Arınma Semineri (1)

Arınma Semineri (1)

Cumartesi günü Yakındoğu Üniversitesindeki derslerim bittikten sonra bir görüşme yapmak amacı ile adamızın önde gelen Turizm tesislerinden biri olan Acapulco Otel’e (AcapulcoResort-Convention-SPA) gittim.


Otelin lobisinde yaptığım görüşmeden sonra gitmeye hazırlanırken bir seminer vermek üzere orada bulunan eski dostum Fizyoterapist Musa Kocatepe ile karşılaştım.


Hoşbeşten sonra beni seminerine dinleyici olarak katılmaya davet etti.


Kaç zamandır katılmak istediğim ama her seferinde de bir takım işlerin öncelik alması nedeni ile katılamadığım ve benim çok önemsediğim seminerlerden bir tanesiydi bu ve hiç düşünmeden“evet” dedim.


Birlikte koridorlardan geçip seminer odasına geldik.


Girişteki pano üzerinde “Arınma Semineri” yazıyordu.


Kapıyı açtığımda adeta şok oldum.


Çizgi filmlerde bazen görürüz.


İçi su dolu bir odanın kapısı açıldığında içerdeki suların, açılan kapıdan adeta tsunami dalgası gibi büyük bir sel şeklinde dışarı doğru fışkırmasına benzer bir şekilde bu kapıdan da aynı şekilde müthiş yoğunlukta bir “Pozitif Enerji” seli dışarı doğru aktı ve beni adeta sarıp sarmalayıp yuttu.


Benim vücudum adeta sönmeyen bir volkan gibi hiç durmadan pozitif enerji ürettiğinden,bu enerjinin varlığını çok yakından biliyorum ve hemen de ayırt edebiliyorum.


Odaya adımımı attığım vakit,duvar boyunca halı kaplı zeminin üzerine serilmiş temiz battaniyelerin üzerinde en rahat kıyafetleri ile oturmuş katılımcıları gördüm.


Bazılarını tanıyordum ve hepsi de saygın kişilerdi.


Kimi özel sektör yöneticisi veya çalışanı, kimi üst veya orta düzey kamu görevlisi, kimi de politikaya yakın kişilerdi.


Başlarının üzerinden tavana doğru “Pozitif enerji” dalgaları yükseliyordu.


Ve bu enerji akımı tavana çarptıktan sonra aşağıya doğru yön değiştirip odanın her tarafını kaplıyordu.


İlk işim hemen ayakkabılarımı çıkarıp, bir battaniye alarak aralarına katılmak oldu.


Müthiş etkilenmiştim.


Semineri veren Musa bey çok yetenekli bir kişi. 


Çok donanımlı ve bilgisi, çalışmaları, deneyimleri ile yeteneklerini zaman içinde birleştirmeyi başarabilmiş.


ReikiMaster’i, NLP Master trainer’i, Hipnoz Master trainer’i, NLS trainer’i, CertifiedCoach ve Yaşam Koç’u. Hepsini bir koltuğuna sığdırmış, hem de eksiksiz.


“Master” kelimesi “Usta”, Trainer “Eğitici”, Certified “Belgeli veya Diplomalı”,   Coach ise “Koç veya Çalıştırıcı” manasında kullanılmakta.


Musa beyin diğer çalışmaları I-Ching, Meditasyon, Karuna REIKI, Ra-sheeba, Zihin Bilim, Pranik Şifa, Sezgi, CranioSacralOsteopati.


Bunlardan sadece “Arınma ve Re-shaped DNA (Yeniden şekillendirilmiş DNA)” konusu ele alınmıştı bu seminerde.(DNA “Deoksi Ribo Nükleik Asit” isimli bir tür molekül grubunun kısaltılmış ismidir.)


Musa bey, 2007’de geliştirdiği Re-shaped DNA tekniği ile tüm Türkiye’de seminerler düzenleyerek aktivasyonlarını gerçekleştirmekte.
Hiçte yabancı biri değil aslında.


Bizler gibi Kıbrıslı ve 1969 Kıbrıs doğumlu.


Cuma günü sabah başlayan, Cumartesi günü bütün gün ve gece de iki saat yapıldıktan sonra pazar günü gün boyu devam eden seminerin Pazar günkü bölümüne adeta koşa koşa katıldım.


Beni en çoketkileyen, odaya hâkim olan sevgi fırtınası ve “pozitif enerji” yoğunluğu oldu. 


“Re-shaped DNA” uygulamasını ise beynimde somut bir şekilde hissettim.


“Re-shaped DNA”,çok yüksek frekansta enerji kullanılarak, DNA’ların amaca ve değişen dünya titreşimine uyumlamak için aktive edilerek yeni şekillendirilmesine deniyor.


Tabii “yüksek frekansta enerji” derken, elektriğe takılan bir aygıtın olduğu düşüncesine sakın kapılmayın.


İnsan beyni tarafından, daha doğrusu Musa beyin beyni tarafından yaratılan “yüksek frekanslı enerji” dalgaları bunlar.


Ve ben bu “yüksek frekanslı enerji”yi,şakaklarımdan içeri girerek alnıma doğru yükseldiğini yoğun bir şekilde, 4-5 saat boyunca hissettim.


Tabii diğer katılımcılar da.


“Re-shaped DNA” uygulaması insan vücudunu Fiziksel, Duygusal ve Spritüal(Ruhsal) olarak etkiliyor ve değişimlere uğratıyor.


Bir sonraki yazımda, bu etkilerden ve seminerin diğer bölümleri ile bu bölümlerin içeriğinden bahsedeceğim.


Bu konu hakkında benim sizlere aktarabildiğim amatörce kişisel bilgilerden öteye profesyonelce bilgiler almak isteyen okuyucularım Musa Kocatepe beye 0542 421 3860 ve 0312 428 2822 numaralı telefonlardan ulaşabilir.

30 Mart 2011
Arınma Semineri (1) için yorumlar kapalı
Okunma 836
bosluk

Kuzey Kıbrıs Hava Yolları

Kuzey Kıbrıs Hava Yolları

1974 Ekiminde kurulan KTHY, uçuşlarına  T.C. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün 21 Haziran 2010 tarihli yazısı ile son vermek zorunda kalmıştı.


Büyük umutlarla kurulan KTHY bence çok başarılı bir yaşam sürdü. KTFD’ye ve KKTC’ye büyük hizmetler yaptı ama sonu çok üzücü oldu.


Düşüş KTHY’nin 2005-2009 yılları arasında siyasi bir kararla profesyonel yöneticilerin elinden alınarak amatör yöneticilerin eline verilmesiyle hızlandı ve performansında da büyük düşüşler ve gerilemeler ard arda gelmeye başladı.


2010 yılına gelindiğinde de KTHY’nin karşılaştığı mali sorunlar nedeni ile oluşan yüksek zararların, KKTC bütçe olanaklarıyla karşılanamaz hale gelmesi yeni tedbirlerin alınmasını gerekli kıldı.


Yıllar içinde KTHY sürdürülebilir bir yapıdan uzaklaştırıldığı için Bakanlar Kurulu 18 Mayıs 2010 tarihinde radikal bir karar alarak ortak bulma çalışmaları başlatmak zorunda kaldı.


Artık iflas ve batış kapıyı çalmaya başlamıştı.


Ya radikal  kararlar alınacak ya da şirket batacaktı.


“İstekli olmadığı halde” zorla Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin ricası ve baskısı(!) ile ortaklığa itilen Türk hava Yolları (THY) yaptığı kapsamlı araştırma sonucunda bir takım tedbirlerin alınması koşulu ile ortak olacağını belirterek yeniden yapılanma için yeni bir süreç başlattı.


Bu sürecin iki ana öğesi, giderleri kısmak ve kasaya sıcak para koymaktı.


THY 20 milyon dolarlık katkının ilk yarısını kasaya koyarken giderlerin azaltılması için de 135 yer personelinin daha evvel KTHY’ye aktarıldıkları CAS (Cyprus Airport Services) şirketine geri gönderilmesi kararı alındı.


İşte KTHY’ye son darbe bu aşamada sendika tarafından vuruldu.


Kendilerini dokunulmaz zanneden sendikacılar, Kıbrıs Türk Hava Yollarının giderlerini azaltarak kurtarılması yolunda yapılan kurtarma planı uyarınca CAS (Cyprus Airport Services) şirketine devredilen 135 kişinin tekrar KTHY’na geri alınması için organize ettikleri grevlerle, yolculara ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hava yolu taşımacılığına ağır darbe vurmaya başlayınca, söz konusu personel geri alınmak zorunda kalındı.


Bu durumda THY’de, KTHY’den elini ayağını elini ayağını çekmiş, uçaklarına bakım yapamayacak hale gelen KTHY de,  T.C. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün 21 Haziran 2010 tarihli yazısı uyarınca önce uçamamış sonra da batmıştı.


KTHY’nin Haziran ayında batışı, benim gibi sadece yolcu olmaktan öteye gitmeyen insanların yaşamlarında büyük değişiklilere neden olmamıştı. Alternatif uçak şirketleri olduğundan ulaşımlar onlarla sürdürülmüştü ama KKTC’nin ana gelir kaynaklarından biri olan Turizme vurduğu darbe çok büyük oldu.


Tam turizm sezonunun başladığı dönemde aylar önce yapılan rezervasyonların aniden havada kalması, yolcuların gelememesi ve gidememesi birçok oteli ve işletmeyi çok zor durumda bıraktı.


KTHY ve KKHY ile ilgili, daha doğrusu Milli Hava Yolumuz(!) ile ilgili bilgileri aldığım dostlarım, arkadaşlarım, tanıdıklarım var üst düzeyde görevlerde bulunan.


Orta eğitimimi neredeyse her yıl, Kıbrıs’taki ortaokul ve liselerin bir başka  şehrinde olanında yaptığımdan, son on yıldır tüm üst düzey yöneticilerin neredeyse yarıdan fazlası benim sınıf arkadaşım.


Özel şirket sahipleri de öyle.


Bu nedenle hem içerden(!) hem de dışardan(!) sağlıklı bilgiler alabiliyorum.


KKHY ile aldığım bilgiler pek parlak değil.


KKHY halen daha tescil edilmiş değil diyorlar.


Bu iddia ne kadar doğru bilmiyorum ama KKHY’nın Mart ayı sonunda uçamayacağı artık kesin.


Şimdilerde Haziran’da uçacak deniyor ama, Mart sonu ile Haziran sonu arasındaki doksan gün havacılıkta o kadar kısa bir zaman dilimi ki, bu işin ustaları KKHY Haziran sonunda da uçamayacak iddiasında.


Gösterdikleri hedef Eylül 2011.


KKHY’nin 2011 Turizm sezonuna yetişememesi demek geçen sene yaşanan sıkıntıların aynısının bu sene de yaşanacağı demektir.


Bir başka sıkıntı daha var.


Daha pek su yüzüne çıkmadı ama yakında çıkabilir.


KKHY’nin özel sektör ortakları bu gidişattan çok memnun değiller, mutlu da değiller.


Kapana kısıldıkları düşüncesindeler.


Umarım ben yanılıyorumdur ve her şey de yolunda gider.

28 Mart 2011
Kuzey Kıbrıs Hava Yolları için yorumlar kapalı
Okunma 251
bosluk

İKÖ Barış Gücü

İKÖ Barış Gücü

Libya’daki halk hareketi ve başta Fransa olmak üzere ABD ile İngiltere’nin Libya’ya müdahalesi, son yarım asırdır birtakım kemikleşmiş alışkanlık ve uygulamaları da değiştireceğe benziyor.


Arap ülkelerinin ve İslam Konferansı Örgütü’ne üye ülkelerin homurtusu iyice duyulmaya başladı.


Türkiye NATO içindeki gücünü net olarak ortaya koydu ve açıkçası İslam ülkelerinin liderliğine oynuyor.


Daha doğrusu oynamıyor, Arap ligi kendisinden liderlik yapmasını bekliyor ve oraya doğru da itekliyor.


Geçmiş yıllarda Arap ülkelerinin lideriyim diyen Mısır’dan günümüzde artık hayır yok.


Bırakın liderlik yapmayı, bütün kurumları ile doğru dürüst faaliyet gösterebilen bir devlet görünümü bile yok Mısır’da.


Türkiye, Libya’ya yönelik operasyonun komuta ve kontrol sisteminin tamamıyla NATO tarafından üstlenilmesini ve sadece NATO yetkililerince koordineli olarak yürütülmesi konusunda ısrarlı.


Özellikle Fransa’nın kendi başına hareket etmesini istemiyor Türkiye.


Fransa zaten insan haklarını ihlalde ve soykırım konusunda sabıkalı.


Hem de ne sabıka.


II. Dünya savaşında Fransa’ya bağımsızlık sözü karşılığı yardım eden Cezayirlilerin 28 Ağustos 1955 tarihinde bağımsızlık istekleri ile başlayan halk hareketi Fransızlar tarafından bir buçuk milyon Cezayirlinin katledilmesi ile son bulmuştu.


Rwanda’da 6 nisan1994 yılında başlayan iç savaşta, iktidardaki Hutu’ların Fransa’nın da desteği ile sistematik bir biçimde Tutsi azınlığa karşı başlattıkları soykırım, yaklaşık 1 milyon Tutsi’nin katledilmesi ile son bulmuştu.


Bu olayda başta Fransa Cumhurbaşkanı olmak üzere 30 Fransız politikacı ve yönetici mahkeme edilmiş ve suçlu bulunmuştu.


Suçlu bulundular ama maalesef cezalandırılmadılar.


Aynı şekilde Fransa, Bosna’da da on binlerce Müslüman erkeğin öldürülmesine ve on binlerce Müslüman kadına da tecavüz edilmesine ön ayak olmuştu.


Olmuştu da BM’nin müdahale kararı ve NATO’nun da askeri müdahalesinden sonra ikiyüzlülüğün en güzel örneğini sergileyerek ilk insani yardım uçağını gönderen ülke olmuştu.


Libya’ya saldırıları ilk başlatan Fransa, NATO’nun komuta-kontrol kapasitesinden ve çok uluslu misyonları yürütme yeteneğinden faydalanılırken siyasi kararları Paris-Londra öncülüğünde uluslararası koalisyonun almasını istiyor.


İstiyor istemesine de birçok ülkenin şüpheyle yaklaştığı, çok sayıda sivilin öldürüldüğü ve Fransa İçişleri Bakanı Claude Gueant tarafından “Haçlı Seferi” olarak nitelendirdiği böylesi bir saldırıda, NATO’nun payanda olarak kullanılmasına karşı çıkan Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 1973 sayılı karar çerçevesinde Libya’ya karşı sürdürülen operasyonun BM Güvenlik Konseyi prensipleri etrafında ateşkesi sağlayıcı, sivil kayıpları önleyici nitelikte olması ve operasyonun komuta ve kontrol sisteminin de tamamıyla NATO tarafından üstlenilmesi gerektiğini talep ediyor.


Görüşmeler iyice çıkmaza girmiş durumda.


En adil ve hakça çözüm belki de, İKÖ üyesi Arap ülkelerinin bir “Arap Barış Gücü” oluşturarak Libya’ya göndermesi ve Irak’ın işgalinden sonra ABD’nin Irak’ı yağmalamasının benzeri bir olayın Libya’da yaşanmasını önlemek olacaktır.


ABD, Fransa ve İngiltere’nin iddia ettiği gibi Libya’ya “Barış, Demokrasi ve İnsan Hakları” getirilecekse, bunu Libya’nın petrolünde gözü olmayan İKÖ üyesi ülkelerin oluşturacağı bir “Yönetim” yapmalı.


Artık Batı’nın, petrolün bulunduğu Müslüman ülkelerde “Demokrasiye geçiş” adı altında yapay karışıklıkları çıkarmasına dur denmesinin zamanı gelmiştir. 


Birleşmiş Milletlerin Kuruluş Yasası ve Güvenlik Konseyi’nin de oluşumu tartışmaya açılmalı, çağımızın “İnsan Haklarına” uygun yeni yapılanmalara gidilmelidir.

25 Mart 2011
İKÖ Barış Gücü için yorumlar kapalı
Okunma 37
bosluk

Libya ve BM müdahalesi

Libya ve BM müdahalesi

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 18 Mart’ta, Libya’ya karşı hava sahasını kapatma, yaptırımlar uygulama ve askeri saldırı kararı aldı.


Kararın gerekçesi ise “sivilleri korumak”mış.


Libya’yı parçalamak ve çıkan petrolü denetim altına almak denseydi daha doğru olurdu.


19 Mart tarihinde başlayan uluslararası askeri koalisyonun hava operasyonları şiddet ve saldırı içerdiği için, savaşa dönüşme riski de oldukça yüksek.


Özellikle Fransa’nın bu saldırıları da tek başına başlatması da bir tesadüf değil.   


Fransa’da aşırı sağcı “Ulusal Cephe” (FN) Pazar günü yapılan yerel seçimlerden güç kazanarak çıktı.


Babası Jean Marie le Pen’den aşırı sağcı “Ulusal Cephe”yi devir alan  Marine Le Pen’e verilen destek (%15.26), Nicholas Sarkozy’in partisi merkez sağ “Halk Hareketi Birliği”ne (UMP) verilen desteğe (%17.13)çok yakın.


Aradaki fark sadece yüzde 2’den bile az.


Ana muhalefet partisi olan Sosyalist Parti (PS) ise yüzde 25,11 oyla ilk sıraya yerleşti.


Sonuçlar, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin partisinin halk desteğini kaybettiğini gösteriyor.


Le Pen’in Ulusal Cephe’si 400’e yakın seçim bölgesinde Sarkozy’nin Halk Hareketi Birliği’nden fazla oy alarak ikinci tura katılmaya hak kazandı.


Bu seçim çevrelerinde Ulusal Cephe, Sarkozy’nin partisi ile değil Sosyalist Parti ile yarışacak.


Bu yerel seçimler gelecek yıl Nisan ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde önemli bir sınav olduğundan ve de geçtiğimiz haftalarda yapılan bir kamuoyu yoklamasının, gelecek yılki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sarkozy’nin Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen’in gerisinde kalacağını ve büyük bir olasılıkla da ikinci tura kalamayacağını işaret etmesi belli ki Sarkozy’nin paçalarını tutuşturmuş, Sarkozy, Fransız’ların milliyetçi duygularına hitap etmek ve “Ulusal Cephe”ye gidecek oyları kendi tarafına çekmek için “Halk Kahramanı” olmak yolunu seçmiş anlaşılan ve BM GK tarafından alına müdahale kararından sonra daha “Komuta Merkezi” bile oluşturulmadan Libya’ya da ilk saldırının Fransız Hava Kuvvetleri tarafından yapılması kararını vermiş.


Fransız halkı bu zokayı yutar mı, o da ayrı bir konu.


Libya’da gelişen olaylar ve yaşanan dış müdahale, BM gerçeğini de bir kez daha gözler önüne serdi ve dünya kamu oyunun gündemine getirdi.


26 Haziran 1945 yılında San Fransisko’da imzalanan BM Kuruluş sözleşmesi 24 Ekim 1945 tarihinde de yürürlüğe girmişti.


2. Dünya savaşının galiplerinin kim olduğuna bakılarak kurulan BM’de, Güvenlik Konseyi de tamamen galip taraflarca oluşturulmuş ve askeri müdahalelerde, 5 daimi üyenin kararları geçerli olmuştur.


BM Güvenlik Konseyi, 18 Mart’ta, Libya’ya karşı hava sahasını kapatma, yaptırımlar uygulama ve askeri saldırı kararını, Çin’in ve Rusya’nın Çekimser oylarına karşılık ABD, İngiltere ve Fransa’nın “Evet” oyları ile almış ve kararın mürekkebi daha kurumadan da Fransa saldırıya geçmişti.


Belli ki, Amerika, İngiltere ve Fransa kendi çıkarları doğrultusunda, 192 ülkenin üye olduğu Birleşmiş Milletler kuruluşunu tepe tepe kullanmaktadır. Açıkçası BM’yi şemsiye gibi kullanmakta ve kendi isteklerine alet etmektedirler. Geriye kalan 187 üye ülke ise tamamen birer figüran rolünden ileri gidememekte.


Birleşmiş Milletlerin Kuruluş Esasları artık 21. Yüzyıl gerçeklerine ve insan hakları anlayışına göre tekrar gözden geçirilerek yeniden düzenlenmeli ve Güvenlik Konseyi de ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya’nın hegemonyasından çıkarılmalıdır.


BM’ye üye bir ülkeye yapılacak askeri harekât, BM’ye üye 192 ülkenin birer veya ikişer yıllık üyelikleri ile belli bir sayıda ve eşit haklarla oluşturacağı bir Konsey tarafından salt çoğunlukla alınmalıdır.


BM’nin müdahale kararından sonra aynı Irak’ta yaşananlar gibi, yıllardır Kaddafi’nin bir tutkal görevi yaparak bir arada tuttuğu kabileler birbirlerinden ayrışmaya başlayacak ve Libya dağılma sürecine girecek.


Libya şimdi Güney Batı, Kuzey Batı ve Doğu Libya olmak üzere üçe bölünmeye doğru hızla gitmekte.


Güney Batı’daki Tuareg’ler tek başlarına bir bölge,  Doğu’da Bingazi ve çevresinde konuşlanmış kabileler bir bölge ve Kuzey Batı’da da Tripoli ve başta Berberiler olmak üzere diğer küçük kabileler ve Fizan bölgesi de bir başka bölge oluşturacak.


Libya hiçbir zaman eskisi gibi bir bütün parça olamayacak artık.

23 Mart 2011
Libya ve BM müdahalesi için yorumlar kapalı
Okunma 39
bosluk

Batı’nın adaleti

Batı’nın adaleti

Libya’da yaşanan son gelişmeler gerçekten de insanlık açısından çok düşündürücü.


19 Mart Pazar günü saat 18:45’de 20 tane Fransız savaş uçağı, Libya’nın hava sahası içine girerek Libya’nın kendi kuralları içinde seçtiği hükümetin yasal güçlerine karşı saldırı düzenlemeye başladı.


Bir yandan Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe, Libya lideri Muammer Kaddafi’nin BM Güvenlik Konseyi kararına uyana kadar, bu ülkeye yönelik başlatılan operasyonun devam edeceğini söylerken, diğer yandan 20 kadar uçak Libya’yı bombalıyor ve bu uçaklara kısa bir mesafe içinde güvenli iniş ve kalkış yapabilmeleri için de Fransız Hükümeti Charles de Gaulle uçak gemisini Pazartesi günü Libya’ya göndermeye hazırlanıyor.


ABD Başkanı Obama’da aynı doğrultuda, “sınırlı bir operasyon için yetki verdiğini” resmi bir ziyaret için bulunduğu Brezilya’da dile getirdi.


Verilen bu yetki çerçevesinde Akdeniz’de konuşlu ABD savaş gemilerinden Libya’daki hava savunma sistemlerine füze saldırıları düzenleniyor.


Buna ilaveten de Amerikalı yetkililer, ABD’nin operasyonda öncü konumda bulunduğunu, ABD savaş uçaklarının da operasyonlara dahil olduklarını, bölgede koalisyon güçlerine ait yaklaşık 25 savaş gemisi ile 3 ABD denizaltısı olduğunu ve 5 ABD keşif uçağının da operasyonda yer aldığını açıkladı.


Bu harekata İngilizler de katıldı ve Libya’ya düzenlenen operasyonda ABD ve İngiliz savaş gemileri ve denizaltılarından 112 seyir füzesi fırlatıldı ve toplam 20 hedef vuruldu.


Bütün bunların gerekçesi BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı bir karar.


Çin’in dönem Başkanlığı altında toplanan 15 üyeli BM Güvenlik Konseyi, İngiltere, Fransa ve Lübnan tarafından hazırlanan Libya’da sivilleri koruma amacıyla uçuşa yasak bölge oluşturulmasına yetki veren, Libya’da derhal ateşkes sağlanması çağrısında bulunan ve rejime yönelik yaptırımların daha da sıkılaştırılmasını ve genişletilmesini öngören karar tasarısını, 10 üyenin “’evet”’ ve 5 üyenin “’çekimser”’ oylarıyla kabul etti.


Karar tasarısına, Konsey’in daimi üyelerinden Rusya ve Çin ile birlikte geçici üyeler Almanya, Hindistan ve Brezilya çekimser oy verdi.


Şubat 1992 tarihinde Ermeni silahlı kuvvetlerinin Rusya’nın 366.cı Mekanize Birliği ile birlikte Dağlık Karabağ bölgesinde, Hocalı kentine saldırmaları sonucunda 613 Azerbaycan Türk’ünün öldürülmesi, 1000 kişinin sakat kalması, 106 kadın, 63 çocuk ve 70 yaşlı kadın ve erkeğin vahşice katledilmesinden sonra BM Güvenlik Konseyi Toplanmış ve 30 Nisan 1993’de 822 (1993) No.lu kararı, 29 Temmuz 1993’de 853 (1993) No.lu kararı, 14 Ekim 1993’de 874 No.lu kararı ve de 12 Kasım 1993 tarihinde de 884 (1993) No.lu kararı alarak, Ermenistan askerlerinin bölgeyi terk etmesi ve evlerinden kovulan Azerbaycanlıların geri dönmeleri kararını almıştı.


Ermenistan hükümeti BM Güvenlik Konseyi kararlarını hiçbir zaman dikkate almadı ve halen de Ermenistan askerleri 1992 yılından beridir Dağlık Karabağ’da bulunmakta, işgale devam etmekte.


Bir taraftan BM Güvenlik Konseyi kararlarına uymadı diye Libya’ya karşı dengesiz bir güç üstünlüğü ile ABD, Fransız, İngiliz, Kanada ve İspanya askerlerinden oluşan “İttifak Güçleri” saldırırken, diğer taraftan 4 adet BM Güvenlik Konseyi kararına rağmen Hocalı’da soykırım suçu işlemiş olan ve askerlerini Dağlık Karabağ’dan hala daha çekmeyen Ermenistan’a bırakın “İttifak Güçleri”nin saldırmasını, kınama bile yapılmamakta.


Bu nasıl bir “İnsan Hakları”dır, nasıl bir “Batı Medeniyeti”dir, nasıl bir “Adaletin Üstünlüğü” kavramıdır pek anlayabilmiş değilim.


İngiltere’nin, Libya’nın paralarına el koymasını ise hiç anlamış değilim.


Uluslararası kurallara da uyduğunu da sanmıyorum.


Bu açıkça tek yanlı bir adalet.


Uluslararası Hukuk zaten kimin haklı olduğuna değil, kimin güçlü olduğuna bakarak uygulamaya konuluyor dünyamızda.

21 Mart 2011
Batı’nın adaleti için yorumlar kapalı
Okunma 34
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar