Rumlar hem suçlu hem güçlü

Rumlar hem suçlu hem güçlü

Kıbrıs Rum yönetimi, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında esir düşen ve DNA tetkiki sonucu kemikleri KKTC’nin Serdarlı köyünde bulunan Rum esirler krizini tırmandırma kararı almış.


İşte buna sevindim.


Ellerindeki kanıt da Kıbrıs Barış Harekatı’nın 2. aşamasında Doğu yönünde Mağusa kalesine doğru ilerleyen Türk Askeri’nin Serdarlıda esir aldığı 5 Rum Milli Muhafız askerinin, askeri birlikle beraber hareket eden ünlü savaş muhabiri Ergin Konuksever tarafından çekilen resmi.


Konuksever sonradan Rumlara esir düşmüş ve kamerasındaki resimlere el konulmuştu. Rum Yönetimi bu resimlerin bazılarını propaganda amacı olarak tepe tepe kullandı.


2006 yılında KKTC’nin Serdarlı köyü yakınlarında yapılan kazıda çıkartılan 5 kişiye ait kemiklerin DNA testiyle, Kıbrıs Barış harekatı’nın 2. aşamasında esir alınmış 5 Rum askerine ait olduğu anlaşılınca Rumlar yaygarayı bastılar.
 
Ermeni asıllı Rum Meclis Başkanı Marios Karoyan ile Yunanistan Meclis Başkanı Dimitris Sioufas, konunun Avrupa’da daha yoğun bir şekilde gündeme getirilmesi için ortak hareket etme kararı aldı.


Rum milletvekilleri Türkiye’nin de kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nde konunun gündeme alınmasını istedi. Rum DİSİ Partisi milletvekili Hristos Pergurides, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Terry Davis’ten Türkiye’den açıklama istenmesini talep etti.  


Buraya kadar hepsi güzel de, bu adamlar resimdeki beş Rum askerinin öldürüldükleri günün bir evvelsi gününde, aynı kişiler tarafından Muratağa, Sandallar ve Atlılar Köylerindeki 16 günlük bebekten, 80’lik yaşlı ihtiyarlara kadar acımasıca kurşuna dizilen ve bazıları da canlı canlı toplu mezarlara gömülen 126 Kıbrıs Türk’ün katilleri olduklarını unuttular galiba.


Bu katiller sırası ile K. Antonakis Michael (30), Nicolaou P. Chrisostomos (26), H. Philippos Stephanos (19), P. Ioannis Charalambos (24), Skordis C. Georghios (25). Öz konusu resimde Türk askeri tarafından sigara ikram edilen Rum askeri P. I. Charalambos’dur.
 
İsimleri tek tek bilinen bu gözü dönmüş Rum canilerin söz konusu beş tanesinin hemen ertesi gün yakalanıp Mücahitlerimiz tarafından infaz edilmesini Rumlar Avrupa’da gündeme getirmeye hazırlanıyorlar da, hayatta kalan ve şimdi Güneyde yaşamlarını sürdüren geri kalan canileri niye bu güne kadar mahkemeye çıkarıp yargılamadılar ve cezalandırmadılar.


Rumlar acımasızca 16 günlük bebekten, 80’lik ihtiyara kadar eli silah tutmayan insanlarımızı ve kadınlarımızı kurşuna dizecekler, ölenleri ve yaralıları, yaşayıp yaşamadıklarına bakmadan topluca mezarlara gömecekler, sonrada bu suçu işleyenlerin arasından beş tanesi Türkler tarafından ertesi gün yakalanıp infaz edilince yaygarayı basacaklar.
   
İşte Rum adadaşlarımızı aynen böyle.


Kendileri yapınca mübah, ama bizlerden birisi yapınca hemen insanlık suçu oluyor.

17 Ağustos 2009
Rumlar hem suçlu hem güçlü için yorumlar kapalı
Okunma 55
bosluk

Türkler akıllarını başlarına alsın

Türkler akıllarını başlarına alsın

Kıbrıs Rum Cumhuriyeti Başkanı Dimitris Hristofyas’ın Danışmanı Tumazos Çelebis, aynen böyle söylüyor.


Çelebis’in uzmanlığı Uluslararası İlişkiler ve görevi de Rumların dış politikasının ana hatlarını belirlemek.  Aynı zamanda da Hristofyas’ın çok yakın bir mesai arkadaşı ve samimi dostu.


Çelebis böyle söylüyorsa, kesinlikle Rum politikası böyledir ve Rum politikacılar da böyle düşünüyor demektir.
 
Nitekim Hristofyas’ın sözcüsü Stefanu da Hristofyas’ın, Kıbrıs sorununun kötü çözümüne; “yani Kıbrıs’ın ve Kıbrıs halkının çıkarlarına, işgalin sonlandırılması ve Adanın yeniden birleşmesi hedefine hizmet etmeyecek bir çözüme asla rıza göstermeyeceğini” söylemesi, Çelebis’in sözlerini kesin kes destekler mahiyettedir.


Rum Hükümeti açıkça 1974 öncesi duruma geri dönüşü sağlamayan, yani Rumların adanın tümüne kesin kes hakim olmayacağı bir anlaşmayı onaylamak niyetinde değiller.


Bunu anlamak için de kahin olmak gerekmiyor.


Çelebis’e göre, müzakerelerin ilk turunda saptanan ve bazı hallerde “kaotik” olarak nitelendirilebilecek anlaşmazlıklar arasındaki mesafenin daralması için Kıbrıs Türk tarafının ve Türkiye’nin aklını başına alması ve tavizler vermesi gerekiyormuş.


Taviz yoksa ve Rumların istekleri kabul edilmezse, Hristofyas “Al-Ver” olarak tanımlanan üçüncü aşamaya bile geçmeyi reddedecekmiş.


Nasıl reddedecekse.


Birinci aşamanın sonunda “Yönetim” başlığı ile “AB ve Ekonomi” başlıklarında bazı görüş birlikleri saptandı ama bu görüş birlikleri de önemsiz alt konularda oldu. Başlıkların esasında pek bir anlaşma veya yakınlaşma yok.


Geriye kalan önemli başlıklarda, yani Mülkiyet, Toprak, Güvenlik ve Garantiler başlıklarında hiçbir görüş birliği yok, yakınlaşma bile yok. 


Dış ilişkiler,  Dış Temsiliyet ve Karar Alma konularında ise çok ciddi görüş ayrılıkları yaşandı ve hala da devam etmekte. Bu konudaki görüş ayrılığının ikinci veya üçüncü aşamada dahi aşılabilmesi şimdilik çok zor gözüküyor. Rumlar Federal seviyede ve Federal karar alım merkezlerinde Türklere eşit haklar vermek istemiyorlar. Kararı biz alalım, Türkler uygulasın mantalitesindeler.


Sanki anlaştıkta kararı almak Rumlara, hizmetkarları olmak ta bize düştü.


Çelebis’in en önemli sözü de, geçmişteki pratiklerin yinelenmesinin söz konusu olamayacağı, yani Annan Planı benzeri dayatma bir planın halkın onayına sunulmayacağı, bunun yerine iki liderin arasında uzlaşılmış bir çözüm planının referanduma sunulacağıdır.


Özetle Çelebis, bizim isteklerimiz yerine getirilmezse, Referandum bile yapılmayacak ve dolayısı ile çözüm de olmayacak demektedir.


Rumların bir başka olmazsa olmazı da ortak devlette Başkanın her zaman Rum, Yardımcısının da Türk olacağıdır. Türk Yardımcıyı da kendileri seçecekmiş.


Bu nasıl bir ortaklıksa.
     
BM Güvenlik Konseyi kararlarında tanımlanan “Siyasi Eşitlik” ise tam bir baş ağrısı. Bu “Siyasi eşitliği” Rumlar başka, biz başka yorumluyoruz. Anlaşma olasılığı ise hiç yok, bildiğiniz sıfır.


Rumların “Siyasi Eşitlik” yorumu aynen “Fener Patrikliği”nin diğer Ortodoks Patrikleri  arasındaki konumunu belirleyen tanımlama gibi, “Eşitler arasında en önde veya birinci eşit”.


Yani kurulacak olan devlette “Rumlar birinci eşit” olacak, biz de “İkinci eşit”.


Rumlar kararları alacak, devleti idare edecek, bizde kararları uygulayacak ve idare edileceğiz.


“Birinci Eşit”liğe ben de varım.

15 Ağustos 2009
Türkler akıllarını başlarına alsın için yorumlar kapalı
Okunma 28
bosluk

Yeniçeri Ocağı Ve Sendikalar

Yeniçeri Ocağı Ve Sendikalar

Dünya güzeli ülkemizde, sayıları çok az olan ama ellerine, Osmanlı döneminde Yeniçerilerin elde ettiği gibi, bir takım ayrıcalıklar geçirmiş olan bazı kamu görevlilerin bir yılda çift maaşa ilave olarak 13. maaşla birlikte 25 maaş almasının önüne geçilmesi için hükümetin almak istediği tedbirlere karşı çıkmaları ve bu uğurda sağlıktan sivil havacılığa, eğitimden gümrüklere ve uçuşlardan liman hizmetlerine kadar kamunun tekel olduğu tüm sektörlerde halkı isyan ettirircesine greve gitmeleri, bana yeniçerileri hatırlattı.


Halkımızın bu paragöz grevcilerin arkasında olmadığı da bir gerçek.


Dışarıda yüzlerce, hatta binlerce işsizi gencimiz dolaşırken bu açıkgözlerin,  kendilerine “Milli Direniş” yıllarında verilmiş olan bazı hakların arkasına saklanarak halka karşı ve halka eziyet çektiren grevler yaparak avantalarını korumak çabası içine girmeleri kabul edilebilir bir davranış biçimi değildir.


Bu mantalite yüzünden devletimiz batmıştır.


Gerçekte batmamış, bile bile, göz göre göre sendikal hakların arkasına saklanılarak batırılmıştır.


“Kamu Görevlisi” kelimesinin İngilizcesi “Public Servant”dır, yani “Kamunun hizmetkarı”.


“Kamu Görevlisi”nin yapması gereken iş halka hizmet etmektir.


Ama bizde “Kamu Görevlisi”nin görevi halka hizmet etmek değil, “Halka patronluk” etmektir.


İşinizi yapmak için gerekli olan evrakları kendisi tedarik edeceği yerde sizden ister. Yandaki odaya bile gitmez. Siz gitmek zorundasınız. Kamu Görevlilerimiz bu ülkede en az çalışan, verimi en düşük olan ama en yüksek de ücreti alan kesimdir.


DAÜ (Doğu Akdeniz Üniversitesi), KIBTEK (Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu), BRT (Bayrak Radyo Televizyon), KTHY (Kıbrıs Türk Hava Yolları ve Cypfruvex (Kıbrıs Meyve İhracatı Şirketi) gibi yarı devlet kuruluşlarının hepsi de ya batmış durumdadır ya da batmak üzeredir.


Rakipleri gerektiği kadar personelle ve karlı bir şekilde çalışıp büyürlerken, bu şirketlerin tümü de ödeme zorluğu içindedir. Bol sayıda işe yaramayan personelleri vardır ve bu personelin hepsi de ay sonunda hak etmedikleri maaşlarını tıkır tıkır alırlar. Çalıştıkları devlet kuruluşunun batacak olması onları hiç ilgilendirmez.     “Nereden bulursan bul bizi öde” diyecek kadar da pişkindirler. Kendilerinin bir işe yaramadıkları akıllarına bile gelmez. Serbest piyasada çalışmak gibi bir cesaretleri de yoktur. Emekli maaşları ve emekli ikramiyeleri için prim dahi ödemezler. Onların yerine kamu görevlisi olmayan kişiler, yani halkımız verdikleri vergilerle bu primleri öderler.


Verimsiz kamu personeli ve hakedilmeyen yüksek maaşlar devletimizi hızla batağa götürmüştür. Devlet bile bile iflas ettirilmiş durumdadır. Devleti kurtarmak için yapılmak istenen çalışmalara ve alınmak isteten tedbirlere “sendikalarımız” ısrarla karşı çıkmaktadır.


“Kazanılmış Haklar” sloganını arkasına saklanmaktalar ama bu hakların ne vakit ve hangi koşullarda verildiğinden hiç bahsetmemektedirler.    


Sendikalarımız ısrarla, devletimizi iflasa sürükleyen bu düzenin devamını istemektedirler.



Bu ısrarlı davranış bana Osmanlı döneminde aynı saltanatı sürdüren Yeniçeri Ocağını ve onun hazin sonunu hatırlattı.


Osmanlı devletinde uzun süre her tür yenilik girişimi Yeniçerilerin direnişi ile karşılaştı.


2. Mahmud, 1826’da tedbirlerini alarak Yeniçeri Ocağı’nı yok etti. Bu büyük bir olaydı. Osmanlı Devletinde de ilerleme ve batılılaşma hareketi esas bu olaydan sonra başladı.


Keçecizade İzzet Molla, Yeniçeri Ocağının kapatılması olayını 15 Haziran 1826 tarihinde ebcedle düşürdüğü tarih kıtasında şöyle anlatır:


Tecemmü eyledi Meydân-ı Lahme


Edip küfrân-ı ni’met bunca bâğî


Koyup kaldırmada ikide birde


Kazan devrildi söndürdü ocağı


Güncel Türkçe ile;


Şunca şehir eşkıyası, evvelden beri gördükleri nimetlere karşı nankörlük edip isyan
için yine Etmeydanı’na toplandılar.


İkide birde kazanı koyup kaldırayım derken, nihayet kazan bu devrilişte ocağı da söndürdü.


Bu kafada devam ederlerse, anlaşılan tarih sendikalarımız için de aynı akibeti değişik kelimelerle yazacak.


Bu güne kadar politik öngörülerimde pek yanılmadım. Sendikaların falı pek parlak gözükmüyor.

13 Ağustos 2009
Yeniçeri Ocağı Ve Sendikalar için yorumlar kapalı
Okunma 22
bosluk

Rumların niyeti

Rumların niyeti

Müzakerelerdeki gidişata göre Rumların müzakerelerde ne gibi bir yol izleyecekleri, daha doğrusu niyetlerinin ne olacağı yılsonuna kadar belli olacak.


Gözüken köy kılavuz istemiyor.


Rumların bu güne kadarki düşünceleri, Kıbrıslı Türklerin taleplerinden, özellikle de mülkiyet, güvenlik, toprak gibi belirli başlıklardaki tutumundan hiç memnun olmadıkları yönünde.


Ufak ufak şantaja başladılar bile denilebilir.


Annan Planı için yapılan referandumda yüzde 76 oranında “Hayır” diyen Kıbrıslı Rumların, bu sefer “Evet” demeleri için önlerine Annan Planında Rumlara verilenden daha fazlası konmalı ve o yönde ikna edilmeleri gerektiğini söylemeye başladılar.


Yani Hristofyas-Talat arasında süren müzakerelerde Rumlara Annan Planın da verilenden daha fazlası verilmezse, Rumlar bu anlaşmaya da “Hayır” diyecekler demeye getiriyorlar.


Kıbrıslı Türkleri anlaşılan dikkate almak gibi bir niyetleri yok. Varsa da yoksa da kendileri ne isterse onun kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorlar sürdürülebilir bir anlaşma için.


Bunun için de eğer Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı Aralık ayına kadar çözüm istiyorsa veya bu konuda ısrarlı ise, müzakere masasında işbirliği yapmak zorunda olduğu düşüncesindeler.


Yani Türkiye ve Kıbrıslı Türkler daha fazla taviz vermeliler.


Taktiklerinin bir bölümü aynen böyle.


Sanki kendileri çözüme hazırmış da, Kıbrıslı Türklerin istekleri çok aşırı olduğu için müzakereler çözüme doğru gitmiyormuş havasını yaratmaya çalışıyorlar.


Türkiye ve Kıbrıslı Türkler bu tutumlarında devam ederlerse, çözüm asla olmaz mesajlarını vermeye başladılar.


Taktiklerinin diğer bölümü de, Kasım ayında açıklanacak olan Türkiye-AB İlerleme Raporu içeriğine Türkiye’nin Ankara Anlaşmasından kaynaklanan görevlerini yapmadığını koymak ve Raporun olumsuz yayınlanmasını sağlamak. Müzakerelerin devam etmesini sağlayabilecek bir ara çözüm için de Kıbrıs konusunda Türkiye’den taviz koparmak.


BM’nin Kıbrıs müktesebatında “Siyasi Eşitlik” var ama Rumlar “Siyasi Eşitliği” çok farklı yorumluyorlar.


Rumlara göre BM tarafından öngörülen siyasi eşitlik, her kurum ve kademede sayısal eşitlik olacağı ve tüm kararların iki toplumun hemfikri ile alınacağı anlamına gelmiyor.


Rumlar özde kendilerinin “Çoğunluk”, Türklerin ise “Azınlık” haklarına sahip olacağı göstermelik bir siyasi eşitlik istiyorlar. Rumların aklındaki “Siyasi Eşitlik”e göre herhangi bir ortak oluşumda göstermelik olarak Türkler ile Rumların sayısı eşit olacak ve geri kalan yerlerde ise çoğunluk ile karar verme yetkisi Rumlarda olacak. 



Aynı şekilde “Tek egemenlik, Uluslararası Kimlik ve Vatandaşlık” konularında ve bunlardan oluşacak “İki halklı, İki bölgeli Federasyon”un yapısı konusunda da taraflar arasında farklı düşünceler ve yorumlar bulunmakta.


Rumlara göre Kıbrıs Türklerin neredeyse her yerde ve oluşumda eşitlik istemeleri asla kabul edilebilir bir istek değil. 


Başkanlık konusu ise bunlardan çok daha derinlerde yatan bir çıkmazda.


Rumlar ısrarla “Başkanlık Sistemini” istiyorlar. Rumlara göre Başkan her zaman Rum olmalı, yardımcısı da Türk.  Türk Başkan Yardımcısını da ada sathında yapılacak bir seçimde, Kıbrıslı Rumlar ile Türklerden oluşan seçmenler tarafından belirlenmesini istiyorlar. 


Ve en önemli ayrılık da “Garantiler ve Güvenlik konusunda”.


Rumlar Türkiye’nin garantörlüğünü ortadan kaldırmak için her yolu deniyorlar ve AB’nin en iyi garantör olacağı fikrini savunuyorlar.


Rumlara göre 1960 Anayasası Eki olan Garantörlük Anlaşması, Türkiye’ye silahlı müdahale hakkı vermiyordu ve Türkiye bu nedenle adayı zorla işgal etmiş durumda.  


Zaten Türkiye müdahale etmeseydi adada hiçbir Türk kalmayacaktı ve Kıbrıs sorunu da olmayacaktı.


Rumların istediği şekilde ve Annan Planındakilerden çok daha fazla hakları Rumlara veren bir anlaşmaya hangi Kıbrıslı Türk’ün “Evet” diyeceğini ve böylesi bir anlaşmanın da nasıl sürdürülebilir olacağını düşünen hiç yok galiba.

9 Ağustos 2009
Rumların niyeti için yorumlar kapalı
Okunma 32
bosluk

KKTC Hukuk ekibi

KKTC Hukuk ekibi

AİHM’de ve ABAD’da üst üste aldığımız yenilgiler ile ilgili olarak, özellikle de kaybettiğimiz ve Kıbrıs’taki mülkiyet konusunda dönüm noktası olabilecek nitelikteki Louizidu, Arestis ve Orams davalarından sonra Avrupa’da çok önem verdiğim bir medya kuruluşunu yöneten çok sevdiğim bir arkadaşım, bana aşağıdaki mesajı gönderdi.


“Hocam xxxxx’de yayımlamıştık KKTC’nin bir hukuk heyeti yok. Hepsi yerel
hukukçu. Bugün Talat’ın arkadaşları yarın Derviş Eroğlu’nun arkadaşları.


Rumların hukuk heyeti Avrupa çapında, konusunda uzman bilim adamlarından
oluşuyor.


Kutlay beyin hanımı çok iyi bir insan ama AİHM ve Lüksemburg mahkemelerinde dava bakamaz. Herkes sikletini iyi bilmeli. KKTC maalesef bu alanda uzman hukukçu yetiştiremedi.


KKTC’de Kudret beyin adı geçiyor. O bile hukukçu değil Siyasal Bilgiler
Fakültesini bitirmiş.
Esas sorun alanında uzman, Avrupa çapında bilim adamlarının bulunduğu ve
bunların yanında da istikbal vaat eden KKTC’li hukukçuların oluşacağı bir
heyet oluşturulması.
Yoksa hepsi hikaye, boşa vakit harcamaktan başka bir şey değil.


KKTC’de AİHMve Lüksemburg Mahkemesi önünde dava izleyecek hukuk heyeti yok.
AİHM’de ve Lükseburg’da dava izlyecek hukukçu da yetiştirilmiyor. Onları
yetiştirmek için bir iki Avrupa çapında hukukçuyu heyete dahil etmek lazım.”


Bence tavsiyeden çok bir uyarı içeriğindeki bu mesajın çok dikkate alınması gerekmekte.


AİHM’deki ve ABAD’daki davaları niye arka arkaya kaybettiğimizi bu tavsiye nitelikli uyarı yazısı çok iyi açıklamaktadır.
     
Cumhurbaşkanı Talat ile Hristofyas arasında sürmekte olan müzakerelerin pek de somut bir sonuç vereceği şimdilik uzak bir olasılık gibi gözükmekte.


Gerek Hristofyas’ın, gerekse de Rum Yönetimi yetkililerinin söylemleri, pek de yıl sonunda veya 2010 başında Referandum yapılabileceğine işaret etmemekte.


BM her ne kadar müdahaleye hazırlansa da, müzakerelerin sürdürülebilir bir çözümle sonuçlanabilmesi için gayret sarfetse de, anlaşılan Hristofyas son Etnarh Makarios’un imzaladığı 12 Şubat 1977 tarihli 1. Doruk Anlaşması içeriğinden dışarı çıkmaya ve Kıbrıslı Türkleri Yönetime ortak etmeye pek de niyetli değil. Adanın tümü üzerinde Rum egemenliği istediği ve bu hedefte de şaşmadan ilerlediği de kesin.


Çözüm şimdilik uzak bir olasılık gözüküyor.  


Çözüm uzaksa, AİHM ve ABAD kararları çok yakın demektir.


Zaman içinde “Demoklesin Kılıcı” gibi bu kararlar başımızın üzerinde sallanacak ve her adımda önümüze çıkacak veya konacak.


AİHM’de ve ABAD’a bizim de artık profesyonel bir ekiple davalar sürdürmemiz, bize karşı açılan davaları profesyonelce savunmamız ve Rumların 1963-1974 yılları arasında bize uyguladığı “Soykırım”, yıktıkları köylerimiz, yaktıkları tarlalarımız,  yağmaladıkları evlerimiz ve kararttıkları geleceğimiz ile ilgili davaları profesyonel bir ekiple açabilmemiz için yukarıdaki tavsiyeleri dikkate almamız ve bu işi bilen kişilerle AİHM ve ABAD’da hukuk mücadeleleri vermemiz gerekmektedir.
   
ABAD ve AİHM’de acemiliğimizden kaynaklanan yeteri kadar kayıplarımız  oldu. Daha fazla başımız ağrımadan ve mülkiyet konusunda köşeye daha fazla sıkıştırılmadan gerekli tedbirleri almamız ve profesyonel bir HUKUK EKİBİ kurmamız kaçınılmaz gibi gözükmektedir. 


Kaçınılmazdan da öte, artık şart olmuştur.

8 Ağustos 2009
KKTC Hukuk ekibi için yorumlar kapalı
Okunma 34
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar