BATTAM

BATTAM

BATTAM’ın açılımı, “Batı Trakya Türkleri Araştırmaları Merkezi”.


Başkanı Dr. Özkan Hüseyin. Batı Trakyalı.


Yıllardır Almanya’da yaşıyor ve tam bir örgütçü. Kalbi Batı Trakya ve Türkiye dışında yaşayan Türkler için atıyor.


Maddi sıkıntıları olsa da, konferanslar düzenliyor, kitaplar yazıyor, kitaplar basıyor, Bilim Kurulları kuruyor ve araştırmalar yapıyor, yaptırıyor.


BEBTTAB, Bavyera Eyaleti Batı Trakya Türkleri Aile Birliği, BATTAM’a her türlü desteği veriyor.


BEBTTAB’ın yayınladığı 14 tane kitap var. Bir tanesi Yunanistan Anayasası olmak üzere geri kalanları tümü Batı Trakya ile ilgili. Basın tarihi, Fetih tarihi, Menevi Tarihi, Batı Trakya Kültür Araştırmaları, Azerbaycan-Batı Trakya ilişkileri ve diğerleri. 


Yanında da sıkı bir ekip var. İzmir’den Feyyaz Sağlam hoca da elden gelen desteği veriyor ve Araştırmalar Merkezi’nin eş Başkanı. Azerbaycan’dan Prof. Dr. Elçin İskendezade’de Azerbaycan desteğini sağlıyor.


Tabii çekemeyenler de var.


Her tür zorluğu çıkarıp, bu başarının hızını kesmek isteyen kişiler de eksik değil.


Münih’te 30 Ocak-1 Şubat tarihleri arasında III.cü Uluslar arası Batı Trakya Türkleri Araştırmaları Kongresi yapılıyor.


II.cisi 27-29 Ocak 2007 tarihleri arasında Münih’te yapılmış.


I.cisi de Ocak 2005 tarihinde gene Münih’te yapılmış.


I.ci ve II.ci Kongrelere toplam olarak 250 bildiri başvurusu yapılmış ve bunlardan sadece 40 tanesi kabul edilerek yayınlanmış. Sadece 2.ci Kongrenin Bildiri Kitabı 568 sayfa.


I.ci ve II.ci Kongrelerin ses getirmesi ve Batı Trakya’da yaşayan Türklere uygulanan mezalimin bilimsel olarak açığa çıkması nedeni ile bu sefer, III.cü BATTAM Kongresinin yapılamaması için Yunanistan kolları sıvamış. Hem Yunan Hükümeti, hem Yunanlı Politikacılar, hem de Kilise işe el atmış.


Yunanlı Politikacılar, Parlamentoda Yunan Hükümetine sorular yöneltmeye başlamışlar. Batı Trakya’da neler oluyor diye.


Yunan hükümeti Azerbaycan’dan başlamış işe. Elçin Hoca’nın III.cü BATTAM Kongresine katılamaması için Azerbaycan Hükümetine resmen başvurmuş. Arkasından da Alman hükümetine vize vermemesi talebinde bulunmuş. Elçin Hoca binbir güçlükle sağlanan adına da “Diplomatik Vize” denilen, yani her tür görev, can, sağlık ve dönüş garantisi verilerek yapılan resmi vize başvurusundan sonra alınabilen teminat karşılığı vize ile girebilmiş Almanya’ya.


Yunan Hükümeti ve Politikacılar uğraşır da Kilise uğraşmaz mı?


Kiliseye ait ve tirajı yüksek Kronos gazetesinde III.cü BATTAM Kongresi aleyhine bir dizi yazı yayınlatır Kilise. Neredeyse lanetler bu Kongreyi.


III.cü BATTAM Kongresine gönderilen 70 bildiri arasından Almanya, Türkiye, Hollanda,
KKTC, Azerbaycan, Irak, Bosna Hersek, Kazakistan, Kırım, Yunanistan ve İsviçre’den gönderilen 20 bildiri kabul edilir. Kongre’de 11 ülkeden gelen 20 bilim adamının bildirileri sunulacak ve Kültür etkinlikleri yapılacak.


İlk günkü Kongre faaliyetleri içinde Açılış Konuşmaları, Türk Ulusları arası Şiir Şöleni ve Şairlerin tanıtımı ve Batı Trakya Türk Müziği Konseri yer alacak.


İkinci günkü ise dört oturum içinde yirmi bildirinin sunumu, Kongre değerlendirmesi ve Sonuç Bildirgesinin ilanı yer alacak.


BATTAM bu Kongreden sonra genişleme süreci içine girecek ve Yönetim Kurulunun aldığı karara göre, öncelikle KKTC’de ve Azerbaycan’da birer temsilcilik açılacak.


Faaliyetlerin daha geniş boyutlarda ve daha geniş bir coğrafya içinde sürdürülebilmesi için gerekli her tür çalışma başlatılacak.

31 Ocak 2009
BATTAM için yorumlar kapalı
Okunma 88
bosluk

Müzakereler Ve Mülkiyet

Müzakereler Ve Mülkiyet

Müzakerelerin en önemli aşamalarından bir tanesine gelindi. Mülkiyet konusu.


Aslında 1963 olayları ve Rumların Türkleri, Kıbrıs Cumhuriyetinden 1963 yılında dışlamasının ana konusu “Yönetim ve Güç Paylaşımı”.


Rumlar bir türlü Türkleri ortak kabul edememişlerdi ve niyetleri de Türkleri önce Kıbrıs Cumhuriyetinden dışlamak sonra da 16 Temmuz 1974 günü Nikos Samson’un Televizyonda ve Radyoda ilan ettiği gibi “Kıbrıs Helen Cumhuriyetini” ilan etmek ve arkasından da Yunanistan’a ilhak olmaktı. Yani ENOSİS’i gerçekleştirmekti ama istedikleri olmadı. 


Rumların Başpapazı Hrisostomos II., bol keseden atarak ada topraklarının %88’inin Rum mülkü, %12’ninde Türk malı olduğunu iddia ediyor.


Belli ki hem okumamış hem de araştırmamış. Bol keseden atıyor.
  
Gerçekte Rum kayıtlarına göre adanın kuzeyindeki Rum mallarının toplamı %78.5 iddia edilirken, KKTC Haritacılık Dairesi verilerine göre sadece %63.


KKTC Haritacılık Dairesi verilerine göre KKTC sınırları içinde kişilere ait malların yani özel mülklerin %33’ü Türk malı, Güney kesimde de kişilere ait malların %22’si Türk malı. 


1963-1964 olaylarında yaklaşık 25,000 Kıbrıslı Türk, ki o dönemdeki nüfusumuzun dörtte birini oluşturuyordu, güneydeki topraklarını bırakarak güvenli Türk bölgelerine göç etmek zorunda bırakılmıştı. Rumların kontrolündeki tapu dairesi zaman içinde terk edilmiş Türk mallarında bir kısmını açıkça iç etti ve yalan beyanlarla, tapu oyunları ile Rumların üstüne geçirdi.
 
Kıbrıs Cumhuriyeti Maliye Bakanlığına bağlı İstatitik ve Araştırma Dairesinin, 1964 öncesi yayınlamış olduğu istatistiki bilgilere göre, Kıbrıs’taki özel mülklerin %61-%81  arası bir miktarı Kıbrıslı Rumlara, %18-%31 arası bir miktarı da Kıbrıslı Türklere ait olarak görülmektedir.


Bu yüzdelikler içinde 1913-1930 yılları arasında gasp edilen 337,245 dönüm Evkaf Malları, Rum mülkü olarak gözükmektedir.


Sadece Abdullah Paşa Vakfı ve Lala Mustafa Paşa Vakfı mallarının Maraş’ta gasp edilen bölümü 80,000 dönüm olup ada topraklarının %1.6’sı etmektedir. 


1974 öncesi kayıtlara göre Kıbrıs adası üzerinde kullanılabilir toprak alanı 6,915,392 dönümdür. Özel kişilere ait taşınmaz malların toplamı 5,067,572 dönüm olup ada yüzölçümünün %73.3’nü kaplamaktaydı. Ormanlar, devlet arazileri yollar, akarsular ve diğer benzeri mülklerin toplamı ise 1,847,820 dönüm olup ada yüzölçümünün %26.7’ni kaplamaktaydı.
 
KKTC Haritacılık Dairesi verilerine göre, İngiliz üsleri de dahil olmak üzere, Kilise malları da içinde olarak özel kişilere ait Rum mülklerinin toplamı 3,624,754 dönüm, toprağın %71.5’u, mevcut Evkaf malları da içinde olarak özel kişilere ait Türk mülklerinin toplamı 1,352,792 dönüm, toprağın %26.7’si, ve diğer azınlıklara ait özel mülklerin toplamı 90,026 dönüm olup %1.8 etmektedir.  
 
1964 kayıtlarına göre KKTC’deki Rum özel mülkleri 1,463,382 dönüm olup %60.6 etmekte, Türk özel mülkleri ise 393,791 dönüm olup %16.31 etmektedir.


Güney Kıbrıs’ta ise Rum özel mülkleri 2,543,021 dönüm olup %61.56, Türk özel mülkleri de 413,177 dönüm olup %10.00 etmektedir.


Ara bölgedeki Rum özel mülkleri 112,326 dönüm olup %62.21 etmekte, Türk özel mülkleri 25,362 dönüm olup %14.5 etmektedir.


Adanın tümünde ise, Rum özel mülkleri 4,118,729 dönüm olup %61.23 etmekte, Türk özel mülkleri 832,330 dönüm olup %12.37 etmektedir.


Rum tapu dairesi verilerine göre, azınlıkların sahip oldukları özel mülkler Rum malları arasında sayılmak ve İngiliz üslerindeki topraklar hesaplamalar dışında kalmak üzere, KKTC sınırları içindeki Rum özel mülkleri %78.5, Türk özel mülkleri %21.1, Ara Bölgede Rum özel mülkleri %80.1, Türk özel mülkleri %18.1 ve Güney Kıbrıs’ta ise Rum özel mülkleri %85.7, Türk özel mülkleri %13.9 dır.


1964 ve 1974 öncesi verilerin tümü, Rumların yaptıkları sahtekarlıklarla ünlendiği Rum Tapu Dairesi kayıtlarından alınmıştır ve Türklerin özel mülkleri konusundaki olabilecek en düşük rakamları içermektedir.  


Türklerin ada genelinde %28 oranında özel mülkleri olduğu varsayımıyla hesaplama yapıldığında ve KKTC sınırları içinde de %8.5 özel kişilere ait olmayan mülklerin var olduğu gerçeğinden yola çıkıldığıunda, Mülkler konusundaki en sağlıklı çözümün “Global Takas” olacağı görülmektedir. Mülk konusundaki müzakerelerin “Global Takas” ile sonuçlanması en adilane çözüm olacaktır.

29 Ocak 2009
Müzakereler Ve Mülkiyet için yorumlar kapalı
Okunma 77
bosluk

KKTC EKONOMİSİNİN GAP’TAN YARARLANMASI NASIL OLABİLİR

KKTC EKONOMİSİNİN GAP’TAN YARARLANMASI NASIL OLABİLİR

Bu yüzyılın en önemli, en hayati konusu, bu gün 6,5 milyara ulaşan dünya nüfusunun gıda ihtiyacını karşılamaktır. Dünya nüfusunun hızla artığı düşünülürse, bu konunun önümüzdeki yıllarda daha da önem kazanacağı muhakkaktır. Bu bağlamda üretim faaliyetlerinde toprak ve su gibi doğal kaynakların etkin ve sürdürülebilir bir şekilde kullanımı, çevrenin ve bio-çeşitliliğin korunması, küresel ısınmaya ve kuraklığa karşı tedbirler alınması insanlığın geleceği bakımından petrolden daha stratejik bir önem arz etmektedir.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi, buğday, arpa, mercimek, yer fıstığı, üzüm, incir gibi bir çok bitkinin gen merkezidir. Bu bitkiler buradan dünyaya yayılmıştır. Günümüzde bilim adamlarının, genetikçilerin üzerinde en çok durduğu konu olan bio-çeşitlilik ve gen kaynakları açısından GAP Bölgesi çok büyük stratejik öneme sahiptir.

Ayrıca bu topraklar, M.Ö. 8500 yılında, yani 10.500 yıl önce dünyada ilk defa, bu günkü anlamıyla üzerinde tarım yapıldığı, buğday ve arpa yetiştirildiği, koyun ve keçinin ilk defa evcilleştirildiği topraklardır.

Avrupa’nın, bundan 5000 yıl sonra tarım yapmaya başladığı düşünülürse, tarım kültürü ve tarım tarihi açılarından, bu toprakların ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Dünyanın 7 harika projesinden birisi olarak gösterilen GAP, Türkiye Cumhuriyeti’nin insanlığa ve bölgeye bir hediyesidir. Her ne kadar GAP bir bölgesel kalkınma projesi olsa da dolaylı olarak tüm ülke halkına ve insanlığa olumlu etkileri olan bir projedir.

Küreselleşen bir dünyada, bir bölgede var olan yoksulluk sorunu giderek bütün insanlığı olumsuz olarak etkileyebilmektedir. GAP’ta doğal kaynakların geliştirilmeye başlanmasına paralele olarak insani gelişmeyi hedefleyen projelerin de uygulamaya konması, bu bölgenin insanlığın gelişmesine yapacağı katkıyı öne çıkarmaya başlamıştır.

Sulama sonucunda bu bölgede tarımsal üretimin artmasına paralel olarak, verimli tarımsal üretimin nasıl yapılabileceği konusunda araştırma ve geliştirme çalışmalarının da başlatılması, sadece bölge ve ülke insanının değil, genel olarak insanlığın gıda güvenliğinin artmasına neden olacak ve büyük katkı koyacaktır.

GAP bir taraftan, bölgedeki akar suları doğru şekilde kullanarak enerji ve tarım üretimini arttırırken, diğer taraftan yarattığı ekonomik hareketlilikle bölgedeki sosyal istikrarın gelişmesine de katkı koymaya başlamıştır. Türkiye’deki mevcut bölgeler arası gelişmişlik farkının yok edilmesin de GAP, kendine düşenden daha fazla etkinlikte bulunmaktadır.

KKTC ile GAP arasında bir çok yönde benzerlikler bulunmaktadır ve KKTC’nin GAP’tan etkilenmesi ve yararlanması da kaçınılmazdır.

GAP’ın Bölgeye ve ülkeye sağlayacağı önemli yararlardan biri de oluşmuş ve oluşacak baraj gölleri ve göletleri ile yüzlerce km uzunluğundaki kanalların yarattığı önemli su ürünleri potansiyelidir. 1995 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca doğal göllerde ve DSİ tarafından baraj göllerinde ağ kafeslerde balık yetiştiriciliğin başlatılması da üretimin ve istihdamın artmasına neden olmuştur.

Dört tarafı sularla çevrili Kıbrıs adasının kuzey kesiminde yer alan Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde deniz balıkçılığının ve balık çiftliklerinin ekonomiye katkısı neredeyse hiç yoktur.

GAP projesi içinde yer alan baraj göllerinde kurulmuş olan balık çiftliklerinde kullanılan teknoloji, yapılan araştırmalar, elde edilen deneyim ve bulgular ile aynı yöntemlerin tatlı su yerine, deniz suyunda nasıl uygulanabileceği ve KKTC’de balıkçılığın ekonomiye katkı koyacak şekilde nasıl geliştirilebileceği GAP’tan sağlanabilecek yararların başında gelmektedir.

Türkiye’den 2012 yılında borularla su getirilmesi çalışmalarından verimli sonuç alındıktan sonra, KKTC’nin çeşitli bölgelerinde yıllar önce kurulmuş olan tatlı su göletlerinde, GAP göllerinde kullanılan teknoloji, yavru balık üretimi ve yetişkin balık üretim teknikleri ile balık çiftlikleri geliştirilebilir ve hem ekonomiye hem de istihdam sorununa katkı konabilir.

GAP tamamlandığında, yılda toplam 50 milyar metreküpten fazla su akıtan Fırat ve Dicle Nehirleri üzerindeki tesislerle, Türkiye toplam su potansiyelinin %27’si kontrol altına alınacak, Çukurova’nın 4.5 katı olan 1.7 milyon hektar arazinin sulanması ve yaklaşık 7500 megavat kurulu güç kapasitesiyle yılda 27 milyar kilovat/saatlik hidroelektrik enerjisi üretimi sağlanacaktır. Sadece Atatürk Barajı kendi başına Türkiye’nin elektrik enerjisi gereksiniminin %6.2’sini karşılamaktadır. Şu anda Türkiye’nin elektrik enerjisi gereksiniminin %14’ü Dicle üzerinde barajlardan, %33’ü de Fırat üzerindeki barajlardan sağlanmaktadır. GAP kendi başına Türkiye’nin gerek duyduğu elektrik enerjisinin yarısını karşılamaktadır. GAP enerji programının tam olarak devreye girmesi sonrasında üretilecek enerji, 1988 yılında Türkiye’de mevcut tüm hidroelektrik santrallerinden elde edilen toplam hidroelektrik enerjisine eşittir.
KKTC’nin gittikçe artan nüfusu ve ileriki yıllarda, nüfus artışına paralel olarak büyüyecek olan elektrik enerjisi gereksinimi, KKTC’nin Türkiye’nin enterkonnekte sistemine bağlanması durumunda GAP’tan karşılanacak ve ulusak ekonomiye büyük bir katkısı olacaktır.

KKTC gibi Güney Doğu Anadolu’da orman fakiridir. GAP’ın sağladığı sulama olanakları ve baraj göllerinin etkisi ile değişen iklim koşulları nedeni ile T.C. Orman Bakanlığı, mevcut olan potansiyel sahalarda ağaçlandırma, erozyon kontrolü ve mera ıslahı çalışmalarını “Orman Alanlarının Geliştirilmesi Projesi” adı altında tüm Türkiye genelinde ve GAP Bölgesi’nde uygulamaya koymuştur.

GAP bölgesinde kazanılan deneyim, bilgi ve teknik ile KKTC’de de mevcut olan potansiyel sahalarda ağaçlandırma, erozyon kontrolü ve mera ıslahı çalışmaları başlatılıp, bölgesel iklim değiştirilebilir ve çoraklık giderilebilir. GAP sayesinde KKTC’nin bir çok bölgesinde, yöresel toprak ve iklim koşullarına uygun ormanlar alanlar oluşturulabilir.

Türkiye’nin bölgesel kalkınmaya yönelik en büyük yatırımı olan GAP’ın sulama projeleri tamamlandığında ise, Türkiye’de şimdiye kadar devlet eliyle gerçekleştirilen sulama alanına eşit bir alan daha sulu tarıma açılmış olacaktır. Sulu tarım, kuru tarıma kıyasla daha küçük bir alan ile daha az işçilik gerektirirken, getirisi de daha fazla olmaktadır.

GAP’ta uygulanan sulama teknikleri ve AR-GE sonuçlarından elde edilecek bilgilerle topraksal alanı küçük olan KKTC’de, 2012 sonrasında kuru tarım yerine daha verimli olan sulu tarım ürünlerine geçiş çalışmaları daha kolay olabilir. Sulu tarımın ekonomiye katkısı, kuru tarımdan daha fazla olduğundan, ekonomik gelişmenin bir kısmı da bu sahadan kaynaklanacaktır.

Binlerce yıldır kurak bir iklimin sürdüğü ve dolayısı ile de kuru tarımın yapıldığı Güney Doğu Anadolu bölgesinde, GAP sonrasında kuru tarım incelendiğinde, geçmiş yıllara oranla buğday üretiminde %104, arpa üretiminde %69, pamuk üretiminde %388,domates üretiminde %556, mercimek üretiminde %24 ve sebze üretiminde %80 oranında artış olduğu görülmektedir.  Bunun nedenlerinden bir tanesi de, suyun akıllıca depolanması ve kullanılmasına ilaveten özellikle de damla sulama tekniğinin devlet teşviki ile yaygın olarak doğru şekilde uygulanmasıdır.

Aynı iklim koşullarına sahip KKTC’de de yıllardır gerileme sürecine girmiş olan kuru tarım, GAP’ta elde edilen deneyim ve uygulanan çağdaş teknolojilerle bu gerilemende kurtarılıp, daha verimli hale dönüştürülebilir.

KKTC’nin iklim koşullarına ve toprağına uygun, kuru ve sulu tarımla üretilecek ürünlerin çeşitlemesi GAP Ar-Ge laboratuarlarında yapılabilir ve söz konusu ürünlerin tohumları da uygun koşullara göre GAP laboratuarlarında geliştirilip, KKTC’de tarım hem iklime hem de toprağa uygun tohumlarla daha verimli hale getirilebilir.

Son yıllarda Güney Doğu Anadolu Bölgesindeki Turizm hareketlerindeki patlama ise GAP’ın bölgeye olan bir başka etkisi. Aynı restorasyon yöntemleri, şehir merkezlerini tarihe uygun bir şekilde onarım, turizme yönelik tanıtım ve diğer turistleri bölgeye çekme teknikleri aynen kullanılarak, KKTC turizmi geliştirilebilir.
GAP Bölgesi’nde yatırımların artması ve girişimciliğin geliştirilmesi amacıyla yatırım konusunda danışmanlık sağlamak üzere, Eylül 1997’de başlatılan ve yıllar içinde bölgede kurulan GAP-GİDEM ofisleri aracılığıyla yürütülen proje, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı ile birlikte yürütülen sürdürülebilir Kalkınma Programı kapsamında çalışmalarına halen devam etmektedir.

Proje, üç amaca yönelik olarak tasarlanmıştır;

1.    Bölge’deki sermaye birikiminin spekülatif harcamalar yerine verimli yatırımlara kanalize edilmesi,

2.    Diğer bölgelerden ve yurt dışından GAP Bölgesi’ne yatırımcıların çekilmesi,

3.    Bölge ve Bölge dışı yatırımcılar arasında ortak girişimler kurulması.

KKTC’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve 1974’den beridir her yıl gittikçe artan bir şekilde devam eden izolasyonlar ve ambargolar nedeni ile çıkmaza giren KKTC ekonomisi, söz konusu projenin GAP’taki son 10 yıldaki uygulamasından elde edilen bilgi ve deneyimlerin KKTC’ye uyarlanması sonucunda, KKTC’nin ekonomik kalkınması sağlıklı bir şekilde sağlanabilir.

Adaların kaderi, yetişen gençlerin tatmin edici iş bulamamaları nedeni ile dış ülkelere göç etmesi ve nüfusun azalmasıdır. Gençliğin azalması ise ekonomiyi ve teknolojik gelişmeleri olumsuz etkilemektedir.

GAP İdaresi, ÇATOM, Çok Amaçlı Toplumsal Merkez, adı altında yürüttüğü Proje ile GAP Bölgesi’nde, farklı sosyal katmanlardaki 15-25 yaş arasındaki gençlerin değişmeye açık, üretken, çağdaş ve girişimci olmalarına yardım edecek bir ortam sağlamış, ev kadınlarına da yarattığı olanaklarla evlerine ve ailelerine ekonomik katkıda bulunmalarının kapısını açmıştır.

Gençlerde inisiyatif geliştirme yolu ile hem kendi sosyal gelişmelerine hem de sürdürülebilir toplumsal -insani gelişmeye katkı sağlama doğrultusunda yapılan çalışmalar yıllar içinde çok olumlu sonuçlar vermiş ve üretim, kültür ve sosyal alanlardaki faaliyetlerde artış sağlanırken, suç oranında da düşüş gözlemlenmiştir.

ÇATOM’un faaliyetlerinin KKTC gençlerine uyarlanması, gençleri adada tutabilir, üretime ve çağdaş girişime yönlendirerek, uzun vadeli ve sürdürülebilir kalkınmada önemli bir rol oynayabilir.
Sürdürülebilir kalkınma, insan ile doğa arasında denge kurarak doğal kaynakları tüketmeden, gelecek nesillerin ihtiyaçlarının karşılanmasına olanak sağlayacak şekilde bugünün ve geleceğin yaşamını ve kalkınmasını programlama anlamını taşımaktadır. Sürdürülebilir kalkınma sosyal, ekolojik, ekonomik, mekansal ve kültürel boyutları olan bir kavramdır.

Toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesi projesi olarak başlatılan Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), çok sektörlü entegre bölgesel kalkınma projesine dönüştürülmüştür. GAP insani gelişme kavramıyla uyumlu olarak ekonomik büyüme hedeflerine çevresel ve sosyal-insani boyutu entegre etmiştir. Bu nedenle kalkınmanın odağı olarak insan alınmıştır.

GAP’ta sürdürülebilir kalkınma ile erişilmek istenen ekonomik büyümenin insani gelişme perspektifi kapsamında ele alınması, bölgenin tümünü içerecek bir sosyal değişimi ekosistem, kültür ve yöre özellikli katılımcı çözümlerle sağlamak olmuştur.

GAP’ta sürdürülebilir insani gelişme hedefine yönelen planlama ve uygulama faaliyetleri aşağıdaki ilkeler çerçevesinde yürütülmektedir.
1. Katılımcılık
2. Eşitlik ve Hakkaniyet
3. İnsan Kaynaklarını Geliştirme

KKTC’de aynı yöntemlerin uygulanması ile sağlanacak olan “Sürdürülebilir İnsani Gelişme”, KKTC’yi bu gün içine düştüğü Kamu Yönetimi Kaosundan kurtarabilecek bir yöntem olup, bağımsızlığının pekiştirilmesini sağlayacaktır.

Güney Doğu Anadolu Projesi (GAP), her yönü ile KKTC’ye katkıları olabilecek  olağan üstü bir projedir. Yeter ki biz bundan faydalanmasını bilelim.

26 Ocak 2009
KKTC EKONOMİSİNİN GAP’TAN YARARLANMASI NASIL OLABİLİR için yorumlar kapalı
Okunma 430
bosluk

“Evet” Tezgahı Gene Kuruldu

“Evet” Tezgahı Gene Kuruldu

Avrupa Komisyonu tarafından yılda iki kez AB ülkelerinin tümünde eş zamanlı düzenlenen ve aynı soruların kullanıldığı son anketin sonuçları, AB Komisyonu’nun Güney Kıbrıs’taki temsilcilik binasında düzenlenen basın toplantısı ile açıklandı.


Yapılan açıklamaya göre Kıbrıslı Türklerin, ankette yer alan “Kıbrıs Türk Toplumu önündeki en büyük sorun” sorusuna çoğunlukla “ekonomik durum” olarak yanıt verdiği belirtildi.


Raporda Kıbrıslı Türklerin Kuzey’de ekonomik durum, istihdam, yaşam kalitesi ve çevre konularında olumsuz düşüncelere sahip olduğu, bunun AB ortalamaların üzerinde olduğu ve Kıbrıslı Türkler yüzde 75 oranında, “Kıbrıs Türk toplumunda durumun kötü olduğunu” düşünürken,  yüzde 66 oranında “enerji durumunun”, yüzde 60 oranında ise “kamu idaresinde işlerin yürütme biçiminin” kötü olduğu görüşü varmış.


Anlaşılan gene Kıbrıs Türk Halkının iradesini para ile satın alma oyunları başlatılıyor.


Belli ki yeni bir “Kıbrıslı Türkleri aldatma” planı tezgâha konmuş ve düğmeye basılmış. İllaki egemenliğimizi elimizden alacaklar ve ezgi çekerek, şehitler vererek, kanla, gözyaşı ile kurduğumuz devletimizi de tarihe gömecekler.


2002, 2003 ve 2004 yıllarında, İngilizcesi “How to build a public perception” olan “Halkın (spesifik bir konuyu) algılaması nasıl yaratılır” yöntemi ile Kıbrıs Türk halkının beyni adeta yıkanmış ve insanlarımız “Evet” derlerse, AB ile bütünleşip bütün dertlerinden kurtulacaklarına inandırılmışlardı.


Referandumda “Evet” denirse, herkesin bir evi, yüksek maaşlı işi, arabası ve bol parası olacaktı. O günlerde yapılan propaganda ve bol keseden verilen vaatler aynen böyleydi.


Tabii ki hepsi de yalan çıktı.


Kıbrıs Türk halkı %65 çoğunlukla “Evet” oyu kullandı ama tam tersi oldu.


“Hayır” diyen Rumlar AB’ye tek taraflı alınarak ödüllendirildiler, “Evet” diyen Kıbrıslı Türkler ise ödüllendirileceklerine, tam tersine cezalandırıldılar.  


Kaldırılacağına söz verilen “Ambargolar ve kısıtlamalar” daha da artarken, izolasyonlar ve uluslar arası haklardan mahrumiyet daha da çoğaltıldı. 


Maksat Kıbrıslı Türkleri yıldırmak ve “yeter artık bu çektiklerimiz” dedirterek,  güle oynaya Rumların idaresi altına girmelerini sağlamak. Sonra da Türkiye’yi AB’ye almamak için müzakerelerden soğutmak ve katılım müzakerelerinin kopmasını gerçekleştirmek.     


Lanet olsun bizlere özgürce yaşam hakkı tanımayan ve her türlü zorluğu çıkaranlara,  “İnsan hakları ve bireylerin özgürlüğü üzerine kurulduğu iddia edilen Avrupa Birliği”ne ve bu tezgahı hazırlayıp önümüze koyanlara.
 
Tezgah belli.


Hangi atölyeden çıktığı bilindiği için yöntemi de belli.


Önce insanımızın beyni “Kıbrıslı Türklerin en büyük sorunu ekonomik durumdur” kavramı ile yıkanacak ve herkes buna inandırılacak. Sonra da sözlüğünde “Rüşvet” kelimesi bulunmayan ama bunun kibarcası olan “Hibe” veya “Bağış” kelimelerinin bolca yer aldığı Avrupa Birliği, Kıbrıslı Türkleri kötü ekonomiden kurtarmak amacı ile çağrılar yapacak ve paralar teklif edecek.
 
Çağrılar aynen, “Kıbrıs Sivil Toplumu İş Başında. III.cü Hibe Çağrısı Açılış Etkinliği, Avrupa Komisyonu adına, Sivil Toplum Destek Ekibi tarafından, falan gün falan yerde yapılacak.” şeklinde gazetelerde boy boy yer alacak. 


Ve tabii ki bu hibeler veya bağışlar, ki kesinlikle AB’ye göre rüşvet değildir, toplumun genel çıkarını temsil eden ve AB’nin öncelikli politikaları doğrultusunda çalışan sivil toplum örgütlerini desteklemeye verilecek.


Başkalarına yok.


KKTC’nin varlığına inananlarla, Kıbrıs’ta Türk egemenliği de vardır diyenlere bırakın hibeyi veya bağışı, selam bile verilmeyecek.


Açıkçası, 2003-2005 döneminde olduğu gibi, AB için çalışan, AB’nin isteklerini yerine getiren ve olası bir referandum da “Evet” oyları için çalışacak herkese, parayı vermek için bir bahane bulunacak ve ellerine de bu paralar sayılacak. 


Daha evvel böyle olmuştu, şimdi gene aynısı tekrarlanacak.


“Evet”ler para ile satın alınacak.


Sayın Köşe yazarı ve düşünür Erol Manisalı’nın 23 ocak 2009 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki “Bıçak Sırtı” başlıklı köşesinde, okuyucunun adeta gözüne soktuğu bir alıntı var. Türkiye-AB müzakerelerinin sonucunu gayet güzel açıklıyor bu kısacık alıntı. 


Cümle aynen “Türkologların ittifak halinde oldukları bir konu vardı: Türkiye Avrupa’dan farklı bir kimliğe (aidiyete) sahiptir ve bu nedenle Avrupa’daki birliğin içinde yer almayacaktır” şeklindeydi. Bu cümlede bahsi geçen Türkologlar, AB üyesi ülkelerin vatandaşları olan Avrupa kökenli kişilerdi ve bir konferans sonrası ortaya koydukları ortak görüştü.


Hazır olun. Tezgah çalışmaya başladı.


Hedefte KKTC’yi yutmak, Kıbrıslı Türkleri Rumların egemenliği altına sokmak ve Türkiye’yi AB’ye almamak var.

25 Ocak 2009
“Evet” Tezgahı Gene Kuruldu için yorumlar kapalı
Okunma 75
bosluk

Bir Sahtekarın Hayali Senaryosu

Bir Sahtekarın Hayali Senaryosu

Dün yerel gazetelerde ve internetin saygın gazetelerinde, Türkiye’de yaşayan ve bazı TV dizilerinde yer alan bir sanatçının “1974 Mutlu Barış Harekatı” ile ilgili açıklamalarını okuyunca beni gülme tutmuştu.


Arkadaş, önce elleri bağlı bir düşman askerini alnından vurmuş, sonra da komutanı her gün ona vurması için esir getirmiş.


Hatırlarsanız, bir evvelki yazımda “İnananın da” diye bir yerel deyimden bahsetmiştim. Bu hayali senaryo için de, bu deyim aynen geçerli.


Türk Ordusunda “Cellat” diye bir makam yok. Öyle olsaydı, ne Barış Harekatında, ne de Kandil dağlarındaki çatışmalar sonrasında esirlerle geri dönülürdü. Çağırırlardı cellatları ve hepsi de, söz konusu sahtekarın anlattığı gibi, esirleri alınlarından vururdu.


Belli ki bu arkadaş ne savaşa katılmış, ne çarpışmış, ne de eline silah almış. Anlattıklarının 1974 Mutlu Barış harekatında yaşananlar ile yakından uzaktan ilgisi yok.


Serde araştırmacılık var ya!.


Bu kişinin sözlerinin doğruluğunun teyidini almak için hemen başladım araştırmaya.


Bu adam askerlik yaptı mı?


Yaptıysa, nerede yaptı?


Barış Harekatına katıldı mı? Hangi bölük, hangi birlik, ne vakit nereye çıktı, nerede savaştı? Gazi mi, Gazilik Beratı ve Madalyası aldı mı?
 
Araştırma sonunda edindiğim bilgiler benim için hiçte sürpriz olmadı. Anlattıklarının Barış Harekatı ile ilgisi olmadığından beni gülme tuttu demiştim ya, aynen çıktı. 


Söz konusu sanatçının anlattıkları tam bir hayali senaryo.


Zaten kendisi de sonradan, anlattıklarım bir senaryoydu dedi ama, ok bir kere yayadan çıkmış, akıllarda soru işareti bırakmış, Türkiye’yi ve Türk Ordusunu da zan altına sokmuştu.


Bu kişi Barış Harekatına katılan birisi değil.


Adaya ayak basan hiçbir dalgada adı yok.


Benim ulaşabildiğim 1974 Barış Harekatı Gazileri listesinde de adı yok.


Her Barış Harekatı Gazisine verilen Berat’ı ve Madalyayı alacak bir görev de yapmamış, böylesi bir onura layık görülmemiş.


1.ci ve 2.ci Barış Harekatı arasında, yani 23 Temmuz-14 Ağustos 1974 tarihleri arasında,  20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen 1.ci Barış Harekatında şehit olan Kıbrıs Türk Alayı’nın (TURDIK) kahraman mensupları yerine gönderilenlerin arasında adaya gelmiş.  


O dönemde TURDIK’de görev yapan göz şahitlerinin anlatımına göre, bu kişinin gösterdiği olağan dışı korkaklıktan dolayı kendisine silah atış talimi bile yaptırılamamış ve bu nedenle de her hangi bir silah zimmetlenmemiş. Gece yalnız kalmaktan korktuğu için nöbetlere de konulamamış ve son çare olarak karargaha alınarak kafeteryada görevlendirilmiş. Görevi de sabah akşam patates soymak olmuş.
1.ci Barış Harekatı sonrasında 1974 Mutlu Barış Harekatını gerçekleştiren Kolordu tüm birlikleri ve teçhizatı ile aday çıkıp gerekli stratejik mevkileri tuttuğundan ve de 2.ci Barış harekatını da gerçekleştirdiğinden, Kıbrıs Türk Alayı’nın görevi, bulunduğu bölgenin savunması yapmak, stratejik mevkileri tutmak ve bölgedeki Mücahitlere ateş, lojistik, stratejik ve sağlık desteği vermek olmuştu.


Yani bu sanatçımız, sıcak savaşa, herhangi bir çatışmaya bile katılmamış.


Eline silah bile verilmemiş. Sadece patates ayıklama bıçağı verilmiş. Hem bir de önlük, üzeri kirlenmesin diye.


Geceleri korku krizi geçirip, sürekli ağladığı için de 1974 yılının Eylül ayı içinde Türkiye’ye geri gönderilmiş. Adada kalış günlerinin toplamı da bir aydan fazla değil.


İşte bu sahtekarın hikayesi aynen böyle.


Söylediklerinin hiç birinde doğruluk payı yok.


Göz şahitleri, olayın büyümesi durumunda, sözlerinin doğrulu konusunda Mahkemede şahadet vermeye ve belge sunmaya hazır olduklarını da bir infial içinde  belirtmişlerdir.

24 Ocak 2009
Bir Sahtekarın Hayali Senaryosu için yorumlar kapalı
Okunma 54
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar