Papandreu gene döktürdü

Papandreu gene döktürdü

Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu anavatanı ABD’ye yaptığı ziyarette her zaman yaptığı gibi gene döktürdü.


Anavatanı diyorum çünkü Papanderu’nun annesi Amerikalıdır.


Aynı tür konuşmaları 2009 yılının Ekim ayındaki ilk Pazar günü  yapılanYunanistan Genel seçimlerinden bir hafta evvel ziyaret ettiği anavatanında gene söylemişti.  


Seçimlere birkaç hafta kala New York’a gerçekleştirdiği ziyaretlerin birinde, iddialı bir şekilde Yunanistan’ın güvenlik ve garantiler konusuyla ilgili olarak müzakerelere artık daha dinamik bir şekilde girmesi gerektiğini, Kıbrıs’ta bulunacak çözümün içinde garantörlere de gereksinim olmadığını ve Kıbrıs’ın bugün Avrupa Birliği’ne üye olduğunu ve bu nedenle de Kıbrıs’ta istikrar ve tüm insanlık haklarına saygı gösterilmesi konusunda “AB’ye üyeliğinin” en iyi garantiyi teşkil ettiğini söylemişti.


Papandreu kısaca o gün, başbakanlığına beş kala,  Kıbrıs konusunda bulunacak çözümde AB’nin en iyi garantör olacağına ve Türkiye’nin garantisine ve garantörlüğüne gerek olmadığına getirmişti konuşmasını.


Papandreu’nun o günkü konuşmasında Kıbrıs ve AB ile ilgili sözleri her ne kadar kibar ve diplomatik alışkanlıklara uygun olsa da, Kıbrıs sorununa “AB müktesebatına ve iki taraf arasında hem fikir olunanlara dayanacak BM kararları çerçevesinde bir çözüm bulunması gerektiğini” söylemesi, daha başbakan bile olmadan Yunanistan’ın Kıbrıs politikasında her hangi bir değişikliğin olmayacağını ortaya koymuştu.
 
Huylu huyundan vaz geçmez misali aynı Yorgo Papandreu bu sefer Yunanistan Başbakanı olarak gittiği ABD’de, , moderatörlüğünü Brookings Enstitüsü’nün Başkan Yardımcısı Kemal Dervişoğlu’nun yaptığı konferansta yaptığı konuşmada Kıbrıs meselesine de değindi ve Türkiye’nin Kıbrıs’ta bulunan 30 bin askerine atıfta bulundu. Tabii 1963-1974 yılları arasında adayı işgal etmiş olan 20 bin kişilik Yunan komando tümeninden bahsetmek ise hiç işine gelmedi.


Söyledikleri içinde bana göre en önemlisi Ada’daki iki toplumun alınan her kararda birbirini veto etmediği, hem AB hem de kendi bünyesinde düzgün işleyen bir yönetim türüne sahip bir “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin yaratılması gerektiğini, çözümün AB müktesebatıyla “renklendirilmesi” ve olası bir çözümde, hem bu çözüme hem de adaya AB müktesebatının uygulandığından emin olunması gerektiğini söylemiş olması.


Bu cümle Yunanistan’ın ve Kıbrıslı Rumların, müzakerelerden ne beklediğinin çok açık bir tanımlaması.
 
Federasyon görüntüsü altında Üniter bir devlet kurulacak. Taraflar birbirini veto etmeyecek ve çoğunluk azınlığı, yani Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türkleri yönetecek.


Çözüm AB müktesebatına uyacak, yani malların, hizmetlerin, insanların ve kapitalin serbestçe dolaşımını tanımlayan “Dört özgürlük”, sonuna kadar kısıtlamasız kullanılacak.


Asker gidecek.


Renklendirilmiş AB müktesebatıyla, Türkiye’nin Garantisi kalkacak ve garantör AB olacak.


Zaten 21 Aralık 1963’de Rumlar bu isteklerini gerçekleştirmek için Türklere saldırmışlardı, belli ki hala aynı kafadalar.

10 Mart 2010
Papandreu gene döktürdü için yorumlar kapalı
Okunma 32
bosluk

ABAD mı, AİHM mi

ABAD mı, AİHM mi

İngilizcesi “European Court of Justice” (ECJ)olan “Avrupa Birliği Adalet Divanı” (ABAD) çeviri değişkenliğinden dolayı “Avrupa Toplulukları Adalet Divanı” (ATAD) veya “Avrupa Adalet Divanı” (AAD) olarak da anılmaktadır.  1952 yılında  Lüksemburg şehrinde kurulmuş olan bu Mahkemenin başkanı 2003 yılından beri görevde bulunan Yunan’lı yargıç Vasillios Skuris’tir.
Skuris, Rum tarafından menfaat sağlaması, madalyalar alması ve bunun karşılığında da önüne gelen ilk davada, Kıbrıs Rum Mahkemelerinin, Kıbrıs’ın kuzeyinde yani KKTC sınırları içinde yer alan her tür olay ile ilgili olarak karar almak yetkisine sahip olduğuna karar veren taraflı Yunanlı yargıçtır.
Bu Yunanlı yargıcın verdiği karara göre KKTC’deki Mahkemeler geçersizdir ve Rum Mahkemeleri kabul edilebilecek tek mercidir. KKTC’deki her hangi bir olayla ilgili olarak Rum Mahkemeleri karar almak yetkisine sahiptir.


İngilizcesi “European Court of Human Rights” (ECHR) olan “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi” (AİHM), ABAD’dan farklı bir kuruluştur. AİHM, uluslararası bir kuruluş olan “Avrupa Konseyi”ne bağlı olarak 1949 yılında kurulmuş uluslararası bir mahkemedir. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokolleriyle güvence altına alınmış olan temel hakların çiğnenmesi durumunda bireylerin, birey gruplarının, tüzel kişiliklerin ve diğer devletlerin, belirli usuli kurallar içerisinde başvurabileceği bir yargı merciidir. Avrupa Konseyi’ne üye olan ve aralarında Türkiye, Rusya, Sırbistan, Gürcistan ve Azerbaycan’ın da bulunduğu 47 Avrupa devleti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yargı yetkisini tanımaktadır.
 
ABAD’ın Orams davasında, AİHM’nin de 8 pilot dava olarak tanımladığı 8 Kıbrıslı Rum’un mülkiyet davası ile ilgili aldığı kararlar birbirlerine taban tabana zıt ve çelişkilidir.

ABAD’ın Orams davası ile ilgili kararı, KKTC’yi yok sayıp Rum mahkemelerine KKTC sınırları içinde karar almak yetkisini verirken, AİHM’in son kararı bunun tam tersi yönde.


Bu son gelişmeden sonra Kıbrıs’ta şimdi yargısal statü ve de özellikle mülkiyet konusu çok ilginç bir yola girdi.


AİHM bu kararı ile “Taşınmaz Mal Komisyonu”nu Türkiye’nin İç Hukuk Organı olarak tanıdığını belirtirken, bu tanımanın KKTC’nin tanınması anlamına gelmediğine de vurgu yaptı. Buna karşın karardaki sürece göre KKTC’deki taşınmaz malları ile ilgili dava açmak isteyen Rumlar öncelikle Taşınmaz Mal Komisyonuna başvuracaklar. Buradan çıkan karardan hoşnut kalmazlarsa KKTC Yüksek Mahkemesi’ne başvuracaklar ve gene hoşnutsuzlukları devam ederse, iç hukukun sonuna kadar denendiği savı ile AİHM’e başvurabilecekler.

Bu karar, özellikle mülkiyet konusunda ABAD yargıcı Yunanlı Vasilios Skuris’in Orams davasını bahane ederek Kıbrıs konusunda empoze etmeye çalıştığı yargı süreci yöntemine taban tabana zıt.
 
AİHM 8 pilot mülkiyet davası ile ilgili yeni bir yargı yolunu açarken, bir başka tehlikeli kapıyı da beraberinde açtı. Rumların Kıbrıs konusunda muhataplarının artık KKTC değil Türkiye olduğunu, endirekt olarak bu karar ile ortaya koydu.

Cani papaz Makarios’tan başlamak üzere tüm Rum Cumhurbaşkanları, Türkiye’yi muhatap alıp, Kıbrıs konusunu Türkiye ile görüşmek için her yolu deneyip reddedilmişlerken, şimdi AİHM bu kapıyı bu kararı ile aralamış oldu.

8 Mart 2010
ABAD mı, AİHM mi için yorumlar kapalı
Okunma 146
bosluk

Yeni Rum Senaryosu

Yeni Rum Senaryosu

Rum tarafı yavaş yavaş oyun bozanlıkla ve Kıbrıs konusunu çıkmaza doğru sürükleyen taraf olmakla suçlanmaya başladı. Bu nedenle de gerçekte müzakereleri sürdürmek istemeyen Hristofyas’ın, bu imajdan kurtuluş yolu olarak görüşmeleri sabote etmek ve bunu da Kıbrıslı Türklerin sırtına yüklemek için her yolu deneyeceği artık gün gibi aşikâr.


Bu doğrultuda da Rum tarafındaki politik yaşamda ilginç adımlar atılmaya ve daha evvel yaşanmamış olaylar yer almaya başladı.


Koalisyonun küçük ortağı EDEK’in ortaklıktan ayrılması bu senaryonun bir parçası.


DIKO, kurulduğu günden günümüze kadar, hükümetin ortağı olmak ve devletin nimetlerinden faydalanmak stratejisini benimsediğinden güya “Koalisyona devam” kararı aldı ve Bakanlar kuruluna DIKO’lu iki yeni fanatik daha soktu.


Şimdi senaryo gereği daha saldırgan ve daha radikal bir görünüm çizecek.


Belli ki EDEK “Türklere eşit haklar verilmemesi” mücadelesini Rum Meclisinde ve sokakta sürdürmeyi tercih ederken, DIKO da Bakanlar Kuruluna soktuğu iki yeni isimle Başkan Hristofyas’a bu misyonu doğrulturunda yardımcı olmayı üstlenmiş.


DIKO’nun Bakanlar Kuruluna soktuğu iki yeni isimden birisi “KARA CİRA” (Mavro Kiri) lakaplı Markulli. 


Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı’na atanan Erato Kozaku Markulli tescilli bir Türk düşmanı. Papadopulos döneminde Dış İşleri Bakanlığı görevini de yapmıştı.


Diplomat olarak mesleki yaşamını sürdürdüğü yıllarda Kıbrıs Rum Dış İşleri Bakanlığının çeşitli kademelerinde görev yaparken, Kıbrıslı Türklerle el sıkışmamakla ve onları muhatap almamakla ün yapmıştı. Bu denli bir Türk düşmanı olan bu Kara Cira, şimdi bu yeni senaryo uyarınca Bakanlar Kuruluna sokuldu. Siz bundan sonra seyreyleyin Rum Bakanlar Kurulundaki tiyatroyu ve Hristofyas’ın Kara Cirayla çevireceği filmleri.


Tabii bunların hepsi danışıklı dövüş.


Amaç müzakereleri aksatmak ve bunu da Türklerin sırtına yıkmak.


EDEK ise senaryonun sokak kısmını sahneye koyacak.


Bu amaçla da Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin parametreler konusunda kamuoyu yaratmak amacıyla dün “Çözüm İçin Tarafınızı Belirleyin” adıyla kampanya başlattı.


EDEK, bu kapsamda yetkili olmasa da Rum halkı arasında “Dönüşümlü Başkanlık” konusunda referanduma benzer bir halk oylaması düzenlemek düşüncesinde. Bunu parti içinde yapıyormuş gibi gözükecek, yanına da göstermelik tabela Sivil Toplum Örgütlerini alacak ve sonra da Rum Halkı “Dönüşümlü Başkanlık” istemiyor yaygarasını koparacak.


İşte müzakereleri çıkmaza sokmak tiyatrosu da o vakit başlayacak.


Zaten bunun ilk işareti de Avrupa Parlamentosundan geldi. Sosyalist Grup  Başkanı Martin Schulz,  geçtiğimiz günlerde adaya gerçekleştirdiği ziyaretiyle ilgili olarak Sosyalist Grup üyelerine dün bilgi verirken Kıbrıs sorununun çözümü amacıyla gerçekleştirilen müzakerelerin çıkmaza girdiğini, Kıbrıs’taki iki taraf arasında güvensizlik hüküm sürdüğünü ve temaslarından da ortaya çıktığı üzere Kıbrıs sorununun bataklıkta bulunduğunu dile getirdi.
 
Neyse ki, 18 Nisan seçimlerinde Talat dışında bir başka kişi seçimleri kazanıp Cumhurbaşkanı olursa, Sosyalist Grup Başkanı Martin Schulz’un bu yerinde tespiti ile müzakerelerin başarısızlığı bu yeni seçilen kişinin sırtına yüklenemeyecek.

5 Mart 2010
Yeni Rum Senaryosu için yorumlar kapalı
Okunma 35
bosluk

Kaybedersem AKP kaybeder

Kaybedersem AKP kaybeder

Sayın Cumhurbaşkanı Talat’ın birkaç gün evvel bir gazetede yayınlanan röportajında, söylediği iddia edilen cümlelerinden bir tanesiydi bu.


Bu cümleye en az dört değişik açıdan bakılabilir ve dört de değişik sonuca varılabilir.


Talat’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığını halen daha açıklamamasının arkasında Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinden kesin kes destek almak ve bundan da emin olmak gerekçesinin yer aldığı kesin.


Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’ın Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk gazetecilerin yanı sıra bazı Rum yetkililerle 27 Şubat Cumartesi günü İstanbul’da yaptığı toplantı ve bu toplantıda yaptığı açıklamalar, bazı perde arkası konulara da ışık tutuyor.


Talat’ın destek beklentisi sadece Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinden değil. Kıbrıs Rum Hükümetinden de destek bekliyor, İngiliz hükümetinden de, Avrupa Birliğinden de, ABD’den de.
Son aylarda yaptığı ziyaretlerin ve görüşmelerin arkasında bu destek arayışı var aslında. Masanın üstüne bazen rica koyuyor, bazen de “Ben seçilmezsem, Eroğlu müzakereleri sabote edecek ve adaya çözüm gelmeyecek”  gibilerden sünnetçi korkusu veriyor karşısındakilere ve dost olarak algıladığı devletlere veya onların yöneticilerine.


Hristofyas da boş durmuyor bu ara ve devreye girdi artık.
Talat’a destek olacak eylemler yapmak ve girişimler yaratmak çabasında. 


Belli ki Nisan içinde, özellikle de 11-18 Nisan haftasında Talat’a destek vermek için Kıbrıslı Türklerin ve Garantör Türkiye’nin hoşuna gidecek açıklamalarda veya esas teşkil etmeyecek tekliflerde bulunacak.
 
Bunun ilk adımını Dış İşleri Bakanı Kiprianu’yu İngiltere’ye yaptığı resmi ziyarette, Kıbrıslı Türklerin yaşadığı yöreye göndermek ve “Kıbrıs Toplum Merkezinde” bazı “İlerici” (her ne demekse) Kıbrıslı Türklerle görüştürmekle attı.
Kiprianu’ya göre söz konusu “İlerici Kıbrıslı Türkler”in, KKTC’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Başbakan Derviş Eroğlu’nun kazanması olasılığına ilişkin endişeleri varmış.
Bu açıklama ile Rum Yönetimi Talat’a, doğrudan olmasa bile endirekt bir destek vermeye çalışmakta. 


Amaç ve hedef belli.
Çizilmek istenen tablo, kafalara sokulmak istenen mesaj da belli.
“Eroğlu aday oldu ama arkasında Kıbrıslı Türklerin “ezici çoğunluğu” yok. Buna ilaveten Türkiye, İngiltere, AB ve ABD de yok. Bu adaya çözümü ancak Talat getirebilir.” imajını yaratmak ve bu fikre seçmenleri inandırmak.


Anlaşılan Cumhurbaşkanı Talat, Eroğlu’nun Kıbrıslı Türkler arasındaki popülaritesini yıkmanın çarelerini yurt dışında arıyor ve öncelikle de arkasına Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini almak istiyor, sonra da Hristofyas’ı ve AB’yi.


KKTC’yi benimsemediğini, yıllarca KKTC deyimini ağzına almadığını, hayatımızı kurtaran “Türk Askeri” ile takıştığını ve dışlamak istediğini, Anavatan Türkiye ile ilgili çok aşağılayıcı kelimeler kullandığını ve Cumhurbaşkanı olarak müzakerecilikten fırsat bulup yıllarca KKTC halkı ile hiç ilgilenmediğini çok çabuk unutmuşa benziyor.
KKTC halkı çok affedici bir karaktere sahip olsa da, seçmenlerin bunları unutmuş olabileceklerini hiç sanmıyorum….

3 Mart 2010
Kaybedersem AKP kaybeder için yorumlar kapalı
Okunma 35
bosluk

AB’de Rüşvet yoktur

AB’de Rüşvet yoktur

Avrupa Birliğinde “Rüşvet” yoktur.


Bu kelimeden de hiç hoşlanmıyorlar ve hiçte kullanmıyorlar ama bu kelimeyi kullanmamaları da rüşvet vermiyor veya almıyorlar demek değildir.


Hem alıyorlar, hem de veriyorlar ama usulüne göre ve kitabına uydurarak yapıyorlar bu işi.


AB’de bir menfaat karşılığında “Rüşvet” yerine “Yardım, Hibe, Bağış, Komisyon veya Hediye” gibi tanımlamalar yapılıyor ve buna da hiç kimse itiraz etmiyor, üstelik gocunmuyorlar da. 


Son günlerde KKTC gazetelerinde Avrupa Birliğinin KKTC’de faaliyet gösteren Dernek, Birlik ve özel kişilere yaptıkları “Yardım”ların listesi sayfa sayfa yayınlandı.


Gazetelerimizde yayınlanan bu listeyi görünce aklıma 2002, 2003 ve 2004 yılları içinde KKTC vatandaşlarını bölmek ve o dönemde tartışılmakta olan “Annan Planı”na Kıbrıs Türk tarafından “EVET” oylarının çıkması için adanın kuzeyine akıtılan milyonlarca Dolar ve Avro geldi.


Sınırsızca akıtılan bu paraların kamuflajı da, “İki toplumlu faaliyetler, Hibe, Yardım, Çözüm, Barış, AB’li olmak” ve benzeri gibi kulağa hoş gelen tanımlamalardı. Alan da memnundu, veren de. Oyun bittikten sonra da bu sözlerin içlerinin boş olduğu kısa sürede ortaya çıktı.


Karen Fogg ve Hasan’ları ile birlikte birçok kişi de bayağı ünlenmişti o dönemde. Televizyon ekranlarına biri çıkıyor, diğeri iniyordu. Büyük paralarla mitingler tertipleniyor, AB’nin birçok diplomatı ile önde gelen devletlerin bazı elçileri de fiilen bu mitinglere katılıp destek veriyorlardı.


Sonra da bunun adını “24 Nisan iradesi” koydular, nasıl bir iradeyseydi. Herhalde güdümlü ve yapay bir iradeydi ki, içi fos çıktı ve zamana karşı koyamadığı için yok oldu, bitti.


Şimdi de altı yıldır sonlandırılamayan Avrupa Birliğinin Kıbrıslı Türklere yaptığı 259 milyon Avro’luk “YARDIM” projesi, aniden KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri evvelsinde sonlandırıldı ve yüzde doksan dokuzu da dağıtılıverdi.


Burada dikkat çeken iki önemli nokta var.


Birincisi, bu içten gelen “YARDIM”ların KKTC’ye değil de, sadece 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olan kişilere veya bu kişilerin oluşturduğu “Dernek veya Birlik”lere yapılması.


İkincisi de bu göz yaşartıcı ve Kıbrıslı Türkleri kucaklayan “YARDIM”ların, 18 Nisan’da yapılacak KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri evvelsinde tamamlanması ve neredeyse tümünün de dağıtılması.


Belli ki 2002 yılında Kıbrıslı Türklere oynan oyun gene tezgâha konmuş. 


Bundan sonra KKTC vatandaşlarının aklını çelmek için başlar artık gene “Müzakereler”, “Barış”, “Çözüm”, “Rumlarla Ortak Devlet”, “AB’ye Katılma” gibi cicili bicili ve kulağa hoş gelen ama gerçekleşmesi şimdilik olanaksız olan konularda düzemece toplantılar, seminerler, yurt içinde ve yurt dışında konferanslar, ortak bildiriler, yalan vaatler, gerçekleşmeyecek sözler ve adı “Rüşvet” olmayan ama kendisi gerçekte “Rüşvet” olan para dağıtmalar ve menfaat sağlamalar.


Biz bunları geçmişte yaşamış ve acımasızca cezalandırılmıştık. Umarım bu defa böylesi alçak bir oyuna bir daha gelmeyiz.

1 Mart 2010
AB’de Rüşvet yoktur için yorumlar kapalı
Okunma 41
bosluk
  • Sayfa 3 ile 3
  • <
  • 1
  • 2
  • 3
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar