Müzakerelerde Bitmeyen Sorunlar

Müzakerelerde Bitmeyen Sorunlar

Müzakerelerde Bitmeyen Sorunlar


1968 yılında başlayıp, arada kısa süreli aralıklar ve aksamalarda olsa, kırk yıldır sürmekte olan müzakerelerin, Cumhurbaşkanı M. A. Talat’ın tüm iyi niyetine rağmen Rumların “Egemenlik Saplantıları” nedeni ile iki veya üç ayda bitmesi zaten beklenemezdi.


Bu tempoda ve içerikte giden müzakerelerin, bir kırk yıl daha süreceğini söylemek hiçte yanlış olmaz.


Bir taraftan Downer’e bakıyorum, diğer taraftan Rumların taleplerini inceliyorum sonra da önüme Cumhurbaşkanımız M. A. Talat’ın iyi niyetli ve yapıcı düşüncelerini ve önerilerini koyuyorum ve birbirlerine uyan parçaları yan yana veya üst üste koymaya çalışıyorum.   


Ne yan yana gelen parçalar var, ne de üst üste örtüşen.


Yıllardır ayda bir kez Ledra Palas’ta bir araya geldiğimiz Rum Siyasi Parti liderleri ile dünkü toplantının öğle yemeği arasında derinlemesine konuşabilmek ve müzakere tezlerini tartışabilmek fırsatım oldu.


Rum siyasi parti temsilcileri, birbirlerinden ayrı ve bağımsız olarak ve diğerlerinin bana ne söylediklerini bilmeden, üç aşağı beş yukarı hep aynı görüşleri dile getirdiler.
1- İlerleme kaydedilmesine izin vermeyenin Türk tarafı olduğu.
2- Türkiye’nin müzakerelerden elini ayağını çekmesi ve karışmaması gerektiği.
3- Uluslararası ve Avrupa Birliği kamuoyunun, kabul edilemez Türk talepleri ve Türk uzlaşmazlığı hakkında bilgilendirilmesi
4- AB üyesi devletlere, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yönelik yükümlülüklerini yerine getirmediği sürece AB üyelik sürecinin devam etmesine izin verilmeyeceğinin açıkça ortaya konması,
5- Müzakerelerin çıkmaza girmesi durumunda yeni tedbirlerin alınması gerektiği.
 
Bir Kıbrıslı Türk siyasetçi ve geleceğin egemenlik rakibi olarak bana, kafalarındaki şimdilik söylemek istemedikleri düşüncelerinin yanında duran ve açıklamakta mahzur görmedikleri fikirler bunlardı.


Hedefleri ve çabaları, üniter devlet kurmak amaçları önüne dikilen Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ı ve güya M. A. Talat’ı yönlendirdiklerini iddia ettikleri Türkiye’yi, Uluslararası ve Avrupa Birliği kamuoyunu önünde “Müzakereleri çıkmaza soktukları için” suçlamak propagandası başlatmak.
 
Bir şekilde BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer’i de bu düşüncelerine alet ettikleri de yavaş yavaş ortaya çıkıyor.


Alexander Downer, kamuoyu önünde başka konuşuyor ve ihtiyatlı iyimser olduğu görünümünü vermeye çalışıyor, ama kapalı kapılar ardında ileriki adımlar konusunda da bayağı endişeli olduğunu ima ediyor.


Downer açıkça, doğrudan müzakerelerde ele alınan “Yönetim ve Güç Paylaşımı” konusundaki birçok başlıkta ciddi derecede görüş birliği eksikliği bulunması nedeniyle “sıkıntılı düşünceler” içerisinde olduğunu belirtmekten de çekinmedi.


Downer’in müzakereler ile ilgili söylediği sözler bu kadar.


Bir de Rum siyasilerin bu konudaki iddiaları var.


Rum siyasilerin iddialara göre Downer, Türk hükümetini uyarmak ve daha yapıcı olmaya davet etmek için Ankara’ya gidecekmiş ve bu ziyaretteki hedefi de Kıbrıs Türk tarafının “uygulanmasına olanak bulunmayan” taleplerini ortaya koymakmış.


Downer’e göre, “Kıbrıs Türk tarafının, dış ilişkiler ve merkezi hükümet gibi anahtar konulardaki tezleri, federal hükümeti işlevsiz kılacakmış. Bu nedenle de Türk tarafı bu isteklerinde ısrarlı olmamalı ve yetkiler parça devletler yerine Federal devlette olmalıymış. Parça devletlerin “Veto hakları” ise hiç kabul edilemezmiş. 


Bu sözler hep üçüncü ağızdan çıkan sözler.


Downer, bu görüşlerini daha kendi ağzından açıklamadı ama ateş olmayan yerden duman çıkmadığına göre de, önümüzdeki haftalarda veya Noel ve Yılbaşından sonra Downer, bir bahane ile Ankara’ya giderse de hiç şaşmamak gerekir.


TRT’nin Lefkoşa Bürosu Temsilcisi Sayın Duygu Tuncer’in, Kıbrısta liderlerin 3 ay evvel başlayan müzakerelerde ne yaptıkları, hangi konularda anlaştıkları ve hangi konularda anlaşamadıklarına dair yaptığı “Kıbrıs’ta Müzakere Süreci” adlı derinlemesine etüt edilmiş çalışması, tarafların tüm tezlerini ve gerçekleri ortaya koymaktadır. (Bu çalışmanın bulunacağı internet adresi  http://www.trt.net.tr/haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=dd1c5387-bf37-49a7-8a21-295b0a7ce338 )


Bu çalışmayı okuduktan sonra Rumların nasıl haksız bir şekilde, şımarık bir çocuğun isteklerini ağlayarak elde etmesine benzer bir şekilde, isteklerini yoğun propaganda ile elde etmek çabası içinde oldukları çok iyi anlaşılmaktadır.


Hem müzakerelerin sonunda “Üniter bir Kıbrıs Devleti” kurmak istemekteler, hem de buna, Türk tarafınca haklı olarak karşı çıkılınca da, yaygarayı basıp hemen “müzakereleri sabote etmekle” suçlamaya başlamaktadırlar.   


Bu gidişatta ve Rumların bu zihniyetinde “Müzakerelerin” bir çıkmaza gireceği kesin. Bu müzakereler ne 2009’da biter ne de 2019’da.

17 Aralık 2008
Müzakerelerde Bitmeyen Sorunlar için yorumlar kapalı
Okunma 39
bosluk

Papadopulos’un Üzüntüsüne Katılmıyorum

Papadopulos’un Üzüntüsüne Katılmıyorum

Papadopulos’un Üzüntüsüne Katılmıyorum


Türklerin örf ve adetlerinin içinde ölen birinin arkasından onu küçük düşürücü ve aşağılayıcı bir şekilde konuşmak yoktur. Ne olursa olsun ölen birinin arkasından sadece iyi konuşulur.


Atasözlerimizin arasında da “İstisnalar kaideleri bozmaz” (Ayrıklar kuralları bozmaz) şeklinde bir deyim bulunmaktadır.


Bence Papadopulos bir istisna, bir ayrıktı.


Çok kısa boylu ve çirkin olduğu için yaşamı boyunca düşüncelerine ve fikirlerine hep içindeki aşağılık kompleksi hakim oldu. Bu kompleksi kamufle edebileceği tek çözümü de “Aşırı Milliyetçilik”te buldu.
   
Bu konudaki ilk girişimini, 1955’de İngiltere’den adaya dönüşünden itibaren EOKA’nın siyasi örgütü PEKA içinde önemli görevler üstlenmekle başlayan Papadopulos, PEKA içerisinde önce Lefkoşa sorumlusu, daha sonra da Kıbrıs Genel Sorumlusu oldu. Arkasından da EOKA’da “Cesur Gençlik” anlamına gelen ANE’nin de sorumluluğunu üstlendi.


İlk siyasi çıkışı 1959 yılında Londra Konferansında oldu. Makarios, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin oluşumunu sağlayacak “Londra ve Zürih Anlaşmaları”nın altına imzasını atmadan evvel yanındaki danışmanları ile yaptığı son istişare toplantısında, tüm üyeler imzalamasını onaylarken sadece Papadopulos imzalamasına karşı çıkmıştı. O günden sonra da lakapları arasına “Mr. No.” da katıldı.


Kod ismi “Defkalion” olan Papadopulos, 1961 yılında Türkleri imha planı olan “Akritas Planı”nın, 1973 yılında da “Iphestos Planı”nın mimarlığını yaptı. Akritas planı Türklere nereden ve nasıl saldırılacağını içerirken, Iphestos Planı, hangi bölüğün hangi Türk köyüne, BM askerlerinin hangi kıyafetini giyerek, elektriği ve suyu nereden keserek ve öldürülen Türklerin kimler tarafından hangi araçlarla nerelere gömüleceğine kadar çok daha detaylı bir şekilde hazırlanmıştı.    


1963 yılı Aralık ayında Küçük Kaymaklı’da yeralan Rum saldırısında ve 6 Şubat 1964’de onlarca Kıbrıslı Türkün öldürüldüğü Arpalık baskınında Papadopulos, Nikos Sampson ile birlikte, bizzat planlayıcı ve uygulayıcı olarak yer aldı.


Papadopulos, 1964 yılında “Çalışma Bakanlığı” yaptığı dönemde, aynı zamanda Türk ve Kıbrıslı Türklerin tepkisine karşı “silahlı tedbir” alan “Organosis” adlı örgütün komutan yardımcılığını da yaptı.


Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Başkanı olan Rauf R. Denktaş’ın, 21 Aralık 1963 olaylarından sonra 1964 Ocak ayında Londra’da düzenlenen “Beşli Konferans”a katılmasına ve Kıbrıs Türkleri’nin davasını savunmasına, 1964 yılında da Türk toplumu adına Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne seslenmesine kızan Papadopulos, Makarios’a yaptığı baskı ile onu “istenmeyen adam” ilan ettirdi ve Bakanlar Kurulundan ada’ya döndüğü takdirde tutuklanması kararını çıkarttırdı. Denktaş 3.5 yıllık sürgün hayatının sonunda adaya motorlu bir kayıkla girmek isterken 31 Ekim 1967 günü Çayırova civarında yakalanınca, olağan üstü bir toplantı yapan Rum Bakanlar Kurulunda Papadopulos”un söylediği “Bir köpek gibi vurun kendisini” sözü tarihe geçmiş olup halen daha kulaklardadır. Papadopulos ve Yorgacis, Denktaş’ın yargılanmadan derhal infaz edilmesini talep etmişlerdi o toplantıda.
  
Tarihin bir çok sürprizlerle dolu olduğu gibi, Papadopulos ve Yorgacis ilişkileri de bir müddet sonra tersine döndü. Papadopulos, Atina’da dönemin yönetici Albaylar cuntasına bir suikast planlaması yapan Yorgacis’i fırsattan istifade önce Bakanlar kurulundan attırmış, sonra da 1970 yılının Mart ayında Dikmen yolunda ortadan kaldırılmasında önemli bir rol üstlenerek Kıbrıs’ın en zengin ailelerinden birisinin kızı olan Yorgacis’in dul karısı Fotini Mihailidi ile evlenmişti. O dönem gazetelerde çıkan yazılar ve fısıltı haberleri, Papadopulos’un Fotini ile olan ilişkisini, Yorgacis’in öğrendiği ve aralarında bir kan davası başladığı şeklindeydi. Bu kan davasında kanı akmayan Papadopulos oldu. Hem Yorgacis’i ortadan kaldırdı hem de karısı ile evlendi.   
   
Amerikan arşiv kaynaklarına göre Papadopulos, 1964 yılında Lefkoşa’daki Amerikan Büyükelçiliği’ne, “Eğer Türk gemileri 12 millik kara sularımıza  girerse, bunu işgal hareketi sayacağız, iç düzenimize çeki-düzen vereceğiz. Böyle bir durumda bize 1 saat 45 dakikalık bir süre kalır. Bu süre zarfında Kıbrıslı Türkleri temizleyeceğiz. Bunu yapacak planımız ve olanaklarımız hazırdır” mesajını dönemin “Çalışma Bakanı” sıfatıyla göndermişti. Bu mesaj, Papadopulos’un Türklere karşı duyduğu nefreti çok iyi bir şekilde ortaya koymaktadır. 


Nitekim, Güney Kıbrıs’taki önde gelen sendika liderlerinden ve AKEL Polit Büros üyesi olan Andreas Ziartides, Tasos Papadopulos’un Türkler hakkındaki düşünceleriyle ilgili şu sözleri sarfederek, Papadopulos’un içindeki Türk düşmanlığını çok güzel bir şekilde tarif etti. “Çok kötü bir özelliğini farkettim… onun (Papadopulos’un) Türkler’e karşı nefreti hastalık boyutundadır. O, Türklerle ilgili konularda hasta bir ırkçıdır.” (Sunday Mail, 9 Şubat 2003).


Papadopulos, öbür dünyaya, öldürülmeleri emrini verdiği yüzlerce, binlerce masum Türkün vebali ile gitmiştir.  AİHM’nin taraflı yargıçları gibi olmayan Allah’ın yargıçlarının, hayatı boyunca döktüğü masum Kıbrıs’lı Türklerin kanlarından dolayı kendisini cehenneme göndereceğinden hiç şüphem yoktur.


Bence güzel Kıbrısımız, aynen Hitler gibi hastalıklı düşünceleri ile adayı mahveden ve kan gölüne çeviren bir adamdan kurtuldu. Bu nedenle de hiçbir üzüntüyü paylaşmıyorum.

14 Aralık 2008
Papadopulos’un Üzüntüsüne Katılmıyorum için yorumlar kapalı
Okunma 55
bosluk

Nerede O Tek Halk

Nerede O Tek Halk

Nerede O Tek Halk 


Başta Rum Yönetimi Başkanı Hristofyas olmak üzere tüm Rum siyasi parti liderleri, Hristofyas’ın baryaları ve Yunanistan’daki politikacılar, bir müddettir hep Kıbrıs’ta tek halk olduğundan bahsetmekteler.


Bu “Tek Halk” işi nerden çıktı bir türlü bulamıyorum.


Ne 1959 Londra ve Zürih Anlaşmalarında, ne de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası içinde “Tek Halk” diye bir kavram veya tanım var.


Rumların propaganda yöntemi belli.


Yıllardır uyguladıkları tek taraflı propaganda ve beyin yıkama ile bütün dünyayı  adada sorunun 1974 Barış Harekatı ile başladığına inandırdılar, şimdi de adada ısrarla “Tek Halk” olduğu vurgusunu ve propagandasını yapmaktalar. Şimdiden Kıbrıs’ı bilmeyen insanlar adada bir zamanlar tek halk olduğuna ve adanın, Türkiye’nin 1974’de gerçekleştirdiği askeri harekat  ile bölündüğüne inanmaya başladı. Aynen Rusya’nın II.ci dünya savaşı sonrası “Doğu Almanya’yı işgal edip Batı Almanya’dan ayırdığı gibi. 


Ne yalan ve ne propaganda ama!


1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası içinde “iki toplumdan”, Kıbrıs Rum Toplumu ve Kıbrıs Türk Toplumu’ndan bahsedilmekteydi ve siyasi yapılanma ile devlet yapılanması, adadaki mevcut iki toplumun nüfus oranları dikkate alınarak 7:3 oranına göre, askeri yapılanma ise 2:1 oranına göre düzenlenmekteydi.


İşin ilginç tarafı da, iki toplumun kendi aralarında evlenmeleri ve kaynaşmaları da, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası içindeki ilgili maddelerle neredeyse olanaksız hale getirilmişti.


Bir Rum ile evlenecek olan Türk’ün, ya vaftiz edilerek Hıristiyan Ortodoks olup Rum Cemaat Meclisince Kıbrıslı Rum olarak kabul edilip kayıt edilmesi gerekiyordu, ya da Rum’un Kelime-i Şahadet getirip Müslüman olup Türk Cemaat Meclisince Kıbrıslı Türk olarak kabul edilip kaydının yapılması gerekiyordu. Başka türlü evlenmek olanaksızdı. Zaten bu nedenle de, 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinden sonra iki toplum arasında evlilikler hiç olmadı. 1960’da ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyetinden önce de iki toplum arasındaki evlilikler yok denecek kadar azdı. Onüçbinde üç gibi önemsenmeyecek bir rakamdı.



Papadopulos öldükten sonra Lokmacı Barikatına yani Ledra Sokağı geçişine gittim.


Adada var olduğu iddia edilen “Tek halk”ın bir kısmının yaşadığı bölgedeki sokaklarda sessizlik hüküm sürerken, gazeteler farklı harflerle ve siyah başlıklarla basılmış, o bölgeyi yönetenler yas ilan etmiş ve de bayraklar yarıya indirilmiş iken, bir taş atımı uzaktaki, o “Tek Halk”ın diğer kısmının yaşadığı yerde, farklı renk ve biçimdeki bayraklar göndere çekilmiş, gazeteler daha değişik harflerle ve renkli olarak basılmış, halkı sokaklarda neşeyle dolaşıp, kafelerde ve lokantalarda yiyip içip, canlı müzik dinliyordu.
   
O “Tek Halk’ın, yas içinde olan değil de canlı bir hayatın sürdüğü tarafında, sokakta yürüyen insanlara “Papadopulos’un öldüğünü ve ne hissettiklerini sordum”. Bana ölen kişinin iyi birisi olduğunu söyleyen veya cenazesine katılacağını belirten bir tek kişi çıkmadı. Bir çoğu, söz konusu ölen kişinin kim olduğu konusunda sadece, Hristofyas’dan evvelki Rum Cumhurbaşkanı olduğu kadarını biliyordu. Bir EOKA’cı olduğunu, Türkleri topluca katletmek için hazırlanmış Akritas planı ile İphestos Planının mimarı olduğunu, Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş 1967 yılında Çayırova’da yakalandığı vakit derhal vurulmasını isteyen kişi olduğunu, ellerine yüzlerce, binlerce masum Kıbrıslı Türkün kanının bulaştığını bilmiyordu.


Buna karşın diğer taraf ise, kendisini EOKA saflarında çarpışmış, adayı Türklerden temizlemek için canla başla çalışmış bir kahraman olarak görmekte ve devlet töreni ile gömmeğe hazırlanmakta.       


Bu nasıl bir “Tek Halk” doğrusu hiç anlayamadım.
Bir taraf için kahraman olan, diğer taraf için eli kanlı bir katil.


Ya başta Hristofyas olmak üzere Rum siyasiler yalan söylüyorlar, ya da benim gözlemlerim ve bulgularım yanlış.


Adayı yıllarca kana bulayan ve ada halkının felaketler yaşamasına neden olan Makarios jenerasyonunun lider takımından hayatta artık sadece, eski Cumhurbaşkanı Glafkos Klerides ve KS EDEK Fahri Başkanı Vasos Lissaridis kaldı.


Cenaze töreninde ilk konuşmayı Vasos Lissaridis yapacakmış. Onun elleri, Papadopulos’unkinden daha da kanlı. Adadaki Kıbrıslı Türkleri yok etmek için Makarios’tan aldığı silahlarla kendine özel bir ordu kuran, “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” felsefesi ile 1976 yılında Türkiye’ye karşı güney Kıbrıs’ta ASALA ve PKK eğitim kamplarını açan bir cani, bu Vasos Lissaridis.


Herhalde yakında o da Papadopulos’un yanına gidecek ki baryası Papadopulos için törende ilk o konuşacakmış.

14 Aralık 2008
Nerede O Tek Halk için yorumlar kapalı
Okunma 30
bosluk

Rumların Resmi Dili Rumca Mıydı

Rumların Resmi Dili Rumca Mıydı

Rumların Resmi Dili Rumca Mıydı 


Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti AB’ye girerken resmi dilini İngilizce olarak beyan etmişti. Bunu yapmaktaki amaçları da 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre resmi dillerden bir tanesi olan Türkçenin AB’nin resmi dillerinden birisi olmasını önlemekti.


Nitekim başardılar da.


Biz ise bu konuda hiçbir itirazda bulunmadık.


Yol geçen hanına dönen AİHM’ye bile başvurmadık.



Bayramın ikinci veya üçüncü günü tatilden istifade Rum tarafına gidecek olan bir arkadaşıma bir devlet dairesine gitmesini ve Kıbrıslı Türk olduğunu söyleyip yapmak istediği işlemle ilgili olarak birkaç başvuru formu almasını istedim. Telefonu ile de çaktırmadan yapabilirse, duvarlardaki “Sigara içmek yasaktır” gibi veya “ödediğiniz para için makbuz alınız” gibi yazıları da çekmesini rica ettim. 


Bu formları ben alamaz mıydım, bu resimleri ben çekemez miydim?


Elbette alabilirdim de, çekebilirdim de.


Ama ben gittiğimde bana çok farklı davranıyorlar. Alnımda adım yazıyor olmalı ki nedense nereye gitsem beni hemen tanıyorlar.


En son Ledra Palas barikatı çıkışından sonraki trafik çemberinden sağa, CYTA’nın önündeki caddeye dönünce, biraz ilerdeki Rum Meclisini geçtikten birkaç yüz metre sonra yer alan Yunanistan Elçiliğine gitmiştim.


Yunanistan’daki uluslararası bir konferansta konuşmacıydım ve bu nedenle de Yunanistan vizesine gereksinimim vardı. Erken erken başvurursam ancak vizeyi alırım niyeti ile de 45 gün evvelsinden Yunanistan Elçiliğine gittim.


Üstelik o gün de Yunanistan Dışişleri Bakanı Bayan Theodora Bakoyanni adadaydı ve hem yollar polis kaynıyordu hem de neredeyse Yunanistan Elçiliğine girmek olanaksızdı.


Elimde, T.C. Lefkoşa Büyükelçiliğinin biz Kıbrıslı Türklere verdiği Türkiye Cumhuriyeti pasaportu ile Elçiliğe girdim ve vize almak için başvurmak istediğimi söyledim.


Aslında niyetim vize başvurusu için ne istediklerini öğrenip, koçan gibi (taşınmaz mal mülkiyet belgesi), banka cüzdanı, Yakın Doğu Üniversitesi maaş bordrosu gibi benzeri belgeleri hazırlayıp tekrar gelmekti. Zaten Elçilik de barikattan yayan olarak on dakikalık mesafede olduğundan birkaç kez daha gitmek pek de sorun olmaz diye düşünmüştüm.


Görevli polisler veya korumalar beni hemen yan kapıdan üst kattaki vize bölümüne çıkardılar. Sonradan Konsolos olduğunu öğrendiğim bir bayan yanıma geldi ve güler bir yüzle “Galosorisede Giriye Atun” (Hoşgeldiniz Atun Bey) diyerek bana elini uzattı.


Utanmasan ve orası biraz da kalabalık olsaydı, bu bayan kime sesleniyor diye dönüp arkama bakacaktım ama orada bir ben vardım bir de Konsolos hanım. Beni hemen odasına davet ederek çay ikram etti ve ne istediğimi sordu. Elimdeki Konferans davetiyesini gösterip, vize için başvurmak istediğimi söyledim. Pasaportumu aldı, masasının üstüne koydu ve  “Biz seni ararız, merak etme” diyerek çayımı bitirmemi bekledi sonra da beni kapıya kadar uğurladı.


Ben ne olduğunu hiç anlamadım. Niye pasaportumu aldığına da hiç bir mana veremedim. Herhalde başvurumu inceleyecek ve sonra da beni çağırıp elime bir liste tutuşturacak, listeyi tamamlayabilirsem ve de bana inanırlarsa vize verecekler diye düşündüm. Vize vermezlerse de konferansı düzenleyen üniversiteye niye gelemediğimi de nasıl yazacağımı daha orada kararlaştırdım.    


Aynı günün gecesi Ledra Palas’ta bir resepsiyon vardı ve davetli olduğum için oraya gittim. Her ayın belli bir çarşambasında birlikte toplantı yaptığımız Rum siyasi parti liderlerinin tümü de oradaydı. Cumhurbaşkanı Talat ve Hristofyas da. Yanıma genç biri geldi ve bana bir zarf uzattı. Birçok ülkede hükümet dairelerinin yazışmalarda kullandıkları kahveye çalan sarı renkli zarflardan. Sol üst köşesinde Yunanistan Devleti arması, armanın altında da Yunanistan Büyükelçiliği yazıyordu. İçinde pasaportum olduğunu tahmin ettim ve “anlaşılan başvurumu reddettiler” diye düşündüm. Adama bozuk bozuk baktım ve merakımdan da zarfı açtım. Zarfın içinde aynen düşündüğüm gibi pasaportum vardı ama   sayfalarından bir tanesine de bir Şengen vizesi yapıştırılmıştı. Hayretle adamın yüzüne baktım. Kafamdan geçenleri anlamış olmalı ki, “Konsolos hanım sizi çok iyi tanıyor Ata Bey” dedi. “Sizin başvuru yapmanıza bile gerek yok” diyerek merakımı yatıştırdı.


O gün bu gün, çok dikkat etmeğe başladım. Gerçekten de tanıyorlardı.


Bu nedenle de bu sefer herhangi bir daireden birkaç başvuru formu almasını arkadaşımdan rica ettim.


Gelen formlar hep Rumcaydı.


Üzerlerinde ne bir İngilizce yazı, ne de bir tek kelime Türkçe vardı.


Bırakın bir Kıbrıslı Türk’ü, AB üyesi bir devletin herhangi bir vatandaşı bu dairelere başvurduğunda nasıl iletişim kurup da bu formları dolduracak.
 
KKTC hükümetinin, AB’ye bu konuyu şikayet etmesi gereklidir.


Eğer Rumlar Avrupa Birliğine resmi dillerinin İngilizce olduğunu beyan etmişlerse, bu formların baştan aşağı İngilizce olması gerekmektedir.


Yok AB’ye 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasına göre kurulmuş Kıbrıs Cumhuriyeti olarak başvurmuşlarsa, o vakit bu formların hem Rumca, hem de Türkçe olması gerekmektedir.           


Niye biz hiç şikayet etmek hakkımız kullanmıyoruz.


KKTC hükümetine çağrı yapıyorum. Lütfen bu konuyu AB’ye şikayet edin, AİHM veya ABAD’da da dava açmak için hazırlıklara başlayın. 

10 Aralık 2008
Rumların Resmi Dili Rumca Mıydı için yorumlar kapalı
Okunma 47
bosluk

Kıbrıs, Türkiye Ve Çözüm

Kıbrıs, Türkiye Ve Çözüm

Kıbrıs, Türkiye Ve Çözüm 


Birleşmiş Milletler, BM Güvenlik Konseyi, geçtiğimiz Cuma günü BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un son Kıbrıs raporunu ele aldı.


Konseyde kapalı yapılan danışma toplantısında BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un Kıbrıs özel temsilcisi Taye-Brook Zerihoun, adada 24 Mayıs ile 23 Kasım 2008 tarihleri arasındaki gelişmeleri özetleyen ve adadaki BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) görev süresinin 6 ay uzatılmasını tavsiye eden raporla ilgili olarak konsey üyelerine bilgilendirmiş.


Tabii bundan böyle artık Güvenlik Konseyinde Türkiye de yer alacak ve gerektiğinde de konuşacak. Yanlış ve çarptırılmış bilgiler verilmeyecek, Rum tarafının tek taraflı sokuşturduğu ve talep ettiği istekler iki yıl boyunca artık olmayacak.


Adada bulunan 858’i asker, 69’u polis olmak üzere toplam 927 UNFICPY personelinin 6 aylık görev süresi, 15 Aralık 2008 tarihinde sona eriyor.


4 Mart 1964 tarihinde alınan 186 no.lu karar ile Mayıs içinde adaya ayak basan BM Barış gücünün (UNFICYP) görev süresi, her altı ayda bir, BM Güvenlik Konseyi kararı ile uzatılmakta. Bu nedenle de Genel Sekreter her altı ayda bir Kıbrıs ile ilgili bir rapor hazırlıyor ve UNFICYP’in görev süresinin uzatılması gerekli mi, değil mi tavsiyeleri ile Konseye sunuyor. Bir evvelki Genel Sekreter Kofi Annan’ın 24 Nisan 2004 Referandumundan sonra hazırladığı ve içinde Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması için güçlü bir çağrı yaptığı 28 Mayıs 2004 tarihli raporu da, UNFICYP’in görev süresi ile ilgili olarak hazırlanmıştı.  


Uzun bir dönem adadaki tarafların onayı da, uzatma kararından evvel alınıyordu fakat son zamanlarda, özellikle de Rumların AB başvurusundan sonra tarafların onayı sorulmaz oldu.


Elimizden çok güçlü bir koz, Rumların çevirdiği bir dolap nedeni ile hiçbir geçerli gerekçe olmadan alındı. Rumların en büyük korkusu BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) adadan ayrılması ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile yüz yüze kalmalarıydı. Bunu da bir şekilde başardılar. Kendileri 1963-1974 yılları arasında adada tek güç iken ve BM Barış Gücünü adada istemezken ve de hareketlerini bile kısıtlamışken, 1974 sonrasında BM Barış Gücüne bir kurtarıcı gibi sarıldılar. Şimdi de adadan gitmemesi için elden gelen her şeyi yapıyorlar. Son tezgahları da bizim onayımızın bir şekilde pasifize edilmesi oldu. Şimdi “Hayır, biz gereksiz olduğu için ve adada barışı UNFICYP yerine Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) sağladığı için UNFICYP’in görev süresinin uzatılmasını onaylamıyoruz” desek bile maalesef dikkate alınmayacak.


Her zaman olduğu gibi BM Güvenlik Konseyi, Ban’ın tavsiyesi doğrultusunda UNFICYP’in görev süresini 15 Haziran 2009 tarihine kadar uzatacak karar tasarısını 12 Aralık 2008’de kabul edecek.


15 Haziran 2009 dönemi yaklaşınca, KKTC’de rahatsızlık yaratan ve sanki biz izolasyonları rüyamızda yaşıyormuşuz imasını veren Genel Sekreter Ban Ki-Moon’un raporundaki  Kıbrıs Türk halkına yönelik olarak “’Kıbrıslı Türklerin izolasyon duygusu” ifadesi, büyük bir olasılıkla Türkiye’nin müdahalesi ile doğruları yansıtacak ve izolasyonların acımasız varlığını ortaya koyacaktır.


Zaten artık zaman Rumların aleyhine işlemeye başladı.


1960 yılından beridir tanınmış devlet avantajını ellerinde tutan, “Bağlantısı ülkeler” dümeni ile yıllardır hem Amerika’dan hem de Rusya’dan politik ve mali destek alan Rumlar, 1 Mayıs 2004 tarihinde AB üyesi olmakla, Kıbrıs sorununu AB içine çekmeye çalışıp avantaj elde ettiklerini sandılar ama artık dünyadaki güç dengeleri 11 Eylül 2001 sonrasında değişmeye başladığından, her gün biraz daha ellerindeki bu avantaj da erimeye başladı.


Dünyada 11 Eylül sonrasında başlayan değişim temelinde çok boyutlu bir dünyaya doğru artık hızla ilerlenilmekte. Tek kutup dönemi son buldu ve yerine çok kutuplu bir dünya dönemi başladı. Geçmiş yıllarda, özellikle II.ci dünya savaşından sonra bu kutuplaşma yaklaşık 30 yıl sürdü ve yerine oturdu. Günümüzde yeni teknolojilerin insan hayatında yer alması, yeni kavramlar ve ülkeler arası iletişimin saniyelere inmesi nedeni ile bu süreç daha da kısalıp 8-10 sene olacak.     
 
Bu geçiş döneminde Kafkasya’da, Rusya ve Gürcistan arasında yaşanan sıcak temas ve sonrasında çıkan politik kriz ve halen sürmekte olan Amerikan kökenli global mali kriz gibi sorunlar da taşları, daha da yerine oturtacak ve oluşmakta olan kutuplaşmayı da pekiştirecektir. 


Bu süreç gerçekte Türkiye’ye yarayacak ve Türkiye’nin bölgesel ve stratejik önemi daha da artacaktır. Türkiye’nin medeniyetler ittifakında oynayacağı rol, enerji geçiş ve dağıtım merkezi haline gelmesi, genç nüfusu, büyük ekonomisi ve çok güçlü ordusu gibi unsurlar ön plana çıkacak ve Türkiye’yi bölgenin lideri yapacaktır.


Gelecek gösteriyor ki, Kıbrıs sorununun çözümünde Türkiye’nin istediği olacak ve Türkiye’nin onaylamadığı hiçbir çözüm adada yürürlüğe giremeyecektir. Artık ne Megalo idea geçerli ne de mikro idea. Rumların hayallerini süsleyen adaya tek başlarına hakim olmak düşüncesi ise sadece kendilerini terk etmiş eski bir sevgili gibi anılarında kalacak. 

7 Aralık 2008
Kıbrıs, Türkiye Ve Çözüm için yorumlar kapalı
Okunma 50
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar