Hocalı katliamını biliyormusunuz?

Hocalı katliamını biliyormusunuz?

Hocalı Kıbrıs’ta bir köy veya kasaba adı değil.


Evet bizler de katliama, soykırıma uğradık ama bu başka.


1963-1974 dönemi içinde Kıbrıslı Rumlar bizlere soykırım uygulamışlardı, aradan yirmi yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra da Ermeniler, Dağlık Karabağ’da savunmasız masum Azerilere hem vahşet uyguladılar hem de suçları Türk olmaktan başak bir şey olmayan soydaşlarımızı soykırıma tabi tuttular.


1988 yılında Ermenistan kendi topraklarında yaşayan Azerbaycan Türklerini trenlere doldurup Azerbaycan’a gönderince, Azerbaycan’ın Sumgayıt ve Bakü şehirlerinde de Ermeniler Ermenistan’a gönderildi. Fakat daha sonra özellikle Sumgayıt olaylarının Rusya istihbaratının kışkırtmasıyla meydana gelen bir provokasyon olduğu ortaya çıktı. Sonuçta olaylar sırasında Azerbaycan’ı terk eden Ermeniler’de Azerbaycan Türklerine karşı bir nefret ve intikam duygusu vardı ve Hocalı’da bunu dışa vurmak için fırsat buldular.


1991 yılında Azerbaycan Parlamentosu’nun halktan gelen baskılar karşısında Dağlık Karabağ’ın özerk bölge statüsünü ilga etmesine karşılık Dağlık Karabağ Parlamentosu bir referandum düzenleyerek cevap verdi ve çoğunluğu Ermenilerin oluşturduğu bölgede referandum sonucunda Dağlık Karabağ Parlamentosu bağımsızlığını ilan etti. 1992’de Sovyet birlikleri de bölgeden çekildi.


Hocalı’da gerçekleştirilen katliama giden süreçte, Ermenileri Rusların desteklediği yönünde ciddi bulgular bulunmaktadır. Ermeni gönüllülerden oluşan silahlı gruplar Karabağ’a yerleştirildi ve Ardından Gorbaçov, 25 Temmuz 1990’da yayımladığı bir kanun ile SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) kanunları dahilinde olmayan silahlı grupların kurulmasını yasakladı, kanunsuz olarak saklanan silahlara da el konuldu. Bu kanunla birlikte Azerbaycan’ın bütün bölgelerinde av silahları da dahil olmak üzere tüm ateşli silahlar toplandı. Dağlık Karabağ’da ise bu görev Rus askerleri tarafından yerine getirildi. 1990 yılının Ağustos ve Eylül aylarında Ermeniler saldırılarını doğrudan Azerilere yöneltmeye başladılar.


1990 yılı başlarında yaklaşık 186 bin Azeri, Ermenistan’dan Azerbaycan’a gitmeye zorlandı. Ekim 1991’de ilk Azeri köyü Ermenilerce ele geçirildi.


Hocalı Katliamı, Rus askerlerinin desteğiyle 25–26 Şubat 1992’de güçlü silahlarla donatılmış Ermenistan silahlı kuvvetleri ile Hankendi’nde konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki 366’ncı Rus Motorize Alayı tarafından gerçekleştirildi.


26 Şubat gecesi Rus motorize alayının tanklarından açılan top ve roket saldırıları ile Hocalı Havaalanı kullanılamaz hâle getirilerek kentin dış dünya ile ilişkisi de tamamen kesildi. Savunmasız kalan kente giren Rus destekli Ermeni askerleri, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok insanımızı vahşîce katlettiler.


936 km2’lik alana sahip ve 2.605 aileden ibaret 11.356 kişinin yaşadığı Hocalı kenti 26 Şubat 1992 tarihinde yüzyılın en acımasız soykırımına maruz kaldı ve kasaba tamamıyla yok edildi. Hocalı bu katliamın yaşandığı sırada Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerinin koruması altında değildi ve tamamen savunmasız bir durumdaydı. Kentte da dağınık halde elinde hafif silahlar bulunan 150 kişi bulunmaktaydı. Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri Hocalı halkına maalesef yardım edemedi ve hatta uzun süre cesetlerin alınması bile mümkün olmadı.


Saldırılar sonucu 613 Azerbaycan Türk’ünün hayatını kaybettiği resmî olarak açıklandı. Ancak kayıp sayısı bu rakamların çok çok üstünde. 56 hamile kadın karnı yarılmış durumda bulundu. Bu alçak saldırıda 487 kişi ağır yaralanırken, 1275 kişi ise rehin alınmış, geri kalan nüfus da bin bir zorlukla canını kurtarabilmiştir.


Azeriler tarafından “Kafkasların Milosevic”i, Ermeniler tarafından “Karabağ Kahramanı” olarak nitelenen günümüzün Ermenistan Devlet Başkanı  Robert Koçaryan’ın direktifleriyle Ermeni silahlı güçleri tarafından, hem de uluslararası basının gözleri önünde Hocalı’da gerçekleşen “Azeri Soykırımı” Ermeniler açısından kendilerinin iddia ettiği 1915 yılında yaşananların bir öcü niteliği de taşımaktadır.


Ermenistan’ın kurulduğu ilk yıllarda sahip olduğu toprak parçası 9.000 km2 iken, bugün bu alanın  47.000 km2’ye  nasıl ulaştığı sorusu iyice irdelenmeli, işgal ettikleri ve ‘Hayastan’ adını verdikleri bu toprakların tamamının, Azerbaycan Türklerinin toprağı olduğu da hiç unutulmamalıdır.

25 Şubat 2009
Hocalı katliamını biliyormusunuz? için yorumlar kapalı
Okunma 36
bosluk

AB’nin mali yardım aldatmacası

AB’nin mali yardım aldatmacası

24 Nisan 204 tarihinde yapılan referandumdan hemen sonra AB tarafından çıkarılan MALİ YARDIM TÜZÜĞÜ Rumların 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye üye olması ile bloke edilmiş ve neredeyse 2 yıl sürünceme de kaldıktan sonra yürürlüğe konabilmişti.


O dönemin iktidarının AB toplantılarına gönderdiği gözlemcileri, güya yürürlüğe konmuş olan bu “MALİ YARDIM TÜZÜĞÜ”nü basında ve  televizyonlarda allayıp pullayıp halka yutturmaya çalışmışlardı.  Ne de olsa serde bir AB hayranlığı vardı ve hiç durmadan da %65’lik iradeden bahsediyorlardı.


CTP’nin o dönem AB’ye gönderdiği gözlemcisi ile MALİ YARDIM TÜZÜĞÜ konusunda bir televizyon programında bayağı çekişmiş ve sonunda da “Vatandaşa doğruları söylemiyorsunuz ” demiştim.


Nitekim yıllar beni, yazdıklarımla ve söylediklerimle haklı çıkardı.


Mali Yardım Tüzüğü çerçevesinde Avrupa Birliği’nin, Dikmen bölgesinde yapmayı planladığı ve ihale başvuru son gününün 23 Şubat 2009 olduğu “1 MW’lık Güneş Enerjisiyle Çalışan Elektrik Santrali Projesi”, Rum tarafının itirazı üzerine durduruldu.


İtiraz iki yönden yapıldı.
1- İhaleye ilgi gösteren Kıbrıs Rum “Conergy” şirketi, ihalede kullanılacak malzemelerin “Yasal hava ve deniz limanlarından” yani Güney Kıbrıs Rum limanlarından Kıbrıs’a getirilmesi konusunda ihalede net bir ifadenin yer almadığı gerekçesiyle Rum hükümetini devreye soktu ve müdahale ettirdi.
2- Lefkoşa’nın kuzeyindeki “Dikmen” (Digomo) bölgesinde yapılması öngörülen elektrik Santralının, Kıbrıslı Rumlara ait taşınmazlar üzerinde olduğu,  Rum mal sahiplerinden izin alınmadığı ve KKTC hükümetinin vereceği iznin de geçerli olmadığı ileri sürüldü.


Mali Yardım Tüzüğünün bir egemenlik tuzağı olduğu konusunu aşağıda tarihleri ile belirttiğim 6 ayrı zamanda yazıp dile getirmiş ve hükümetin dikkatini çekmeğe çalışmıştım.
 
Yıllar önceki uyarı yazılarımda bakın neler demişim. (Bu yazıların, her yıl KIBRIS SİYASETİNE AKADEMİK BAKIŞ adı altında topladığım kitaplarımda bulundukları yerler, Cilt ve sayfa numaraları ile belirtilmiştir.) 


MALİ YARDIM TÜZÜĞÜNÜ BİLENİNİZ VAR MI? (27.02.2006-Cilt 3, S. 118)
“KKTC hükümeti, kendi toprakları üzerinde faaliyet gösteren bu şirketlerden doğal olarak kendi vergi kanunu uyarınca, kazanç vergisi ve stopaj isteyecek. Sosyal Sigortalar ve İhtiyat Sandığı daireleri, çalışanların kayıt edilmesini ve prim yatırılmasını isteyecek. Ve çıngar burada kopacak. İhaleyi kazanan AB’li şirketler böylesi bir davranışın KKTC’yi tanımak olduğunu iddia edip tüm bu talepleri reddedecekler.”


MALİ YARDIMDA MORATORYUM TUZAĞI (19.03.2006-Cilt 3, S. 160)
“Mali Yardım Tüzüğü adı altındaki tuzak, bize bayağı kötülüğü dokunacak bir kapıyı açmak üzere. “Rum malı” kavramını ve “1974 öncesi Rum mülkleri” konusunu, Tüzük içeriği olarak masaya getirmek üzere. Bir kere herhangi bir konu, bir kavram masaya kondu mu bir daha masadan kalkmıyor.”


MALİ YARDIM YALANININ MUMU SÖNDÜ (20.03.2006-Cilt 3, S. 162)
“kim demiş ki, KKTC, GKRY’ni bypass ederek veya saf dışı bırakarak AB ile direk temas kurup, Mali yardımı sadece AB ile karşılıklı anlaştıktan sonra kullanabilecek diye. Böylesi bir iddiaya Türkçede “Desteksiz atma” diyorlar.”


MALİ YARDIM HİKAYESİ (30.04.2006-Cilt 3, S. 235)
“Mali Yardım Tüzüğünün ilgili maddesi uyarınca AB’nin finansmanıyla KKTC sınırları içinde yapılacak yatırım projeleri veya dosyaları önce, AB’ye üye tüm ülkelerin de söz sahibi olduğu “İzleme Komitesi”nin özel onayını gerektiriyor.


Bu onay özellikle Yunanistan ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin saf dışı bırakılmaması için konmuş bir güvenlik tedbiri. Buradaki amaç KKTC sınırları içinde yapılacak herhangi bir AB finansmanlı yatırımın “1974 öncesi Rumlara ait olan toprakların” Kıbrıs’lı Türkler tarafından kullanılmasına mani olmak. Yani diğer bir deyimle “Moratoryum”.


KKTC SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE AB MALİ YARDIM TUZAĞI (17.07.2006-Cilt 4, S. 46)
“2006 yılının Ağustos ayına girerken, AB’nin bu tüzükleri uygulamak değil, tüzükler üzerinden KKTC’nin bağımsızlığını, egemenliğini satın almak niyeti açıkça ortaya çıktı….


Ayrıca, projelerin hayata geçirilişi sırasında Kuzey’de kalan Rum mülkleri ile ilgili sorun çıkması durumunda GKRY ile özel istişarede bulunulacağının altı çiziliyor. Nitekim Rumlar, hemen mali yardımın Kuzey Kıbrıs’taki Rumlara ait mal ve mülklerin üzerine yapılmaması konusunda garanti talep ettiler.”


KKTC’DE HİÇBİR ZAMAN AB BÜROSU AÇILMAYACAK (20.08.2006-Cilt4, S. 70)
“Mali Yardım Tüzüğü ile Kıbrıs’lı Türklere verilecek parayla KKTC’de yapılacak yatırımlarda kullanılacak malzemelerin hangi limandan adaya gireceği, Kıbrıs’taki mevcut hangi devletin kontrolü altındaki gümrüklerden geçeceği ve gümrüğünün kime ödeneceği konusu.


Tüzüğün tanım maddesine bakıyorum da,  KKTC toprakları veya Kuzey Kıbrıs’ın tanımı “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkili bir denetime sahip olmadığı Kıbrıs Cumhuriyeti bölgeleri” şeklinde yapıldığından, AB’nin KKTC’yi adada yok addettiğini anlıyorum ve bu sorunun yanıtı da kafamda oluşuyor hemen.  


Tabiî ki AB üyesi Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine ait bir limandan girecek ve Rumların kontrolü altındaki gümrüklerden geçecek ve gümrüğü de Rum Yönetimine ödenecek.  
İşte Mali yardım Tüzüğü bu.”


Yıllar önce yazdıklarım ve söylediklerim bunlardı.


Zaman beni haklı çıkardı.


Acemi politikacıların söyledikleri de havada kaldı.

22 Şubat 2009
AB’nin mali yardım aldatmacası için yorumlar kapalı
Okunma 54
bosluk

Jak Kamhi ve acemi siyasiler

Jak Kamhi ve acemi siyasiler

KKTC bu son senelerde ne çektiyse, acemi politikacılar yüzünden çekti.


Türkiye’de doğmuş, büyümüş ve halen de yaşamını Türkiye’de sürdürmekte olan Jak Kamhi, önde gelen iş adamı sıfatına ilaveten, 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 16 Ağustos 2007’de kendisine layık gördüğü “Devlet Üstün Hizmet Ödülü”nü de şerefle taşımaktadır.


Kamhi, 1974’deki Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra ABD’nin Türkiye’ye uygulamaya başladığı ambargoyu kaldırmasında da önemli rol oynamış ve bunu da 33 yıl kendine saklayarak hiç açıklamamıştı. Bu konudaki girişimlerini de ancak Devlet Üstün Hizmet Ödülü’ne layık görüldüğünün açıklanmasından sonra yayınladığı bir mesajında dile getirmişti.


Şimdi ne yapıyor Bay Jak Kamhi.


İş dünyasında saygın bir yeri olan ve “Mösyö Jak” diye bilinen Jak Kamhi, Başbakan Tayyip Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında Davos’ta Gazze nedeniyle yaşanan tartışma sonrası iyice gerilen Türk-İsrail ilişkilerini yeniden rayına oturtmak ve normalleştirmek için gizlice devreye girdi ve geçen hafta sonu İsrail’e gitti.


İsrail Cumhurbaşkanı Peres, Başbakan Ehud Olmert ve Dışişleri Bakanı Tzipi ile ayrı ayrı görüşen Kamhi, Türkiye ve İsrail’in bölgenin iki önemli demokratik gücü olduğunu vurgulayarak, karşılıklı sert ifadelerin iki tarafa da bir yarar getirmeyeceğini anlattı. Kamhi  bu temaslarında, Cumhurbaşkanı Gül’ün ileri bir tarihte İsrail’i ziyaret etmesi için de nabız yokladı.


Gerçek şu ki Kamhi’nin İsrail’e gidişi resmi değil ama resmi.


Kamhi ailesi sadece Türkiye’nin ABD ve İsrail ilişkilerinde değil aynı zamanda Kıbrıs sorunu gündeme geldiği vakitte Yahudi lobisini harekete geçiren, onlara baskı yapan, Türkiye’ye ve dolaylı olarak KKTC’ye de hizmet eden seçkin bir aile.


Jak Kamhi’nin ve Kamhi ailesinin KKTC’ye yaptıkları hizmetler nedeni ile dönemin KKTC Cumhurbaşkanının da desteği ile 29 Ocak 2003 tarihinde, iktidarda bulunan Derviş Eroğlu liderliğindeki UBP-DP koalisyon hükümeti Bakanlar Kurulu, vatandaşlık yasasının Bakanlar Kuruluna verdiği yetki ile Jak Kamhi’ye ve Kamhi ailesinden  Tüli Kamhi, Şinasi Kerim Kamhi ve Hayati Kamhi’ye KKTC vatandaşlığı verilmesi kararını almıştı. (Bakanlar Kurulu Karar No. E-235-2003 Tarih: 29/1/2003)


Ama bizlere de gurur veren bu onurlu vatandaşlık, tabandaki partililerine yaranmak için hiç düşünülmeden ve uzun vadede KKTC’ye getireceği zararlar hiç hesaplanmadan, dönemin siyasileri tarafından alınan yanlış bir karar sonrasında mahkemeye yapılan bir başvuru ile açılan davanın sonucunda iptal edildi.


Bakanlar Kurulunun aldığı kararın üzerinden daha 1 hafta bile geçmeden 5 Şubat 2003 tarihinde dönemin ana muhalefet partisi CTP tarafından, listede kimlerin olduğu iyice incelenmeden ve getirisi ile götürüsü hesaplanmadan açılan dava 4 yıl sürdü ve Yüksek İdare Mahkemesi KKTC Bakanlar Kurulu’nun 2002-2003 döneminde verdiği vatandaşlıklarda usulsüzlük yapıldığını hükme bağladı. Dava sonunda haklarında dava açılan 223 kişiden 156’sının vatandaşlıkları iptal edildi.


Vatandaşlıkları iptal edilen bu 156 kişinin içinde, Jak Kamhi (KKTC Kimlik Kartı No. 242968) ve Kamhi ailesinden üç kişiye ilaveten,  ATO Başkanı Sinan S. Aygün (KKTC Kimlik kartı NO. 241034), Vatan ve Alman hastanelerinin sahibi, Universal Hospitals Group Başkanı Dr. Azmi Ofluoğlu’da (KKTC Kimlik Kartı No. 246681) bulunmaktaydı.


“Vatandaşlıkları iptal edilen” kelimeleri aslında kibar bir deyim, gerçekte bu insanlar  “Vatandaşlıktan atıldılar.”


1991’de Dışişleri Bakanlığı “Üstün Hizmet Ödülü”ne layık görülen, 1992’de İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’nden “Fahri Doktor” unvanı alan, Fransa Hükümeti’nce 1991’de “Legion d’Honneur” nişanına ve 1997’de Fransa Cumhurbaşkanı’nca “Commandeur dans l’Ordre National du Merite” nişanına layık görülen, 2003’te İspanya Kralı’nın “Commander of the Order of the Spanish Civil Merit” nişanı takdığı ve son olarak da Türkiye Cumhuriyetinin ara buluculuk görevi verdiği saygın bir kişiyi vatandaşlıktan atacak kadar hovarda ve ileriyi göremeyecek, vereceği zararları da hesaplayamayacak kadar da acemi politikacılara sahibiz maalesef.


Tanrı bizi, geleceğimizin belirleneceği müzakerelerin devam ettiği bu kritik dönemde daha kötü kararlardan korusun.

21 Şubat 2009
Jak Kamhi ve acemi siyasiler için yorumlar kapalı
Okunma 94
bosluk

Kıbrıs’ı Türkiyeden Koparmak

Kıbrıs’ı Türkiyeden Koparmak

Rumların adada ne bizlerle ortak yaşamaya, ne de kapsamlı ve sürdürülebilir bir anlaşma yapmaya niyetlerinin olmadığı her gün bir başka şekilde ortaya çıkıyor.


Müzakerelerin boşuna yapıldığı inancım da gün geçtikçe daha çok pekişiyor.


Müzakerelerin Türk tarafı ayağını oluşturan Sayın Cumhurbaşkanı M. A. Talat ne kadar iyi niyetli, yapıcı ve çözüm için çabalıyorsa, Rum tarafı ayağını oluşturan Rumların Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas da bir o kadar, adil ve hakça, BM kıstaslarına uygun, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözümden kaçmak için çaba gösteriyor.


Adeta, müzakereleri hiç çaktırmadan ve üzerine sorumluluk almadan sabote etmek ve kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmek için elden geleni yapıyor.


Çok değil daha dün Hristofyas, “Müzakereler Tek Yol” başlığı ile bir açıklama yaptı ve Kıbrıs sorununun sadece barışçıl bir yöntemle çözülebileceğini söyleyerek Kıbrıs sorununa çözüm bulunması amacıyla Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la gerçekleştirdikleri müzakerelerin zor olduğundan bahsetti.


Tabii ki zor olacaktı.


Herhalde Kıbrıslı Türklerin ve Cumhurbaşkanları Mehmet Ali Talat’ın, Rumların her isteklerine “Evet” diyeceklerini ve ayaklarına da kapanacaklarını sanmıştı.  


Dün kendisini ziyaret eden Yunan ve Rum asıllı Amerikalılara, kafasında ne gibi bir çözüm olduğunu anlattı ve müzakerelerdeki stratejisi ile hedefini de ortaya koydu.
 
Hristofyas’a göre Kıbrıs sorunu ancak, tüm Kıbrıs halkının insan hakları iade edildiğinde, göçmenler topraklarına ve mülklerine geri döndüğünde ve Türkiye evine gitmek için askerlerini topladığında, çözülmesi mümkün olacakmış.


Ayrıca adadaki Türkiye Cumhuriyeti kökenli kişilerin büyük bir problem teşkil ettiğini, sayılarının Kıbrıslı Türklerden fazla olduğunu ve Kıbrıs’tan geri gitmelerinin de çözümün ana unsurlarından birini oluşturduğunu da, Rumların akıllarındaki çözüm kriterlerine ilave etmeyi unutmadı.


Tabii bu arada unuttuğu birkaç önemli nokta daha var.


Türkiye’nin garantörlüğüne gerek olmadığı ve artık Türkiye’nin de Kıbrıs adası ile olan bağlarını koparılması gerektiği.


İstiyorlar ki, Kıbrıs adasının tek efendisi Kıbrıslı Rumlar olsun ve adada kalmayı yeğleyen Kıbrıslı Türkler de azınlık statüsünde yaşamlarını sürdürsünler, Rumlar önlerine ne kadar kemik atarlarsa o kadarını yesinler.


Aynen 21 Aralık 1963 tarihinde Rumların Kıbrıslı Türklere uygulamaya başladıkları katliamdan sağ kalanlar için Türkiye Kızılay’ı tarafından gönderilen yiyecek, çadır ve giyeceklerin Kıbrıslı Türklere ulaşmasına mani oldukları ve 1964 Mart ayında Rum Bakanlar Kurulunun aldığı kararla 37 çeşit malın Türklere satışını yasakladıkları gibi. Dış dünya tarafından protesto edilmemek ve soykırımla suçlanmamak için kararın içine koymadıkları ama uygulamaya koydukları çocuk sütü ve ilaç ise 38.ci ve 39.cu yasak maddeyi oluşturuyordu.


Hristofyas,  Rum ve Yunan kökenli Amerikalılarla yaptığı söyleşide, bu gün KKTC sınırları içinde kalan Dikmen (Dikomo) adlı köyüne ve yıkılan evine, aynı zamanda da Girne’ye değinmiş ve oralarda yaşamak istediğini belirtmiş.


Güzel hoş da, hiç Rum Cumhurbaşkanı olduğu 24 Şubat 2008 tarihinden sonra güneydeki yerle bir olmuş ve 1963de terk edilmiş herhangi bir Türk köyüne gitti mi?


Ne oldu bu adamlara da yerlerini, yurtlarını, köylerini, evlerini, bahçelerini ve atalarının içinde yattığı mezarlıklarını 1963 yılında terk ettiler diye kendi kendine veya Papadopulos’un 2005 yılında madalya verdiği EOKA’cı eşkiyalara sordu mu? 


Hristofyas ister kabul etsin, ister etmesin benim isteğim, aklımdaki çözüm ve gönlümde yatan aslan da, Rumlar güneydeki devletlerinde, bizim de adına KKTC dediğimiz, küçücük ama hepsi de bizim olan devletimizde, Türkiye’nin garantörlüğü altında ve elimle tutup gözümle gördüğüm Türk Askerinin varlığı ve garantisi ile Kıbrıslı Türk Yöneticilerin idaresinde yaşamak.

18 Şubat 2009
Kıbrıs’ı Türkiyeden Koparmak için yorumlar kapalı
Okunma 34
bosluk

Kıbrıslı çözüm

Kıbrıslı çözüm

Son zamanlarda çeşitli çevrelerin dile getirdiği “Kıbrıslı çözüm” ile “Ada’da çözümü Kıbrıslı Türklerin ve Rumlarının bulacağı” söylemleri, ilk anda kulağa çok hoş geliyor. Yenmesi, yutulması ve kanması kolay bir sözcükler dizisi aslında. Gerçekten de dâhiyane bir şekilde hazırlanmış. 


Aslında buna, “Çok usturupluca hazırlanmış bir yutturmaca” dense daha doğru olacak.


Yavaş yavaş bu tanımlamanın gerçek yüzü ortaya çıkmaya başladı bile.


Görünen o ki, Kıbrıslı Türklere ve anavatanımız Türkiye’ye atılmak istenen bir başka kazığın habercisi, bu cicili bicili tanımlama.


Bu kulağa hoş gelen güzel başlığın ne demek olduğunun ilk ipucunu İngiliz İşçi Partisi Milletvekili ve “Friends of Cyprus” Derneği Başkan Yardımcısı Andrew Dismore verdi.


Hem de hiç farkına varmadan, bu tanımlamayla gerçekte ne demek istendiğini iyice açıkladı. Yaptığı hatayı anlasa ağzını açmazdı ama bir kere boş bulundu ve baklayı ağzından çıkardı.


İngiliz İşçi Partisi Milletvekili ve “Friends of Cyprus” Derneği Başkan Yardımcısı Andrew Dismore, “Kıbrıs, Yunanistan ve Türk Konuları Derneği” tarafından düzenlenen konferansta yaptığı konuşmada “Kıbrıs’ın, yabancı ordulara gereksinimi olmayan bağımsız bir ülke” olduğunu ve bu nedenle de Kıbrıs’la ilgili Garanti Anlaşması’nın çağdışı kaldığını iddia ederek, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti  Anayasası EK I: Garanti Anlaşmasına göre üç garantör devletten birisi olan İngiltere’nin garantörlük müessesesinin kaldırılmasına destek vermesi gerektiğini kaydetti.


Yani Dismore’a göre Garanti Anlaşması kalkmalı.


Peki bunu başka kimler dile getiriyor.


Rum Yönetimi Başkanı Hristofyas ve korosundaki solistler. Bazen hep birlikte, bazen de solo yaparak Garantilerin kaldırılmasını her fırsatta dile getiriyorlar.


Aynı şekilde Yunanistan Dış İşleri Bakanı Bayan Theodora Bakoyanni ve şürekası (Ortakları, destekçileri, işbirlikçileri manasındadır).


Hristofyas’a, Bakoyanni’ye ve Dismore’a göre Garantiler kalkmalı, hiç kimsenin ve hiçbir ülkenin Kıbrıs ile bağı olmamalı ve müzakereler sürecinde de dışarıdan hiç kimsenin müdahalesi olamadan Kıbrıs sorununa, Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar kendi aralarında, “Kıbrıslı Çözüm” bulmalı.


Felsefe bu ve barış yanlısı olsun veya olmasın, duyanların kulağına da çok hoş geliyor. 


Buna paralel olarak da bir takım güdümlü kuruluşlar hemen, içinde garantörlük kavramının yer almadığı “BM ve AB ilkeleri, AB hukuku ve uluslar arası hukuka uygun bir çözüm” hedefi ile ada dışında çeşitli çalışmalar başlattılar.   


Bunun somut örneklerinden bir tanesi, İsviçre’de Zürih Üniversitesi Doğrudan Demokrasi Araştırma Merkezi tarafından 2008 Şubat ayından itibaren “Kıbrıs için Bir Anayasa Konvansiyonu” başlığıyla bir Kıbrıs Anayasası hazırlanması çalışmalarının başlatılması.


Bir diğeri de 6-7 Nisan 2009 tarihlerinde Avrupa Siyaset Araştırmaları Merkezi tarafından Brüksel’de “Garanti ve Güvenlik” konusunun ele alınacağı bir toplantının düzenlenecek olması.


Her ne kadar kuruluşların birbirleri ile bağları olmasa da, bu toplantı İsviçre’de hazırlanmaya çalışılan Kıbrıs Anayasasının en can alıcı konusunu ele alacak ve mevcut “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti  Anayasası EKI: Garanti Anlaşması”nın revizyonunun mümkün olup olmadığının araştırılması hedefiyle, garantiler konusunda “BM ve AB ilkeleri, AB hukuku ve uluslar arası hukuka uygun” görüşler gündeme getirilecek.


Daha doğrusu, “Türkiye’nin Garantörlüğü, Türkiye’yi ve Kıbrıslı Türkleri incitmeden nasıl kaldırılır veya nasıl dayatılır”ın yolları aranacak.  


Açık olan şu ki, Garantilerin kaldırılması bir oldu bittiye getirilmek istenmektedir. 


Helen dünyası politikacılarının sık sık dile getirdiği ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına da dâhil edilen “Kıbrıslı çözüm” ile “Ada’da çözümü Kıbrıs Türk ve Rumlarının bulacağı” söylemleri, birinci adım olarak Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılarak ada ile bağının koparılmasını, ikinci adım olarak da Türkiye’nin Lozan Anlaşmasından kaynaklanan Kıbrıs üzerindeki hakları, yetkileri ve sorumluluklarının sona erdirilmesi hedefini taşımaktadır.


Dikkatli olmakta fayda var. Tuzak geliyorum demektedir. 

16 Şubat 2009
Kıbrıslı çözüm için yorumlar kapalı
Okunma 37
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar