ise hem gerçekleri yansıtıyor hem de geleceğe ışık tutuyor. Bence Sayın Erönen’in gerekçeleri diğer 6 üyenin gerekçelerinden çok daha geçerli ve sağlam temeller üzerine oturtulmuş.
AİHM’in bu kararı, Kıbrıs’taki kayıp şahıslar konusunda bundan sonraki davalara örnek oluşturabilecek. Yani tazminat yok, fakat buna karşın her dava kendi içinde değerlendirmeye açık.


1955-1974 yılları arasında tamı tamına 502 kayıp insanımız var.


AİHM’de Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine karşı açılan Saydam Hüsnü Baybora (No. 77116/01) ve Lütfi Celul Karabardak (76575/01) davaları 22 Ekim 2002’de karara bağlandı ve “Inadmissable” yani “Kabul edilemez” olarak tanımlandı. Zaman aşımı ileri sürüldü ve yeterli çarenin aranmadığı iddia edildi.


Her ne kadar Varnava davası emsal teşkil edecekse de, AİHM’nin geriye dönük olarak kayıp davalarına baktığı ortaya çıktı ve sonuç almak açısından şimdi yeni bir kapı açılmış oldu. Rumların kayıpları yaşıyorsa ve süreğen İnsan Hakları İhlallerinin devam ettiği kabul ediliyorsa, bizim kayıplarımız da yaşıyordur ve onlara karşı da halen İnsan Hakları İhlalleri de devam ediyordur.  


Maraş’ta, ata yadigarı Vakıf Mallarımızı Rumların yalan dolanla ele geçirdiklerini belgelerle ortaya koymamıza rağmen, hala daha herhangi bir işlem başlatmayan hükümetimiz belki bu konuda harekete geçer ve 1955-74 yılları arasında uğradığımız soykırımın, kaybettiğimiz geleceğimizin ve kayıp olan kardeşlerimizin hesabını AİHM’de Rumlardan sorar. 

14 Ocak 2008
AİHM Kararı 1955-74 kayıplarını da kapsayacak mı? için yorumlar kapalı
Okunma 69
bosluk
  • Sayfa 2 ile 2
  • <
  • 1
  • 2
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar