Tahran ve KKTC

Tahran ve KKTC

Geçen hafta ünlü Newsweek dergisinde bir yazı okumuştum.
Yazının başlığı “Tahran Nükleer Teknoloji Elde etmeye Çalışıyor”, tarihi 20 Ekim 2009 ve yazarı da Mark Hosenball idi.


Yazı bana çok ilginç geldi.
“Uzun bir müddet Orta Doğu’daki casusluk faaliyetlerinin ve entrikaların kavşak noktası olan Kıbrıs, günümüzde İran’nın nükleer programının araştırılmasında dikkat çeken bir rol oynamaktadır.” cümlesi ile başlayan bu yazının ilk paragrafı “Avrupalı istihbarat teşkilatları ve kanun uygulayıcı kuruluşları tarafından elde edilen raporlara göre, şüphe altındaki İranlı satın alma şirketleri, atom bombası tasarlamak ve imal edebilmek için gerekli olan batı teknolojisi parçaları satın alabilmek amacıyla politik olarak ikiye bölünmüş bu Akdeniz adasında kurdukları kukla şirketleri kullanmaktadırlar. ” şeklinde sona ermekte.


Sonra da Bay Hosenball, “Bu kukla şirketlerin bazıları, gevşek ve kayıtsız mali kuralları nedeni ile kötü şöhret yapmış ve Türkler tarafından yönetilen bir yerleşme bölgesi olan Kuzey Kıbrıs’ta üslenmiş olup, yeterlilikleri çok sıra dışı olan ve bilinen kullanım alanları içinde atom silahları imal etmek de bulunan parçalar ve bilgisayar programları sipariş etmektedirler.” cümlesi ile de KKTC’nin tanımını yapmış yazının ikinci paragrafında. Tanımlamaktan ziyade fırsat bu fırsat deyip kötülemiş bizleri ve devletimizi.


Hiç aklına gelmemiş bu yazıyı kaleme alan yazarın Sırpların ve Rusların kara paralarının Rum tarafında aklandığı, beyaz kadın ticaretinin Rum tarafında yapıldığı ve Asya-Avrupa uyuşturucu kaçakçılığının Rum tarafı üzerinden gerçekleştirildiği. Aklına gelmediği içinde hiç değinmemiş veya konu dışı bulmuş anlaşılan.
 
Bu tür karalama haberlerini Rum Hükümeti para veya menfaat karşılığı zaman zaman birçok ülkede yandaş veya zayıf karakterli kişilere yazdırmaktadır.
Çok değil daha birkaç ay evvel İngiltere’de yayınlanan bir bulvar gazetesinde, bir İngiliz ailesinin kız çocuğunun, Girne’de yolda annesi ve babası ile yürürken güpegündüz kaçırıldığını yazmıştı. “Halen de bulunamadı ve hayatından da şüphe ediliyor” gibi dramatik bir de not düşmüştü altına. Maksat KKTC’yi ve Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayanları karalamak ve şaibe altında bırakmaktı.
Sonradan polisimizin yaptığı açıklamaya göre söz konusu bulvar gazetesindeki  haberde isimleri verilen kişilerin asla KKTC’ye giriş yapmadıkları çıkmıştı ortaya.
Çıkmıştı da, gazetedeki yalan haberi okuyup, beynine “KKTC insanların kaçırıldığı ülke” bilgisini yerleştirmiş İngilizlerin hangisinin bu açıklamadan haberi olmuştu acaba.  Tam “Çamuru at izi kalsın” taktiği uyguladılar açıkça.


Bir başka benzer haber de Ukrayna’daki bir gazetede çıkmıştı. Bu gazete de aynen yukarıdaki yazar gibi KKTC tanımını kullanmaktan kaçınmış ve Rum ağzı ile  Kıbrıs’ın Kuzeyi kelimelerini kullanarak hayali ve gerçek olmayan kanun dışı bir olayı sanki yaşanmış gibi yazmıştı. Amaç Kıbrıslı Türkleri ve KKTC’yi kötülemek, Ukrayna halkının beyninde bizlerle ilgili kötü imaj yaratmaktı.
Başardılar da. Eminim Ukraynalı okuyucu bu yalan habere inanmış ve belleğinde bizleri kötü insanlar sınıfına sokmuştur.


Kalemi bir türlü KKTC yazamayan veya Kıbrıslı Türkler sözlerini dahi kullanmaktan kaçınan bay Hosenball, belli ki Rumlardan bir menfaat alarak bu yazıyı kaleme almış. Amacı açık ve net. Newsweek gibi saygın bir derginin sayfaları arasında Rum propagandası yapmak ve bizleri dünya üzerinde, İngilizce dilini iyi bilen, çağdaş, Newsweek gibi saygın bir dergiyi okuyacak düzeydeki entelektüel olan çeşitli milletten üst düzey kişilere kötülemek, beyinlere kötü olarak imajımızı kazımak.


Lütfen vaktiniz olunca, yazının yazarı Mark Hosenball’ü bu yazıdaki taraflı tutumu ve “Kıbrıs’ın Kuzeyi” ile ilgili gerçek dışı yorumunu protesto eden elektronik bir mesaj yazınızı ve aşağıdaki e-mail adresine (letters@newsweek.com) gönderiniz  veya bir zarfa koyup aşağıdaki posta adresine postalayınız.


E-mail adresi: letters@newsweek.com
Posta adresi: Newsweek, 395 Hudson St., New York, NY 10014, USA


İngilizce’yi bir protesto mektubu yazacak kadar iyi bilemeyen okuyucularımın lütfen aşağıdaki metni aynen kopya edip, altına adlarını ve soyadlarını ekleyip e-mail veya posta ile göndermelerini rica ederim.


I protest Mark Hosenball, for his opprobrious characterization of Turkish Republic of Northern Cyprus (TRNC) using the unfair wording “Turkish-run enclave notorious for lax financial regulation” which is not true and the illusive story about the Iranian front companies specifically based in TRNC, to secure the necessary equipment and computer software for the development of atomic weapons in Iran, in his article titled “Tehran Seeking Nuclear Technology”, dated October 20, 2009. 
With my kindest regards

31 Ekim 2009
Tahran ve KKTC için yorumlar kapalı
Okunma 38
bosluk

Rumların istemedikleri kişi oyunu

Rumların istemedikleri kişi oyunu

Hristofyas’ı ve de Rumları belli ki bu gidişat pek de memnun etmiyor.


Hristofyas’ı günlük ve hatta saatlik iyice takip ederseniz adeta serseri bir mayın gibi yalpaladığını görürsünüz.


Bayram değil, seyran değil geçenlerde Hristofyas aniden Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın da her şeyde anlaşma olmaması halinde hiçbir şeyde anlaşılmış olmayacağı ilkesini kabul ederek müzakere edildiğini dile getirdi.


Sonra da M. A. Talat’ın iki bölgelilik hakkında yaptığı yorumlamayı keyfi bir açıklama ve bu yorumlamanın BM’in tezini teşkil ettiği yönündeki açıklamasını da yanlış bir düşünce olarak niteleyen Hristofias, hakemliği ya da Rum tarafına herhangi bir baskı çabasını kabul etmelerinin mümkün olmadığını söyledi.


Sonra da “Çözüm hatırına çözüm kabul edemeyeceğini ve saygın bir uzlaşı yolunun açılması için önemli ölçüde ilerleme kaydedilmeli” diyerek müzakerelerin iyi gitmediği imajını verdi.


Bunun arkası ne gelecek diye bayağı merak ettim.


Benim bildiğim Hristofyas bunları boşuna söylemez. Bir tezgahın alt yapısı olduğu kesin bu sözlerinin.


Nihayet Stefanu’nun ağzından inciler dökülmeye başladı.


Stefanu’ya göre Hristofyas müzakere prosedürün gecikmesinin sorumlusunun Kıbrıslı Rumlar olduğu söylentisinden dolayı sinirli imiş ve  “İlerleme için müzakere masasına mantıklı öneriler sunulmasının gerektiği, Kıbrıslı Rumların da masaya koyduğu önerilerin çok mantıklı olduğu iddiasındaymış.


Hristofyas’ın mantıklı dediği önerisi gerçekte tüm Rum göçmenlerin evlerine geri dönme haklarını serbestçe kullanabilmeleri. Hristofyas’a göre de bu yaklaşım yeni değil ve Kıbrıs Rum tarafının 1984’ten beridir üzerinde uzlaşıya vararak sunduğu bir tez. Türk tarafında kim kabul ettiyse!


Hristofyas bu talebi doğrultusunda yapılacak toprak düzenlemeleriyle 100 bin göçmenin Kıbrıs Rum idaresindeki topraklara geri döneceğini hesaplıyor ve bu talebinin de Kıbrıs Türk tarafının, federasyon çerçevesinde Kıbrıs Türk idare bölgesinde nüfus çoğunluğu olması gerektiği söylemine de ters düşmediği iddiasında.


Hristofyas’ın bu saçma ve matematikten yoksun iddiasına BM’nin bazı üst düzey yetkilileri bıyık altından gülüyor ve böyle bir şeyin olamayacağını zaman zaman kendisine de ima ediyorlar. Hele bir tanesi tam dingil yüzüne söylüyor bu gerçeği.
 
Hristofyas ya geri adım atmak ve iç tribünlerde rezil olmak yolunu seçecek ya da bu kişileri gözden düşürmek için Bizans entrikaları çevirip, kendilerini istenmeyen adam sınıfına sokmak sürecini başlatacaktı. 


Rumların atalarına yakışır seçenek tabi ki ikincisi olduğundan çamur atmayı tercih etti..
 
Önce başladılar BM Genel Sekreter Yardımcısı Lynn Pascoe’dan.


Pascoe’nin Rum tarafındaki lakabı “Lefkoşa Dikeni”.


Tam bir “Vur Abalıya” uygulaması.


BM Genel Sekreter Yardımcısı Lynn Pascoe’nun Kıbrıs sorunundaki tavır ve hareketleri objektif değilmiş ve Rum Yönetimini çok endişelendiriyormuş. Aynen ABD Dışişleri Bakanlığı’nda görevli olduğu 2004 döneminde yaptığı gibi davranmaktaymış ve hiç güven vermiyormuş.


Açıkcası bir türlü Rumların oyununa gelmiyormuş ve Rum tezlerini desteklemiyormuş Lynn Pascoe. Üstelik bir de hakemlikten ve Kıbrıslı Rumlara baskı yapılmasından söz ederek, iyi niyetli görüntüsünü yitirmiş ve dolayısıyla da artık Kıbrıs sorununun yöneticisi olamazmış.


Rumların hemen ve derhal BM’ye ve ABD’ye yaptıkları şikayetleri hiç kimse ciddi olarak dikkate almadığı için Rumların “Lynn Pasceo değiştirilsin, istemezük” talepleri de daha başta ABD Dışişleri Bakanlığı bürokratlarının engeline takıldı ve sümen altı edildi.


İkinci sırada ise Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer bulunmakta.


Rumlar Downer’e uzun zamandır diş bilemekte. Nedense Downer bir türlü Rum tezlerini benimsemedi ve konuşurken hep adadaki gerçeklerden bahsetmekte. Belli ki Rumların ne mal olduğunu iyice anlamış durumda.


Önce Türkiye ile işbirliği yapan bir şirketi olduğu çamurunu attılar ve epeyi gürültü koparttılar ama tutmadı.


Sonra müzakerelerin iyi gittiğini söylediği için suçlamaya başladılar Downer’i. Güya yalan söyleyip herkesi aldatıyormuş Downer.


Bu da tutmayınca şimdi üçüncü bir suçlama çıkardılar ortaya. Güya Downer, Amerikan Meclisi’nden bir üyeyle yaptığı görüşmede “Helen Amerikanların Rumların cebinde olduğu” şeklinde ifade kullanmış ve bu bir iftira imiş ve söz konusu Amerikalı Milletvekili de bu olayı hem ABD Dışişleri Bakanlığı’na hem de BM’ye şikayet etmiş.


Üçüncü sırada ise ABD’nin Lefkoşa Büyükelçisi Frank Urbancic bulunmakta. Urbancic kayıtsız koşulsuz Rumları desteklemediği için istenmeyen kişi konumuna girmiş.


Ve en son flaş haber de, ABD’deki Cumhuriyetçi ve Demokrat Partili Temsilciler Meclisi ve Senato Üyeleri, ABD Başkanı Barack Obama ile Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’dan, Annan Planı’na karşı oy veren “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin aleyhine faaliyetlere karıştıkları gerekçesiyle bu üç kişinin yerlerine başkalarını atamalarını istemişler. Kıbrıs Türkçesinde buna “İnananın da” denmekte.


İşte müzakerelerin perde arkasındaki tezgah böyle işlemekte.


Ya Rumları desteklersin ya da görevinden alınırsın…

27 Ekim 2009
Rumların istemedikleri kişi oyunu için yorumlar kapalı
Okunma 22
bosluk

Mülkiyet ve müzakereler

Mülkiyet ve müzakereler

2. tur müzakerelerin önemli başlıklarından bir tanesi de “Mülkiyet” konusu.


Hatta en önemlisi de diyebiliriz.


“Adalet Mülkün Temelidir” şeklinde bir de atasözümüz var.  


Bu atasözünü Kıbrıs sorununun çözümüne uyarlarsak, müzakerelerin hem Türkleri hem de Rumları memnun edecek bir şekilde çözülebilmesinin ana unsurlarından bir tanesinin de “Mülkiyet Sorunu”nun adilane bir şekilde çözülmesi olduğu anlaşılmakta.


Bu günkü müzakerelerin zeminini oluşturan 1977 1. Doruk Anlaşması ile 1979 2. Doruk Anlaşmasının en önemli parametresi, kurulacak ortak devletin “İki Toplumlu ve İki kesimli” olacağı tanımı.


1. Doruk Anlaşmasında Rumların “Etnarh” olarak kabul ettikleri (Dini ve Siyasi lider) Makarios’un 1974 Mutlu Barış harekatından sonra aklını başına toplayarak KTFD Cumhurbaşkanı Denktaş ile mutabakata vardığı bu temel prensip Rumlara göre Türklere verilen en büyük tavizdi.


Halen de öyle düşünüyorlar.


Kıbrıs adasında hiçbir zaman ve hiçbir koşulda Türklerin mülkiyet haklarının ve Yönetimde de ortaklık haklarının olduğunu kabul etmek istemiyorlar.


1977 ve 1979 Doruk Anlaşmalarında varılan “İki Kesimlilik”, 41 yıllık BM müktesebatına göre değiştirilmesi kesinlikle mümkün olmayan “Temel Prensip” ve Hristofyas ile Talat arasında sürdürülen görüşmelerde de güven altına alınması gereken önemli bir konu.


Olmazsa olmaz da denebilir buna.


BM Genel Sekreteri Butros B. Gali’nin 1992 yılının başında göreve başlaması ile Kıbrıs sorununa çözüm bulmayı hedefleyen çalışmalar hız kazandı ve BM Güvenlik Konseyi 10 Nisan 1992’de Gali’ni hazırladığı 750 sayılı kararı aldı. Bu karar ile Kıbrıs sorununun çözümünün bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü güvence altına alınarak, tek egemenliği bulunan, tek vatandaşlılık temellerine dayalı, siyasi olarak eşit, iki toplumlu, iki kesimli bir federasyon öngörüldü.


Gerçekte de bu karar 12 Mart 1990 tarihli ve 649 sayılı Güvenlik Konseyi kararı ile 11 Ekim 1991 tarih ve 716 sayılı Güvenlik Konseyi kararının tamamen aynısıdır. Tek fark Genel Sekreter Butros Gali’nin bu kararın üzerine, içinde “İki Toplumlu ve İki kesimli” tanımının da yer aldığı ünlü Gali Fikirler Dizisi’ni ve Gali haritası’nı inşa etmiş olmasıdır.


Genel Sekreter Gali, Güvenlik Konseyinin 10 Nisan 1992 tarih ve 750 No.lu kararından sonra Güvenlik Konseyine Kıbrıs ile ilgili bir rapor sunmuş ve bu raporunda da “İki Toplumlu ve İki kesimli” tanımına açıklık getirmişti.


Gali’nin bu raporuna göre adada iki devletçik olacak ve her bir devletçiği de adada mevcut Türk ve Rum toplumlarından bir tanesi yönetecekti. Devletçikler hangi topluma ait ise, o devletçiğin sınırları içinde o toplum nüfus ve mülkiyet çoğunluğuna sahip olacaktı.


İlk defa Gali’nin bu raporu ile “İki Toplumlu ve İki kesimli” tanımına getirilen bu açıklamayı Rumlar ısrarla inkâr etmekteler ve bu raporun geri çekilmesi nedeni ile de var olmadığını iddia etmektedirler.


Rumların iddialarının aksine söz konusu Gali Raporu geri çekilmiş değildir.


Güvenlik Konseyi’nin  aldığı 649, 716 ve 750 no.lu kararlarda belirtilen “iki kesimli”liği yerine getirebilmek veya garanti altına alabilmek için Gali’nin söz konusu raporunda belirttiği “devletçik hangi topluma ait ise mülkiyetin çoğunluğu da o topluma ait olmalıdır” koşulunun sağlanması gerekmektedir.
 
Türk tarafı geçen hafta yapılan “Mülkiyet” başlıklı müzakerede BM kriterlerine sadık kalarak “İade, Takas veya Tazminat” üzerinde durarak bu uygulamaların kriterlerinin belirlenmesini talep etmiştir.


Hristofyas, mülkiyet ile ilgili CB Talat’ın masaya koyduğu savı kabul etmemiş olmasına rağmen kriterlerin belirlenmesi için çalışma yapmayı kabul etmiştir. 


Taraflar pozisyonlarını aynen tutmak kaydı ile mülkiyet ile ilgili kriterleri hazırlıyor şimdi.


Geriye dönüp bakıldığında, kriterlerin belirlenmesini tarafların kabul etmesi bile ileriye doğru bir adım atıldığı izlenimini veriyor.


Şimdilik Mülkiyet konusunda bir anlaşma olmasa da, anlaşmazlığa teğet geçilmiş veya anlaşmazlığın yanından dolaşılmıştır.
 
BM ise bu günlerde mülkiyet konusunda harıl harıl çalışmakta ve iş çıkmaza girerse taraflara ne önerilebileceğinin hazırlığını yapmakta. Sızan ilk bilgilere göre “Yasal mal sahibi ve şimdiki kullanıcı malın mülkiyetine müştereken sahip olacaklar ve toprağın değerine ve üzerine yapılan yatırıma göre, taşınmazın hangisine ait olacağı belirlenecek”. Böylece de iki kesimlilik olgusu Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda sağlanacak.


BM’nin müzakerelere müdahalesi anlaşılan çok yakın.

26 Ekim 2009
Mülkiyet ve müzakereler için yorumlar kapalı
Okunma 43
bosluk

Mülkiyet nereye gidiyor

Mülkiyet nereye gidiyor

BM Genel Sekreteri Butros B. Gali, 15 Temmuz 1992’de KKTC Cumhurbaşkanıı Rauf R. Denktaş ve Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı Yorgos Vasiliu arasında sürdürülen görüşmelerin 2.turunda kapsamlı bir çözüm planı olan “Gali Fikirler Dizisini” (Set of Ideas on an Overall Framework Agreement on Cyprus) diye anılan çözüm planını sundu.


KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş bu planın 91 maddesini kabul ederek, diğerlerini müzakere etmek istedi. Harita konusunda ise, ancak bir “Paket anlaşma çerçevesinde toprakta % 29(+) oranına inebileceğini” açıkladı.


Vasiliu ise söz konusu öneriyi tümden reddetti.


CB Rauf R. Denktaş’ın “bir paket anlaşma çerçevesinde toprakta % 29(+) oranına inebileceği” önerisi “Global Takas” koşuluna dayanmaktaydı.


Nitekim bu konu Ana başlık 3, bölüm C, Madde 50 de referans yapıldığı üzere “geçici dönemde kararlaştırılan tarzda” cümlesi ile Global Takas’a atıfda bulunmaktaydı.


Neydi bu, o gün üzerinde mutabakata varılan “Global Takas”.


Kıbrıslı Rumların 1974 Mutlu Barış Harekatı sonrası KKTC sınırları içinde bıraktıkları taşınmazların değerlerinin ve gelirlerinin toplamı ile Kıbrıslı Türklerin 1963 yılında silahlı saldırılar ile boşaltmaya zorlandıkları taşınmazlar ile 1974 Mutlu Barış Harekatı sonrasında güneyde bıraktıkları taşınmazların değerlerinin ve gelirlerinin toplamının karşılaştırılarak alacak-verecek hesabının yapılması ve müklerin takas edilmesi idi.


Aradaki parasal fark belli bir vadede alacaklı tarafa ödenirken, kuzeydeki toprakların tümü Türklere, Güneydeki topraklarında tümü Rumlara ait olacaktı.


Aslında bu fikrin kökeni de 1977’de Denktaş ile Makarios arasında imzalanan 1. Doruk Anlaşmasının tutanakları içinde.


Günümüzde ise “Global Takas” konusu bir BM parametresi olmasına rağmen ağıza bile alınmamaktadır.


Dün yapılan liderler arasındaki görüşmede “Mülkiyet” konusunda pek bir ilerleme sağlanamadı ve ertelendi. 


Mülkiyet konusunda iki tarafın tezleri arasında büyük ayrılıklar ve terslikler mevcut. İki tarafın görüşleri arasında optimum nokta veya daha açık bir tanımla tarafların tezlerin içindeki fikirlerin örtüştüğü ortak bir nokta dahi yok. Bir tek ortak nokta var, o da konuşulan konunun “Mülkiyet” olması.


Hristofyas, taşınmaz mal ile ilgili olarak sahiplilik veya tercih hakkının yasal sahibine ait olmasını önerirken, CB Talat bu hakkın, taşınmazın kullanıcısı ister Kıbrıslı Türk ister Rum olsun, bugünkü kullanıcısı ait olmasını önermekte.


Tüm bu görüşmeler sürerken de, Rumlar AİHM’de ve ABD’ mahkemelerinde mülkiyet davaları açarken, BM’de ve AB’de de Maraş’ın eski sahiplerine iadesi taleplerinde bulunup yetkili kurullardan kararlar çıkarttırmaya çalışıyorlar.


Bir yerlerde bir yanlışlık var.


Rumlar güneyde kalan Türk Malları için anlaşmadan sonra malınızı veya tazminatınızı geri alabilirsiniz derken, kuzeydeki mallarını almak için de her tür yolu deniyorlar.


KKTC Taşınmaz Mal Komisyonunun da, Güneydeki Türk malları ile ilgili “Vasilik Yasası”nı referans alarak, aynı yöntem ve yanıtlarla işlem yapması gerekmektedir.


Türklerim güneydeki malları için liderlerin anlaşmasını beklemek zorunluluğu varken niye Rumlar hemen ve derhal kuzeydeki mallarını veya tazminatlarını almak hakkına sahip olmaktadırlar anlaşılır gibi değil.


Bizim de bu ters ve haksız uygulamaya hukuksal bir çözüm bulmamız gerekmektedir.

23 Ekim 2009
Mülkiyet nereye gidiyor için yorumlar kapalı
Okunma 66
bosluk

Hristofyas’ın tuzak önerisi

Hristofyas’ın tuzak önerisi

Hristofyas’ın “İki bölgeli, iki toplumlu federasyon” derken aklında BM’nin söylediğinden ve bizim düşündüğümüzden daha başka bir görüntü olduğu kesin.


Aklında hep, görüşmelerde Türklere kazık atmak ve müzakerelerin sonucunda da adada “Mutlak Rum Yönetimi” kurmak olduğu çok açık.


Müzakereler sürecinde hangi başlık olursa olsun her yaptığı öneri art niyetli. İyica düşünüldüğü ve analiz edildiği vakit, sözlerinin arkasındaki tuzak ortaya çıkıyor hemen.


Zaten artık bir yanlışlıkla yaptığı öneri iyi niyetli bile olsa, bunun arkasında ne gibi bir kazık var diye uzun uzun düşünmek gerekiyor.


Başkanların son toplantısında Rum lider Dimitris Hristofyas,  müzakere masasına federal devletin başkan ve başkan yardımcısının seçilme yöntemine ilişkin, Cumhurbaşkanı Talat’ın bir kaç hafta evvel yapmış olduğu Kıbrıs Türk ve Rum senatoları tarafından ayrı ayrı çoğunluk oyları ile tek liste halinde seçilsin önerisine karşı olarak yeni bir öneri koydu.


Hristofyas bu yeni karşı önerisinin temeli olarak da “ada nüfusunun yüzde yirmisinin Kıbrıslı Türk olduğu” gerekçesini dile getirdi.


Hristofyas’ın yeni karşı önerisine göre, görev süresinin bir bölümünde Başkanlık diğer bölümünde de Başkan Yardımcılığı yapacak olan Kıbrıslı Türk adayın seçilmesinde Rum seçmenler de oy verecek ve bu oylar Kıbrıs Türk Devletindeki oyların yüzde yirmisi değerinde olacak. Aynı şekilde Kıbrıslı Türkler de Rum aday için oy kullanacaklar ve bu oyların toplama etkisi de yüzde yirmi olacak, yani beşte bir.


Kulağa çok hoş gelen ve BM parametrelerindeki “Siyasi Eşitlik” kavramını öne çıkarır gibi gözüken bu önerinin altı bataklık, daha doğrusu tam bir çirkef.
 
Bu öneri ile Kıbrıs adasındaki Türk nüfusunu, toplamı içinde 230,000 adet Rum olmayan kişiyi de “Kıbrıs vatandaşı” olarak barındıran Rum nüfusunun yüzde yirmisi ile kısıtlamak amacını taşımakta.


Rumların “KKTC’de binlerce yerleşik var, Türkiye’ye geri dönsünler” iddiaları AB de ve BM de pek taraftar bulamayınca, çareyi müzakerelerin içinde bir yere, müzakerelerin sonundan kurulacak olan yeni devlet içinde Kıbrıs Türk nüfusunun kısıtlanmasını sağlayacak maddeler koymakta buldular. 


İlk önerileri de adanın nüfusunun sadece yüzde yirmisinin Türk olduğu iddiası ile Başkanlık seçimlerinde ortak liste, aynı gün ortak seçim ve adadaki iki toplumun oylarının karşılıklı olarak birbirlerinin oylarını yüzde yirmi oranında etkileyebileceği bir öneri sundular.


Hedefleri hem adada tek halk olduğunu gözler önüne sermek hem de Kıbrıs Türk nüfusunu yüzde yirmi ile kısıtlamak. Geri kalanlar Türkiye’ye dönsün çığlıklarının da bu anlaşmadan sonra ayyuka çıkacağından hiç şüphe yok.


Matematiksel olarak düşünüldüğünde, teklifin yapıldığı gün adadaki Rum nüfusu, içindeki Rum yerleşiklerle birlikte 750 bin ise, ki doğru rakam 500 bin  Kıbrıslı Rum ve 250 bin Pontus’lu, Rus, Yunan’lı, Lübnan’lı, Kürtler ve üçüncü ülke vatandaşlarıdır, Kıbrıslı Türk nüfusu da bu önerideki yüzde yirmi oran ile 150 bine düşürülmektedir.        


Bu önerideki ikinci tuzak ise “Ortak seçim”de, Kıbrıs Türk tarafındaki “Toplam seçmen sayısı” ve Türklerin seçimlere katılım oranı ile ilgili.


Türk tarafında seçimlere katılım oranı ne kadar az olursa, Rum tarafından aktarılacak yüzde yirmi oy’un oranı da, kullanılan oy ile kıyaslandığında o denli artış gösterecek ve sonucu belirleyici olacak.


Örneğin Türk tarafında seçimlere katılım oranı yüzde altmış olarak gerçekleşirse, Rum tarafından aktarılacak “toplam seçmen sayısının yüzde yirmi oranındaki” oyların etkisi, yüzde yirmi yerine yüzde otuz üç olacak.


Eğer yapılacak seçimler Temsilciler Meclisi veya Senato seçimleri ise, Kıbrıs Türk tarafında üçte bir oranında Rumların destekledikleri kişiler Temsilciler Meclisine veya Senatoya seçilecekler demektir.


Bu öneri bence derhal reddedilmelidir.

19 Ekim 2009
Hristofyas’ın tuzak önerisi için yorumlar kapalı
Okunma 32
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar