Hristofyas’ın nüfus oranı oyunu

Hristofyas’ın nüfus oranı oyunu

Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas müzakerelerde kafasına göre koşullar öne sürüyor ve bunların da kabul edilmesini istiyor.


Maksat zaten müzakereleri devam ettirmek değil, çıkmaza sokmak.


Önce, kendi kafasına göre takılma ve koşul öne sürme işine sahillerden başlamıştı.


Adanın kuzeyinde Kıbrıslı Türklerin elinde bulunan kıyıların uzunluğu adanın güneyinde Rumların elindeki kıyılardan daha fazladır. Kıyıların oranı dörde bir olmalıdır diyerek önce hayali bir oran uydurmuş arkasından da Karpaz burnunun tümünü istemişti.


Gerekçesinin yasal hiçbir zemini yok.


Ne 1960 Anayasasında böyle bir koşul var ne de BM’nin Kıbrıs müktesebatında.


Şimdi de 16 Ağustos 1960 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulmasından hemen sonra 11 Aralık 1960 tarihinde yapılan nüfus sayımındaki oran ne ise bu oranının değişemeyeceğini ortaya attı.


Hristofyas’a göre 11 Aralık 1960 sayımında adada 442,138 Rum ve 104,321 Türk bulunmaktaydı ve bu toplumların adanın genel nüfusuna oranı da Rumlarınki %77.1 ve Türklerinki de %18.2 idi.


Hristofyas bu iddiasının 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşması Ek Bölüm D (Appendix D) içinde olduğunu söylüyor ama bahsedilen bu bölümün içinde, özellikle adadaki nüfusun yıllar boyu aynı oranda kalacağına dair herhangi bir somut madde yok.


Ne İngilizcesinde ve ne de Türkçesinde.


Belki Rumcasında vardır veya da 1 Ocak 1964 sabahı “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayası’nı iptal ettim” şeklinde bir açıklama yapan Makarios’un kendine özel hazırladığı ve içinde Kıbrıslı Türklerin hiçbir haklarının bulunmadığı Anayasa’da vardır.


Sonra da “Sen kim oluyorsun da Anayasayı iptal ediyorsun” diyerek tükürdüğünü yalatmışlardı Makarios’a. 


Ertesi gün de “Yanlış anlaşıldım” diyerek geri adım atmak zorunda kalmıştı Makarios.


11 Aralık 1960 sayımında ortaya çıkan nüfus oranının aynı kalması gerektiği savı sadece Hristofyas’a aittir ve hiçbir dayanağı da yoktur.


Başta Hristofyas olmak üzere Kıbrıs Rum Müzakere Heyetinin yorumundan öteye gitmiyor ve de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşması Ek Bölüm D (Appendix D) içinde bu içerikte herhangi bir madde yok.


İkinci dayanakları da 29 Ocak 2010 tarihinde BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Kıbrıs Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas arasında BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi ve BM Misyon Şefi Taye Brook Zerihoun’un Lefkoşa ara bölgedeki ikametgahında yapılan görüşme imiş.


Bu görüşmede 2. Cumhurbaşkanı Talat ile Hristofyas arasında “Nüfus Dengesine dikkat edileceği” şeklinde bir mutabakat varmış ve işin esasını da bu mutabakat oluşturuyormuş.


Bu görüşmenin tutanaklarında kesin olan hiçbir rakam, sayı, tarih, yer ve oran yok.


Hangi tarihteki “Nüfus Dengesi”, neredeki “Nüfus Dengesi” ve de kimin “Nüfus Dengesi” olduğuna dair bir kayıt da yok.


Bırakın bunları Hristofyas’ın ve ekibinin iddia ettiği gibi “Toplumların Değişemez Sayısal Nüfus Dengesi” ile ilgili olabilecek veya çağrıştıracak bir kelime, bir sözcük, bir not veya bir tanımlama da yok.


Tamamen kafadan atma bir sav.


Sayın Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu’nun “Bizim yapmış olduğumuz vatandaşlıklar KKTC Anayasasının koruması altındadır. Kendi vatandaşlarımızı bu ülkeden ihraç etme gibi bir düşüncemiz yoktur.


Olası bir anlaşmadan sonra KKTC vatandaşlarının tümü de adada kalacaktır” şeklindeki açıklamalarını ve koşulunu çürütmek için Hristofyas ve Rum müzakere heyeti, hem bu en doğal insan hakkını hem de Uluslararası Hukuka uygun uygulamayı ortadan kaldırıp, adada yârim asır önceki nüfus oranına dayalı bir ortaklık kurmayı hedeflemekte.


1955 yılından itibaren adada uygulamaya koydukları silahlı saldırılarla Adadan silah zoru ile kaçırttıkları Türkleri ve de kalleşçe öldürdükleri kardeşlerimizi niye hesaba katmamakta veya da Kıbrıs Rum tarafında 250 bine yakın Rum olmayan Kıbrıs Rum Cumhuriyeti vatandaşlarına niye değinmemekte Hristofyas.

18 Mart 2011
Hristofyas’ın nüfus oranı oyunu için yorumlar kapalı
Okunma 34
bosluk

Dokunulmazlık istismarı

Dokunulmazlık istismarı

Hristofyas, müzakereler aleyhine gelişmeye başlayınca soğuk savaş taktiklerine başvurdu ve geçen hafta sonu soğuk savaş dönemine ait bir tiyatro seyrettik.


İçlerinde 4 Avrupa Parlamentosu Milletvekili, 2 Papaz, bir eski Rum AP milletvekili ve 4’de sivilin bulunduğu 11 kişi, KKTC’yi ziyaret etmek amacı ile Metehan’dan KKTC’ye geçiş yaptı.


Geçiş yaparlarken AP Milletvekilleri her hangi bir misyonları olduğundan veya görevleri bulunduğundan da bahsetmediler.


Ne sözlü bildirimde, ne de yazılı beyan da bulundular.


Sınırı geçer geçmez, araçlarını dosdoğru Gazimağusa kentimize sürdüler ve Şehit Zeki Salih ilkokulunun arkasındaki sokağın sol arka köşesine geldiler.


Yolun sol tarafı boydan boya yerden 2 m. yükseklikte baklavalı tellerle kesik olmasına ve tellerin üzerlerinde de ayrıyeten bir sıra dikenli tel ve izinsiz girişin yasak olduğunu belirten Rumca da dahil olmak üzere 3 dilde levhaların bulunmasına rağmen, 2 AP milletvekili ve 2 sivil Rum tellerin bir şekilde üstünden atlayarak, KKTC yasalarına göre, izinsiz olarak girilmesi yasak ilan edilmiş “Kapalı Maraş” bölgesine girdiler.


AP’nin 2 kadın Milletvekili ile etekleri yerlere kadar inen 2 papaz, telden atlayamadıkları için “Kapalı Maraş” bölgesine giremediler.


Suç işleyenlerin bahaneleri de hazırdı.


Kapalı Maraş bölgesinde bulunan ve girilmesi yasak ilan edilmiş yerdeki Kiliseleri ziyaret etmek.


Özellikle de Agias Zoni Kilisesi.


Bu kilisenin özelliği herhalde kilise bahçesinin bir kenarının sınırın üzerinde bulunması ve girişinin kolay olması.


Telden atlayınca zaten kilisenin bahçesine düşmüş oluyorsunuz.


Avrupa Parlamentosu üyesi olan Polonya AP milletvekili Arthur Jaroslav Zasada ve Jaroslaw Leszek Walesa’nın dokunulmazlıkları oldukları için serbest bırakılmalarından sonrasında yaptıkları açıklama ise tam bir yüz karası.


Kıbrıs adası AB toprağı olduğu için her yerine kısıtlamasız girebilirlermiş.


Avrupa Halk Partisi Başkanı Wilfried Martens’in olayı “sert” bir dille kınaması ve “Türk askerinin, Mağusa’nın hayalet kentindeki dini binaların şu anki durumlarını incelemekle görevli olan heyetteki eski ve şimdiki AP üyeleri ile AB vatandaşlarını tutuklamaya hakkı olmadığını” söylemesi ise kabul edilebilir bir yaklaşım değil.


Açıkçası yalan söylüyor Wilfried Martens.


Tam da “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” atasözümüz misali bilerek ve kasten suç işleyen AP Milletvekillerini kınayacağı yerde, KKTC makamlarını kınıyor.


Bay Martens’in aslında yapması gereken, bilinçli olarak suç işleyen söz konusu AP Milletvekillerini uyarmak ve haklarında soruşturma açmak olmalıydı.


Kıbrıs adasının tamamının AB toprağı olduğu konusu ise tam bir Ezop hikayesi.


Kıbrıslı Türklerin onayı olmadan nasıl oldu da Kıbrıs’ın tümü AB toprağı oldu ben pek anlamış değilim.


Bu toprakların üzerinde son yarım asırdır yaşıyorum ve hiçbir Allah’ın kulu da bana Kıbrıs’ın AB’ye girmesini kabul ediyor musun veya bu konuda ne düşünüyorsun diye de sormadı.


1 Mayıs 2004 sabahı uyandığımda bana ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olan tüm Kıbrıslı Türklere, AB vatandaşı olduğumuz söylendi ama bunu kabul edip etmediğimiz ise hiç sorulmadı.


Aynı şekilde Avrupa Parlamentosu Başkanı Jerzy Buzek de sözcüsü Robert Golanski kanalı ile yaptığı açıklamada, “bazı AP milletvekilleri ile Kıbrıs vatandaşlarının, Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından kontrol edilmeyen bölgelerde güvenlik güçleri tarafından tutuklanmalarından üzüntü duyduğunu söylemesi de kabul edilebilir bir yaklaşım değil.


Ben Avrupa Parlamentosu Başkanı Sayın Buzek’e soruyorum, bu 2 AP milletvekili senin memleketin olan Belçika’da bilinçli olarak suç işleseler, tutuklanırlar mı yoksa Belçika hükümeti suç işleyen Milletvekillerini göz altına aldığı ve soruşturma yaptığı için sizden özür mü diler.


Sanırım özür dileyecek olan birileri varsa bunlar da Avrupa Parlamentosu Başkanı Sayın Jerzy Buzek ve Avrupa Halk Partisi Başkanı Wilfried Martens olmalı.


Üyelerinin bilinçli ve kasıtlı olarak KKTC’de suç işlemelerinden dolayı, KKTC hükümetinden özür dilemeli bu iki saygın kişi. O vakit AB, saygı duyulan bir kuruluş olur.


Boşuna KKTC halkının AB’ye olan güveni yerlerde sürünmüyor.


Neredeyse Kıbrıs Türk halkının tümünün AB’ye güveni kalmamış.


Bu benim iddiam değil, daha geçen hafta sonuçları açıklanan Kamuoyu yoklamasının verisi.

16 Mart 2011
Dokunulmazlık istismarı için yorumlar kapalı
Okunma 44
bosluk

Dokunulmazlık oyunu

Dokunulmazlık oyunu

Müzakerelerin gidişatı Rumların hedefledikleri yönden çıkıp aleyhlerine olabilecek bir doğrultuya girmeye başlayınca, Hristofyas’ın talimatı ile dikkatler başka yöne çekilmeye çalışılıyor.


Rum’un mazlum olduğu yönünde Avrupalıların beynini yıkamak amaçlı yüzyıllar önce Osmanlı idaresi döneminde de Kıbrıs adasında oynanmış oyunlar gene sahneye konmaya başladı.


KKTC yasalarına göre, izinsiz olarak girilmesi yasak ilan edilmiş Gazimağusa’nın bir semti olan “Kapalı Maraş” bölgesine, Cumartesi günü 2 Rum’un, Avrupa Parlamentosu üyesi oldukları için dokunulmazlıkları bulunan Polonya AP milletvekili Arthur Jaroslav Zasada ve Jaroslaw Leszek Walesa ile telleri aşarak girmeleri tam bir tezgah.


Yanlarındaki kişilerin arasında 2 tane de papaz olması hiçte tesadüf değil.


Üstelikte güzel planlanmış bir tezgah.


Önce Milletvekilleri tutuklandığı için Avrupa Parlamentosu ve buna bağlı olarak da Avrupa Birliği devreye girecek, KKTC protesto edilecek ve konu Avrupa Parlamentosu ile Avrupa Komisyonlarına taşınacak. Türkiye ve KKTC protesto edilecek.


KKTC ve Türkiye’ye karşı yeni yaptırımlar talep edilecek, AB-Türkiye müzakerelerinin ilerlememesi için de bir yapay engel daha yaratılıp Türkiye’nin önüne konacak.


Sonra ikinci sıradaki Din sömürüsü devreye sokulacak.


Bu özenle seçilmiş dört kişinin yanında Neapolis Piskoposu Porfirios ve Peder Savva adlı 2 din adamının da olması tezgâhın düşünülüp, planlanarak yapıldığının güzel bir kanıtı.


Bilerek askeri bölgeye izinsiz girmek suçunu işleyen ve tutuklanmak için bahane yaratan kişilerle birlikte papazlar da polis karakolundaydı.


İşin içinde Kiliseler ve papazlar da bulaştırıldığı için, tümü de Hristiyan olan Avrupa Birliği üyeleri, milletvekilleri ve yöneticileri ile AB’deki tüm dini kuruluşlar ayağa kalkacak.


Bu bahane ile Müslüman Türklere karşı, Hıristiyan Avrupa’da olumsuz rüzgârlar estirilecek, KKTC’ye daha da yaptırımların konması istenecek.


Hristofyas’ın sözcüsü Stefanu zaten fırsatı kaçırmadı ve yasak bölgeye giren Avrupa Parlamentosu’nun 2 üyesinin, birisi papaz olan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi vatandaşı olan 2 kişinin tutuklanmasının işgalin ne demek olduğunu gösterdiğini, ayrıca Kıbrıs sorununa çözüm bulunması çabalarını tahrip ettiğini ve dinamitlediğini belirtti.


Yalan söylemenin ve olayları saptırmanın ustası bu Rumlar.


Gerçekte tutuklanan herhangi bir papaz yok.


Stefanu’ya göre Rumlar, KKTC’ye istedikleri zaman gelecekler, KKTC yasalarına göre suç sayılan her eylemi yapabilecekler ama tutuklanmayacaklar. Tutuklandıkları vakitte bunun adı “İşgal” olacak.


Üstelik kapalı bölge Maraş’a aslanlar gibi telleri atlayarak giren Matsis ve Afksendiu, tutuklanınca hemen hasta oldular ve tekerlekli sandalye istediler.


Maksat gazetelerde çıkan resimlerde kendilerini acındırmak ve acımasız Türkler hasta insanlarımızı bile tutukladılar dedirtmek.


Düzenin ve planın bir parçası olan ve ortak “Yaygara Korosu”nun diğer elemanı Yunanistan’da hemen devreye girdi ve Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Grigoris Delavekuras, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, yasa dışı yollardan girdikleri kapalı Maraş bölgesinde yakalanan Rumların “yasa dışı olarak alıkonulduklarını” iddia ederek, serbest bırakılmalarını istedi ve tutuklanmaları “Bu, yasa dışı bir düzen tarafından yapılan yasa dışı bir harekettir” şeklinde tanımladı.


Aslında Avrupa devletlerinin Rumları kayırmaları ve Türklere karşı Rumları savunmaları ve korumaları ilk değil.


Yüzyıllardır bu adada oynanan bir oyundur bu.


Osmanlı döneminde ticaretin merkezi olan Larnaka’da bulunan Avrupa Devletlerine ait Konsolosluklar, Osmanlı devletine karşı suç işleyen Rumların sığınak yerleri idi.


Avrupalı Konsoloslar, kendilerine sığınan Rumları hemen personelleri ilan edip, dokunulmazlıkları altına almaktaydı.


Özellikle de 1821 Mora isyanı sırasında adadaki Rumlara gönderilen mektuplar, talimatlar, isyan eğitmenleri, silah, barut ve cephane hep bu Konsolosluklar ve Konsoloslukta çalışan personel tarafından yapılmıştı. 


Tarih gene tekrarlanıyor.


Avrupa’da ve Rumlarda bu kuyruk acısı olduğu müddetçe daha çok kez yaşayacağız bu tezgâhları.

14 Mart 2011
Dokunulmazlık oyunu için yorumlar kapalı
Okunma 40
bosluk

AB’nin Türklere bakışı

AB’nin Türklere bakışı

9 Mart Salı günü Avrupa Parlamentosu’nda,  AP Türkiye Raportörü Ria Oomen-Ruijten tarafından kaleme alınan “Türkiye İlerleme Raporu” oylandı ve bazı ufak tefek değişikliklerle rapor aynen onaylandı.


Avrupa Parlamentosu Başkanı Jerzy Buzek’in, Türkiye’nin İlerleme Raporu’nun onaylanmasının ardından yapmış olduğu açıklamada, “Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin Kıbrıs’tan geçtiğini” farklı kelimeler kullanarak dile getirmesi ise tam bir yüz karası.


Her ne kadar matematik kafalıysam da “Tarih”e olan ilgim olağanın çok üstünde.


Kıbrıs tarihi konusunda okuduğum kitaplar, bulduğum belgeler ve yaptığım araştırmalar ister istemez “Kıbrıs Rum ve Yunan Tarihi”ni de derinlemesine öğrenmeme yol açtı.


Yunan tarihine baktığım zaman bundan neredeyse yüz doksan yıl önce Osmanlı devletine, Girit adası konusunda Avrupa devletlerince oynanmaya başlayan ve Girit adasını Yunanistan’a hediye edilmesi ile sonuçlanan oyunların, verilen sahte vaatlerin ve Osmanlılara atılan kazıkların aynısının günümüzde de Avrupa Birliği tarafından Türkiye’ye karşı oynanmakta olduğunu görüyorum.


Aynı tas, aynı hamam, sadece tellaklar farklı.


Veya da,


Aynı senaryo, aynı tiyatro, sadece oyuncular değişik.


Kıbrıslı Türklere uygulanan ambargoların ve izolasyonunun kaldırılması ile ilgili Yeşiller grubunun yaptığı değişiklik önerisi 209 kabul oyuna karşılık, 304 ret oyu ile kabul edilmedi.


Aynı şekilde Doğrudan Ticaret Tüzüğü ile ilgili olarak Liberal grubunun ambargoların kaldırılmasına ve Kıbrıslı Türklerin AB ile doğrudan ticaret yapmasına olanak sağlayacak bir değişiklik önerisi de 198 kabul oyuna karşılık, 346 ret oyu ile reddedildi.


Bu oylama sonucunun birkaç tane birden çevirisi var.


Bunlardan birincisi; Avrupa Birliği bizlere sesleniyor ve diyor ki “Siz Kıbrıslı Türkler adada bir azınlıksınız. Kıbrıs Rum Cumhuriyeti egemenliğini tanımazsanız bizimle hiçbir bağınız, ilginiz ve ticaretiniz olamaz”.


İkincisinde de, Avrupa Birliği Türkiye’ye sesleniyor ve diyor ki “Ağzınla kuş tutsan seni aramıza üye olarak almayız”.


Dahası da var ama bu ikisi zaten Avrupa Birliğindeki genel düşünceyi ortaya koymak için yeterli.


İlk kurulduğu 1951 yılındaki 6 üyeli “Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu”ndan,  günümüzdeki 27 üyeli Avrupa Birliğine dönüşürken hiçbir aday ülkeye -Müslüman olmadıkları için- “Hayır” dememiş olan Avrupa Birliği, Türkiye’ye, ısrarla içlerine Müslüman bir devlet almak istemedikleri ve hala daha geçmişte yaşadıkları için de “Hayır” demekte.


Bunun nasıl ve ne biçim bir demokrasi anlayışı olduğunu anlamak daha da zor.


Hem Kıbrıslı Türklerin insanlık dışı izolasyonların ve ambargoların kıskacı altına yaşamalarını “Evet” oyları ile taçlandıracaklar, hem de “İnsan Hakları” şampiyonluğu yapacaklar.


Türkiye’ye açıkça “Hayır” diyemeyecekler ama önüne ipe sapa gelmez engeller koyacaklar.


Ben doğrusu bu ikiyüzlülüğü bir türlü anlayamıyorum.


Herhalde hiçbir zaman da anlayamayacağım.

11 Mart 2011
AB’nin Türklere bakışı için yorumlar kapalı
Okunma 42
bosluk

Halk hareketi yayılmaya başladı

Halk hareketi yayılmaya başladı

Orta Doğu ve Afrika’nın kuzey sahillerindeki Arap ülkelerinde yaşanan “Halk Hareketi”nden  sonra 2 Mart tarihli “Yeni Bir Dünya Oluşuyor” başlıklı yazımda “Orta Doğu ve Afrika’nın kuzey sahillerinde yaşanan bu gelişmelerin Kafkaslara ve Afrika’nın derinliklerine sıçraması büyük bir olasılık. Özellikle Ermenistan’daki yaşam koşulları ve ülkenin siyasi yapısı ile siyasileri, bu ülkelerden pek farklı değil.” diye yazmıştım.


Öngörülerim, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki Arap ülkelerinde başlayan halk hareketlerinin Kafkaslara, Afrika’daki Arap ülkelerine ve de Körfez ülkelerine de yayılacağı şeklindeydi.


Bu öngörümden dolayı da bol bol da eleştirilmiştim.


Hatta bir okuyucum da “Yalnız bölgede değil, İnönü meydanında da yeni bir dünya oluşuyor; içinde sizin olmadığınız” şeklinde bir de yorum yapmıştı yazıma.


Tabii herkesin düşüncesi kendisine, eleştirisi de.


Bu tür olaylara kendi düşünce gözlüğünüzden bakmamak gerekir.


Kendi düşüncenizin herkes tarafından da düşünüldüğünü zannetmek arkasından büyük düş kırıklıklarını getirmekte, hemen hemen her zaman.


İnönü meydanındaki mitinglerin, Orta Doğu ve Afrika’nın kuzey sahillerindeki Arap ülkelerinde yaşanan “Halk Hareketi” ile uzaktan yakından bir ilgisi yok.


İçerikleri, gerekçeleri, yapılış biçimi, yapanlar ve sonuçları çok farklı.


Bizim ülkemizde o denli güzel bir düşünce kültürü var ki, başkasına fikrini kabul ettirmek için insanımız karşısındakini öldürmek gereğini duymuyor, ne de bıçaklamak veya dövüşmek gereğini duyuyor.


Tüm eylemler insan hakları çerçevesinde yapılıyor.


Aslında bu kültürümüze ve demokrasi anlayışımıza Balkan’lardan tutun Çin’e kadar birçok ülke insanı hayran.


Bunların arasında sayıları çok az da olsa benim Ermeni dostlarım da var.


Yaşları benden küçük olmalarına rağmen çok güzel Türkçe konuşuyorlar. 2 tanesi de gazeteci. Zaten Ermenistan ile ilgili haberleri de hep onlardan alıyorum.


Irak’ta, Suriye’de ve Lübnan’da tanıştığım Ermeni’ler de çok güzel Türkçe konuşuyorlar. Bir tanesi evde Ermenice yerine Türkçe konuştuklarını söylemişti bana.


Ermenistan’daki gazeteci arkadaşlarımdan gelen bilgiler aynen Tunus’tan, Libya’dan ve Mısır’dan gelen haberlere benziyor.


Belli ki bu ülkelerdeki otoriter rejimlerin peş peşe devrilmesiyle sonuçlanan gösteriler, Ermenistan’a da sıçramak üzere.


1 Mart günü Erivan’da, eski Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan’ın öncülüğünde binlerce muhalifin katıldığı büyük bir yürüyüş yapılmıştı.


Bu yürüyüşün ardından Ermeni Ulusal Kongresi (HAK) adına bir konuşma yapan Ter-Petrosyan, 15 Mart’a kadar siyasi tutukluların serbest bırakılmasını, siyasi reformların yapılmasını ve Başbakanın görevine son verilerek erken seçim kararının açıklanmasını istedi.


2008’de yapılan ve hile karıştırıldığı iddia edilen seçimlerden sonra başlayan ayaklanmalar kanlı bir şekilde bastırılmış ve 10 kişi hayatını kaybetmişti.


Şimdi “Ermeni Halk Hareketi”nin liderleri, halkın talepleri yerine getirilmezse gösterileri bütün ülkeye yayacaklarını ve de Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ı da Mısırın devrik Devlet başkanı Hüsnü Mübarek’in başına gelenlerin beklediğini söylüyorlar.


Ermenistan’daki muhalif grup, Ermeni Ulusal Kongresi’nde (HAK) bir bildiri yayımlayarak, taraftarlarının her türlü direnişe hazır olmasını isteyerek başkaldırı fitilini ateşledi. Muhaliflere göre Sarkisyan’ın Arap diktatörlerden bir farkı yok ve de en az onlar kadar baskıcı.


Rüşvet ve yolsuzluk Ermenistan’da diz boyu. Gazeteciler ve düşünürler siyasi cinayetlere kurban gidiyorlar ve de her türlü çürümüşlük devlet dairelerinde, çalışanlarında ve siyasilerde maksimum seviyede.


ABD bile dayanamadı ve Ermenistan hükümetini uyararak “Reformlar” yapmasını, özgürlüklerin sınırlarının genişletilmesini ve serbest seçimlere gidilmesi gerektiğini belirtti.


İnönü Meydanında yapılan miting bunlarla ne kadar benzeşiyor ben pek anlamış değilim.

9 Mart 2011
Halk hareketi yayılmaya başladı için yorumlar kapalı
Okunma 35
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar