Rumları Ezen Türk Dış Siyaseti

Rumları Ezen Türk Dış Siyaseti

Rumlar için, uluslararası arenada istediklerini yaptırabildikleri eski günler çoktan geride kaldı.

Hem papaz hem de acımasız bir katil olan Makarios’un, Bağlantısız Ülkelerin Liderliğine oynadığı günlerden kalan politik miras çoktan bitti.

Rumlar, Makarios’un ellerine tutuşturduğu elma şekerini, 1960’lı yıllardan beri yalaya yalaya bitirdiler ve şimdi sadece sapı kaldı ellerindeki o şekerin.


Limasol’dan Hayfa’ya veya herhangi bir İsrail limanına gidecek bir feribota binmek isterseniz, Limasol limanında, yani Kıbrıs Rum Cumhuriyeti toprakları üzerinde, İsrail polisine ayrılmış özel bölgede, İsrail polisince veya İsrail görevlilerince tepeden tırnağa aranırsınız, incelenirsiniz,  evrak işlemleriniz tamamlanır ve ancak ondan sonra gemiye binebilirsiniz.

Bu işlem, bayrağına ve sahibine bakılmaksızın, İsrail’e gidecek her gemiye uygulanır. Kıbrıs Rum Cumhuriyetinde, İsrail’e gidecek gemiler ve yolcular konusunda söz sahibi sadece İsrail devleti ve onun resmi memurlarıdır. Söz konusu gemiyi ararlar, evraklarını incelerler, istedikleri yolcunun gemiye binmesine izin verirler, istemediklerini de kapının önüne koyarlar. Kimse karışamaz kendilerine. Rum Polisinin veya Rum Muhaceret memurlarının sözü geçmez bu bölgede.

Bu denli İsrail’in ilişkileri Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ile içli dışlıdır.
Yıllarca Rum hükümeti, bu sıcak ilişkilere ve İsrail devletine verilen söz konusu tavize veya imtiyaza dayanarak, İsrail ile KKTC arasındaki olası bağlantıları önleyebilmiş ve setler çekerek mani olmayı başarmıştı.  


Ama Türkiye’nin son yıllarda büyük bir yükselişe geçen bölgedeki siyasi ve ekonomik gücü, karşı konulamaz bir rüzgâr gibi Rumları açıkça ezmeye ve önünde sürüklemeye başladı.       


“Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” felsefesi ile 1970’li yıllarda arkasına Yunanistan’ı da alarak ASALA militanlarına ve PKK teröristlerine Güney Kıbrıs’ta eğitim kampları açarak Türkiye aleyhine faaliyetlere başlayan Kıbrıs Rum Hükümeti, silahları satın aldığı Mısır’ı para zoru ile, Hatay topraklarını geri almak konusunda işbirliği yapmak vaadi ile de Suriye’yi kandırarak bir nevi Türkiye etrafında bir şer, yani kötülük, ittifakı (birliği) yaratmaya çalışmıştı.

Şu anda yaklaşık 3,000 tanesini Kıbrıs Rum vatandaşı yaptığı Lübnan’lı zengin Hıristiyanlara, iç savaş döneminde kapılarını açmış, iş kurmalarını sağlamış, vatandaşlık ve ikamet izinleri vererek, Şer İttifakını genişletmişti.

Bir türlü sıkı fıkı bağ kurup Türkiye karşıtı grup içine alamadığı İsrail’e ise, toprakları üzerinde aynen İngiliz üsleri gibi “Egemenlik Hakları” vererek bağ kurmayı denedi ve bunu da yıllarca Türkiye ve Kıbrıs Türkleri aleyhine gizliden gizliye kullanmaya çalıştı.


Tabii her şeyin bir sonu vardır.

Elbette bu “Şer İttifakı”nın elebaşısının da, siyasi menfaatler elde etmek için kurduğu tezgâhın sonu geldi. Daha doğrusu tezgah battal oldu artık.


Başarılı Türk Dış Politikası, başarılı Türk ekonomisi ve bölgede tartışmasız söz sahibi Türk Silahlı Kuvvetleri ister istemez dengeleri bozdu ve yıllar boyu Türkiye aleyhine oluşturulmuş ittifakları Türkiye’nin lehine çevirdi.


Mağusa-Lazkiye seferlerinin başlaması,
Başer Esad’ın “Yüzümü Türkiye’ye döndüm” tanımlaması ve karşılıklı dostluğa ve işbirliğine dayalı yeni Türkiye-Suriye ilişkileri,
Mısır’ın, Rumların sahtekârlıkla ilan ettikleri münhasır ekonomik bölge anlaşmasını askıya alması,

Mısır’da Türk işadamlarının milyarlarca dolarlık yatırım yapmaları,

Türk yatırımcılar için özel serbest bölge kurmaları ve yeni boyut ve sıcaklıktaki Türkiye-Mısır ilişkileri,Lübnan’ın Rumlarla imzaladığı münhasır ekonomik bölge anlaşmasını dondurması,

Ve İsrail Hükümetinin Tel Aviv’de KKTCnin Ticaret ofisinin açılmasına onay vermesi,


Hep bu güçlü Türkiye rüzgârının Orta Doğu’da esmesinin sonuçlarıdır. Ben asla İsrail’in Kıbrıs Rumlarını, Türkiye’ye tercih edebileceklerini düşünmüyorum. Buna ihtimal bile vermiyorum. İsrail’in bölgedeki varlığı ve yaşamının sürdürülebilirliği belli oranlarda Türkiye’nin bölgesel söz sahipliği ve gücü ile doğrudan bağlantılı. 


Üstelik Rumların İsrail Büyükelçisinin, büyük bir pişkinlikle Adalet Bakanı Daniel Friedmann’a, Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’ye ve Başbakan Ehud Olmert’e gönderdiği, KKTC Ticaret Ofisinin açılmasını engellemeye yönelik mektubunda kaleme aldığı “İsrail’in, Suriye ile aynı kulüpte görünmesi hoş olmaz” tanımlamasına, KKTC Ticaret Ofisinin kayıt işlemlerini yürüten İsrail eski Başbakanı Ariel Şaron’un büro müdürü Dov Weissglas’ın bir personelinin, “Suriye ile değil ama KKTC’nin New York ve Washington’da temsilcilik açılmasına yıllar önce izin vermiş olan ABD ile aynı kulüpte olacağız” yanıtı, İsrail’in bu konudaki kararlı tavrını ortaya koyarken, Rumların da acizliğini gözler önüne sermektedir.   


Tüm bunlara ilaveten 2006 yazında patlak veren II. Lübnan Savaşı’nda AB vatandaşlarının ve Lübnanlıların bölgeden tahliyesine yardımcı olmasının karşılığında, Fuad Sinyora Başbakanlığındaki Lübnan hükümetinden bedelsiz su jesti bekleyen Rumlara dün verilen “Hayır” yanıtı da, Rum hükümeti içinde, bir başka hayal kırıklığı yaşanmasına neden oldu.


Söylemiştim.
Elma şekeri bitti. Sapı kaldı.

12 Mart 2008
Rumları Ezen Türk Dış Siyaseti için yorumlar kapalı
Okunma 49
bosluk

Rumların Lokmacı Tezgâhı

Rumların Lokmacı Tezgâhı

Rum Cumhurbaşkanları değişse de, Rumların taktikleri ve politik düzenbazlıkları hiç değişmiyor.

Al Hristofyas’ı çal Papadopulos’a.

Sonra da al her ikisini, çal Makarios’a. Geriye Vasiliu, Kyprianou ve Klerides kalıyor. Al bu son üç taneyi, çal diğer üç taneye. Hepsi de aynı kalıptan çıkma. Aynı şeyin soyu.

Hep aynı oyun, hep aynı tezgâh. 1955’den beri geçen 53 yıl hiçbir şeyi değiştirmemiş. Ne tezgâhı, ne de tezgâh sahibini.
 
Rumların adada barış istedikleri yok. Buna kimse inanmasın.
Onların “Barış” kelimesinden anladıkları ile bizim veya dünyadaki diğer insanların anladıkları “Barış” çok farklı.

Rumların istedikleri “Barış”, tek taraflı olarak Kıbrıslı Türklerin verecekleri tavizler üzerine kurulu. Onların “Barış” uğruna verecekleri hiçbir taviz yok.

Onların “Barış”tan anladıkları özet olarak, Kıbrıslı Türkler “Azınlık” statüsünde Kıbrıs Rum Cumhuriyetine katılsın, ada da tümü ile Rum hâkimiyeti altına girsin. O kadar. Gerisi teferruat.


Seçimlerin ertesinde, daha ilk günden Lokmacı Barikatının açılması ile ilgili yalan söylemeye ve Rum basını kanalı ile yalan haberler yayarak olayları manipüle etmeye başladılar.
  
Ortada fol yok, yumurta yok, yapılmış bir görüşme veya varılmış bir antlaşma yok ama Rum Dışişleri Bakanı Markos Kiprianu ile Rum Başkanlık Komiseri Yorgos Yakovu konu ile ilgili açıklama yapıyorlar ve topu hemen ve derhal Türk tarafının kucağına atıyorlar.

Akıllarınca onlar, tanınmış bir devlet oldukları için asla taviz vermeyecekler ama Türkler, onların istedikleri her koşulu kabul edecekler ve ondan sonra da Lokmacı kapısı açılacak.

Kiprianu, Lokmacı kapısının açılmasının anahtarının Türk tarafının elinde olduğunu iddia ederek, bir uyuşmazlık durumunda suçlunun peşinen Türk tarafı olacağını şimdiden ilan etti bile.


Madem kapıyı açmak istiyorlar, niçin bu günkü koşullarda, hiç bir şey değişmeden hemen ve derhal kapının açılmasını kabul etmiyorlar.

Gerçekte maksatları kapıyı açmak değil.

Gerçekleşmesine olanak bulunmayan yapay istekler üretip, uzlaşmaz taraf olarak Türkleri göstermek istiyorlar. Çünkü uzlaşmak ve adaya barış getirmek gibi bir niyetleri yok. Zaten hiçbir zaman da olmadı.


Kıbrıs’ın neresinde Mücahitler veya Türk Barış Kuvvetleri 1963 sınırlarına çekildi de, Lokmacı da çekilecek. Gizliden gizliye, kapalı kapılar ardında, sınırları belirleyen bir “Ateş Kes Antlaşması” mı imzalandı da haberimiz olmadı.


Rumlar, Lokmacının açılabilmesi için Mücahitlerimizin neredeyse 70 metre geri gitmesini, yani 1963 çizgisine geri dönmelerini istiyor.
İçimden, tüm propagandalarını “ada 1974’de bölündü” yalanı üzerine kurmuş olan Rumlara, “Hani ada 1974 bölünmüştü” diye sormak geliyor.

Rum iddialarına göre madem ada 1974’de bölünmüştü, nereden çıktı 1963 sınırları da, şimdi masaya konuyor ve ısrarla o sınırlara geri dönülmesi isteniyor.

Üstelik kabul edilmezse de Türk tarafı uzlaşmaz taraf oluyor.     
İş Rum propagandasına geldi mi, yalanın bini bir para.


Lokmacı barikatından 30 metre güneyde, doğuya ve batıya doğru uzanan Çikko sokağı (Odos Kykkou) RMMO’nun manevra alanı. Oradaki kulübelerin üzerinde EF yazıyor, yani Rumca “Milli Muhafız” manasındaki “Ethniki Fruro”nun baş harfleri.

Rumların istediği şekilde bir anlaşma olursa, RMMO askerleri geri çekilmeyecek ve yerlerinde kalacak ama mücahitler neredeyse 120 m. geri gitmiş olacaklar. 70 metresi 1963 sınırlarına geri dönüş, 50 metresi de askerlerin bölgeden karşılıklı uzaklaşması olarak.


Ama bu son 50 metreyi sadece Mücahitler geri çekilecek. Matematiksel bir hesaplama ile RMMO yerinde kalacak. Diğer bir tanımlama ile Mücahitlerin geri çekilmesi ile RMMO kendiliğinden ara bölgeden 50 m. uzakta kalmış olacak.  

Üstelik ara bölgedeki egemenlik hakkımız da UNFICYP’e devredilmiş olacak.

Ne tezgâh ama!


Ben UNFICYP’i 1964’den beri tanıyorum.

Rumlar Türkleri koyun gibi keserken, namlusuna çiçek takıp olayları seyretmiş olan turistik bir ekip, bu UNFICYP dediğimiz, BM’nin adı var kendi yok, Kıbrıs’a özel askeri gücü.

Ara bölge, Türk egemenliğinden çıkarılıp UNFICYP’in kontrolüne bırakılırsa ne gibi bir yaptırım gücü olacak bu turistik ekibin, çok merak ediyorum.


UNFICYP’e güveniyor muyum?

Akritas Planı uyarınca 21 Aralık 1963 tarihinde uygulamaya konan katliamlar ardı ardına sürerken takındıkları tavırları gözlerimle gördükten sonra oluşan yanıtım, aradan bunca yıl geçmesine rağmen, hala daha kocaman bir “Asla”. İki dakikada bizi satarlar ve ara bölgenin egemenliğini, bir dizi cicili bicili sözlerle Rumlara devrederler.


Ve de en önemlisi bizim, yani KKTC hükümetinin, yani Güvenlik Kuvvetlerimizin, yani Türk barış Kuvvetlerimizin, bölgedeki “Egemenlik” hakkını kim elinden alacak.

Cümleyi tersten kurayım; Rumlara şirin görünmek ve haksız taleplerini yerine getirmek için “Egemenlik” hakkımızdan kim feragat edebilecek?     


“Lokmacı barikatının” Rumların istedikleri koşullarda açılması sadece bir hayal. Eskilerimiz, o günün güzel Türkçesi ile buna, “Olmayacak duaya Âmin” diyorlardı. Bu tanım, Rumların istekleri doğrultusunda Lokmacı barikatının açılması konusunda, hala geçerli.

9 Mart 2008
Rumların Lokmacı Tezgâhı için yorumlar kapalı
Okunma 42
bosluk

Talat Ve Hristofyas Görüşmesi

Talat Ve Hristofyas Görüşmesi

Kıbrıs’ta mevcut her iki halkın başkanlarının yapacağı tarihi görüşmenin tarihi kesin olmasa da hangi hafta içinde yapılacağı artık belli oldu.


Bunu saptamak için kâhin olmaya gerek yok. Matematiksel olarak toplantı, Hristofyas’ın Brüksel’den dönmesinden sonra gerekli olan 1-2 günlük hazırlık devresi ertesi olan 16 Mart ile Möller’in adadan ayrılacağı 29 Marttan birkaç gün evvel beraberinde bir grupla 26 Mart’ta ada’ya gelmesi beklenen BM Genel Sekreter Yardımcısı Lynn Pascoe’nin adaya ayak basmasından evvel olacak.


Möller’in gitmeden evvel Lynn Pascoe ile kapsamlı bir şekilde görüşebilmesi ve rapor sunabilmesi için birkaç gün gerekeceğine göre de, söz konusu tarihi toplantı 17 Mart ile 24 Mart arası bir tarihte yapılacak, yani 2008’in 12.ci haftası içinde.


Bu görüşmenin vitrin konusu, ilk defa 1958 yılında İngilizler tarafından dikenli tel çekilerek Rum ve Türk kesimleri diye ikiye bölünen Lefkoşa’nın surlar içinde, dönemin en önemli alış veriş merkezi konumundaki Ledra caddesinin (Uzun Yol), Ermu caddesi ile kesiştiği yerde kurulan ve adını köşesindeki Ermeni Lokmacıdan almış olan, Lokmacı Barikatının açılması olacak.


İngilizler tarafından 1958’de oluşturulan Lokmacı barikatı, 1963 olaylarında, Türk ve Rum barikatları arasında yaklaşık 50 m.lik tampon bir bölge kalacak şekilde kum torbaları ve beton duvarla güçlendirilerek kapatılmış ve 1968 yılına kadar kapalı kalmıştı. Makarios hükümetinin 1967-68 döneminde Türklere koyduğu barikatları kaldırması ile barikat karşılıklı olarak yaya trafiğine açılmış ve 1974 Barış harekâtı sonrasında mevcut duvar ve nöbetçi kulübeleri taraflarca güçlendirilerek tekrar kapatılmıştı.


Dimitris Hristofyas Atina’ya gitmeden evvel havaalanında yaptığı konuşmada askıda kalan meselelerin çözülmesi ve ay sonuna doğru planlanan Cumhurbaşkanı Talat’la yapacağı ilk görüşmede, Lokmacı Barikatının açılışının ilan edilmesi arzusunu dile getirdi.


Topu daha görüşmeler başlamadan Talat’ın kucağına atmak kararında. Ve bunu yaparken de yalnız değil. Ekibi, yani takım arkadaşları da yanında.


Hristofyas’ın çiçeği burnunda (çok) Özel Kalem Müdürü Vasos Georgiu dün, daha Hristofyas’ın sözleri kurumadan Lokmacı konusunda çok iyimser olduğunu ama bazı şartlar yerine getirilmeden de kapının açılamayacağını dile getirdi. Hristofyas’ın, çözümün hararetli savunucusu olmasının Türk tarafının bütün saçmalıklarını kabul etmeye hazır olduğu anlamına gelmediğini de sözlerine ilave ederek açıkça, “Türk tarafı taviz vermezse ve Rum hükümetinin koşullarını kabul etmezse bu kapı açılmayacaktır. Biz Lokmacı barikatının açılması için herhangi bir taviz vermeyeceğiz” diyerek, son durumu ve Rumların Lokmacı konusundaki stratejisini açık ve net olarak ortaya koydu.


Ekibin diğer elemanları olan KS EDEK Başkanı Yannakis Omiru ve EVRO.KO Başkanı Dimitris Şilluris de hiç zaman kaybetmeden siyasi bir toplantı yaptılar ve takım kaptanları Hristofyas’a hemen ve derhal bir siyasi destek verdiler.  
 
Omiru toplantı sonrası Lokmacı kapısı konusunda yaptığı açıklamada, bunun arzu edilen bir şey olduğunu, bugüne kadar bu konuda yaşanan durgunluğun Kıbrıs Türk tarafından kaynaklandığını vurgulayarak, “Ledra Kapısı’nın açılmasının önemli bir gelişmeyi teşkil edebilmesi için askeri birliklerin bölgeden uzaklaştırılması, tahrip olan binaların güvenli geçiş için yıkılması ve bölgenin durumunun (statüko) şekillendirilmesinin RMMO ve Türk ordusu işbirliğiyle UNFICYP’e havale edilmesi ön koşuluna bağlı olduğunu” söyleyerek, başkanları oldukları siyasi partilerin Lokmacı konusundaki tutumlarını açık ve net olarak ortaya koydu.


Aslında bu karar ve strateji, Hristofyas seçildikten sonra belirlenmiş veya benimsenmiş değil.


Papadopulos hükümetinin 15 Ekim 2007’de Lokmacı barikatının açılması ile ilgili olarak, sözcüsünün deyimi ile “gözden geçirilmiş ve yumuşatılmış” önerilerine göz atıldığında, bu kararın çok gerilere gittiği ve daha o günlerde benimsendiği açıkça görülmekte. 


Papadopulos’un o günlerde lütfen yumuşattığı öneriler aynen aşağıdaki gibidir;


1- Ledra Caddesi’ndeki (Lokmacı Barikatı) geçiş noktasının; tarafların UNFICYP’e herhangi bir şart veya önşartı olmaksızın açılması.
2- Bölgedeki ara bölge sınırlarını tayin edecek olan; Türk kuvvetlerinin ve Milli Muhafız Ordusu’nun ateşkes hatlarının tam olarak belirlenmesine ilişkin askıda bulunan anlaşmada iki askerî taraf; UNFICYP’in BM Güvenlik Konseyi’nin kendisine verdiği yetkiyi ara bölgede tam olarak kullanacağı konusunda anlaşması.
3- Geçiş noktasının ilgili taraflarla yapılacak sondajların ardından UNFICYP tarafından belirlenecek bütün güvenlik ihtiyaçlarına cevap vermesi gereken pratik hal çarelerinin tamamlanmasından sonra açılması.
4- Pirgo-Limnidi (Yeşilırmak) geçiş noktasının mümkün olan en kısa zamanda, her halükârda 2007 sonuna kadar açılması.


Hristofyas’ın, vatan hainliği ile suçlanmamak ve Red Cephesinin yani, Papadopulos (DIKO), Omiru (KS EDEK) ve Hrisostomos (KİLİSE) üçlüsünün hışımına uğramamak için bu önerilerden sapmak gibi bir seçeneği yok.


Bu nedenle de Hristofyas, gerek Möller’in baskısı altında kalmamak gerekse de Talat tarafından çözüm istemeyen kişi durumuna düşürülmemek için Atina’ya iner inmez ayağının tozu ile barikatın açılabilmesi ile ilgili koşullarını açıkladı.


1- Geçit bölgesinin denetimi BM’de olmalı.
2- Geçiş noktasında askerî varlık olmamalı (50 metre mesafede, Cikko yolu ortasında da ikmal olmayacak).
3- Binaların restore edilmesi gerek ve bunun sorumluluğunu da BM (UNDP) üstlenebilir. 
4- Ledra Caddesi’nin açılması Limnidi barikatının açılmasından ayrıdır.


Açıkçası Hristofyas hükümeti, Lokmacı barikatı ile çevresindeki arazinin kontrolünün tamamen UNFICYP’te yani “Birleşmiş Milletler Kıbrıs Özel Askeri Gücü”ne devredilmesini ve Mücahitler ile Türk Barış Kuvvetleri askerlerinin bölgede devriye gezmemesini şart koşuyor.


Bunun siyasi açıklaması “Lefkoşa’nın askersizleştirilmesi”,  Politik çevirisi de, Türk Barış Kuvvetlerinin, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Garantiler Antlaşmasının kendisine uluslararası hukuka uygun olarak verdiği yetki uyarınca gerçekleştirdiği müdahalenin sonrasındaki adadaki varlığının, “işgalci ordu” konumuna dönüştürülmesi demektir.


Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın ve iktidardaki CTP hükümetinin, Lokmacı Barikatının açılması uğruna Rumların öne sürdüğü koşulları ve bu koşulların getireceği yeni siyasi oluşumu ve 20 Temmuz 1974 tarihinde uluslar arası kurallara uygun olarak gerçekleştirilen Barış Harekâtının yeniden tanımlanmasını kabul etmesi ne kadar olanaksızsa, Rumların da öne sürdükleri koşullar kabul edilmeden Lokmacı Barikatının açılmasını kabul etmeleri de o kadar olanaksız.


Lokmacı Barikatı’nın açılması konusunun Hristofyas’ın karizmasını çizeceği kesin.

5 Mart 2008
Talat Ve Hristofyas Görüşmesi için yorumlar kapalı
Okunma 51
bosluk

Talat’ın Mektubu

Talat’ın Mektubu

KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın mektubundan Dimitris Hristofyas’ın gıcık aldığı kesin.

Hiç beklemediği anda kalesine gol yemiş gibi hissediyor kendisini Hristofyas.

Daha kendisi Rum tezlerini ve Kıbrıs’ı nasıl ele geçireceğini açıklamadan ve görevlendirdiği yüze yakın personeli gerek AB’de gerekse de BM’de köşe başlarını tutmadan, Kıbrıs’lı Türklerden nasıl bir çözüm istediklerine dair mektubun BM genel sekreterine gitmesi, Hristofyas’ı çılgına çevirdi.


Rum hükümetinin Rum basını kanalı ile etrafa yaydırmaya çalıştığı habere göre güya, BM bu mektuptan hoşnut kalmamış. Her kimse bu BM dedikleri.


Cumhurbaşkanı Talat’ın Ban Ki Moon’a gönderdiği mektubunda, Kıbrıs’ta çözüm ile ilgili “Eşit statüde iki devlet”,  “Bakir doğum” ve “Halkların siyasi eşitliği” gibi esasları ortaya koyması yapabileceği en doğal hareketti. Tabii ki bunları yazacaktı. Zaten masaya oturunca bunları konuşacak ve savunacak.

Tabii Hristofyas masaya oturmayı kabul ederse.

Daha şimdiden çiçeği burnunda Rum Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile görüşmemek için kıvırtmaya başladı.


AKEL’in “şimdilik” basın Sözcüsü Andros Kiprianu, cumartesi günü yaptığı açıklamada, Kıbrıs sorununda ilerleme sağlanıp sağlanmayacağının Kıbrıs Türk tarafının Kıbrıs Rum tarafının girişimlerine nasıl karşılık vereceğine bağlı olacağını dile getirmesi ve  Kıbrıslı Türklerden olumlu yanıt alınması durumunda çözümün umut edilebileceğini, ancak son günlerde yapılanlar gibi açıklamaların yapılması halinde durumun çok zor olacağını resmen belirtmesi, Talat’ın BM’ye gönderdiği gerçekçi mektubundan ne kadar ürktüklerini göstermektedir.


Hristofyas hükümetinin yeni sözcüsü Stefanos Stefanou’nun dün, Hristofyas’ın Kıbrıslı Türk toplumunda da temaslar gerçekleştireceğini ve BM şemsiyesi altında olmak kaydı ile Cumhurbaşkanı Talat ile de görüşeceğini açıklaması ise, artık kendisi ile daha evvel sıkı fıkı olmuş Kıbrıs’lı Türkler ve Yunanistan’a birlikte gittiği “candan Türk dostları” ile sadece Rum Cumhurbaşkanlığı makamında görüşebileceğini ortaya koymakta.

Nede olsa boyu büyüdü Hristofyas’ın.

Seçimden önce, seçilirsem Talat’la hemen görüşeceğim diyen Hristofyas’ın, seçimden sonra aniden aklı karışmış ve unutkanlık baş göstermiş anlaşılan.
    
Seçimi kaybeden DISY adayı Kasulidis’in yapmayı vaat ettiği gibi Girne’de Talat’ın evinde çay içmek gibi bir jest yapmaya niyeti yok. Otuz sekiz yıllık AKEL-CTP dostluğu içindeki baryası (dostu) veya yoldaşı Talat’la, ya BM çatısı altında görüşür Hristofyas, ya da AB çatısı altında. Başka bir dam paklamıyor artık kendisini.


Zaten Hristofyas’ın hedefinin, Kıbrıs konusunun çözüm sürecini AB’ye kaydırmak olduğu, bu son birkaç günde söyledikleri ile iyice ortaya çıktı.
Aslanım Dimitri, kaçın kurrası o.


Baktı gördü BM’de işler istediği gibi gitmeyecek ve Talat’ın peşin mektubu daha işin başında birçok kaleyi yıktı. Güvenlik Konseyindeki sırtını dayadığı Rusya da bir süredir Kıbrıs sorununa mesafeli duruyor. Kendisine kala kala AB kaldı, KKTC’yi yutmak çabalarında güvenebileceği bir tek uluslararası kurum.

Şimdi ver elini AB.  Zaten başka bir yer de yok.


Cumartesi günü, Avrupa Birliğinde müthiş bir atak yapabilmek ve Kıbrıslı Türklere AB’de verilebilecek tüm hakları budamak için 100 kişilik seçkin bir ekip hazırlattı. Başına da eski Rum Cumhurbaşkanı Yorgo Vasiliu’nun karısını getirdi. Doğal olarak, küçücük de olsa aktif bir siyasi parti olan EDİ’yi de yanına almış oldu.

Bütün taktiği, Kıbrıs konusunu, BM’nin inisiyatifinden tereyağından kıl çeker gibi çekmek ve AB’ye aktarmak. Zaten bir kere konu AB’nin kanatları altına girdi mi, gerisi kolay. Hem KKTC’yi bir lokmada hap gibi yutar, hem de geriye kalan enerjisi ile de Türkiye’den büyük büyük parçalar koparır diye düşünüyor Hristofyas.

Öyledir. İnsanlar hayal kurdukça yaşarlar. Doğanın kuralıdır bu.


Hristofyas’ın Kıbrıs sorununa çözüm bulmak yolunda yapacaklarından bahsederken Başpiskopos Hrisostomos II.nin sözlerini de yabana atmamak gerekir. Kaba bir tanımlama ile Rum Cumhurbaşkanları tuvalete gitmek için bile Başpiskopos’tan izin almak zorundadırlar. Bin yedi yüz yıllık Ortodoks gelenekleri böyle zorunlu kılıyor.


Rum başkanlık seçimlerinin birinci turunda Tasos Papadopulos’u desteklediği açıkça bilinen Başpiskopos Hrisostomos’un, “siyasi eşitlik” kavramı hakkında “Kilisenin, tüm siyasi liderliklerin hem fikir oldukları federal devlet görüşünün aksine her Kıbrıs vatandaşının bir oy hakkına sahip olacağı birleşik bir Kıbrıs istediğini” belirtmesi, aynen Hristofyas’ın, 28 Şubat perşembe günü yemin töreninde yaptığı konuşmada “Kıbrıslı Türklerin haklarının yeniden tesis edilmesinin Kıbrıslı Rumların, Maronitlerin ve Latinlerin hakları aleyhine olacak şekilde gerçekleşmesinin mümkün olmadığı” cümlesi ile birebir örtüşmektedir.

Yani, çoğunluk kimdeyse, hükümranlık onda olmalı ve Birleşik Kıbrıs’ı o halk idare etmelidir demektedir bu iki önemli, biri ruhani diğeri de siyasi olan, Rum lider.


Türkiye Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın, 6 Aralık 2007’de İstanbul’da yapılan Haliç Konferansı çerçevesinde AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn’e “Kıbrıs sorununun çözümü için, Kıbrıs’taki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile Türkiye’deki yerel seçimler arasında kalan dönem içinde çözüm bulunamaması durumunda, Erdoğan hükümetinin,
Birleşik Kıbrıs kavramını bir kenara bırakıp, iki ayrı devlet yönünde hareket edeceğini söylemesi ise, Kıbrıs sorununa çözüm yolunda çok önemli bir başka kavşağın olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu kavşaktaki yön gösterici okların birinin üzerinde “Birleşik Kıbrıs”, diğerinin üzerinde de “İki ayrı Devlet” yazmakta, hem de zaman kısıtlamalı. 

2 Mart 2008
Talat’ın Mektubu için yorumlar kapalı
Okunma 34
bosluk
  • Sayfa 2 ile 2
  • <
  • 1
  • 2
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar