Rumlarla görüşmeye gerek kaldı mı

Rumlarla görüşmeye gerek kaldı mı

Gazimağusa-Lazkiye seferleri başlayınca Rumlar deli olmuşlardı ve bu deniz seferlerine engel olabilmek için de her yolu denediler. 


Önce Suriye’nin Kıbrıs Maslahatgüzarını çağırdılar ve nota verdiler, bir şey çıkmadı.


Arkasından Suriye hükümeti ile görüşme yapmak ve seferleri durdurmak için dönemin Dış İşleri Bakanı Erato Kozaku-Markulli’yi gönderdiler. Değişen bir şey olmadı.


Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra da yeni Dış İşleri Bakanı Markos Kyprianu’yu gönderdiler, o da bir başarı elde edemedi.


Son çare eski kurt, azılı Türk düşmanı Vasos Lissaridis’i gönderdiler. Bütün güvenceleri Lissaridis’in, Baba Hafız Esat ile olan dostluğu ve Suriye’deki PKK kamplarına yaptığı yardımdan dolayı sözlerinin dinleneceği idi. Ama geçen yıllar içinde köprülerin altından çok sular aktı. Onun Hafız Esat dönemindeki baryaları (dostları) çoktan emekli olmuşlardı ve artık terörist başı Apo da Suriye’de değildi. Suriye Hükümeti Lissaridis’in kolunun altına bir kutu da baklava koydu ve kibarca kovdu. 
 
Rumlar baktılar Suriye ile bu iş çözülemeyecek ve Gazimağusa-Lazkiye seferlerini durduramayacaklar, konuyu AB’ye taşıdılar. AB’yi bu işe alet edip çözeceklerini sandılar.


AB komisyonundan çıkan karar ise beklemedikleri bir şekilde tam tersi oldu.


KKTC’deki limanların “Korsan Liman” olduğuna dair Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin Eylül 1974’de aldığı kararın sadece Kıbrıs Rum Yönetimini bağladığı ve uluslar arası bir geçerliliği olmadığı kararına varan Komisyon, Suriye ile KKTC arasındaki gemi seferlerine karışmak gibi bir yetkileri olmadığını açıkladı.


Rahmetli Suriye Başkanı Hafız Esat’ın oğlu olan Başer Esat’ın kararlı davranışı ve Suriye Hükümetinin aldığı bu karardan caymak gibi bir niyetinin olmadığının ortaya çıkması, Rum Yönetimini çaresizlik içinde bırakarak konuyu oluruna bırakmaya yöneltti ve seferleri durdurma girişimlerine, uygun bir ortam oluşana kadar ara verdiler.


Geçen hafta içinde Gazimağusa – Lazkiye (Suriye) – Trablusşam (Lübnan)  seferleri başlayınca Rumlar deli olmaktan da öteye iyice çıldırdılar.


İstiyorlar ki bize kimse gelmesin, dünya ile bağımız kopsun ve kendilerine muhtaç olalım. Hem bizi yönetsinler hem de adanın tek hükümranı olsunlar.


Bu deniz seferlerini durdurabilmek için tekrardan halellendiler ve Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas, kalabalık bir işadamı heyetiyle dün apar topar, Şam’a gitti.


Rum Dışişleri Bakanlığı Genel Müdürü Nikos Emiliyu ile Rum Dışişleri Bakanlığı Bürosu Müdürü Kornilios Korniliu da, aynı gün, yeni başlayan Gazimağusa – Lazkiye – Trablusşam seferinin Lübnan ayağına mani olabilmek için Lübnan’a gitti.


Lübnan Dış İşleri Bakanının yaptığı “Akgünler-1 gemisinin kalkış yeri Lazkiye’dir, gelişine engel olamayız” açıklaması Rumları epeyi düş kırıklığına uğrattı. Bir türlü reddedilmeyi kabullenmek istemiyorlar. Sanıyorlar ki her şey eskisi gibi.
 
Rumların unuttuğu ve dikkate almak istemedikleri gerçek 1950’li ve 60’lı yıllarda yapılan köprülerin altından çok suların aktığıdır.


Türkiye’nin artık AB’ye muhtaç olmadan ayakta durabilen bir devlet olduğunu ve Orta Doğu’nun da tartışmasız lideri konumunda bulunduğunu yavaş yavaş anlamaya başladılar ama bir türlü de kabullenemiyorlar.


Zannediyorlar ki, uluslar arası konjonktür hala kendi lehlerine ve AB’ye istediklerini yaptırabilecekler.


O günlerin altından çok sular aktı. Artık AB, Türkiye’ye söz geçiremeyeceğinin ve baskı yapamayacağının farkına vardı. Özellikle Türkiye-Rusya ve Türkiye-ABD işbirliği, Türkiye’nin Orta Doğu’da olmazsa olmaz bir ülke konumunda olduğunu ve AB’nin de Türkiye’ye her hangi bir yaptırım uygulayamayacağını çok net bir şekilde gözler önüne koydu.


Hristofyas ve avenesi hem Suriye’den hem de Lübnan’dan elleri boş dönecekler. Suriye ve Lübnan hükümetleri Türkiye’siz ayakta duramayacaklarının bilincine çoktan vardılar.  İllaki yanlarında ve arkalarında Türkiye’yi istiyorlar.


Madalyonun öbür yüzü ise çok daha farklı.


Ayrı ayrı yaşarken bile bizi dünyadan izole etmeye çalışan, nefes almamıza bile tahammül edemeyen Rumlarla eskaza ortak bir devlet kurarsak nasıl ezileceğimizin ve dünyandan Rum egemen hükümeti tarafından nasıl koparılıp asimile edileceğimizin en güzel bir örneği bu Hristofyas’ın ve avenesinin geçen hafta başlayan Gazimağusa – Lazkiye (Suriye) – Trablusşam (Lübnan) seferlerini durdurmak için başlattıkları girişimler.


Yeni devlette hayat hakkımızın olmayacağı çok açık. Kağıtta yazsa bile Rumların uzun vadede böyle bir hakkı bizlere vermeyeceği gün gibi aşikar. 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinde de böyle olmuştu. Çok şükür ki Türkiye tam zamanında müdahale etti ve ayakta durabildik. Yoksa şimdilerde adada bir tek Türk bile kalmayacaktı.


Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, görüşmeler sürerken Hristofyas’ın ve hükümetinin bu tavrını ve girişimlerini protesto etmeli ve kınamalıdır.


Halkımızın, bu olaydan sonra “Biz niye hala görüşmelerimizi sürdürüyoruz” diye yüksek sesle düşüncesini dile getirmeye başladığını da duyması gerekir Sayın Cumhurbaşkanımızın.

31 Ağustos 2009
Rumlarla görüşmeye gerek kaldı mı için yorumlar kapalı
Okunma 32
bosluk

Çözüm Bir Başka Bahara

Çözüm Bir Başka Bahara

    Rum tarafı baktı gördü ki bu sefer iş çok ciddi, masadan kaçmanın yollarını aramaya ve tezgahı da ona göre düzenlemeye başladı bile.


    İlk işleri Türk tarafını suçlamak için bahaneler yaratmak, ikinci işleri de Rum tarafında koalisyon bozuluyor yaygarasını koparmak oldu.



    Bundan sonraki bahaneleri yazmak için de kahin olmaya gerek yok.


    “BM sıkıcı takvim koymaya çalışıyor.”


    “BM müzakerelerde hakem istiyor.”


    “Kıbrıslı Türkler çok şey istiyorlar.”


    “Türkiye yumuşasın ve taviz versin.”


    “Öyle bir anlaşma olmalı ki, Rumlar “Evet” desin.”


    “Öncelikle toprak, mülkiyet, güvenlik-garantiler ve yerleşikler başlıkları görüşülsün. Bu konularda anlaşma olmazsa, müzakereler durmalı.”


    “Türkler uzlaşmazdır.”


    “Türkiye’ye baskı yapılsın, aksi takdirde müzakereler devam edemez.”



    Bunları, müzakerelerin başladığı 1968 yılından beridir defalarca yaşadık.


    Hiç şüphe yok ki gene yaşayacağız.



    Masadan kaçma girişimlerinin siftahını Başbakan Derviş Eroğlu’nu ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Özgürgün’ü suçlamakla yaptılar.


    Rum siyasilerin ağızlarından çıkmaya başlayan suçlamalar aynen aşağıdaki gibi.


    “Eroğlu ayak diretiyor…”


    “Bakan Hüseyin Özgürgün Yeşilırmak’ın açılması yöntemine KKTC’nin Bakanlıklarının katılmasından söz etti…”



    Başbakan Eroğlu’nu müzakere grubuna bir temsilci göndermekle suçlamaya ve müzakerelerin de bu nedenle kopabileceğinin mesajını vermeye çalışıyorlar.


    Aslında yaptıkları ipe un sermek.


    Sanki müzakereler şimdiye kadar çok iyi gitti ve altı ana başlığın altısında da bir anlaşma sağlandı da, son dakika Eroğlu bir temsilcisini müzakere grubu içine sokacak ve her şeyi bozacak.


    Hedef şaşırtma diye buna derler işte.


    Rumlardan daha iyi de politik yalan söyleyen bir millet yoktur herhalde.


    Mısır’daki Sağır Sultan bile duydu, altı başlığın altısında da herhangi bir anlaşma olmadığını ve birkaç yüzden fazla olan alt başlıklar içinde sadece 22 alt başlıkta bir yakınlaşma olduğunu.



    Dışişleri Bakanı Hüseyin Özgürgün ise Rumların karalama hedefindeki ikinci kişi. Ne yapıp edip onu da suçlamaları lazım ki, müzakereleri kesmek için bir nedenleri olsun.


      Özgürgün’ün Yeşilırmak kapısına giden yolun tamiri ve yapımında KKTC’nin yetkili makamlarının da çalışmalara katılmasını istemesi Rumlar tarafından bozgunculuk olarak nitelendi ve müzakerelerin kesilmesi için lazım olacak gerekçeler dosyasına kondu bile.


     Müzakereleri koparmak zamanı gelince Rumlar bu tür ipe sapa gelmez gerekçeleri dosyadan çıkarıp masanın üstüne koyacaklar. 



    EDEK Başkanı Yannakis Omiru ise tezgahın ikinci aşamasının baş aktörü.


    Daha şimdiden yaygarayı bastı ve Koalisyonun bozulacağı mesajlarını  vermeye başladı bile. Maksat müzakerelerin devamı tehlikeye girsin de ne olursa olsun.


    Hristofyas hükümetinin koalisyon ortağı oln EDEK’in başkanı Omiru,  M. A. Talat ile D. Hristofyas arasında yürütülmekte olan doğrudan müzakereleri, çok tehlikeli ve kritik olarak niteleyerek müzakerelerin ilk turundaki gidişatın aynı kalması durumunda Eylül ayında başlayacak ikinci turunun kesilmesini önerdi.


    Aslanım Omiru, kaçın kurrası o.


    Ya müzakereler kesilir, ya da ortaklık biter ve koalisyon çöker.


    Yeni koalisyon kurulana kadar “Allah Kerim”. Kim ölür, kim kalır.


    Yeter ki müzakereler kopsun ve Rumlar suçlanmasın.


     


    İşte Rumların Eylül, Ekim, Kasım ve Aralık taktikleri kısaca böyle.


    2009 sonunda veya 2010 başında anlaşma olacağına inanan varsa beri gelsin.


 

28 Ağustos 2009
Çözüm Bir Başka Bahara için yorumlar kapalı
Okunma 28
bosluk

Kıbrıs’ta vakıf malları kurtarılıyor

Kıbrıs’ta vakıf malları kurtarılıyor

Geçen İktidar döneminin Vakıflar İdaresi Yönetimi,  1571 yılından başlayarak günümüze kadar gelen Kıbrıs Türk Vakıflar İdaresine ve Osmanlı Vakıflarına ait taşınmaz malları geri alabilmek veya üzerlerinde hak iddia edebilmek için hiçbir girişim yapmadı.


Rumlar mülkiyet konusunu AİHM’ye ve ABAD’a taşırken bizim geçmiş Vakıflar İdaresi Yönetimi, fahiş danışmanlık ücretleri ile sergiler açmak peşindeydiler.


Bizler gibi adadaki Türk Vakıf Mallarının kurtarılması ve geri alınabilmesi için gönüllü çalışan araştırmacılara hiçbir evrak verilmezken ve kapıdan bile içeri sokulmazken, bir sürü yalan dolan ve işe yaramaz evraklarla Avrupa ve Türkiye’de sergiler açtılar, yediyüz  ellialtı bin (756,000)  TL harcadılar.


Açıkcası Vakıflar İdaresinin kuruş kuruş topladığı bu parayı bir şov uğruna çarçur ettiler.


Bu kadar büyük bir parayı sergi açmak, beş yıldızlı otellerde konaklamak ve iki-üç misli fiyat ödeyerek uçakların birinci sınıflarında seyahat etmek yerine, başta Maraş olmak üzere adanın bir çok yerinde Rumlar tarafından gasp edilmiş, evrakta sahtecilik yapılarak ve hile ile İngiliz döneminde Rumların mülkiyetine geçirilmiş ata topraklarımızı geri alabilmek için harcayabilirlerdi.


Ama yapmadılar.  


Gerekçeleri de “Rumları Gücendirmeyelim” idi.


Ama Rumların Türkleri gücendirmek için her yolu denediklerini de görmemezlikten geldiler.


Neyse ki Vakıflar İdaremizin yeni yönetimi bu konuda çok duyarlı davrandı ve yapılan şaibeli harcamaların faturalarını toparlayarak Savcılığa dava açılması için başvurdu.


İkinci görevleri de, geçmiş yönetimin Kıbrıs Türk Vakıf Mallarını arayıp sormadıkları ve sahip çıkmak için de hiçbir çaba göstermedikleri için dava etmek olmalı.


Benim, Maraş’taki Kıbrıs Türk Vakıf mallarına, Abdullah Paşa Vakfına, Lala Mustafa Paşa Vakfına ve diğer Osmanlı Vakıflarına ait taşınmazlara sahip çıkmaları gerektiğini bildiren yazılarıma yanıt dahi vermediler.


Neyse bu yazılara artık mahkemede yanıt vermek zorunda kalacaklar.


Mağusa Mahkemesinin Maraş’taki Türk Vakıf Malları ile ilgili 2 tane tespit kararı var. 271/2000 no.lu ve 27.12.2005 tarihli Abdullah Paşa Vakfı ve 272/2000 no.lu ve 27.12.2005 tarihli Lala Mustafa Paşa Vakfı ile ilgili olan bu tespit kararları, seksen bin (80,000) dönüm taşınmazın söz konusu Vakıflara ait olduğunu söylemektedir.


Vakıflar İdaremizin yeni yönetiminin girişimleri ve Lefkoşa’daki Türkiye Cumhuriyeti Büyük Elçiliğinin önderliği, çağrıları ve katkıları ile de adamıza gelen dört kişilik deneyimli ve mesleklerinde başarıyı yıllar önce yakalamış akademisyen meslektaşlarımın tapu kütüklerinde çalışmaya başlamış olmaları da son derece mutluluk verici ve takdir edilecek bir gelişmedir.


Bu meslektaşlarım, tüm tapu kayıtlarını, Osmanlı Vakıflarına ait her tür belgeyi ve geçmiş Vakıflar İdaremizin yöneticileri tarafından bu güne kadar kimselere gösterilmeyen dosyalarını sıkı bir şekilde inceleyerek 1913 yılından itibaren evrakta sahtecilik yapılarak Rumlar tarafından gasp edilmiş tüm “Ata Topraklarımızın” tekrar bizlere kazandırılmasını yolunu açacaklardır.


Bu kapsamlı ve tarihi çalışma bittikten sonra Kıbrıs’taki “Mülkiyet Konusu” ters yüz olacaktır.


AİHM’de, yıllar önce sahtecilikle gasp edilmiş mallarını geri isteyecek olanlar artık sahtekar Rumlar değil, “Kıbrıslı Türkler” ve Osmanlı Vakıfları”nın varisleri olacaktır.


Rumların, neredeyse bir yüzyılı aşkın bir süredir gasp ettikleri bu toprakların bırakın değerini, kirasını bile ödeyemez duruma düşeceklerdir. Ada üzerinde ellerindeki tüm mülkleri satsalar bile, elde edecekleri gelir ile gasp ettikleri bu ata topraklarının ancak geriye dönük kirasını ödeyebilecekler, davbalar sonuçlandığı vakit.


Elbette AİHM taraf tutmaz ve adil davranırsa.

27 Ağustos 2009
Kıbrıs’ta vakıf malları kurtarılıyor için yorumlar kapalı
Okunma 274
bosluk

Vasiliu’nun hayalleri

Vasiliu’nun hayalleri

Benim gibi Mağusa’lı olan ve adı yaygın olarak Yorgos Vasiliu olarak bilinen George Vasos Vasiliou, 1931 doğumlu.  Yani tamı tamına 78 yaşında.


Vasiliou’nun babası Dr. Vasos, AKEL’in Merkez Yönetim Kurulu üyesi idi ve Yunanistan Kurtuluş Savaşında da Komünistler safında çarpışmalara katıldı. Sağcılar iç savaşı kazanınca, Vasos’a ülkeyi terk etmek düştü ve Doğu Avrupa’da ülkelerinden Macaristan’a yerleşti. Vasiliou bu nedenle de orta eğitiminin bir kısmını Yunanistan’da bir kısmını da Macaristan’da tamamlayabildi. Üniversiteye de Macaristan’da başlayan Vasiliu, Macaristan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgalinden sonra ülkeden hemen ayrılarak İngiltere’ye gitti ve Üniversite eğitimini Londra’da tamamladı. 1963 yılında adaya geri döndü ve politika ile ilgilenmeye başladı.


28 Şubat 1988 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı ve 28 Şubat 1993 tarihine kadar Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanlığı görevini yaptı.  


1993 yılında yapılan seçimleri kaybedince Birleşik Demokrat Parti’yi kurdu ve uzun müddet liderliğini yaptı.


Kıbrıs-AB Katılım Müzakereleri sürecinde Kıbrıs ekibinde Baş Görüşmeci olarak görüşmelere katıldı. 


Günümüzde Birinci aşaması tamamlanmış olan Talat-Hristofyas görüşmeleri sürecinde, AB konularını ele almakta olan Rum Çalışma Grubu Başkanıdır.


         


Talat-Hristofyas görüşmelerinin birinci aşaması sonunda “Yönetim”, “Ekonomi” ve “AB” başlıkları altındaki bazı alt konuların dışında ve çok daha önemli olan “Toprak”, “Mülkiyet”, “Güvenlik ve Garantiler” başlıklarında her hangi bir görüş birliği oluşamamıştır.


İddia edilenlerin aksine, zaman da bu başlıklardaki anlaşmazlıkların üzerine köprü kurulması için yeterli değil. Hep birlikte göreceğiz zaten.



Vasiliu Cumartesi günü yaptığı açıklamasında ya iyimserliğinden, ya da 78 yaşın verdiği hoş görü ile görüşmeler tablosunu pembe kalemle çizdi.


Duyan da, her şeyin iyi gittiğini, üç beş ay içinde de müzakerelerin her iki tarafı mutlu edecek bir şekilde biteceğini zannedecek. Durum pek öyle değil aslında.


Bence, dostum(!) Vasiliu, bu sözleri ile tam bir hayal dünyası içinde olduğunu ortaya koydu. Dostum dedim, her ne kadar fikir birliğimiz olmasa da, gerçekte iyi tanışırız kendisiyle.


Genelde büyük bir başarı ile adada “Barış İsteyen Kişi”  veya “Kendini Barışa Adamış Kişi” portresi çizmeye çalışır ve bu konuda da gerçekten başarılı olmuştur.


Ama gerçek hiçte böyle değildir.



Eylül 1988 ile Haziran 1989 tarihleri arasında KKTC Cumhurbaşkanı  R. R. Denktaş ile toplamı 100 saat süren ikili görüşmeler yaptı. Ancak beklenenin aksine Vasiliu, Denktaş’ın masaya koyduğu Kıbrıs Türk Halkı’nın ayrı bir kimlik ve kendi geleceğini belirleme hakkı gibi konuları kabul etmeyince görüşmeler başarısızlığa uğradı.


26 Şubat 1990 tarihinde, BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar’ın gözetiminde New York’taki BM Genel Merkezinde yapılan toplantıda, Kıbrıs Türk tarafının masaya koyduğu 27 sayfalık “FEDERASYON” teklifini de reddetti.


11 Ekim 1989’da BM Genel Sekreterini tarafından sunulan “ORTAK İYİ  NİYET BİLDİRİMİ”ni de, Kıbrıslı Türkleri “Halk”  olarak tanımladığı için reddetti.


BM Güvenlik Konseyi’nin 649 (1990) ve 716 (1991) kararları sonrasında BM Genel Sekreteri Butros B. Gali tarafından sunulan S/23789 No.lu Rapor ışığında hazırlanan 18 Haziran 1992 tarihli ünlü “GALİ FİKİRLER DİZİSİ”ni, ki Türk tarafı bu “Plan içinde” yer alan %28.2 oranındaki toprak bütünlüğünü, içine Güzelyurt’un da ilave edilerek %29+ olması halinde, 100 maddenin 91’ini kabul edeceğini açıklarken, Vasiliu tümünü reddetmişti.



Kendi döneminde “Adaya Barış”ın gelmesi için hiç bir olumlu adım atmamış olan Vasiliu, şimdi “Doğrudan müzakerelerde görüşülen AB’yle ilgili konularda ve genel olarak bütün konularda ve iki taraf arasında görüş birlikleri sağlandığını” söyleyerek, Kıbrıs tabiri ile açıkça “Ahkam Kesmekte” ve hedef şaşırttırmaktadır.



Tüm bunlara ilaveten bir de “Avrupa müktesebatından daimi sapmalar olamayacağını, Kıbrıs sorununun çözüm anlaşmasının AB’nin birincil hukuku haline de gelemeyeceğini” söyleyerek, konulardan ne kadar uzak olduğunu ortaya koydu.


Eğer olası bir anlaşma AB’nin Birincil Hukuku olmayacaksa “Hangi KKTC vatandaşı” bu anlaşmaya onay verecek, hiç düşünmedi herhalde.  


Nedense bu Rumlar her şeyi kendilerine doğru yontamaya alışmışlar. Onlara göre kendilerinden başka hiç kimsenin bu ada ve bu adanın yönetimi üzerinde herhangi bir hakkı yok ve olmazda.


 

24 Ağustos 2009
Vasiliu’nun hayalleri için yorumlar kapalı
Okunma 55
bosluk

Gagazu yeri’ni

Gagazu yeri’ni

“Gagauz Yeri” veya Rusça adı ile “Gagauziya” Gök Oğuzların yaşadığı güzel bir belde.


202.ci kuruluş yıllarını kutluyorlar.


Aslında bu topraklara gelişleri yediyüz yıl evvelsine dayanıyor.


Daha tam olarak kapalı arşivlerini açamamışlar.


Devletlerini kurmaları da daha çok yeni. 23 Aralık 1994 günü Moldova Parlamentosunun aldığı tanıma kararı, Gagauz Yeri’nin “Kuruluş Günü”. Sadece 25 yaşındalar.


Moldava Cumhuriyeti’nin Orta Güney kısmında yer alan “GAGAUZ YERİ”, yani GAGAUZİYA, 1994 yılında özerkliğini kazanarak resmen OTONOM GAGAUZ YÖNETİ’mine dönüşmüş.


Yaklaşık 150,000 Gagauz, yani GÖK OĞUZ’lar, başkent Komrad ve çevresinde yaşıyor. Konuştukları dil Türkçe. Hem de Öztürkçe.


OTONOM GAGAUZ YÖNETİ’mi, Moldova Cumhuriyeti ile belli bir takım bağların dışında tamamen özerk. Cumhurbaşkanları, Bakanları, Milletvekilleri, Bakanlıkları ve  Yöneticileri var.


Bu yıl, her ne kadar kökleri daha eski olsa da Başkent Komrad’ın 202.ci kuruluş yılını kutluyorlar.


Ve asıl önemlisi de bu yıl “2.ci Dünya Gagauz Kongresi” yapıldı Başkent Komrad da.


Ben de katıldım bu Kongreye. Daha doğrusu Cumhurbaşkanı Mihail Formuzal’ın özel daveti ile katıldım.
 
Kongre’de, bana göre bir çok önemli olay yaşandı.


Moldava Cumhurbaşkanından sonra KKTC Meclis Başkanı Dr. Hasan Bozer katılımcılara hitap etti. Politik olarak çok önemli bir gelişmeydi bu. Sayın Bozer de Cumhurbaşkanının özel davetlisiydi.


KKTC Meclisi’nin Kongrede temsil edilmesi, bir çok katılımcının göğüslerindeki KKTC bayraklı rozetler, KKTC amblemli kravatlar ve kalemler ile çok iyi ilişkilerin kurulmasına yol açtı. Bir evvelki Meclis Başkanının, KKTC Meclisini temsilen, bizim kültürümüzle uzaktan yakından ilgisi olmayan “Afrodit heykeli”ni vererek Yunanlılığı çağrıştırırken, yeni Meclis Başkanımız Dr. Hasan Bozer’in, KKTC Meclisi armalı hediyeler vermesi köklerimizi ve de özellikle Türklüğümüzü Gagauz Yerinde çok iyi belirginleştirdi ve ortaya koydu. Afrodit heykellerini KKTC Meclisini temsilen vermek gerçekten, bana göre, çok aşağılayıcı ve köklerimizi inkar edici bir düşünce ve uygulamaydı. Neyse ki halkımızın 19 Nisan iradesi bu yanlışlığa son verdirdi. 


Bu seneki kutlamanın şeref konuğu Yakın Doğu Üniversitesi Kurucu Rektörü Dr. Suat Günsel idi. Cumhurbaşkanı Mihail Formozal’ın özel davetlisi olarak katıldı Kongreye.
 
Gagauz Yeri Cumhurbaşkanı Mihail Formozal, kutlama töreninin açılışını Yakın Doğu Üniversitesi Kurucu Rektörü Dr. Suat Günsel’e “GAGAUZ YERİ ŞEREF MADALYASI”nı        takdim ederek yaptı.


Fransızların “Legion de Honour” veya Türkiye’nin “DEVLET ÜSTÜN HİZMET MADALYA”sına eşdeğer olan bu madalya, Sayın Günsel’in Gagauz Yeri’ne yaptığı hizmetler dikkate alınarak Cumhurbaşkanınca takdir edildi.


2.ci Dünya Gagauz Kongresinin açılış konuşmasında, Yakın Doğu Üniversitesi Kurucu Rektörü Dr. Suat Günsel’in “Türk Dünyası Üniversiteleri Birliği”nin kurulması önerisini yapması büyük alkış aldı ve bu öneri Kongre sonuç bildirgesine kondu.


Akademik Kongre’de ilk konuşma sırası bana verildiği için konuşmamı Türkçe yaptım. Benden sonra herkes, anadilleri Türkçe olmasına rağmen Rusça konuştular. Bu gelişme benim çok dikkatimi çekti ve moralimi de bozdu.


Ama ertesi gün Pazar yerine gittiğimde, moralim tam tersine tavan yaptı.


Her kes Türkçe konuşuyordu ve sıkı pazarlıklar, müşteri çekmeler, mal tanıtımları hep Türkçe yapılıyordu. Dükkanlarda ve işyerlerinde hiç sıkıntı çekmedim.


Cumhurbaşkanı Mihail Formozal’ın açılış konuşmasının sonunda söylediği bir sözün beni çok etkilediğini de belirtmem gerekir.


“AZ VARIZ AMA BİZ DE VARIZ”
 
Bu anlamlı söz biz KKTC halkı için de geçerli. SAYIMIZ AZ AMA BİZDE BU ADADA VARIZ.

20 Ağustos 2009
Gagazu yeri’ni için yorumlar kapalı
Okunma 52
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar