Rumlar ve Brüksel gerçeği

Rumlar ve Brüksel gerçeği

Hafta başında Cumhurbaşkanı Eroğlu, Avrupa Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle’nin davetiyle Belçika’yı ziyaret etti.


Birebir temas ve iletişim politikada çok önemli.


Eroğlu, Füle’yle yaptığı görüşmede son gelişmeler, müzakereler ve KKTC’ye uygulanan izolasyonlarla ilgili detaylı bilgiler verdi ve ondan da genelde basına yansımayan, her yerde dile getirilmeyen AB’nin Kıbrıs sorunu ve sorunun içindeki detaylarla ilgili önemli bilgiler ve işarlar aldı.


Görüşme içinde ve görüşmeden sonra Füle’nin yaptığı konuşmalar ve değerlendirmeler, Rumları pek tanımadığını ortaya koyuyor, aynen selefi Verhaugen gibi.


O da işin başında Rumların, Almanlar gibi kurallara saygılı, disiplinli, yalan söylemeyen, temiz siyaset güden ve verdikleri sözü tutan “Gerçek Avrupalı” olduklarını sanmıştı ama günün sonunda “Rumlar tarafından aldatıldım” diyerek isyanını ve düş kırıklığını dile getirmişti.


Aynı deneyimi yaşamak sırası şimdi Füle’de.


Avrupa Parlamentosu Hukuk Komisyonu, Rumların birebir çalışmaları sonrasında Doğrudan Ticaret Tüzüğünü, oy çokluğu ile geçme olasılığının yüksek olduğu Avrupa Parlamentosu yerine 10. Protokol bahanesi ile mevcut kuralları çiğneyerek dosdoğru Başkanlar Konseyine gönderdi.


Avrupa Parlamentosu, tarihinde belki ilk kez bu kurumun kendisine verilen bir yetkiyi Konsey’e iade etmesi gibi garip ve garip olduğu kadar da aralarındaki yetki çekişmesini ileride daha da alevlendirecek bir davranışta bulundu.


Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan taslağın zemininin hatalı olduğu yönündeki kararı, Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün artık yürürlüğe konulamayacağı ya da en azından Kıbrıs Türk halkının kabul edebileceği şekilde yürürlüğe konulamayacağı anlamını taşımaktadır.


Çünkü 10. Protokol’un değişmesi oybirliği gerektirmektedir.


Konseyde bu tüzük takılacak veya gündeme bile alınmayarak bir başka bahara bırakılacak. Zaten Sayın Cumhurbaşkanımız da “Ticaret Tüzüğü için “akıbeti meçhul denecek bir noktaya itildi ve bu yıl için gündemden düşmüş sayılıyor” diyerek Tüzükle ilgili durumu gerçekçi bir şekilde ortaya koydu.


Bu aşamadan sonra Avrupa Birliği Komisyonunun Mayıs 2004 tarihinde kararını aldığı Direk Ticaret Tüzüğünün yürürlüğe girmesini beklemek, olmayacak duaya Amin demekten öteye gitmeyecektir.


Mücadele tarzımızı değiştirmemiz gerekmektedir.


Devletimizin ilgili birimlerine ilaveten bizlerin de gönüllü olarak seve seve çalışacak bir “Destek Ekibi” veya “Lobi Ekibi” kurmamız çok doğru bir adım olacaktır.


Rumların bu tür haklarımızı engelleyici girişimlerini ve düşüncelerine karşı ilgili komisyonlara ve üyelerine bilgi akışında bulunacak, gerektiğinde protestolar yazacak, mesajlar gönderecek, gönüllü çalışacak, kalbi KKTC sevgisi ve varoluş duygusu dolu kişilerle bir ekip kurulması gerektiği düşüncesindeyim.


Rumların bizi dünyadan soyutlamak çalışmalarını, insan hakları ihlallerini, eğitim ve spor yapmak haklarımızı engelleme çalışmalarını bıkmadan bu ekip kanalı ile BM’nin ve AB’nin tüm ilgili birimlerine Sivil Toplum Örgütleri olarak bıkmadan usanmadan aktarmalıyız.


Önemli olan artık Rumlar da bizlerle birlikte tek çatı altında yaşamak istemedikleridir.


Rum tarafında sayıları yüzde 20’leri bulan bir grup artık yüksek sesle adada “İki Devlet” olması gerektiğini dile getirmeye başladı ve bu konuda da bir kitap yayınladılar.


Bu gerçeği Rumların dile getirdiği gibi bizlerinde korkmadan dile getirmesi ve ortak bir çalışması yapılması adanın geleceği açısından çok faydalı olacaktır.

29 Ekim 2010
Rumlar ve Brüksel gerçeği için yorumlar kapalı
Okunma 29
bosluk

AİHM’in son mülkiyet kararı

AİHM’in son mülkiyet kararı

Kıbrıslı Rumların 3. Cumhurbaşkanı Yorgo Vasiliu döneminde başlamış olan müzakerelere paralel olarak Rumların kişisel olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde hak arayış çabaları, AİHM’nin dünkü kararı ile sona yaklaştı.


Rumların yıllar süren çabaları, müzakereleri delmek, anlaşma sonunda olası bütünlüklü takasa mani olmak ve müzakerelerde varılacak sonuç ne olursa olsun bireysel olarak KKTC sınırları içindeki taşınmazlarını talep etmek.


Böylece liderler arasındaki anlaşma ne olursa olsun, AİHM kararı ile adanın kuzeyindeki KKTC sınırları içine bir şekilde geri dönmeyi hedefliyorlar.
Bu nedenle de “İki Bölgeli, İki Toplumlu Federasyon” kavramını istedikleri gibi yorumluyorlar.


Rumlara göre “İki Bölgeli”liğin sınırları hayali. Fiiliyatta öyle bir sınır olmayacak ve sınır sadece harita üzerinde idari bölgelerin yetkilerini belirleyen bir çizgiden öteye gitmeyecek. İsteyen Rum, herhangi bir sayısal sınırlama olmadan kuzeydeki Federal Türk Devleti sınırları içinde yaşayabilecek, yerel yönetimlere ve Federal Devletin Temsilciler Meclisine aday olabilecek. Kazanırsa da Rum olsa da kuzeydeki Federal Türk Devletini temsilen Federal Devletin Temsilciler Meclisinde yer alabilecek.


“İki Toplumluk” kavramı ise, 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinde olduğu gibi adada iki toplumun var olduğu gerçeği üzerine kurulu. Hiçbir şekilde adanın kuzeyinde sadece Kıbrıslı Türklerden oluşacak bir “Kıbrıs Türk Federal Devletini” ve “İki Bölgeli”liği kabul etmiyorlar.


Bunun için de AİHM’ye başvurarak, müzakereleri sürdüren Rum lider bir şekilde anlaşmak zorunda kalıp kabul etse bile, kuzeyde kurulacak “Kıbrıs Türk Federal Devleti”nde sadece Türklerin mülk sahibi olmasının önüne geçmeye çalışıyorlar.


Elbette ki, 1964’de, 1967’de ve 1974’de olduğu gibi adadaki Kıbrıs Türk varlığını yok saymaları bir gün gene geri tepecek ve bu gün mevcut olan durum da ortadan kalkacak.


Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ünlü “Dimopulos” kararı tarafından bağlayıcılığı bulunmadığı için KKTC Taşınmaz Mal Komisyonu’na havale etmediği 19 Kıbrıslı Rum başvurusu için dün tazminat miktarını belirleyen kararını da açıkladı.


Mahkeme geçen sene söz konusu davalar ile ilgili verdiği kararlarda 19 davanın tümünde mülkiyetin korunması hakkının ihlalinin sürdüğü, davaların 11’inde de ayrıca özel ve aile yaşama saygı hakkının da ihlal edildiğini açıklamıştı.


Aradan geçen bir yıllık sürenin sonunda da söz konusu davalara ilişkin tazminat tutarlarını da belirledi. Buna göre, davacılara maddi ve manevi tazminat olarak toplam 15 milyon bin 498, mahkeme masrafları olarak da toplam 160 bin 375 Euro ödenecek.


AİHM’nin, hem bireyler hem de şirketlerce de yapılan şikayetlere ilişkin bu davalarda belirlediği tazminat tutarları 5 milyon 125 bin 629 ile 30 bin Euro arasında değişiyor


Kapalı bölge Maraş’taki taşınmaz malları için Maraş Kökenli Rumlar ve Lordos ile ilgili olanı da gelecek hafta açıklayacak.


Özellikle Lordos davasının sonrasında Maraş’ın Abdullah Paşa ve Lala Mustafa Paşa Vakıflarına ait olduğu ve EVKAF tarafından yönetilmesi gerektiğini içeren Türk iddialarına da yeni bir kapı açacak ve yeni bir statü kazandıracak.


AİHM’in gerek Lordos davası gerekse 19 Kıbrıslı Rum başvurusuna ilişkin kararlarını açıklayarak, Kıbrıslı Rumların AİHM başvuruları dönemini kapatmayı planlıyor. Tüm başvurular önce (KKTC) Taşınmaz Mal Tazmin Komisyonuna yapılacak, itirazlar KKTC Yüksek İdare Mahkemesine iletilecek, gene de mutabakat sağlanamaz ise son aşama olarak başvuru AİHM’ye yapılacak. 


Şimdi AİHM’in gündeminde bulunan bin 500 Kıbrıslı Rum başvurusunu tek tek ele alıp başvuru red kararlarını ilgili Avukatlık bürolarına göndermeye başladı.


AİHM’nin bu son kararı ile Maraş Kökenli Rumlar ile Lordos’a ödenecek tazminatlar, aynen güneydeki Kıbrıs Rum Hükümetinin zorla istimlak ettiği Kıbrıslı Türk Mallarına bedellerini “Liderler arasında varılacak bir çözüm anlaşmasından sonra ödeyecekleri” taahhüdüne benzer bir taahhüt ile “Anlaşmadan sonra” ödenmesi en doğru yol olacaktır, tabii söz konusu mülkler Osmanlı Vakıf malları değillerse.

27 Ekim 2010
AİHM’in son mülkiyet kararı için yorumlar kapalı
Okunma 74
bosluk

Hristofyas Müzakereye Ne Kadar Yetkili

Hristofyas Müzakereye Ne Kadar Yetkili

Rum Lider Dimitris Hristofyas’ın 17 Şubat 2008 seçimlerinden sonra ciddi bir şekilde siyasi kayıba ve güven kaybına uğradığı açık ve net olarak göze çarpmaya başladı. İşin ilginç yanı, benim değerlendirmelerime göre şu anda Hristofyas müzakereleri “Kerhen” sürdürüyor.


Elinde dikkate alınacak bir yetkisi, arkasında da çoğunluk desteği kalmadı.
“Üçlü Paket” diye sattığı ama gerçekte tüm 1974 Rum göçmenlerinin geri dönmesi ve toprakların tümünün iade edilmesi talebi olan önerisi, ki bu öneri hem BM’nin çözüm parametrelerine aykırıdır hem de Türk tarafınca asla kabul edilemezdir, Rum siyasi partiler ve Rum halkı tarafından da kabul görmemiştir.


Hristofyas’ın Üçlü paket önerisi sadece Genel Başkanı olduğu AKEL tarafından desteklenmektedir.  Ana Muhalefet Partisi DISI Başkanı Nikos Anastasiadis, Hristofyas’ı Kıbrıs sorununu herkesin bilgisi dışında kendi başına yönetmekle, mülkiyeti Rum Ulusal Konseyi’ne bilgi vermeksizin müzakere etmekle ve önerilerini değiştirmeye hazır olduğunu söylemekle suçlamakta.


Buna ilaveten de Kıbrıs’ın Kuzeyi’nde katışıksız bir Türk bölgesi, adanın güneyinde ise karma bir durum yaratılmasına doğru gidildiğini ve bunun bertaraf edilmesi gereken büyük bir tehlike olduğunu dile getirerek Hristofyas’a destek vermediğini açık ve net olarak ortaya koyuyor.


KS EDEK, 2010 yılının ilk ayları içinde Hristofyas’ın tutumunu ve müzakerelerdeki gidişatını beğenmediği için koalisyondan ayrıldı ve “Halkı Bilinçlendirmek” misyonu ile sokağa indi. EDEK’in sokak çalışmaları sonucunda şimdi Rumların yüzde 80’i Türkiye’nin garantörlüğünü, yüzde 62’si dönüşümlü başkanlığı, yüzde 71’i TC kökenli KKTC vatandaşlarının çözüm sonrasında adada kalmasını, yüzde 94’ü de Türk askerinin her hangi bir gerekçe ile adada olmasını istemiyor.


Şu anda iktidardaki AKEL’in koalisyon ortağı olan DIKO ise hem nala hem de mıha vuruyor. Hristofyas’ın “Üçlü Paket” önerisini Türklere aşırı tavizler veren öneriler olarak tanımlayan DIKO, müzakerelerde sağlanan uzlaşı noktalarının müzakereleri sürdürmeye olanak sağlayacak düzeyde olmadığını ileri sürüyor.


EURO.KO ise iyice sapıtmış durumda. BM’nin Kıbrıs Parametrelerinin temelini oluşturan “İki bölgeli, iki toplumlu federasyon çözümüne” karşı olduğunu her fırsatta dile getiriyor ve Hristofyas’a karşı ağır bir muhalefet yürütüyor.


Avrupa parlamentosu içindeki “Yeşiller Grubu” üyesi olan ama kendileri Mussoli’nin faşist taraflarının giydiği siyah gömlek gibi simsiyah olan aşırı sağcı “Çevreciler ve Ekologlar” partisi ise adada bırakın Türkiye’nin garantörlüğünü ve askerini, Kıbrıslı Türkleri bile istemeyen bir siyasi parti.


Türklerle ortak bir “Federal Devlet” kurulmasına karşı olmalarına ilaveten, neredeyse Türklerle konuşan Rumlara bile “Niye bir Türkle konuştun” diye karşı çıkmak mantığındalar.


Rum siyasi partileri içinde müzakereleri destekleyen ve Türklerle ortak bir Federal Devlet kurmaya istekli sadece EDİ “Birleşik Demokratlar” partisi. Onların da sesleri, oyları kadar çıkıyor, yüzde 0.45.


Görüldüğü gibi Hristofyas’ın arkasında AKEL’den başka bir siyasi güç yok.  Artık Rumların tümünü temsil etmiyor. Önerileri Rum siyasi partiler tarafından da benimsenmemiş. AKEL dışında tüm Rum Siyasi partileri Hristofyas’ın önerilerine karşı çıkıyor.


Buna ilaveten Rum Ulusal Konseyi ve Rum Ortodoks Kilisesi de Hristofyas’a karşı ve müzakerelerdeki tutumunu tasvip etmiyor. KKTC’de ise durum farklı.


Cumhurbaşkanı Eroğlu, sunduğu Mülkiyet önerilerinde tüm siyasi partilerin onayını ve desteğini almış durumda. Garantör ülke olan Türkiye Cumhuriyeti ile de uyum içinde çalışıyor. Bu nedenle de müzakerelerde emin adımlar atıyor ve sağlam girişimler yapıyor.


Hristofyas’ın müzakereleri sürdürmeye ne denli yetkili olduğu, temsiliyetininde ne kadar olduğu artık sorgulanmalı. Zaten masada da “Kerhen” oturuyor.


Yapabileceği bir şey yok, Eroğlu ile mutabakata varabilecek yetkisi ve siyasi desteği de yok.

25 Ekim 2010
Hristofyas Müzakereye Ne Kadar Yetkili için yorumlar kapalı
Okunma 27
bosluk

İngiliz Vatandaşlarımız

İngiliz Vatandaşlarımız

Ünlü Çanakkale savaşından sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün, Çanakkale topraklarında ölen ANZAK askerleri ile ilgili asker analarına gönderdiği bir mektup var.


“Bu memleketin topraklarında kanlarını döken İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı, Hintli kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”


Bu satırları her okuduğumda hem gözlerim yaşarır, hem de bir insan nasıl bu denli büyük, nasıl bu denli düşmanına karşı hoşgörülü olabilir diye de düşünürüm.


Şimdi bu mektubu, dünya güzeli küçücük ülkemizi vatan seçip, emeklilikleri için biriktirdikleri paraları ile ülkemizde ev alan ve hayatlarının sonbaharını mutlu ve huzurlu bir şekilde geçirmek için aramızda yaşayan İngiliz “vatandaşlarımıza” uyarlayın.


Cümle içinde “vatandaşlarımız” kelimesini kullandım ama pek çoğu da maalesef  daha vatandaşımız bile değil. Ne hırsızlıkları var ne de uğursuzlukları.


Tam tersine ekonomimize birer tüketici olarak bitmeyen katkıları var.
Zaman zaman faaliyetler yaparlar ve Hastanelerimize ve benzeri kuruluşlara yardım ederler. Türkiye’de on sene evvel yaşanan deprem felaketinde aralarında para toplayıp yardım dahi göndermişlerdi. Ama az ama çok. Önemli olan davranışları.


Bu “İngiliz vatandaşlarımız”ın bazıları maalesef bazı üç kağıtçı müteahhitler tarafından kandırıldılar. Paralarını bir tamam ödedikleri ve güle oynaya satın aldıkları evleri ipotekli çıktı. Müteahhit borcunu ödemediği için alacaklı banka konuyu mahkemeye aktardı ve ipotekli arazi mahkeme kararı ile üzerindeki evlerle birlikte satışa çıkarıldı.


Banka açık arttırmada en yüksek parayı vererek araziyi borca karşılık satın aldı ve İngilizlerin evleri de yasal olarak kendi sahipliliklerinden çıktı. Şimdi bu “İngiliz vatandaşlarımız” haklarını aramak peşindeler.


Cumhurbaşkanımıza, Başbakanımıza, Bakanlarımıza, Milletvekillerimize ve basınımıza konuyu aktardılar, Mahkemelerimize başvurdular, AİHM’ye başvurmaya hazırlanıyorlar ve son olarak da “Mumlarla sessiz bir yürüyüş yapmak” istediler.


İlgili dairemiz de bu yürüyüşün yapılmasına izin vermedi. Gerekçe de, KKTC’de yürüyüş yapmak, miting düzenlemek, Meclisimize saldırmak, Bakanlara pet şişe fırlatmak sadece KKTC vatandaşlarına ait bir hakmış, yabancılar sessiz de olsa yürüyemezlermiş….


Bu gerekçeyi duyunca aklıma Atatürk’ün yukarıdaki mektubu geldi. Vatandaşlarımız olamamış “İngiliz vatandaşlarımız”, vefat ettiklerinde KKTC toprağındaki İngiliz Mezarlığına gömülüyorlar.  


Atatürk’ün mektubundaki 2. Paragrafı günümüze, bir tek kelime değişikliği ile uyarlayabilir ve “Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Kıbrıslı Türklerle yan yana koyun koyunasınız.” şeklinde yazabiliriz.


Bizlerle bu toprakları paylaşan, acı ve tatlı günlerimizde yanımızda olan İngiliz vatandaşlarımıza haksızlık ediyoruz.


Bizlerin görevi bu “vatandaşlarımıza” yardımcı olmak, konut sorunlarını çözmek ve onları bağrımıza basmaktır. Bırakın yürüsünler. Bırakın protestolarını dile getirsinler.


Vatandaşlarımızı kucaklamalıyız, buraya vatan sayıp yerleşen ama hala daha vatandaşımız olamamış İngiliz de olsalar.

22 Ekim 2010
İngiliz Vatandaşlarımız için yorumlar kapalı
Okunma 71
bosluk

AB Adaletine Ne Oldu

AB Adaletine Ne Oldu

Avrupa Parlamentosu Hukuk İşleri Komitesi’nin 18 Ekim 2010 tarihinde Strasbourg’da Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün hukuksal zemini konusunda almış olduğu karar üzücü boyutlarda. Buna AB’nin yüz karası da denebilir.


 Karar KKTC limanlarından AB ülkelerine ticareti öngören Doğrundan Ticaret Tüzüğüne ilişkin “hukuki zemininin doğru olmadığı” ve 10. Protokol’un bu zemini oluşturduğu şeklinde.


Kıbrıs ile ilgili 10. Protokol’un birinci maddesinin birinci ve ikinci alt maddeleri de aşağıdaki gibidir.


1. AB müktesebatının uygulanması Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkin kontrolü dışında bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait bölgelerde askıya alınacaktır. 


2. Konsey, birinci paragrafta belirtilen askıya alınmanın kaldırılması için Komisyondan gelecek bir öneri üzerine oybirliği ile karar alacaktır.


Yani 10. Protokolun değişebilmesi için Kıbrıs Rum Cumhuriyeti dahil tüm üye ülke devlet başkanlarının “Evet” demesi gerekmektedir. 


Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan taslağın zemininin hatalı olduğu yönündeki karar, Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün artık yürürlüğe konulamayacağı ya da en azından Kıbrıs Türk halkının kabul edebileceği şekilde yürürlüğe konulamayacağı anlamını taşımaktadır.  Çünkü 10. Protokol’un değişmesi oybirliği gerektirmektedir.


Avrupa Parlamentosu Hukuk İşleri Komitesi’nde alınan bu son kararın üzücü tarafı AB’nin saygınlığına gölge düşürecek nitelikte olması.


Belli ki Avrupa Parlamentosu Hukuk İşleri Komitesi’nde “Adalet” yok siyaset ve entrika var ve Doğrudan Ticaret Tüzüğü de artık yürürlüğe konamayacak. Hukuk İşleri Komitesi’nin bağlayıcı olmasa da tavsiye niteliğindeki bu kararı bunu söylemekte.


İşin ilginç yanı, Avrupa Birliği içinde Konsey ve Avrupa Parlamentosu aynen kedi köpek gibi çekişmektedir. Avrupa Parlamentosu “en yüksek nihai makam benim” derken, Konsey “En yüksek benim” demekte ve kendi aralarında bir yetki savaşı sürdürmektedirler.


Doğrudan Ticaret Tüzüğü altı yıl gibi uzun bir süre ertelendikten ve Kıbrıslı Türklerin umudu kırıldıktan sonra 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması hükümleri uyarınca yeniden gündeme gelmiş ve fırsattan istifade Avrupa Parlamentosu da Konsey’e ilaveten bu konuda söz söyleme hakkını elde etmişken iki gün evvel Hukuk İşleri Komitesi’nde alınan bu karar, Avrupa Parlamentosu tarihinde belki ilk kez bu kurumun kendisine verilen bir yetkiyi Konsey’e iade etmesi gibi garip ve garip olduğu kadar da bu çekişmeyi ileride daha da alevlendirecek bir durum ortaya çıkarmıştır.


  Yaklaşık yirmi yıl boyunca sorunsuz olarak yapabildiğimiz ancak 1994 yılında Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD) tarafından alınan karar sonucu engellerle karşılaştığımız AB ile ticaret konusunda bu adımın atılamamış olması ve Kıbrıs Türkü’nün altı yıldır boş yere bekletilmesi, AB’nin verdiği sözleri yerine getirmekteki isteksizliğini ve acizliğini göstermesi bakımından çok önemlidir.


Avrupa Parlamentosu Hukuk İşleri Komitesi’nin 18 Ekim 2010 tarihinde Strasbourg’da Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün hukuksal zemini konusunda almış olduğu bu karar Kıbrıs Türk halkıyla AB arasında ciddi bir güven krizi yaratacağı kesindir.


Belli ki Birleşmiş Milletler zemininde devam eden müzakerelere, AB’nin olumlu bir katkısı olamayacak ve bu karar bırakın olumlu etkiyi, adanın bölünmüşlüğüne benzin dökecektir.


Rumlar, AB’de verdikleri “Kıbrıslı Türkleri ambargolarla dünyadan soyutlayalım ve Rum idaresini kabule zorlayalım” mücadelesi sonucunda aynen 1974’de olduğu gibi “Enosis isterlerken adanın üçte birini Kıbrıslı Türklere kaptırmışlardı” şimdi de  “Dimyata giderken evdeki bulgurdan olacaklar” ve adanın kuzeyinde Kıbrıslı Türklerin yaşadıkları bölgeleri ebediyen kaybedeceklerdir.


Gözüken köy kılavuz istememektedir. Elbette ki Türkiye ve Kıbrıslı Türkler bu engelleri de birlikte aşacaklardır.


Avrupa Birliği’nin, içerisine almış olduğu bölünmüş bir ülkeye ilişkin politikalarını yeniden gözden geçirmesinin zamanı gelmiş ve artık geçmektedir.

20 Ekim 2010
AB Adaletine Ne Oldu için yorumlar kapalı
Okunma 46
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar