Kadına Saldırıya Ağır Ceza

Kadına Saldırıya Ağır Ceza

Ülkemizde, bu güzel adamızda kadın, yüzyıllardır aile fertlerinin en saygı duyulan kişisi olmuştur.


Kadın aile içinde ve toplumda, hep el üstünde tutulmuş, daima da saygı görmüştür.


Doğduğum günden beridir bu adada ne bir kadına tecavüz olayı duydum, ne dayak atıldığını, ne bıçaklandığını ne de satıldığını.


Ama artık bu efsane bitiyor galiba.


Son zamanlarda adamıza gelen bir takım aşağılık kişiler, medeniyetten nasibini almamış, dağda büyümüş, kendi fiziksel gücünü kadını kölesi yapmak için baskı unsuru olarak kullanmayı adet haline getirmiş aşağılık insanlar, kadınlara karşı, bizim bu dünyalar güzeli küçücük ülkemizde, kafalarındaki hastalıklı düşünceleri fiiliyata geçirmeye başladılar. 


Ben bir KKTC vatandaşı olarak bu tür davranışlardan ve bu tür insanlardan artık rahatsızlık duymaya başladım. Benim gibi düşünen bir çok Kıbrıslı Türk de bu konuda çok rahatsız.


Bu insanların adamıza gelerek, çağdışı düşüncelerini ve davranışlarını burada uygulamaya hakları yoktur.


Bizim, insanlara sevgi dolu davranışlarda bulunmayı öğrettiğimiz ve bu doğrultuda aile terbiyesi verdiğimiz çocuklarımızın akıllarına kadına tecavüz gibi, kadını bıçaklamak gibi, kadını dövmek gibi kadını ezmek gibi çağdışı eylemleri sokmaya hiçbir kimsenin hakkı yoktur.


Bu düşünce ve eylemde olan kişileri lanetliyorum ve kınıyorum.    


Mahkemelerimizden, bu tür, içlerinde insanlık duygusu taşımayan kişileri en ağır cezaya çarptırmalarını, bir KKTC vatandaşı olarak talep ve rica ediyorum.


Milletvekillerimize sesleniyorum.


Hükümet kendi icraatları doğrultusunda KKTC Meclisine  “Yasa Tasarıları” gönderirken siz de “Kadına Yönelik Suç Teşkil Eden Davranışlar” ile ilgili “Yasa Önerisi” hazırlayın ve Meclisimize sunun. Bu tür “Yasa Önerileri” halkın çıkarları doğrultusunda oldukları için gruplarınızdan geçmesine bile gerek yoktur.


İnsanlara Tecavüz edenlere 500 yıl hapis yatmak ve hadım edilmek cezası getirin.


Kadınlarımızı bıçaklayarak veya bıçaklamak tehdidi ile kendi köleleri yapmak isteyenlere 100 yıl hapis yatmak cezası getirin.


Kadınlarımıza el kaldıranların 50 yıl hapis yatmak ve elinin kırılması cezasını getirin.


Kadınlarımıza sövenlere, aşağılayanlara, cinsel ve psikolojik baskı yapanlara 10 yıl hapis ve seçme seçilme hakkından men edilmesi cezasını getirin.


Çok ağır ve caydırıcı cezalar önerin ki, insanlıktan nasibini almamış bu kişiler kadınları zor kullanarak köleleri yapamayacaklarını bir daha unutmamak üzere kafalarına kazısınlar.   


Mağusa’da gencecik bir kızımıza tecavüz eden sanığın, birkaç gün evvel yapılan duruşmada, ilgili çavuş tarafından “ırza geçmek”, “vahim zarar vermek”, “zorla kadın kaçırmak” ve “ciddi darp” suçları ile itham edilmesi, halkımız arasında büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır.


Çavuşun, bu tür suçların Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüşüldüğünü söyleyerek, müebbet hapis gerektiren çok ciddi suçlar olduğunu belirtmesi, sanığın duruşma bitene kadar Merkezi Ceza evinde tutuklu kalmasını talep etmesi ve mahkemeden de bu doğrultuda karar çıkması, halkımızın üzerinde hassasiyetle durduğu bu konunun, yargıda çok ciddi bir şekilde ele alındığını göstermektedir.


Aynı hassasiyetin,  birkaç gün evvel Girne’de bir pansiyonda, medyada çıkan haberlere göre, kendisinin arkadaşlığını reddeden bir kadını bıçaklayan kişiye de ve bundan sonra kadınlara karşı ceza hukukumuzda suç tanımına girecek eylemlerde bulunacak her kişiye, acımasızca uygulanmasını talep ediyorum. Daha doğrusu okuyucularımla ve bu doğrultuda düşünen tüm KKTC vatandaşları ile birlikte talep ediyoruz.


Singapur bu gün dünyada, suç işleme oranının en düşük olduğu ülkelerden bir tanesidir.  Yere sakız veya sigara izmariti atmanın cezası 500 ABD dolarıdır. Tecavüz hayat boyu hapis ile cezalandırılmaktadır.  Ceza hukukuna göre suç sayılan eylemlerde bulunan kişilere o denli ağır cezalar verilmektedir ki, yaratılan korkudan suç işleme oranı neredeyse sıfır noktasına kadar çekilmiştir.


Artık bizim bu dünyalar güzeli küçücük ülkemizde de aynı yöntem uygulanmalıdır. Ceza hukukuna göre suç sayılan eylemlerde bulunan kişilere çok ağır cezalar getirilmeli ve yaygın hale gelmiş hırsızlığın, dolandırıcılığın, tecavüzlerin, kadın satmanın, insan bıçaklamanın veya vurmanın, uyuşturucu satmanın veya kullanmanın, kumar illetinin ve diğer benzeri suçların önüne geçilmelidir.


Geç kalmak üzereyiz….. 

31 Mayıs 2008
Kadına Saldırıya Ağır Ceza için yorumlar kapalı
Okunma 48
bosluk

Hristofyas Çözüme İstekli mi

Hristofyas Çözüme İstekli mi

23 Mayıs’ta Kıbrıslı liderler arasında yapılan görüşme ve arkasından BM yetkilisinin yaptığı açıklama politik çevrelerde yoğun bir tartışma ortamı ve çalkantı yarattı.


Yapılan resmi açıklama, yeni olgular ve Kıbrıs sorununun çözüm çabalarına yeni yaklaşımlar getiriyor. Kabul edilse de edilmese de artık bir yol haritası çizilmiş durumda. Bu haritadaki yolun başlangıcı resmi olmayan belgelere göre 21 Haziran 2008, sonu da 21 Haziran 2009.


Bu görüşmede çizilen yol haritasına ilaveten bir de kaba bir çerçeve çizilmiş ve ortak dil konusunda da mutabakata varılmış.  


9 Temmuz 1947 tarihinde Lord Winster’in sunduğu ilk Kıbrıs planından başlamak üzere, günümüze kadar ortaya konulan ve önerilen tüm planlar, kabul edilse de edilmese de artık masa üstünde ve liderleri bekliyor. Bunlara “BM’nin Kıbrıs müktesebatı” deniyor.


Lord Winster sunduğu ilk Kıbrıs planında bir “Danışma Meclisi” önermişti ve bu Danışma Meclisinin 19 üyesinin 12 üyesi Rum, 7 üyesi de Türk olacaktı. Aynen Annan Planında olduğu gibi 2 Rum’a 1 Türk oranına çok yakın bir düzenleme yapmış Lord Winster.


Yani adada adil bir ortaklığa dayalı bir yönetim kurmak kavramı, bundan tam 61 yıl önce düşünülmüş ve hazırlanan ilk planın içine de konmuş.


İsteyen ortaklık yok desin, isteyen Türkler azınlık desin.
Bu sözler pek bir mana ifade etmiyor.


1947 yılında hazırlanan ilk Kıbrıs planından itibaren sunulan her planda Türkler “Ortak” olarak algılanmış ve ortak olarak planların içine konmuş. Hiçbir plan “Kıbrıslı Türkleri” azınlık olarak ele almamış veya azınlık sınıfına da sokmamış.


Özetle “BM müktesebatı” içindeki tüm planlarda Kıbrıslı Türkler hep Kıbrıs’ın ortağı olarak geçmekte. 


Bu gerçek de, “Türklerin ortak konumunda olmayacağı” hiçbir planın yürürlüğe giremeyeceğini herkese vurgulamaktadır.


Papadopulos’un “ozmosis” düşüncesi güzel bir hayaldi. Kıbrıslı Türklerin mevcut Rum Cumhuriyetine yama olacağı veya liderlerin kurmayı düşündükleri “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nin de mevcut Rum Cumhuriyetinin devamı olacağı faraziyeleri de aynen Papadopulos’unki gibi güzel bir hayal.


Bu düşünceler, Kıbrıs’ın gerçekleri ve verilen mücadele ile hiç bağdaşmıyor.


Liderlerin bundan sonraki görüşmelerinde, ki büyük bir olasılıkla Haziranın ikinci haftası ile üçüncü haftası arasındaki bir günde olacak bu görüşme, “Kıbrıs sorununa çözüm amaçlı müzakerelerin zemini” daha da belirginleşecek.


Bu görüşmede 23 Mayıs’ta varılan mutabakatın içine alınmamış, Kıbrıs sorununun esasını teşkil eden ana konulara da değinilecek. Büyük bir olasılıkla, kaba hatlar içinde Federal Devletin yapısı, Egemenlik, Mülkiyet Hakları, İktidar paylaşımı ve Güvenlik konuları kesin bir sonuca varılamasa da tartışılacak.


Bu ikinci toplantıda zemin net olarak belirginleştirilebilirse, “Doğrudan Görüşmelerin” kapısı da aralanmış olacak.


Tabii ki liderler tarafından ortak zemine adım adım yaklaşıldıkça Teknik Komitelerin ve Çalışma Gruplarının önlerini kapatan siste aynı oranda dağılacak ve komiteler çalışmalarını hızlandıracaklar. Şu anda komitelerin önleri bulanık, hatta tamamen karanlık ta diyebiliriz. El yordamı ile bir yerlere varmaya çalışıyorlar.
 
Rum tarafı, çalışma gruplarındaki ve Teknik Komitelerdeki çalışmaları değerlendirdikten sonra kapsamlı çözüm müzakerelerinin başlamasını isterken, Türk tarafı hemen yani en geç üç hafta içinde müzakerelerin başlamasını talep etmektedir. Bu noktada bir taktik farklılığı bulunmaktadır.


Rumların talepleri değerlendirildiğinde, Komite veya Gruplarda mutabakata varılan konuların, liderler tarafından otomatikman kabul edilmiş addedilerek yürürlüğe gireceği, buna karşın da müzakerelerin bir nedenle kopması durumunda da kabul edilen bu konuların geri alınması veya durdurulması mümkün olamayacağıdır.


Yani “Parça Parça Antlaşma” yönteminin bir diğer tanım ile uygulamaya konmasıdır Rumların bu talebi. Ve Rumların bu davranışı da bana geçmişte oynanan bir oyunu hatırlatıyor.


Bundan 15 yıl önce Glafkos Klerides tarafından uygulamaya konan “Türkleri suçlama” politikasının Hristofyas tarafından tekrar sahneye konduğu izlenimini var bu öneride.


Papadopulos’un uzlaşma istemeyen politikası nedeni ile zan altında kalan Rum tarafı, kendisini barış meleği olarak satan Hristofyas kanalı ile Talat’ı ve Türkiye’yi “Uzlaşma İstemeyen Taraf” olarak lanse etmek ve çözümsüzlük sürecinin devamını sağlamak istiyor sanki.


Bu nedenle de, müzakerelerin başlangıç noktasının 8 Temmuz 2006 Gambari Mutabakatı ve 21 Mart 2008 Antlaşması olması konusunda ısrarlı. Hristofyas’ın kafasındaki planda iyi niyet ve çözüme istek olsaydı, başlangıç noktasının ne olduğu pek önemli değil deyip, kolları sıvayarak müzakerelere hemen otururdu.  


Zaman bunu açık ve net olarak ortaya koyacak.

28 Mayıs 2008
Hristofyas Çözüme İstekli mi için yorumlar kapalı
Okunma 74
bosluk

Ufukta Federal Devlet Mi Var

Ufukta Federal Devlet Mi Var

Ufukta Federal Devlet Mi Var


Cumhurbaşkanları Mehmet Ali Talat ile Dimitris Hristofyas arasında BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki Özel Temsilcisi Taye Brook Zerihoun’un eski Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’ndaki (ara bölge) resmi konutunda gerçekleşen 23 Mayıstaki toplantı ve toplantı sonrasında yapılan resmi açıklama, Kıbrıs sorununa çözüm süreci içinde bir dönüm noktası olacak nitelikte.


Açıklama geniş çerçevede ve her iki liderin kafasındaki çözüm parametrelerine uygun bir içerikte.


Birlemiş Milletlerin resmi açıklamasına göre liderler; 
İki kesimli, iki toplumlu ve ilgili Güvenlik Konseyi kararlarında tanımlandığı şekliyle siyasi eşitlik temelinde bir federasyona bağlı olduklarını yeniden teyit etmişler ve bu ortaklığın, tek uluslararası kimliğe sahip bir Federal Hükümetinin yanı sıra eşit statüye sahip bir Kıbrıs Türk Kurucu Devleti ve bir Kıbrıs Rum Kurucu Devleti olacağı konusunda mutabakata varmışlar.


Ben, buna çok benzer bir metni daha evvel görmüştüm.
12 Şubat 1977 tarihinde Denktaş ile Makarios arasında yapılan 1.ci Doruk Antlaşmasının 1.ci ve 2.ci maddeleri;
“1) Bağımsız, bağlantısız, iki toplumlu, federal bir Cumhuriyet kurulacaktır.
 2) Her toplumun yönetimi altına girecek topraklar, ekonomik, yaşanabilirlik ve mülkiyet ışığında tartışılacaktır. “


Şeklinde idi ve BM tarafından resmen açıklanarak resmi BM belgesi olarak da kayıtlara geçmişti.


İşin ilginç tarafı, Rum siyasi partilerden gelen itiraz sesleri nedeni ile Makarios daha neredeyse kapıdan çıkar çıkmaz, ayağının tozu ile bu antlaşmayı reddettiğini dile getirerek bu mutabakatın asla hayata geçmemesine neden olmuştu.


O dönemim argümanı ve Rumlar tarafından yapılan açıklama da aynen “Makarios’un bu belge altında imzası yoktur. Bu antlaşma sadece BM resmi açıklamasıdır ve Rum tarafını bağlamaz” şeklinde olmuştu.


İpe un sermek gerekince her gerekçe uydurulabiliyor demek ki.


Fakat bu sefer iş biraz farklı gelişti Rum tarafında.


Hristofyas, DIKO ve EDEK’in itirazlarına ve suçlamalarına rağmen attığı imzayı inkâr etmedi ve savundu.


Papadopulos’un, “Ortaklıklar iki devlet arasında olur” sözlerine karşılık “Bazıları kabul etmeyi hiç istemese de, ki bu ülkeye çok büyük zarar vermiştir, ortaklık 1960’tan beri var olan bir olgudur” diyerek attığı imzayı savundu Hristofyas ve bir yerde de 1963-74 yılları arasında Kıbrıs’lı Türklere yapılanların yanlış olduğunu ima etti.


Bu antlaşmada neler var;
Antlaşma, Talat’ın üzerinde ısrarla durduğu ve “Vazgeçilmez kırmızı çizgim” dediği “Partenojenez devlet” fikrini içeriyor. Hristofyas’ın adını koyduğu şekli ile “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” tam bir partenojenez devlettir. Yani adadaki mevcut devletlerden herhangi bir tanesinin devamı değildir ve “Geçmişi olmayan bakir bir devlettir”.


Antlaşmazlıkların çözümünde esas metin olarak kabul edilen İngilizce metinde kullanılan “Bizonal” kelimesinden, kurulacak Federal devletin, iki ayrı kara parçası üzerinde kurulmuş iki ayrı devletten oluşacağını anlamak mümkün. “Biregional” yani “İki bölgeli” terimi kullanılsaydı, Federal devletin içinde sadece muhtariyet yetkilerine sahip iki devlet olduğu algılanırdı.


Antlaşmanın içeriğine göre Federasyonu oluşturan devletler yani “Kıbrıs Türk Kurucu Devleti” ile “Kıbrıs Rum Kurucu Devleti”, politik eşitliğe sahip. Birinin politik hakları diğerinkinden fazla değil.
  
Hristofyas açısından sağlanan kazanç, Kıbrıs Rum Cumhuriyetinin lav edilmeyeceği ve devam edeceği gerçeğidir. KKTC,  “Kıbrıs Türk Kurucu Devleti” kimliğini alırken Kıbrıs Rum Cumhuriyeti de “Kıbrıs Rum Kurucu Devleti” kimliğini alacak ve varlığını devam ettirecek.


Bu metinde eksik olan “Egemenlik” tanımı ve AB’deki temsiliyet.



Her ne kadar antlaşma metninde kullanılan “Bizonal” terimi  ile Kurucu Devletlerin kendi bölgeleri içinde tam egemen oldukları anlaşılıyorsa da, anlaşma metninin altı veya içi doldurulurken “Egemenlik” kavramı çok net bir şekilde açıklığa kavuşturulmalı.


Aynı şekilde “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nin AB’deki temsiliyeti de, AB ile yapılacak görüşmelerle açıklığa kavuşturulmalıdır.   


Almanya yapısal olarak Federal bir devlet ve bu nedenle de neredeyse AB’nin yarıdan fazla ülkesinden çok daha büyük bir alana ve nüfusa sahip olan “Wesfalya Eyaleti”, Parlamentosu ve başkanına rağmen AB’de temsil edilmiyor. AB kuruluş antlaşmasına göre Almanya 12 eyalet ve 12 Parlamentodan oluşmasına rağmen AB’deki temsiliyetini, “Merkezi Alman Hükümeti” yapabiliyor sadece.     


“Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nin AB’deki temsiliyeti, Kıbrıs Türk Kurucu Devletinin ve Kıbrıs Rum Kurucu Devletinin belirli süreler içinde dönemsel temsiliyetleri şeklinde veya “İki Başkanlı” şeklinde veya “Oy Birliği ile alınmış kararların uygulanması” şeklinde olmalıdır.


Türkiye Dışişleri Bakanlığının 24 Mayıs tarihli “Türkiye’nin, Kıbrıs’ta yeni bir ortaklık devleti kurulması amacıyla en kısa zamanda doğrudan müzakerelere başlanmasını beklediği” açıklaması ise, liderlerin altına imza koydukları mutabakatın hayata geçirilmesi bakımından çok olumlu ve yapıcı, bir diğer gelişme.


Bu antlaşma tabiî ki sadece bir başlangıç ve “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nin kaba bir çerçevesini çiziyor. Keramet içinin nasıl doldurulacağında. Aslı büyük sorunlar ve zorluklar o aşamada yaşanacak. 

25 Mayıs 2008
Ufukta Federal Devlet Mi Var için yorumlar kapalı
Okunma 93
bosluk

Rumların Niyeti Belli

Rumların Niyeti Belli

Yarın yapılacak liderler toplantısında yeni bir gelişmenin altına imza atılması olasılığı çok düşük.


Hristofyas tamamen kendi çıkarları doğrultusunda güzel bir oyun oynuyor.


Bir taraftan “yeni prosedüre dış müdahalelerden kaçınılması gerektiği” açıklamasının yapıyor, diğer taraftan da amiyane tabirle, elinde çantası BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi beş ülkenin elçilerini kapı kapı dolaşıyor ve bu ülkelerden “ölçülü, ancak özlü katkılar” istiyor.


İstediği katkı da açık ve net; “Türkiye’ye baskı yapın taviz versin”.


Yani, BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi beş ülkeye “Aman bana baskı yapmayın ben adanın tümünü istiyorum. Türkiye’ye baskı yapın, adadan askerini ve göçmenlerini geri çeksin, garantörlükten de vazgeçsin. Beni de adanın tek hâkimi yapın” demeye getiriyor.


Özetle hedeflerinden bir tanesi “Bana karışmayın ama Türklere karışın” felsefesi ile BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi beş ülkeyi Kıbrıs sorunu içine çekmek. Papadopulos geçmişte bunun için çok uğraşmıştı ama Türkiye’nin karşı koyması ile bu düşüncesini gerçekleştirememişti.


Papadopulos’un bütün itirazı, niye ABD ve İngiltere Kıbrıs işine burnunu sokuyor da benim kankalarım Rusya, Fransa ve Çin, BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri olmalarına rağmen bir türlü Kıbrıs sorununun çözümü yolunda belirleyici konumda olamıyorlardı. Hristofyas da şimdi aynı taktiği uygulamaya koydu.



Hristofyas’ın bir diğer hedefi de, yıllardır “Yoldaşım” diye tanıttığı Cumhurbaşkanı Talat’ı “Bozguncu ve uyuşmaz” suçlaması ile arenanın ortasına iteklemek.
  
Son bir aydır, yani 21 Mart’ta kurulan ve görüşmeye başlayan komitelerin oturdukları iskemlelere ısınıp müzakere havasına girmelerinden sonra, Hristofyas, Stefanou, A. Kyprianou, Yakovou ve M. Kyprianou sistematik bir şekilde Türk tarafını komite çalışmalarını baltalamakla suçlamaya başladılar.


Hristofyas ve avenesi, “Kıbrıs sorununa talep edilen çözüm konusunda Kıbrıs Türk tarafı ile ortak bir dil olmadığı ve komitelerde tatmin edici ilerleme bulunmadığı” yönündeki mesajlarını, ilgili ilgisiz herkese gönderiyorlar ve her platformda da dile getiriyorlar.


Rumlara göre Türk tarafı, bilinçli olarak teknik komite ve çalışma gruplarında kaydedilecek ilerlemeden bağımsız olarak, doğrudan müzakerelerin derhal başlaması ortamını sistemli şekilde tersine çevirmeye çalışıyor. Yani istemiyor. Yalanın bu kadarına da pes doğrusu.    


Cumhurbaşkanı Talat, en iyimser bir şekilde müzakerelerin devam ettirilmesi için çaba harcarken, Hristofyas hem müzakerelerin devam etmesini istemiyor hem de bunun suçunu Talat’ın sırtına yüklemek için elinden geleni yapıyor.


Talat, Kıbrıs Türk halkının büyük çoğunluğunun isteği olan “Eşit statüde iki devletin, eşit politik haklara sahip iki halkının kuracağı yeni bir Kıbrıs devleti” düşüncesini ve isteğini dile getirdiği için aniden bozguncu ilan edildi.  


AB konularını ele almakta olan çalışma grubundaki Rum delegelerin başkanı Yorgos Vasiliu, ki Cumhurbaşkanlığı zamanında “Yapıcı ve barışçı Rum Lider” diye pazarlanmıştı, o bile baklayı ağzından kaçırıverdi dün.


Vasiliu’ya göre Hristofyas’ın Talat’la 23 Mayıs’taki görüşmeyi talep etmesini çok doğru ama bakire doğumun tartışılmasını ise boşuna kürek çekmekten öteye bir çaba değil.  Vasiliu, böyle bir konunun olmadığını, yok ve sıfırdan yeni bir devletin doğmayacağını, Rum tarafının dört yıldan beridir AB üyesi olması nedeni ile de yeni bir devletin kurulamayacağını söyleyerek, görüşlerini net olarak belirtti.


Ve bu kişi Rum Çalışma Gruplarının başı, liderler de bunlardan uyum bekliyor.


Yani çalışma gruplarının başı olan bu kişiye göre, çözüm Kıbrıslı Türklerin AB üyesi Kıbrıs Rum Cumhuriyetine katılmasından başka türlü olamaz..


Vasiliu, yeni bir devletle ilgili yeni bir anlaşma yapılması için, bugün sahip olduğumuz devletin işleyişine son vermesi, AB’ye yeniden başvurulması, AB’nin de bu başvuruyu yıllarca incelemesi gerektiğini Kıbrıslı Türkler ve Türkiye bilmiyor mu? diye de pişkin pişkin soruyor.


Bence Vasiliu hemen bugün, arabasına binmeli ve Trodos dağının batı tarafındaki en yüksek tepesinde bulunan Çikkos Manastırına gitmeli. Arabasını uygun bir yere park ettikten sonra da Makarios’un mezarına gitmeli ve kapısını çalmalı.  


Ve Makarios’a sormalı.
“Ey Makarios, sen bu adanın mutlak hâkimi olmak ve Yunanistan’a bağlamak için adayı kana buladın. Türklerin üstüne bir kâbus gibi çöktün. Giydiğin din adamı cüppesine saygısız davrandın ve binlerce Türkün öldürülmesi, evlerinden köylerinden sürülmesi için emirler verdin, yapanları da kutsadın. Ama Türkler senin hâkimiyetin altına girmeyi reddettiler ve ölümüne mücadele ettiler. Senin yüzünden 1974’de bu ada ikiye bölündü ve artık Türkler adanın kuzeyinde, kanla ve gözyaşı ile kurdukları adına da “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” dedikleri devletlerinde yaşıyorlar. Sence aradan 45 yıl geçtikten sonra Kıbrıs’lı Türkler kendilerine acımasızca uyguladığımız soykırımı ve katliamları unutup, kurdukları devletlerinden de vazgeçip idaremiz altına girmeyi kabul edecek kadar aptallar mı?”


Ve yanıtını aldıktan sonra bana da iletirsin Sayın Vasiliu.


Bu dünya yarılıp ikiye bile bölünse, Kıbrıs Türk halkı asla Rumların boyunduruğu altına girmeyi kabul etmez. Bence biz “Partenojenez Devlet” fikrinden vazgeçeceğimize, siz “Üniter Rum Devleti” fikrinden vazgeçin daha iyi olacak.


Sizler, olmayacak duaya kendi kendinize âmin diyorsunuz sadece.

21 Mayıs 2008
Rumların Niyeti Belli için yorumlar kapalı
Okunma 37
bosluk

Politik Eşitlik Var Mı?

Politik Eşitlik Var Mı?

Rumlar, Kıbrıslı Türklerin Politik eşitliğini kabul ediyor mu sorusunu artık sık sık kendi kendime sormaya başladım.

Olaylar ve gelişmeler bu konuda Rumların yüzlerine sahte bir maske taktığına,  tüm Rum siyasilerin “Biz Kıbrıs’ta barış istiyoruz” laflarına, “Türkler kardeşlerimizdir, Birleşik Kıbrıs istiyoruz”  sözlerine rağmen davranışlarının sahte olduğuna beni inandırmaya başladı.  
 
2003 yılından beridir düzenli olarak katıldığım Ledra Palas’ta her ay Slovak Büyükelçiliği tarafından organize edilen Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum siyasi parti toplantılarının en sonuncusuna Mart 2007’de katılmıştım.
O günkü toplantıdan sonra yazılacak olan “Ortak Bildiri” ile ilgili olarak, ki buna politik dilde “Communiqé” (komünike) deniyor, dostum Kutlay Erk ile bir gün evvelsinden ev ödevi yaparak, bir takım önerileri onun, diğerlerini de benim yapmam konusunda aramızda bir görev bölümü yapmıştık.

Toplantıda Ortak Bildiriye Kutlay bey “Politik Eşitlik” (Political Equality) cümlesinin eklenmesini isteyince Rum siyasiler itiraz etmiş ve kıyametler kopmuştu. Sonuçta “Politik eşitlik” cümlesi ortak bildiriye girmeyince biz hem itiraz etmiş, hem de toplantılara katılmayacağımızı belirterek oradan ayrılmıştık.

Rumlar geçen seneye kadar, her iki devlette siyaset yapan ve politikayı belirleyen “Siyasi Partilerin” bile politik düzeyde “Politik Eşitliği”ni kabul etmiyorlardı. O günlerde başkanları Papadopulos idi, belki ondandı ama başkanları değişmiş ve kendini adada Barış isteyen adam diye satan Hristofyas başa geçmiş olsa bile eminim, hala daha “Politik eşitliğimizi” kabul etmiyorlar ama asırların Bizans diplomasisi gereğince de iki yüzlülük yapıyorlar ve kabul edermiş gibi davranıyorlar. Tabii sadece sözde. İş yazılıya geldi mi, yazılı belge olur gerekçesi ile kıyametler kopuyor yazıya dökmemek için.


23 Mayıs Cuma günü, yani birkaç gün sonra Cumhurbaşkanımız Talat ile Rum lider Hristofyas görüşecekler. Tabi eğer Hristofyas kıvırmazsa.

Bu görüşme bence çok önemli ve görüşmelerin kaderinde rol oynayacak “Kilit görüşme” konumunda. Bu toplantıda varılacak mutabakat ile ancak “Doğrudan görüşmeler” yaz dönemi içinde, muhtemelen Haziran ayının ilk haftalarında başlayabilecek ve 2009 yılının en geç Haziran ayına kadar da bitecek.

Aslında görüşme takvimi yazılı değil ama yazılı. Birileri bunu belirlemiş ve ilk günü ile son gününü de liderlerin kulağına fısıldamış.

Sonunda iki lider, asgari müşterekte anlaşabilirlerse “Bakir veya Dul,

Birleşik bir Devlet” kurulacak, anlaşamazlarsa “Nişan bozma ve Ayrılık” sonrası adada komşu iki devlet olacak ve yeni hayallere kapı açacak yeni tezgahlar masaya konacak.   


23 Mayıs’ta Cumhurbaşkanımız, “Politik Eşitliğin” prensip olarak kabul edilip edilmediğini ve var olup olmadığını sormalı Hristofyas’a.

Yanıt “Yoktur” ise zaten görüşmelere devam etmenin bir manası yok. Bizi bekleyen gelecek, “Dul” Kıbrıs Rum Cumhuriyeti içinde azınlık statüsünden öteye değil demektir.

Bunu için kahin olmaya da gerek yok.

“Politik eşit” olmadığınız yerde “Azınlıksınız” demektir.


Rumların anavatanı Yunanistan’ın Ana muhalefet partisi liderliğine oynayan Evangelos Venizelos’un Kıbrıs ile ilgili düşüncelerine göz atmak, bize perdenin arkasında nelerin piştiğini, bizimle yani Kıbrıslı Türkler ile ilgili, Rum ve Yunanlı dostlarımızın neler düşündüğünü çok güzel ortaya koyuyor.  

Anayasa uzmanı olan Venizelos özetle 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan Annan Planı ile ilgili “Referandumun Kırmızı Çizgi” olduğu ve Kıbrıs konusunda bir dönüm noktası oluşturduğu görüşünde.  Adadaki Rum Yönetiminin BM ve AB üyesi olarak adadaki yegâne uluslararası tüzel kişilik olduğunu ve bunun da gözbebeği gibi korunması gerektiğini savunuyor. Buna ilaveten de Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin uluslararası varlık olarak sahip olduğu büyük avantajların hiçbirini kaybetmemesi gerektiği inancında.

Yani yeni kurulacak bir devlete şimdiden “OXİ” (hayır) demek kararındalar. 


Rumlar, anavatanları Yunanistan ile birlikte ortaklaşa belirledikleri taktiğe göre, 23 Mayıs görüşmesinden sonra Haziran ayı içinde başlayacak görüşmeler süresi içinde, hedefleri Türkiye ve Talat üzerinde çeşitli merkezler kanalı ile baskılar kurdurup, iki bölgeli, eşit statüde iki devletten ve eşit haklara sahip iki halktan oluşacak “Partenojenez” yani “geçmişi olamayan yeni devlet” kurulması fikrinden vazgeçmelerini sağlamak olacak. Çözümü ise Kıbrıslı Türklerin KKTC’yi lav ederek azınlık statüsünde Kıbrıs Rum Cumhuriyetine katılmaları şeklinde düşünüyorlar. Bu nedenle de “Politik eşitlik” fikrini hiçbir platformda benimsemiyorlar ve benimsetmiyorlar.


Rumlar, ilk ve son defa olarak 12 Şubat 1977 tarihinde Denktaş-Makarios 1.ci Doruk antlaşmasında bu eşitliği kabul etmişlerdi. Ama daha aradan 24 saat bile geçmeden, her zaman olduğu gibi, Makarios imzasını inkar etmiş ve bu imzayı geçersiz kılacak davranışlar içine girmişti. Kyprianou ve ondan sonra gelenler de bu taktiği devam ettirdi.  


Sayın Cumhurbaşkanım, 23 Mayıs’ta “Politik Eşitlik” kavramını masaya koyun ve açık bir yanıt isteyin.

Yanıt “Evet” ise görüşmelere devam edin.

“Hayır” ise boşuna zamanınızı harcamayın. 

Hayır’ın sonunda “Azınlık statüsünden” ve “KKTC’nin lav edilmesinden” öteye çıkacak bir gelişme olmayacak. İnsanımız da bu akıntıya karşı boşuna kürek çekilmiş süre içinde pembe hayaller içinde yüzdürülmemiş ve süre sonunda da düş kırıklığına uğratılmamış olur.

19 Mayıs 2008
Politik Eşitlik Var Mı? için yorumlar kapalı
Okunma 57
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar