Beyaz Kimlik Mantığı

Beyaz Kimlik Mantığı

Geçen hafta Beyaz Kimlikle ilgili yazdığım yazı sonrası yüzden fazla e-mail ve SMS mesajı alırken daha fazla sayıda kişi de telefonla aradı veya da yolda görünce konuyu açarak tebrik etti, destek belirtti.
Belli ki Beyaz Kimlik konusu bu güne değin birçok kişiye, bizlerin bilmediği ve göremediği değişik boyutlarda birçok sorunlar yaratmış ve sıkıntılar vermiş. Hem Beyaz Kimlik sahibi olana hem de olmayana.
Bu insanlardan gelen mail veya mesajları okudukça veya da yolda belde beni görüp bana bu konuyu açıp birkaç söz söylemek isteyenleri dinledikçe, Beyaz Kimlik konusunun gözle görülemeyen kısmını daha iyi öğrenmeye başladım.
Gerçekte bir insanlık ayıbı bu kişilere yaşattıklarımız ve layık gördüklerimiz.
Gelecek yazımda, bana bu konuda gönderilen bir email’in içeriğine yer vereceğim ve hep birlikte bu insanların yaşadıklarını değerlendirebilmek olanağımız olacak.
Aslında bu kişilerin, yani vatandaşımız olmayan ama vatandaş olmaya hak kazanmış ve yıllardır bizlerle birlikte yaşayan, bizlerle sevinen, bizlerle üzülen, çocukları burada doğmuş ve yaşamımızın birer parçası olmuş bu insanlar ile Beyaz Kimlik almış kişilerin yaşadıklarını dile getiriyor bana gönderilen bu email.
Güya, dünya üzerinde nüfusuna kıyasla en çok okumuş insan oranına sahip ülke olmakla övünüyoruz ama uygulamalarımız hiçte bu yönde değil. Ülkemizde yaşayan, ekonomimize ve kitlesel yaşamımıza katkı koyan kişileri sınıflara ayırmak hatasını yapmışız daha ilk baştan.
2 bin beşyüz yıl önce Romalıların veya da 12. Yüzyıldan 15. Yüzyıla kadar Kıbrıs’ı yöneten Lüzinyan’ların yaptığı gibi ülkede yaşayanları sınıflara ayırmışız ve 21. Yüzyılda yasalara uygun, kulağa hoş gelen ama insani hakları olmayan köleliği icat etmişiz.
Şimdi KKTC’de vatandaşlar, Beyaz Kimlikliler, Yeşil Kimlikliler ve Çalışma izni ile ikamet edenler diye dört sınıf var. Bunların son üç tanesine “Çağdaş Köle” de denebilir.
Seçme ve seçilme dışında her tür hakları var ama gerçekte hiçbir hakları yok.
Özellikle de KKTC’de çalışma izni ile ikamet edip çalışıyorsanız yandınız demektir.
Her yıl bu izni uzatmak için en azından iki veya üç gününüzü harcamanız gerekmekte. Hastaneye gitmek, sıraya girmek ve sağlık raporu almak zorunluluğu bir veya iki güne mal olmaktadır. Tabii polisten temiz kağıdı almak da gerekli. Sonra bu evraklar işverene verilmekte ve işveren de Lefkoşa’da yaşamıyorsa, yollara düşüp Lefkoşa’ya gitmesi ve Çalışma Bakanlığına şahsen başvuruyu yapması gerekmekte.
Mağusa’da, Girne’de, İskele’de ve Güzelyurt’ta Çalışma Daireleri var ama bu daireler bu konuda evrak almaya yetkili değil. Nedenini de hiç anlamış değilim. Aklıma sadece bir tek gerekçe gelmekte. Çalışma iznini yenilemek isteyene zorluk çıkarılsın ve gerek çalışan gerekse de işveren bürokratik işlemlerden bıksın ve bu uzatma işini yapmasın, çalışan da ülkesine geri dönsün.
Biz güya “e-devlet”e geçmiştik ve devlet dairelerine gitmeden, Lefkoşa dışında oturanlar da Lefkoşa’ya gitmeden internet üzerinden işlerini yapabilecekti.
Tam bir 21. Yüzyıl komedisi veya da yüz karası uygulama denilebilir buna. Devletin çeşitli ilanlarının ve de bazı söylemlerin internet üzerinden yapıldığı bir devlet sitesi dense daha doğru olacak.
Bırakın KKTC’de çalışan ve ikamet eden T.C. vatandaşlarını, dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun, internet üzerinden başvuru yapıp pasaport çıkartabiliyor tüm T.C. vatandaşları ama bizde bir KKTC vatandaşının Lefkoşa’da ikamet etmiyorsa, önce yaşadığı yerdeki Kaymakamlığa sonra da Lefkoşa’ya şahsen gitmesi önkoşul pasaport çıkartabilmesi için.
Eski Pasaportunuz, Kimliğiniz veya Doğum Belgeniz KKTC değil de Geçici Türk Yönetimi, Türk Yönetimi, Otonom Türk Yönetimi veya da KTFD (13 Şubat 1975 tarihinde ilan edilen Kıbrıs Türk Federe Devleti) ise önce bunları yenilemeniz gerekmektedir.
Yenilemezseniz açıkçası KKTC vatandaşı değilsiniz ve ne pasaport alabilirsiniz, ne de Kimlik kartı. Böylesine saçma bizdeki kurallar ve de bürokratik talepler.
Devlet bu tür evrak yenileme işlerini kendisi yapıp vatandaşına posta ile göndereceğine, ayağına çağırır, parasını alır, gün kaybettirir ve lütfen bu belgeleri yeniler. Lütfen değilse işiniz ertesine güne veya bir başka lütuflu güne kaldı demektir.
Geçmişte Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylardan birisi KTFD kimliği ile başvuru yaptığı için başvurusu kabul edilmemişti.
Bu kişi Yüksek Seçim Kurulunun talep ettiği evraklara göre vatandaşımızdı ama aday olamazdı. Bu nasıl bir kuraldı anlamakta çok zorluk çekmiştim o günlerde.
Başa güreşecek bir aday olmadığı için bu sorunun nasıl çözüldüğünü pek takip etmedim. Herhalde KKTC mühürlü kimlik çıkartmaya mecbur etmişlerdir kendisini aday olabilmesi için.
İşte biz böyleyiz ama övünmek için de Kıbrıs Türkçesindeki yaygın bir tabir ile “Harman isteriz”.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
8 Ağustos 2011

7 Ağustos 2011
Beyaz Kimlik Mantığı için yorumlar kapalı
Okunma 107
bosluk

Arabadan Sigara İzmariti Atmak

Arabadan Sigara İzmariti Atmak

Birkaç gündür Orman Dairemizin radyo ve televizyonlarımızda sürekli olarak yayınladığı bir uyarı dikkatimi çekiyor.
Kelimesi kelimesine hatırlamıyorum ama uyarı yaklaşık “Sigara İzmaritini aracınızın penceresinden dışarı atmayın. Yangın çıkmasına ve ormanlarımızın yanmasına neden olabilirsiniz” şeklinde.
Gerçekte yolda her zaman dikkatimi çeker, araçların penceresinden dışarıya sadece izmarit değil her tür yükte hafif, atması kolay aklınıza ne gelirse fütursuzca fırlatıp atılmakta.
Portakal kabuğu mu, sigara paketi mi, izmarit mi, sandviç kağıdı mı ne isterseniz.
Liste bayağı büyük ve de uzayıp gitmekte.
Bazen de trafik ışıklarında beklerken, özellikle de saniye sayaçlı olanlarda, önünüzdeki aracın kapısı açılır ve genelde şoför koltuğunda oturan kişi kül tablasını yolun içine boca eder, sanki aracın durduğu yer özellikle kocaman bir çöplükmüş gibi.
Bunları atan kişiler maalesef kendi araçlarının içi temiz kalsın diye, dışarısını yani tüm halkımızın kullanımına açık olan yerleri yürekleri cız etmeden kirletmekte. Araçları hareket ettikten sonra da geriye çirkin ve kabul edilemez bir pislik kalmakta.
Hem çevre kirliliğine neden olduğunu, hem de yarattıkları pisliğin temizlenmesi için bir başka kişinin bu atılan çöpleri toplamak için emek sarf edeceğini ve bir bedelin ilaveten ödeneceğini hiç düşünmez bu kişiler.
Veya düşünmek istemezler.
Belki de geri zekâlıdırlar ve bu kadar ince hesaba kafaları çalışmaz.
Sıralamada, pencereden izmarit veya sigara paketi atmak tartışmasız birinci sırayı işgal ederken, ikinci sırada ise, kola kutusu, bira şişesi ve küçük su şişesini camdan dışarı fırlatmak gelmektedir.
Bunlar tartışmasız liderlerdir.
T.C. Başbakanı Sayın R. T. Erdoğan bu küçücük dünya güzeli ülkemize gelmeden önce bütün yollar, refüjler ve yan kaldırımlar temizlendi. Keşke Sayın Başbakan her birkaç ayda bir gelse.
Daha aradan on beş gün bile geçmeden yol kenarları ve refüjler sigara paketleri, bira şişeleri, kola kutuları ve su şişeleri ile tekrardan kirletilmeye başlandı.
Maalesef insanlarımızın büyük çoğunluğu hem pis, hem görgüsüz hem de duyarsız.
Elindeki çöpü, yolda giderken bir çöp kutusunun yanında durup içine atacağına, pencereden fırlatıp atmak daha çok işine geliyor. Serde tembelliğin ve nemelazımcılığın olduğu kesin.
Bu alışkanlıktan kurtulabilmemiz için hem okullarımızda çocuk yaştan eğitim, hem de ağır cezalar gerekli, aynen sürat kameralarında olduğu gibi.
Sürat kameralarındaki ceza yazım oranı ilk günlere kıyaslara neredeyse yüzde otuz daha düşük.
Belli ki cezayı ödeyen akıl koymaya ve kurallara uymaya başlamış.
Yıllar önce Barış Harekatından hemen sonra Amerika Birleşik Devletlerine ilk gittiğim gün bana göre olağan üstü olarak tanımladığım birkaç izlenim edinmiştim.
Bunlardan birincisi yaya geçitlerinde, yayalar için konan trafik ışıklarında, kırmızı lamba üzerindeki “Don’t Walk” yani “Sakın Yürüme” uyarısı idi. İngiliz sisteminde alışık olduğumuz kırmızı ışığın üzerindeki “Please Wait” yani “Lütfen Bekleyin” uyarısı ile kıyasladığımda, ABD’deki yaşam düzeninin yasaların gücü ile olduğunu anlamakta gecikmedim. Her şey son derece disiplinli ve düzenliydi, cezalar da can yakacak kadar ağır.
İkincisi ise, arkadaşlarımla bindiğim takside, bir arkadaşımın sigarasını yakıp külünü pencereden dışarı silkmek istediğinde, şoförün aracı durdurup hepimizi dışarı atmasıydı. Gerekçesi ise çok basit ama çok çarpıcıydı.
Arabanın penceresinden dışarıya sigara külü silkmenin cezası Beş yüz Dolardı ve şoför ne kendisinin ne de bizim başımızın derde girmesini istememişti. O dönemde aylık asgari ücret New York’da altı yüz seksen Dolardı. Utandım ve sigara paketini pencereden dışarı atmanın cezasının ne kadar olduğunu soramadım.
Sanırım bizde de aynı cezaları uygulamaya koyma zamanı geldi, geçti bile.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
5 Ağustos 2011

4 Ağustos 2011
Arabadan Sigara İzmariti Atmak için yorumlar kapalı
Okunma 525
bosluk

Beyaz Kimlikle Hangi Yüzyıldayız

Beyaz Kimlikle Hangi Yüzyıldayız

Roma İmparatorluğu, MÖ509’dan MS 395’e kadar 904 yıl yaşamını sürdürmeyi başarmış insanlığın bilinen tarihinin en uzun ömürlü devletidir.
Bu uzun ömürlü ve toprakları Günay Avrupa’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Kuzey Afrika’nın batı sahillerine kadar uzanan imparatorluktaki halk, birbirinden ayrı hak ve imtiyazlara sahip üç sınıfa ayrılmıştı.
Patrici’ler yani Vatandaşlar: Geniş topraklara ve tam vatandaşlık hakkına sahip kişilerdi. Askeri ve dini alanlarda görev alır ve Roma Devletini yönetirlerdi.
Pleb’ler yani Halk veya Sığıntılar: Bu sınıfı meydana getiren halk Roma’ya sonradan gelip yerleşenlerden meydana geliyordu. Tarım, sanat, ticaret yapma ve toprak sahibi olma hakkına sahiptiler. Oy kullanma hakları yoktu.
Client’ler yani Yanaşmalar veya Köleler: Çeşitli sebeplerle haklarını kaybeden kişiler yanaşma sınıfına dahil olurdu. Yanaşmalar bir aile reisinin himayesine sığınır ve onların ev işlerini görürlerdi. Köle anne-babadan dünyaya gelmiş veya savaşlarda esir edilmiş insanlardan meydana gelen sınıfa köleler denirdi. Köleler, Patricilerin ev hizmetlerinde, tarla, bağ ve bahçe işlerinde çalışırlardı. İnsani hakları yoktu.

Kıbrıslı Rumlara sorarsanız Kıbrıs adası onlara aittir ve Roma devri ile kıyaslandığında onlar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Patrici’leridirler. Kıbrıslı Türkler sadece Pleb’dirler. Devlet Yönetiminde bulunamazlar ve sadece ayak işleri yapabilirler veya da Rumların evlerinde hizmetçi olarak çalışabilirler. İnanmazsanız eğer varsa, samimi olduğunuz bir Rum dostunuza sorunuz ve içten, doğru bir yanıt isteyiniz. Size aynen bunları söyleyecektir. Zaten Rumların Kıbrıslı Türklere layık gördükleri en iyi işler Lokmacılık, Köftecilik ve Şamişiciliktir.
Evet biz Kıbrıslı Türkler 1960 Anayasasına göre vatandaş sayıldık ama 21 Aralık 1963 saldırılarından sonra Makarios Başkanlığındaki Rum hükümeti 1 Ocak 1964 tarihinde Anayasada bize verilen tüm hakları tek taraflı bir kararla geri aldı ve yirminci yüzyılda Pleb seviyesine indirgendik. Hala da Rumlara göre biz Pleb’iz.
Şimdi de bizler Türkiye’den ve dünyanın çeşitli ülkelerinden adamıza gelip buraya yerleşmiş, çocukları burada doğmuş büyümüş ve ekonomimize yıllarca emekleri ile katkı koymuş insanları, Anayasamıza rağmen vatandaş yapmıyoruz ve Beyaz Kimlik, Yeşil Kimlik diye ikiye ayırıp sınıflıyoruz. Aynen 2500 yıl önce Romalıların yaptığı gibi.
Belli ki, insan olmanın koşulları ve zamanı yok. 2500 yıl önceki insanla 2500 yıl sonraki insan arasında kullandığı teknolojik aletler, aygıtlar ve yaşam standardı dışında pek bir fark yok. Bütün duygusal algılamalar, yöneticilik hırsı ve üstünlük kompleksi aynı nitelikte ve aradan geçen binlerce yıla rağmen hiç değişmemiş.
Hastanelerimizin, ister devlet olsun ister özel, Yöneticileri ve doktorları dışındaki ara personeline ve teknik personeline sorun nereli olduklarını. Alacağınız yanıtın en fazla yüzde onu size 1974 öncesine ait bir Kıbrıslı Türk ailenin ferdi olduğunu söyleyecektir. Geri kalan yüzde 90’ı Türkiye’den gelip ülkemize yıllar önce yerleşmiş kişiler veya onların çocuklarıdır, Roma tabiriyle Pleb’ler veya Client’lerdir.
Sadece hastanelerimiz mi, tüm sektörlerdeki teknik ve ara elemanlar demem daha doğru olacaktır. Evinizi mi boyatacaksınız, mermer mi değişeceksiniz yoksa patlayan su borusunu mu. Bulacağınız kişi gene bu Roma tabiriyle Pleb’ler veya Client’lerden birisi olacaktır.
Biz bu işleri beğenmeyiz ve yapmayız. Bir şekilde devlete kapağı atmayı ve çalışır gibi yapıp gerçekte hiç çalışmadan ve üretmeden yan gelip yatmayı, ay sonu bu kişilerin ödediği vergilerden maaş almayı, prim ödemeden emekli maaşı kazanmayı ve tek kuruş prim yatırmadan da emekli ikramiyesi almayı biliriz. Ahkam kesmekte de üzerimize yoktur.
Aynen Roma’da olduğu gibi köleler bizim her işimizi yapmalı ama asla vatandaşımız olmamalıdır. Çünkü biz ayrıcalıklı bir sınıfız.
Ülkemizde yaşayan insanlarımızı sınıflara ayırmanın Yirmi birinci yüz yılın insan hakları ve demokrasi kavramına aykırı olduğu inancındayım.
Bu nedenle de Beyaz Kimliğe ve Yeşil Kimliğe karşıyım. Ama gerekçem diğerlerininkinden biraz farklı.
Anayasamızın madde 67(5)’i vatandaşlık hakkının nasıl kazanılacağının yasa ile yapılacağını emrederken, madde 8(1), imtiyazlı zümreler yaratılamayacağını söylemektedir.
Yürürlükteki mevcut yasalarımıza göre ülkemizde beş yıl ikametini dolduran, vergisini ödeyen ve herhangi bir suça karışmamış kişiler ayırıma tabi tutulmadan KKTC vatandaşı olabilmelidir. Bunun aksini yapmak özellikle de AB’de yaygın bir şekilde uygulamada olan insan haklarına ve vatandaşlık haklarına aykırıdır.
Kıbrıs Rum Yönetimi bu kurallara uygun olarak 1974 yılından itibaren yaklaşık iki yüz elli bin kişiyi vatandaşı yapmıştır. Bizim çekincemiz nereden?

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
3 Ağustos 2011

2 Ağustos 2011
Beyaz Kimlikle Hangi Yüzyıldayız için yorumlar kapalı
Okunma 102
bosluk

Kıbrıs’ta Çözüm Başka Bahara

Kıbrıs’ta Çözüm Başka Bahara

Hristofyas’ın, AKEL-DIKO-EDEK koalisyonunun bozulmasına neden olan “Dönüşümlü başkanlık, ağırlıklı oy ve 50 bin T.C. kökenli KKTC vatandaşının adada kalması” önerisini müzakerelerde sunması, daha evvelki yıldan siyasi krizin gelmekte olduğunun sinyalini vermeye başlamıştı.
10 Şubat 2010’da Koalisyon ortağı EDEK’in, Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas’ı, Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la yaptığı adanın birleşme görüşmelerinde Türk tarafına ödünler vermekle suçlayarak koalisyondan ayrılması gelmekte olan krizin ilk işaretiydi.
Nisan’da KKTC’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Rumların beklentilerinin aksine Talat’ın yenilgiye uğraması ve Eroğlu’nun kazanması her ne kadar başta Hristofyas olmak üzere Rum siyasileri, sürmekte olan müzakerelerde Türkleri suçlayarak masadan kolayca kalkabilecekleri düşüncesi ile sevindirmişse de, Eroğlu’nun “Çözüme ulaşana kadar masadan kalkmayacağım” açıklaması ve Türkiye Hükümetinin de Eroğlu’nu destekleyen çözüm hedefli mesajlar vererek girişimler yapması, Rum siyasetini bir o kadar daha sıkıntının içine soktu.
Türkiye’nin bölgedeki durdurulamayan yükselişi, figüranlık rolünü bırakıp önce aktör sonra da senarist olması, Kıbrıs müzakerelerini de temelden etkilemeye başladı.
Son 60 yıldır Kıbrıs konusunda var olan ve 1968 yılında başlayan müzakerelerde de yoğun bir şekilde etkisini sürdüren Yunan ve Rum baskısı ve yönlendirmesi, 21. asrın başında bölgede Türkiye’nin güçlenmesi ile iyice azaldı ve Yunanistan’ın iflası ile de son buldu.
Şimdi hem siyasi hem de ekonomik güç Türkiye’nin elinde.
Rum tarafında evvelki sene sinyal vermeye başlayan siyasi kriz, 2010 Şubatında EDEK’in koalisyondan istifası ile kendini göstermeye başlarken, Kıbrıs Rum Merkez Bankası Başkanı Athanasios Orfanidis’in hükümetin bütçede sahtekarlık yaparak AB’yi kandırmaya çalıştığını açıklaması ile ekonomiyi de içine çekti.
Kısa sürede ortaya çıkan ekonomik kriz, siyasi krizle birleşince ortaya belirgin bir güç kaybı çıktı. Hem siyasi, hem de ekonomik.
Rum hükümetinin ekonomiyi düzeltmek ve bütçe açıklarını kapatmak için aldığı kesinti tedbirleri bu defa da halkta tedirginlik yaratmaya başladı.
Birleşmiş Milletler, son 43 yıldır süren Kıbrıs sorunundan bıkmaya başlayıp müzakerelere fiilen müdahale ederek Takvim, Hakemlik, Uluslararası Konferans ve Referandum yapılması baskısını arttırınca Hristofyas iyice panikledi. Eski Rum Cumhurbaşkanlarının yaptığı gibi Türkleri suçlayarak masadan kalkmanın yöntemini bulmaya ve Türklerin kabul edemeyeceği önerileri masaya koymanın yollarını aramaya başladı.
Türkiye’siz artık dış siyasette ve ekonomide pek fazla etkinlikte bulunamayacağını yavaş yavaş kavramaya başlayan AB, Türkiye ile müzakereleri yürütmesinde en büyük engeli çıkaran Kıbrıs Rum tarafına aradan çekilmesi için Rumlar üzerinde baskı oluşturmaya başladı.
AB’nin Kıbrıslı Rumları saf dışı ederek dondurulan başlıkların bir şekilde açılarak katılım müzakerelerinin tekrardan başlatılabilmesi için girişimler yapmaya başlaması Rumları, Kıbrıs sorununa barışçıl bir çözüm bulmak için sürdürülen müzakerelerde iyice güçsüz ve savunmasız bir konuma soktu.
Hristofyas bu baskılardan kurtulabilmek ve masadan Kıbrıslı Türklere her hangi bir ödün vermeden, Kıbrıs Rum Cumhuriyetinin sahibi olarak kalkabilmek için dört dönüp yollar ararken, imdadına 11 Temmuz’da E. Florakis deniz üssünde yaşanan patlama yetişti.
Patlamanın arkasından elektrik santralinin devre dışı kalması, sanayinin elektriksizlikten çalışamaz hale gelmesi, yaz sıcakları, elektrik kesintileri, yüksek orandaki işsizlik ve siyasi çekişmeler krizin boyunu iyice büyüttü.
BM’nin yıllar sonra ortaya koymayı başardığı müzakere takvimi bu krizlei iyice tehlikeye girdi.
Güya Ekim’e kadar yoğun görüşmeler, Aralık’a kadar Al-ver pazarlığı, yıl sonunda uluslararası konferans ve en son adım olarak da, Mart ayında referandum planlanmıştı. Ve bundan da Hristofyas’ın kaçması olanaksız hale getirilmişti.
Ya müzakereler en sona kadar gidecek ve “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulacaktı ya da adada iki devletin var olduğu resmen açıklanacaktı. Özetle Rumlar iyice kapana sıkıştırılmıştı BM tarafından ve artık kaçma olanakları da hiç yoktu.
Hristofyas, büyük bir olasılıkla, kapalı kapılar ardında Kıbrıs sorununda ortaya çıkacak bir anlaşmayı ileriye götürmesinin ve Rum halkına kabul ettirmesinin ağırlığını kaldıramayacağını belirtecek ve bu nedenle de müzakere sürecinin Şubat 2013’deki Rum Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuna kadar uzatılmasını talep edecek.
11 Temmuz’da E. Florakis deniz üssünde yaşanan patlama gerçekte Kıbrıs Rum tarafına siyasi açıdan altın değerinde bir fırsat yarattı ve BM planının devre dışı kalabilmesi için bahaneyi Hristofyas’ın eline verdi.
Kıbrıs sorununun çözümü belli ki birkaç yıl sonraki bir bahara kaldı.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
1 Ağustos 2011

1 Ağustos 2011
Kıbrıs’ta Çözüm Başka Bahara için yorumlar kapalı
Okunma 41
bosluk
  • Sayfa 3 ile 3
  • <
  • 1
  • 2
  • 3
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar