KKTC’ye Hava Sahası Darbesi

KKTC’ye Hava Sahası Darbesi

Rumların “Avrupalı Dostları” başımıza bir çorap daha örmenin tezgahını kurduktan sonra hazırlığını da bitirmek üzereler.


İşin başı 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması ile başlıyor. Geçen yıllar içinde Yunanistan tarafından düzenli ve sistematik olarak hep Yunanistan lehine değiştirilen Lozan Antlaşmasının bazı maddeleri, günümüzde halen yaşamakta olduğumuz sorunların kökenini oluşturuyor.


İtalyanlar ile Lozan Antlaşması sonrasında Meis Adası, diğer adacıklar ve 12 Adaların durumu ile ilgili yapılan bazı ikili anlaşmalar ve tutulan tutanaklarla o günlerde İtalyan hükümetine verilen  haklar, II.ci dünya savaşı sonrasında 1947 yılında yapılan Paris anlaşmasıyla Yunanistan’a geçti.


Yani,  Türkiye’nin hemen yanı başındaki adalarda gerçek Yunan hakimiyetinin kurulması, topu topu sadece altmış bir sene evvel başladı.
  
I.ci dünya savaşı sonrasında Yunanistan 1931 yılının Eylül ayında hava sahasını tek taraflı olarak gizli bir şekilde 6 milden 10 mile çıkarttı. 1936 yılında da Lozan Anlaşmasındaki 3 millik kara sularını 6 mile çıkarttı ve o günden bu güne de Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunların başında sürekli olarak yerini korudu.


1931 yılında hava sahasını 10 mile çıkartan Yunanistan, aradan tam 45 yıl geçtikten sonra, gerçekte de 20 Temmuz Barış harekatından sonra mazlum rolü oynayarak, 10 Ağustos 1976 tarihinde tek taraflı olarak uluslar arası olan Ege sularını Yunan karasuları ilan etmek için Lahey Adalet Divanı’na baş vurarak krizi tırmandırdı.


Egedeki Yunan hava sahası ve Yunan karasuları sorunu aslında 10 Ağustos 1976 tarihinde bu başvuru ile başladı.


Her ne kadar Lahey Adalet Divanı bu başvuruyu kabul etmediyse de, artık iki ülke arasındaki “Ege Sorunu”nun fitili de o gün ateşlenmiş oldu. 


Türkiye, adaların kıta sahanlığının bulunmadığı 1958 2.ci Deniz Hukuku Konferansına imza atarak, “Kıta Sahanlığı” kavramı ile Akdeniz ve Ege Denizinde, Türkiye’nin karşı kıyılarında bulunan kıtaların kıyılarında hükümranlığı olan Mısır, Yunanistan gibi devletlerle aradaki denizlerde yarı yarıya kıta sahanlığı haklarını bölüştü.  Aradan 24 yıl geçtikten sonra 1982 yılında tekrar düzenlenen “Uluslar arası Üçüncü Cenevre Konferansı” sonucuna (UNCLOS), bu sefer adalara kıta sahanlığı hakkı verildiği için Türkiye imza atmadı. Türkiye ile birlikte, başta ABD olmak bir takım ülkeler de bu antlaşmayı imzalamadılar.


Yunanistan, tek taraflı bir girişimle, bu anlaşmayı Türkiye imzalamadığı için kendini “Adalar konusunda” haklı olan ülke olarak lanse etmeye başladı.
 
Bu olayın ardından 1987 Mart krizi yaşandı.


Kardak Krizi ise Ocak 1996’da Yunanistan ile Türkiye arasında Türk bandıralı bir geminin Kardak Kayalıkları’nda karaya oturması sonucu Türk ve Yunan kurtarma ekipleri arasında anlaşmazlık çıkınca patladı ve iki ülkeyi savaşın eşiğine getirdi.


Lozan Antlaşmasında bazı yerlerin isimleri ile birlikte hangi ülkeye ait olduğu yazılmış
olmakla beraber Kardak kayalıklarının sahipliliğini net olarak ortaya konmamıştır. 1950 yıllarındaki uluslararası haritalarda ve de ABD seyir haritalarında Kardak kayalıkları Türkiye hudutları içinde gösterilmiştir. Buna rağmen Yunanistan hala daha Kardak üzerinde hak iddia etmektedir.


Hava sahası konusunda ise Türkiye yeni bir girişimde bulunarak, Türkiye Hava Sahasının tek bir merkezden kontrol edilmesini sağlayacak “SMART” projesinin çalışmalarını başlatmış ve 2011 yılında da uygulamaya koymayı hedeflemiştir. Projenin amacı, Avrupa Birliği ülkelerinin sahip olduğu gibi, daha çağdaş, daha emniyetli ve daha nitelikli bir hava sahasına kavuşmaktır.


Bu projenin AB uzantısı ise Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini olumlu etkilerken, KKTC’ye de çok olumsuz etkiler yapabilir.


SMART Projesinin bir anlaşma durumunda, AB içinde Birliğin karar mekanizmaları yoluyla, üye olmayan ülkelerle de AB ile yaptıkları veya yapacakları havacılık alanındaki entegrasyon anlaşmalarından yararlanılarak hayata geçecek olması, Kıbrıs Rum ve KKTC konusundaki sıkıntıları hemen gündeme taşıyacaktır.


Avrupa Birliği, Türkiye’ye yaptığı çağrı ile aynen Gümrük Birliğinde olduğu gibi tek taraflı olarak “Avrupa Tek Hava Sahasına” katılımını talep etmektedir.   


 Türkiye ise, AB’nin “Tek Hava Sahasına dahil olun” önerisine, KKTC’ye yönelik izolasyonların kaldırılması ve Avrupa Uçuş Emniyeti Otoritesi’ne (EASA) Türkiye’nin aktif üye olması koşulu ile davetin olumlu değerlendirilebileceği yanıtını verdi.


Türkiye’nin AB’nin Tek Hava Sahası’na katılması demek, hava sahasını AB üyesi olan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti uçaklarına açmak, Rumlarla işbirliği yapmak, devlet düzeyinde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile diplomatik ve Politik ilişkiler kurmak ve güney sahillerindeki uçuşların da Larnaka’daki merkezden kontrol edilmesine izin vermesi demektir.
      
Türkiye Uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan kendi kıta hava sahasını kaldırıp Avrupa Birliğinin “Tek Hava Sahası”na girdiği vakit, karşılığında ortaya koşul olarak koyduğu “KKTC’ye yönelik izolasyonların kaldırılması ve Avrupa Uçuş Emniyeti Otoritesi’ne (EASA) Türkiye’nin aktif üye olması”nı gerçekleştiremezse, KKTC’ye ölümcül bir darbe, 1974 Barış Harekatına da “Haksız müdahale” damgası vurulmuş olacaktır.

7 Ocak 2009
KKTC’ye Hava Sahası Darbesi için yorumlar kapalı
Okunma 108
bosluk

Avrupalı Ortaklarımız

Avrupalı Ortaklarımız

Avrupalı Ortaklarımız 


En büyüğünden en küçüğüne, tüm Rum siyasi parti liderlerinin konuşmalarını, demeçlerini, basın bildirilerini ve açıklamalarını bıkmadan usanmadan okurum. Dakikada üçyüz kelime okumak gibi bir alışkanlığım olmasına rağmen bu metinleri okurken hızımı düşürürüm. Bazen geri vitesi bile takarım.


Bilirim ki bu adamlar boşuna konuşmazlar ve kullandıkları her kelime de seçilmiştir. Kesinlikle konuşmalarında mesajlar vardır veya akıllarındakini gizli kapaklı kelimelerle açıklamak girişimi vardır.   


Son zamanlarda, özellikle de konu “Talat-Hristofyas Müzakeresi” olduğunda ortaklaşa kullandıkları bir kelime var , “Avrupalı Ortaklarımız” kelimesi.


Bu kelimeyi sıkı sık kullanmaları, Kıbrıs konusunda mutlu sona ulaşmak çabalarının içinde kimlerin olduğunu ve müzakerelerin zeminini hangi platforma çekmek istediklerini de açıkça ortaya koymaktadır.


Artık hem Türkiye, hem de Hristofyas’ın çok şikâyetçi olduğu “Eski Yoldaşları”, Rumların müzakereler sürecinde “Avrupalı Ortakları”nın arkasına saklanmak istediklerini, AB’yi müzakerelerin içine çekmeyi planladıklarını ve Türkiye-AB müzakerelerinde de Rumların, birincil olarak AB’nin çıkarlarını kollamak yerine müzakereleri taviz koparmak amaçlı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istediklerini iyice anlamış durumda.


Hristofyas, AKEL Genel Merkezi’nde yılbaşı nedeniyle düzenlenen kutlamadaki “Yeni Yıl Pastasını Kesme” töreninde yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a ve Cumhuriyetçi Türk Partisi’ne bayağı sitem etti. “Eski yoldaşlarımız, işbirlikçilerimiz ve mücadele arkadaşlarımız çözüm konusunda rota değiştirmiş ve bugün, çok daha katı, çok daha az adil ve iki parti arasında zaman zaman yapılan anlaşmaların ötesinde ve dışında bir çizgi izliyorlar” sözleri ile de duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.


Her ne kadar Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP), AKEL ile kapalı kapılar ardında gizli anlaşmalar yapmadığını söylüyorsa da, Hristofyas, her başı sıkıştığında CTP ile geçmiş yıllarda yaptığı ve o günlerde basına aktarılmamış “Gizli anlaşmalar”ı ifşa etmekte ve Rum halkı ile AB üyesi ülkelerin Başkanları,  AP milletvekilleri ve Komisyon üyelerine, muhataplarının ikiyüzlü olduğu imajını vererek, müzakerelerdeki tıkanmanın ve yavaş gidişin faturasını Kıbrıslı Türklere yüklemeye çalışmaktadır.


Bu güne kadar Rum basınında, “Hristofyas”ın, “Sözcü”lerinin, “AKEL Sözcü”lerinin veya bu konuda “Yetkili Olan Kişiler”in yaptıkları açıklamalarında ve röportajlarında, geçmiş yıllarda, “Türkiye’den gelen kardeşlerimizin geri gönderilmesi”, “Türk askerinin geri gitmesi” ve “Rumların kuzeye geri dönüp yerleşebileceklerine” dair bir dizi anlaşmanın yapıldığını iddia eden cümleler yer almıştı.     


Hristofyas’ın geçen günkü kutlama töreninde söyledikleri de bunların bir tanesiydi ve şimdilik de en sonuncusuydu.


Türkiye’deki AKP hükümeti ise artık Kıbrıs konusunda daha belirgin bir yol tutmuş konumda. Rumların “Avrupalı Ortaklarına” pek fazla güvenmediklerini kibar ve diplomatik yollarla ortaya koyuyorlar.


Türkiye Dışişleri Bakanı Babacan, katıldığı bir televizyon programında Türkiye’nin dış politika konularına ilişkin soruları yanıtlarken doğal olarak “Kıbrıs” konusuna da değindi ve çok önemli bir mesaj verdi. 


Babacan bu önemli mesajında, doğrudan Rumların “Avrupalı Ortakları”na hitap etti ve  “Kıbrıs konusunda Türkiye’nin tek taraflı adım atmayacağını ve AB’nin 28 Nisan 2004’de ilan ettiği tüzükler uyarınca Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonlar kaldırılmadığı müddetçe de limanlarını Rum gemi ve uçaklarına da açmayacaklarını” dile getirdi. 


Babacan ileriye dönük olarak da Türkiye’nin, AB’nin müzakere sürecinin dışında olmasını istediğini ve Kıbrıs sorununa çözüm bulmak konusunda çok yavaş ilerleyen müzakereleri hızlandırmak, adil ve sürdürülebilir bir sonuca ulaşmak için de artık bir takvim ortaya konulmasının gerekli olduğunu dile getirdi.


Müzakerelerin nasıl sonuçlanacağının işaretini ise Rum Meclisi ve DİKO Başkanı Marios Karoyan verdi.


Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın yeni yıl dolayısıyla kendisine gönderdiği hediye sepetini, içinde “Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat” yazısı ve sepette bulunan çeşitli paketlerde de “KKTC” ibaresinin bulunmasından dolayı iade etmesi, Rumların ve özellikle de Rum siyasilerin “Kıbrıslı Türklere” nasıl baktıklarını ve bizleri hangi seviyede gördüklerinin çok güzel bir örneğidir.  Bizlere hiçbir zaman ortak gözü ile bakmadılar ve halen de bakamıyorlar.


Buna ilaveten de Karoyan’ın sürmekte olan “Doğrudan Müzakereler”in 2009 sonuna kadar bir çözüme ulaşamayacağını ve “Çıkmazın daha olası” olduğunu söylemesi ise, mevcut Rum hükümetinin, müzakerelerden neler beklediğini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.    


Ve bugün artık kanıksanmış olan müzakerelerin 14. raundu yapılacak. Şimdilik “Anlaşılanlar” sepetinde, vatandaşlık haklarından başka bir şey yok. Karoyan “2009 sonunda çıkmaz görüyorsa”, kısmet 2010’a demektir.


Yıllar mı bitti. Önümüzde 2010 var, 2011 var, 2020 de var.


Müzakereler başladığında genç bir delikanlıydım. Şimdi, çocuklarım o çağı geçti bile. Kısmet torunlarıma. 

4 Ocak 2009
Avrupalı Ortaklarımız için yorumlar kapalı
Okunma 26
bosluk

Erken Seçim Ne Vakit

Erken Seçim Ne Vakit

Erken Seçim Ne Vakit 


Başbakan Ferdi S. Soyer, yeni yıldan birkaç gün evvel 2009 yılının seçim yılı olacağını açıklamıştı.


Önümüzdeki birkaç gün içinde bu seçim tarihini büyük bir olasılıkla açıklayacaktır.


2009 yılı içinde KKTC Siyasi yaşamı ile ilgili üç tane önemli dönüm noktası var.


Açıklanacak olan “Erken Seçim” tarihinin bu “önemli dönüm” noktaları ile ilgili olacağı kesin. Geçmiş politik deneyimlerimi, Kıbrıs Türklerine özgü “Siyasi Tarihi”ni ve iç politik gelişmeleri dikkate aldığımda “Erken Seçim”in İlkbahar başı, Yaz başı ve Sonbahar sonu gibi üç ayrı dönemin birinde olabileceği ortaya çıkmaktadır.


2009 içinde, KKTC Siyasi hayatında dönüm noktası oluşturabilecek etkenlikteki politik olaylar sırası ile;
1- Türkiye’de 29 Mart tarihinde yapılacak olan “Yerel Seçimler”.
2- Avrupa Birliği ülkeleri içinde 7 veya 14 Haziran günü eşdeğer zamanlı olarak yapılacak “Avrupa Parlamentosu seçimleri”.
3- Avrupa Birliği Komisyonunun 9 Kasım tarihinde açıklayacağı “AB-Türkiye Müzakereleri 2008 yılı İlerleme Raporu”      


Bu politik olayların her üçü de KKTC’de yapılmasına karar verilen “Erken Seçim” tarihini belirleyebilecek ve buna ilaveten de seçim sonuçlarını etkileyebilecek nitelikte olaylardır.  


Türkiye’de yaklaşık üç ay sonra yapılacak olan “Yerel Seçimler”, yani Belediye Başkanlığı, Belediye Meclis Üyeliği ve Muhtarlık seçimleri, 2007 Parlamento seçimlerinde %47 oy alarak tekrar iktidara gelmiş olan Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) bir nevi halktan “Güven Oyu” almasına dönüşmüştür.


Her ne kadar Belediye Başkanlığı seçimlerinde, adayın kişisel vasıflarının hangi partiden olduğundan daha fazla önemli olsa da, neticede kazanan veya kaybeden, adayın temsilcisi olduğu “Siyasi Parti” olarak tanımlanmakta ve seçim sonuçları açıklanırken de AKP şu kadar Belediye Başkanlığı kazanmıştır diye başlanarak aynı formatta diğer partiler de sıraya konularak açıklama yapılmaktadır.


KKTC’de iktidarda olan “CTP-ÖRP Koalisyon” hükümeti, bir olasılıkla “Erken Seçim Tarihi”ni, Türkiye’deki yerel seçimlere endeksleyebilir. Seçim sonuçlarının açıklanması, mazbataların alınması, Belediye Meclislerinin Başkan ve Yardımcılarının  seçilmesi ve göreve başlamaları için gerekli olan 2-3 haftayı da dikkate alarak, Türkiye’de iktidarda olan AKP hükümetinin tam desteğini talep edebilmek amacı ile “Erken Seçim”  tarihini 29 Mart’tan sonraki  2.ci veya 3.cü Pazar günü olarak açıklayabilir.


Bu seçeneğin bir iyi ve bir de kötü sonucu olabilir.


AKP, Türkiye’deki “Yerel Seçim”lerden beklediği oy oranı ile çıkarsa, “CTP-ÖRP Koalisyon Hükümeti” de bu sonuçtan kendilerine de pay çıkartmak peşine düşebilir ve meydanlarda “AKP’nin desteğinin arkalarında olduğu” imajını yaratmaya çalışarak Kıbrıs Türk Halkından oy isteyebilir. Aksi olursa, iktidara geldikleri 2005 yılından itibaren KKTC’yi içine soktukları ekonomik kriz, siyasi kriz, yasaklama emirnameleri ve halkın hoşuna gitmeyen icraatlarının hesabını vermek ile karşı karşıya kalarak oy kaybına uğrarlar.
     
7 veya 14 Haziran’da yapılacak olan Avrupa Parlamentosu Milletvekilliği seçimleri bir propaganda fırsatı olarak kullanılmak istenirse,  “Erken Seçim tarihi”, AP Milletvekilliği seçimlerine denk getirilebilir.


Bu seçim döneminde, bir olasılıkla iktidardaki koalisyon hükümetini oluşturan siyasi partilere destek vermek için ve “Annan dönemi” rüzgarlarının tekrar estirilmesi amacı ile, AB’nin baskısı, Hristofyas’ın ve de AB komisyonlarında görevli Rum komite üyelerinin “danışıklı” başarısızlığı sonrasında veya önde gelen bir AB üyesi devletin “göstermelik” olağanüstü baskısı ile KKTC’de “AP Milletvekilliği Sandıkları” kurulabilir ve KKTC Meclisi Milletvekilliği seçimleri yapılırken “AP Milletvekilliği seçimleri” de yapılabilir.


İktidardaki partiler, Hazirana kadar geçecek dönem içinde birkaç tane “AB Başlığını” uyum sağlandığı gerekçesi ile kabul ettirerek ve buna ilaveten de “İki tane Kıbrıslı Türk’ü seçim yaparak Avrupa Parlamentosuna Milletvekili olarak gönderiyoruz” propagandası ve “Avrupalılaşmaya az kaldı” sloganları ile bu dönemde yapılacak seçimlerde kendi lehlerine bir rüzgar estirmek düşüncesi ile “Erken Seçim Tarihi”ni 7 veya 14 Haziran olarak açıklayabilirler.


Son seçenek ve olasılığı en az olan “Erken Seçim Tarihi” de, 8 veya 15 Kasım olabilir. Her ne kadar 15 Kasım KKTC’nin kuruluş yıldönümü olsa da politikada hedefe giden her yol mubahtır. 


Yakında “Erken Seçim Tarihi”ni hep birlikte öğreneceğiz.         


Hayırlısı.

3 Ocak 2009
Erken Seçim Ne Vakit için yorumlar kapalı
Okunma 31
bosluk

2008’in en önemli olayı

2008’in en önemli olayı

2008’İN EN ÖNEMLİ OLAYI 


2008’ yılında KKTC’de birçok önemli olay yaşandı.


Talat ve Hristofyas görüşmeleri bunlardan bir tanesi. Ama bu tam kırk yıldır devam eden bir olaydı ve sonucu da belliydi. Hristofyas işin başında “Barış meleği” rolü oynadı sanki Cumhurbaşkanı M. A. Talat “Barış istemeyen adam”mış gibi, biraz da şov yaptı, sonra işin gerçek yüzü ortaya çıkıverdi. Rum’un anlaşmaya niyeti olmadığı ve adada üniter bir devlet kurmak istediği birkaç görüşmeden sonra net bir şekilde anlaşılır oldu. Zaten kahin olmaya gerek de yoktu ve bu müzakerelerden ne sonuç çıkacağı daha işin başından belliydi.
 
İç politika açısından, 2008’in son günlerinde açıklanan erken seçim kararı da beklenen bir gelişme olmasından dolayı çok fazla önem taşımıyor. Önem konusunda belki başlara oynayabilecek bir olay ama en üst sıraya oturabilecek içerikte değil. Hatta birçok kişi seçim tarihi için 26 Nisan’ı öne sürerken benim aklıma yatan tarih 7 Haziran veya 14 Haziran 2009. AP seçimlerinin yapılacağı haftalar.
  
UBP’nin Meclise dönmesi, DP’li Milletvekillerinin istifası, HP’nin siyasete atılması, Almanya’nın eski Başbakanı Schröder’in özel uçağı ile Ercan’a inmesi, Grevler, “Kayıp Otobüs” filminin ABD’de gösterilip ödül alması, “Sıla 4”ün geri dönüşü, Ekonomik Kriz, K.T. Futbol Federasyonunun FIFA/UEFA ile görüşmesi, ADA TV’nin yayına başlaması ve Sigara Yasağının uygulanmaya konması önemli olaylardı ama Kıbrıs Türk halkının yaşam sürecinde bu olaylar içinde olduğu yıla veya bir sonrakine sarkan dönemsel gelişmelerdi.


Kuraklık için söyleyebileceğim bir şey, yapabileceğim bir yorum yok. Çok önemli doğal bir olayu. Ümit ederim, en iyi bir şekilde üstesinden gelebiliriz.


Bir yeni gelişme var ki, çok önemli.


Benim yargılarıma göre çok önemli ve Kıbrıs Türk halkının yaşam tarzını ve huzurunu uzun bir müddet etkileyecek nitelikte bir olay.
   
Bence 2008’in en önemli olayı “Ağır Ceza Mahkememizin” öz kızıyla 12 yaşından bugüne 2 yıl boyunca cinsi münasebette bulunduğu iddia makamınca kanıtlanan sanık Cemil Topal’a, 25 yıl hapis cezası vermesi. Bir tecavüz olayını basit bir suç olarak görmemesi ve bu kabul edilemez suça uygun, örnek olacak bir cezayı yürürlüğe koyması.


Bu cezayı veren Lefkoşa Ağır Ceza Mahkemesi Heyet Başkanı İlker Sertbay’ı, Kıdemli Yargıç Peri Hakkı’yı ve Yargıç Füsun Cemaller’i kalben kutluyorum.


Aynı şekilde sanık aleyhine, “13 yaşından küçük çocukla cinsi münasebette bulunma”, “Yakın akraba ile cinsi münasebette bulunma” ve “vahim zarar” suçları olmak üzere üç davayı eksiksiz olarak tüm delilleri ile birlikte hazırlayan Savcı Ahmet Varol’u da kutlarım.


Kıbrıs Türk halkı ve dünyadaki diğer tüm halklar, kadın ve erkek olmak üzere sadece fizyolojik açıdan farklılık gösteren ve eşit oranda dağılımı olan insanlardan oluşmaktadır. Bir erkeğin kas gücünü kullanarak bir başka insana tecavüz etmesi kabul edilebilir bir anlayış, yaklaşım ve davranış değildir ve en ağır bir şekilde cezalandırılması gerekmektedir.


Aynı şekilde, bu suçun kapsamı genişletilmeli ve sadece öz kızına değil, her hangi bir insana tecavüz eden kişiler de bu denli ağır cezaya çarptırılmalıdır. Bir üniversitemizde okuyan bir kızımıza tecavüz eden “misafir işçi”ye de, küçük bir erkek çocuğuna tecavüz eden sapığa da ve diğer tecavüzcülere de en ağır hapis cezası verilmelidir.


Kıbrıs Türk halkının vicdanı, bu günlere kadar hiç yaşamadığı bu olaylar nedeni ile büyük yara almıştır. Kültüründe ve yaşam tarzında bu güne kadar hiç gerçekleşmemiş bu tür çirkin olaylar, insanımızı çılgına çevirmeye yetmiştir. Halkımız hem bu insanların en ağır bir şekilde cezalandırılmasını, hem de bu suçu işleyenlerin ailecek sınır dışı edilmelerini istemektedir.


Ne kadar güzel bir tesadüf ve gelişme ki, aynı günlerde Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Mustafa Danışman’da üç yıl önce Keçiören’de iki kız çocuğuna tecavüz eden Garip Musa Aras adlı sanığa da üst sınırdan ceza vermiş ve toplam 102 yıla mahkum etmiştir. Onu da kutlarım, bu cesur ve yerinde kararı için.


Kendilerini kutladığım Ağır Ceza Mahkemesi Heyetine sesleniyorum. Lütfen Kıbrıs Türk halkının vicdanını yaralayan suçları işleyen kişilere, hırsızlık yapmak amacı ile adamıza gelenlere ve de özellikle tecavüzcülere hiç acımadan en ağır cezayı verin. Gerekirse hapis cezasına ilaveten tecavüzcülerin hadım edilmesi kararını da alın. Hayatını zehirledikleri ve geleceklerini kararttıkları kızlarımız, kadınlarımız gibi onlar da yaşam boyu bu iğrenç suçun cezasını çeksinler ve parmaklıkların dışına çıktıklarında dahi hiç unutmamacasına yaşasınlar.


Belki bu cezalar örnek olur ve bu tür iğrenç suçlar bir daha işlenmez..

1 Ocak 2009
2008’in en önemli olayı için yorumlar kapalı
Okunma 47
bosluk
  • Sayfa 3 ile 3
  • <
  • 1
  • 2
  • 3
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar