Bakı’daydım (1)

Bakı’daydım (1)

Azeri Türkleri, başkentleri Bakü’ye Azerbaycan Türkçesi’nde  “Bakı” diyorlar.
Azerbaycan Türkçesi,  Oğuz lehçesine en yakın Türkçelerden biri ve bizimkine çok yakın.
Azerbaycanlı kardeşlerimiz özellikle “Azeri Türkleri” ve “Azerbaycan Türkçesi” terimlerinin kullanılmasını istiyorlar.  Son gidişimde bunu çok fazla hissettim.
Sovyet Rusya döneminde yapılan propagandalar nedeniyle Türk halkı”, “Türk dili” yerine “Azerbaycan halkı” ve “Azerbaycan dili” terimlerini kullanmaya zorlanmışlar. Şimdi tüm bunları geride bırakmak isteyen Azeriler “ biz “Türk”üz,  Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte bir milletin üç devletiyiz” diyorlar.
Azerbaycan’a İlk gidişim 2000’li yılların başındaydı. Rahmetlik Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev daha hayattaydı. Bizi kabul etmişti ama kendisi ile tokalaşmaktan öteye bir iletişimim olamamıştı.
Keşke olabilseydi…
Keşke kendisini daha yakından tanıyabilmiş, konuşabilmiş, dönemin Rus Politbürosu’ndaki SSCB Devlet Başkanlığı seçimlerini birkaç oyla nasıl kaybettiğini sorabilmiş olsaydım.
O yıllarda Başkent Bakı, yolları, binaları ve alt yapısı ile adeta büyük bir köy görünümündeydi. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yetmiş yıllık Rus idaresi döneminde Azerbaycan’ı iliklerine kadar nasıl sömürdüğünün açık göstergesiydi Bakı.
İkinci gidişim 2006 yılında olmuştu. Sibirya bölgesinin başkenti Novosibirsk kentine konferans vermeye ve Valiye onursal doktora payesi takdim etmeye Azerbaycan Hava Yolları AZAL ile Bakı üzerinden gitmiştim. 4 yıllık bu ayrılık süreci içinde Bakı kenti, köy olmaktan çıkmış büyük bir kasaba kimliğine bürünmüştü. Gözle hemen görülemeyen ancak inceledikçe anlayabileceğiniz bir gelişme vardı kentte. Kentin en iyi oteli hala KKTC’nin 3 yıldızlı otelleri klasındaydı.
Baba Haydar Aliyev vefat etmiş yerine oğlu İlham Aliyev seçilmişti. Rusların 70 yıllık mirası da yavaş yavaş ortadan kaybolmaya yüz tutmuştu. Azerbaycan ordusunun subay ve erlerinde hala daha Rus döneminin kıyafetleri etkisini sürdürüyor, yollarda çoğunlukla Rus yapımı araçlar görülüyordu.
2008 yılında gittiğimde ise başkentteki gelişme artık gözle görülür düzeydeydi. Yollar iyileşmiş, havaalanı ile başkent arasındaki yolun her iki tarafındaki derme çatma evler, paslı tabelalar ve iyice eskimiş yapılar kaldırılmış, yerlerine ağaçlar ekilmiş, parklar yapılmış, yeni binaların inşaatına başlanmıştı.
Mağazalar ufak boyutlarda kent içinde yerlerini almaya başlamış, cep telefonu daha yaygın bir şekilde kullanılır hale gelmiş, yollardaki araçların ise hem yaşları gençleşmiş, hem de modelleri çeşitlenmeye başlamıştı. Askerlerin kıyafetleri ise biraz değişime uğramıştı. Sanki Türk Silahlı Kuvvetlerinin giyim tarzı hakim olmuştu Azerbaycan ordusu mensuplarında.
Kaldığımız otel bir Türk inşaat firması tarafından daha yeni bitirilmiş 5 yıldızlı muhteşem bir oteldi. Artık kentte alt ve üst yapı yatırımları da başlamıştı.
2011 yılında gittiğim vakit ise gözlerime inanamadım.
2000’li yıllarda ilk kez gittiğimde büyükçe bir köy diye tanımladığım Bakı gitmiş, yerine muhteşem bir şehir gelmişti.  Azerbaycan’a yakışır bir başkent olmuştu Bakı.
Birbirinden güzel mimarisi ile yüksek binalar ve gökdelenler inşa edilmiş, ana caddelerdeki tüm binalar elden geçirilerek, eski ve tarihi binaların dokusunu incitmeyecek şekilde muhteşem bir şekilde restorasyon yapılmış, yollar, caddeler ve kaldırımlar, asfalt veya Arnavut taşları ile yenilenmiş, eski elektrik sistemi sökülüp atılmış ve yeni sistem yeraltına kaydırılmış,  şehrin kalbi sayılan cadde üzerinde dünyanın tüm ünlü markaları yerlerini almış, modern ve çok katlı alış veriş merkezleri ise birbiriyle kıyasıya rekabete girmiş.
Yolları en güzel, en pahalı dünya markası araçlar kaplamış, şehrin en ünlü meydanına da içine müzik eşliğinde dans eden fıskiyelerin bulunduğu bir de havuz yapılmış.
Her yönüyle tam bir başkent olan Bakı şimdilerde, yaz başında yapılacak Eurovision Şarkı Yarışmasına hazırlanmakta. Ben gittiğimde, yarışmanın yapılacağı konser salonunun çevre düzenlemesi, çevre yolları ve alt yapı çalışmaları hızlı bir şekilde devam ediyordu. Çok kısa bir süre sonra ise zemin etüdü ve hazırlığı bitirilmiş olan salonun inşasına başlanacak. Tüm dünyanın gözlerinin çevrileceği konser salonunu Mayıs ayından evvel bitirmeyi planlıyor Azerbaycan…
(Devam edecek)

Prof. Dr. Ata ATUN
ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.com

30 Ekim 2011
Bakı’daydım (1) için yorumlar kapalı
Okunma 71
bosluk

Hristofyas’ın Hedefi Masadan Kalkmak

Hristofyas’ın Hedefi Masadan Kalkmak

New York’ta yapılacak 3’lü görüşmeye günler kaldı.

Müzakerelerin süregeldiği 1968 yılından beri birçok kez anlaşma ortamı oluşmasına,
anlaşma taslaklarının ortaya çıkmasına ve planların yayınlanmış olmasına
rağmen son dakika bu olanağı elinin tersi ile iterek reddeden taraf hep Kıbrıslı
Rumlar olmuştur.

Rumlar, 4 Mart 1964 tarih ve 186 sayılı BM Güvenlik Konseyinin “Geçici kararı” ile gasp ettikleri “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin
yasal olmayan sahipleri oldukları günden beri hep anlaşmamak için masaya oturup
müzakereleri sürdürdüler ve AB’ye de girdikten sonra da anlaşmama oyunlarını
oynamaya devam ettiler.

Bunun en bariz örneğini Gali Haritası ve Çözüm Planı’nda gördük ve yaşadık.

1992 yılında BM Genel Sekreteri Butros B. Galinin taraflara sunduğu diğer adı da “Gali Fikirler Dizisi” olan “Gali
Haritası ve Çözüm Planı” aynen Annan Planı gibi kapsamlıydı ve ekinde de harita bulunmaktaydı.

Türk tarafı, 100 ana ve 14 ek maddesi bulunan bu Kapsamlı Çerçeve Anlaşmasının tümünü -8 maddesini tekrar görüşmek
kaydı ile- kabul etmişti. Dönemin Rum Cumhurbaşkanı Yorgo Vasiliu, New York’ta
Kapsamlı Çerçeve Anlaşmasını, bazı maddelerini tekrar görüşmek kaydı ile kabul
ettiğini açıklamasına rağmen, Rum Ulusal Konseyi’nin de görüşünü almak üzere
Kıbrıs’a geldiğinde büyük bir muhalefet ile karşılaşmış ve Rum tarafının “Gali
Fikirler Dizisi”ni tümden reddettiğini açıklamak zorunda kalmıştı.

Bu ne ilkti ne de son oldu.

Rum tarafı hep adanın tümüne sahip olabilmek hedefi ile masaya oturmuş, bunda başarılı olamayınca da ve iş mevcut
devleti ve adayı Kıbrıslı Türklerle paylaşmaya gelince de, ya Türkleri
anlaşmazlıkla suçlayarak masadan kalkmışlar ya da anlaşılanları yerine
getirilmesi olanaksız taleplerle tümden reddetmek yolunu seçmişlerdir.

Artık anlaşma ister gibi gösterip zamana oynama dönemi bittiğini, Kıbrıs Türk tarafı ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti
devamlı olarak dile getirirken, BM’nin de konu ile ilgili personeli ve çeşitli
ülkelerin Kıbrıs konusuna yakın olan diplomatları da yüksek sesle
söylemektedirler.

Müzakerelerin gelinen bu aşamasında artık Rum tarafının da açık ve net olarak tavrını ortaya koyması gerekmektedir.

Sadece tek bir tarafın istemesi ile anlaşma olamayacağını herkes bilmektedir.

Kıbrıs Türk tarafı her zaman anlaşma isteyen taraf olmuştur bu güne değin.

New York’ta yapılacak 3lü müzakereye de Kıbrıs Türk tarafı iyi niyetle, yapıcı
önerilerle ve “hala daha ümit vardır” düşüncesi ile gitmektedir.

Rum tarafı ise New York’a öneri yapmaya ve biraz daha yakınlaşma sağlayarak çözüme ulaşmayı hedefleyerek gitmek bir
yana, tam tersine sorun çıkarmak ve müzakereleri daha fazla ileriye götürmemek
için-bir şekilde- Kıbrıslı Türkleri suçlayarak masadan kalkmak stratejisi ile
gitmektedir.

Bunun sinyallerini evvelki gün Hristofyas verdi.

Önce koalisyon ortaklarından KS EDEK’in karşı çıkarak koalisyondan ayrıldığı, sonra da DIKO’nun yoğun muhalefet
göstererek Koalisyonu terk ettiği Dönüşümlü Başkanlığı önerisini geri çekmek
kararı aldığını dile getirdi Hristofyas.

Gerekçe olarak da KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu’nun Çapraz Oylamayı kabul etmemesini gösterdi.

Bu gerekçeye Kantara’nın keçileri bile güler.

Hristofyas bu gerekçesi ile sadece Kıbrıslı Rumları kandırabilir.

Bu önerilerin bir bütün olduğunu, Türk tarafınca kabul edilebilmesi için Türk tarafının sunduğu karşı önerilerin de eksiksiz
kabul edilmesinin ön koşul olduğunu unutmuşa benziyor,  ya da açıklamak işine gelmiyor.

Bu maksatlı hareketin bir tek gerekçesi olabilir, Türkleri anlaşmazlıkla suçlayıp masadan kalkmak. Zira Hristofyas uzun
zamandır bu ortamı yaratmak için elden geleni yapıyor.

Yakında böyle suçlamalarla karşılaşmamız kesin gözüküyor.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

28 Ekim 2011

27 Ekim 2011
Hristofyas’ın Hedefi Masadan Kalkmak için yorumlar kapalı
Okunma 56
bosluk

AB’deki Büyük Çatlaklar

AB’deki Büyük Çatlaklar

Anlı şanlı Avrupa Birliği, ekonomik krize dayanamadı ve bünyesinde birbirinden bağımsız büyük çatlaklar
oluşmaya başladı.

Benim sayabildiklerim şimdilik 3 tane.

Üçü de ölümcül çatlak bunların.

Bir tanesi neredeyse üç sene evvel Macaristan’ın moratoryum ilan etmesiyle, yani yasal iflasının ilanı ile
geliyorum demişti, geçen yıl İrlanda’nın ekonomik batışı ile kendini göstermeye başladı. Bunu Yunanistan’ın iflası takip etti.

Her ne kadar AB, Yunanistan’ı yaşatmak için elden geleni yapıyorsa da, Yunanistan artık batmış, eski tabirle
müflis bir ülke.

Uzun bir müddet asla adam olmaz.

İkinci çatlak dün aniden İngiltere’de ortaya çıktı.

İngiltere “Euro Zone” bölgesine yani “Avrupa Para Birimi Uygulama Bölgesi”ne girmeyen ve Avro’yu ülkesinde
kullanmayan yegane AB üyesi ülke.

AB’nin ekonomik yapısına güvenmediğinden ve Rusya’nın yönetiminde uzun yıllar kalıp, yeniden yapılanma
süreci sonrasında da bağımsızlığını kazanmış AB üyesi küçük ülkelerin yükünü taşımak istemediğinden daha başından “Avro Bölgesi”ne girmedi.

Uzun zamandır İngiltere’nin AB üyeliği kendi vatandaşları arasında tartışılıyordu. Bazen bu konuyu gazeteler
yazıyordu, bazen de gösteriler yapılıyordu.

1973 yılından bu yana AB üyesi olan İngiltere’de “AB’ye şüpheyle bakan” görüşleriyle bilinen ve tüm yetkinin
Brüksel’de olmasını istemeyen Muhafazakarlar –bu partiye İngiliz halkı “Tories” veya “Tory Party” diye hitap etmektedir-, Euro bölgesindeki mevcut ekonomik
krizle birlikte AB üyeliğini daha fazla sorgulamaya başladılar.

İngiltere’nin ünlü “The Guardian” gazetesinin yayımladığı kamuoyu araştırma şirketi ICM’nin son anketine göre,
katılımcıların yüzde 49’u İngiltere’nin AB’den çıkması, yüzde 40’ı ise AB üyeliğinin sürmesi gerektiği inancında. Buna ilaveten de İngiliz halkının yüzde
70’i, İngiltere’nin AB üyeliğinin, İngiliz halkının görüşüne yani referanduma sunulmasını istiyor.

Bunu uzun zamandır dile getiren İngiliz Parlamentosundaki “İş Komitesi”, ki bu komite Parlamentoda arka sırada
oturan Parlamenterlerden oluşmaktadır,  kamuoyundan 100 binden fazla imza toplamalarının ardından AB üyeliğiyle ilgili referanduma
gidilmesi konusunu Avam Kamarası’nda yani “Halkın Temsil edildiği Meclis”te gündeme koydurttu ve nihayet oylattı.

Oylama sonucunda 111 milletvekili İngiltere’nin AB üyeliğinin referanduma götürülmesi gerektiği yönünde oy kullanırken, 483 milletvekili de referanduma karşı çıktı.

Belli ki artık İngiltere’nin AB üyeliği, AB’nin kötü performansı ve gelecek vaat etmemesi nedeni ile İngiliz halkı tarafından sorgulanmakta. Birkaç yıl içinde İngiltereAB’den koparsa
şaşmamak lazım.

Üçüncü çatlak ise gene dün İtalya’dan kökenlendi.

Avro Bölgesi liderlerinin borç krizine kapsamlı çözüm arayacakları bugünkü zirve öncesinde İtalya’nın Almanya ve Fransa’yı suçlaması fena bir kriz yarattı, liderler arasında gerginliği
arttırdı.

Krizin temelini 23 Ekim’deki AB zirvesinde Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi’ye adeta kendileri AB’nin
patronlarıymış gibi, İtalya’nın harcamalarını kısması konusunda baskı yapıp posta koymaları oluşturdu.

Avro Bölgesi’nin bu günkü zirvesinde, zordaki ülkeleri kurtarması için oluşturulan Avrupa Finansal İstikrar Fonu’nun kaynakları mevcut 440 milyar Avrodan 1 trilyon avroya
yükseltilmesi hedefleniyor ama Fransa ve Almanya’dan başka bu yükseltmeye katkı koyacak ülke yok gibi. İtalya ve İspanya’nın bu fonun tahvillerini alacak parasal güçleri yok.

Çatlaklar, hiç yokken bir oldu, birken iki oldu şimdi de iki iken üç oldu.

Bu gidişle AB’nin geleceği pek parlak gözükmüyor.

2015 yılına gelindiğinde Türkiye mi AB’ye girmek isteyecek yoksa AB’mi Türkiye’ye katılım daveti yapacak, bu çatlaklardan sonra kestirmek gerçekten de çok güç.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

26 Ekim 2011

 

 

25 Ekim 2011
AB’deki Büyük Çatlaklar için yorumlar kapalı
Okunma 60
bosluk

KKTC-Libya İlişkileri Hemen Başlatılmalı

KKTC-Libya İlişkileri Hemen Başlatılmalı

 

Kıbrıs Barış Harekatı

Kıbrıs Barış Harekatı

Libya Halk Cemahiriyesi’nin Lideri Albay Muammer Kaddafi’nin yaşamının bu şekilde son bulmasına üzüldüm.

Öldürülmemeli ve katledilmemeliydi.

Yaralı hali ile işkence edilmeden hemen hastaneye götürülmeli ve tedavi edilmeliydi. İyileştikten sonra
yargılanmalıydı. Cezası varsaydı da buna mahkeme karar vermeliydi.

Yıllarca İtalyanların sömürgesi olmuş ve İtalyan çizmesi altında ezilmiş bir ülkeyi taraflı yöneticisinden kurtararak
devralmıştı.

İslamiyetin bir farzı olarak tüm Müslümanları korumak ve haklarına sahip çıkmak çabasında oldu her zaman.

Ülkesini var olan örneklere uygun olarak diğer Arap ülkelerindeki yönetim tarzına benzer bir şekilde yönetmeye
çalıştı.

Etrafındaki yönetimlerin hepsi diktatörlüktü. Bu yönetim tarzını biraz daha yumuşatmaya çalışarak “Halk
Cemahiriyesi” kurdu yani Halk Meclisini kurarak, parlamenter yönetim tarzına
yönelmeye çalıştı.

Başarılı oldu mu. Kısmen.

En azından zaman zaman Halk Meclisini toplayıp konuşmacıların görüşlerini dinliyordu ama çoğu zaman karşıt fikirler
yer alamıyordu bu toplantılarda.

Mısır kralı Faruk’u devirip halk iktidarını kurmaya çalışan General Abdül Nasır’ın temellerini attığı ama bir
türlü gerçekleşemeyen Arap Birliğini canlandırmak için elinden geleni yaptı. Bu
nedenle de Mısır ile fiilen birleşmeyi bile denedi.

Bunu başaramayınca yüzünü Türkiye’ye çevirdi.

Türkiye cumhuriyeti, gerek yönetim gerekse de tarihi bakımından imrendiği bir ülkeydi ve bu nedenle de hedefleri
arasında Türkiye ile Konfederasyon tipi bir yapı oluşturmakta vardı. Seçkin
subaylarını Türkiye’deki Harp okullarında ve Harp Akademilerine göndererek bir
nevi bağ oluşturmaya çalıştı.

Türk iş adamlarına Libya kapılarını sonuna kadar açtı. Hayalinde oluşturduğu ve gerçekleştirmesine az zaman kaldığı
ünlü “Çöl altı akarsuyu” projesini Türk inşaat yüklenicilerine vermek istiyordu. Bu hayati projede başkalarına pek de güveni yoktu.

Bende Kaddafi’nin hatırı var, hem de 37 yıllık bir hatır bu. Bu nedenle de kendisini lanetlemiyorum ve “Allah Rahmet
Eylesin” diyorum.

20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekâtında yanımızda olmasını unutmam mümkün değil.

Harekâtı yapan ordumuza benzin ve jet uçakları için elzem olan lastik tekerlek yardımında bulunmuş, Libya ordusunun
tüm olanaklarını Türkiye’nin emrine sunmuştu.

Barış Harekatı’ndan sonra ABD Senatosu’nda Yunan kökenli senatörlerin sunduğu öneri ile 15 Şubat 1975 tarihinde alınan
“Silah Ambargo”su kararını Türkiye, Libya’nın da desteğiyle asgari sıkıntı ile atlatmış ve ABD’ye karşı TBMM’de de yaptırım kararları almıştı.

Amerika bu karşı yaptırımlara dayanamayarak 26 Mart 1976’da üslerle ilgili yeni bir Savunma İşbirliği
Anlaşması imzalamak zorunda kaldı ve bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi de ambargonun kaldırılması şartına bağlandığından 1978 yılında ABD ambargoyu
kaldırmak zorunda kaldı.

Libya Halk Cemahiriyesi bu süreçte hep Türkiye’nin yanında oldu.

Tüm bu desteğin altında Libya halkının Türk sevgisi yatmaktadır aslında. Cumhurbaşkanları, liderleri, kralları veya da
diktatörleri kim olursa olsun, Libya halkı kendilerini Türklere ve Türk halkına
her zaman ve her koşulda çok yakın hissetmiştir ve halen de hissetmektedir.

Bunun en güzel örneği de Libya’nın yeni bayrağındaki “Ay Yıldız’ın, 22 Eylül 1983 TBMM’de  kabul edilen 2893 numaralı Türk Bayrağı
kanununda yer alan ölçü ve oranlara tamamen uygun şekilde olmasıdır.

Türkiye Libya ile yeni bir sayfa açmıştır ve meydanlarda yeni Libya bayrağına ilaveten dalgalanan yegane yabancı
bayrak, Türk bayrağıdır. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sn. R. T. Erdoğan Libya ziyareti ile Türkiye-Libya ilişkilerini fiilen başlatmıştır.

KKTC bu fırsatı kaçırmamalı ve Libya’da hemen bir Temsilcilik açarak, yeni yönetim ile sıcak ve yakın ilişkiler
başlatmalıdır.  Önümüzdeki aylarda Kıbrıs konusu yeni bir sürece girerse, ki gireceği artık aşikar olmuştur, bu yakınlığa
ve dostluğa çok gereksinimimiz olacaktır.

 

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

24 Ekim 2011

23 Ekim 2011
KKTC-Libya İlişkileri Hemen Başlatılmalı için yorumlar kapalı
Okunma 609
bosluk

Müzakerelerde Cayan Taraf Kim

Müzakerelerde Cayan Taraf Kim

 

Rum siyasilerin en büyük özelliği, müzakereler her çıkmaza girdiğinde Türkleri suçlamak oldu bu güne
değin.

Artık bu klasik bir uygulama haline geldi.

Sıkışınca ya “KKTC Cumhurbaşkanı muhatabım değil” deyip masadan kalkarlar ya da “Türkler daha önce anlaşmaya
varılanlardan caydı” iddiasını ortaya atarlar.

Gerçekten de bu çirkin uygulama artık kabak tadı verdi.

19 Ekim Çarşamba günü Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Eroğlu ile Rum lider Hristofyas arasında yapılan müzakereden
sonra Hristofyas, Rum Başkanlık Sarayı’na dönüşünde yaptığı açıklamada,
müzakerelerin gidişatı ve gelişmeler işine gelmediği için  “Kıbrıs Türk tarafının, Talat ile üzerinde
anlaşmaya varılanlardan caydığının görüldüğü” tanımlamasını kullanarak,
Cumhurbaşkanı Eroğlu’nu töhmet altında bırakma yöntemini seçti.

Bizler farkındaydık ancak yabancı diplomatlarda bu çirkin yöntemin farkına vardı.

Bu nedenle de artık çok ciddiye almıyorlar bu tür açıklamaları.

Dönüp geçmişe bakarsak, iş müzakerelerde Kıbrıslı Türklere hakları olanı vermeye gelince gerçekte geçmişte
anlaşmaya varılanlardan, üstelik hem yazılı olan, hem de BM belgelerine geçmiş olan
anlaşmalardan cayan tarafın Rumlar olduklarını görürüz.

Bunun en güzel örneği 12 Şubat 1977 tarihinde KTFD Başkanı Rauf R. Denktaş ile Rumların Etnarh’ı (Hem milli lider hem de dini lider manasındaki bu paye, 17.ci yüzyılda dönemin Osmanlı Padişahı tarafından adada
yaşayan Rum cemaati lideri olarak addedilen Kıbrıs Ortodoks Kilisesi
Başpiskopos’una verilmiştir
) Makarios arasında imzalanan 1. Doruk
Anlaşmasıdır.

Bu anlaşmanın 2. Maddesi kelimesi kelimesine “Her toplumun yönetimi altına girecek topraklar, ekonomik,
yaşanabilirlik ve mülkiyet ışığında tartışılacaktır” şeklindedir.

1974 Mutlu Barış Harekatından sonra liderler arasında yapılan bu ilk ve önemli görüşmede, -ki adı da
öneminden dolayı Doruk Anlaşması olarak tanımlanmıştır- adada Kıbrıslı
Türklerle Kıbrıslı Rumların ortak bir devlet kurması konusunda mutabakata
varılmış, kurulacak bu ortak devletin esaslarının nasıl olacağı da ana hatları
ile tanımlanmıştır.

Zaten Makarios’da 1950 yılında Başpiskopos olurken ettiği “Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlamak uğruna hayatını feda
etmeğe hazır olduğu” şeklindeki yemininin aksine, 1. Doruk Anlaşması’na imza
atıp, Kıbrıs adasının belli bir miktarında Türklere ait bir Yönetimin
kurulacağına onay verince, çok değil 6 ay sonra kahrından ölüp gitmiştir.

1. Doruk Anlaşmasının söz konusu bu 2. Maddesi nedeni ile de sonradan yapılan tüm görüşme ve anlaşmalarda 2
toplumlu ve 2 bölgeli bir devlet kurulması kavramının yanı sıra bölgelerde de
toprak ve nüfus çoğunluğunun Türk yönetiminde Kıbrıslı Türklerde, Rum Yönetiminde
de Rumlarda olacağı hususu esas olarak alınmıştı.

Nitekim Annan Planında da bu kavram esas olarak kabul edilmiş ve kurulacak Birleşik Kıbrıs Federal Cumhuriyetini oluşturacak
“Kıbrıs Türk Devleti”i ile “Kıbrıs Rum Devleti”nde hem mülkiyet hem de nüfus
çoğunluğu, özellikle de “Nitelikli” olarak söz konusu devleti kuracak halka ait
olacaktı.

Bu gerçeği, yani Federal Cumhuriyet içinde Kıbrıslı Türklerin kuracağı devlette, gerek toprak mülkiyetinin gerekse
de nüfusun nitelikli çoğunluğunun Kıbrıslı Türklere ait olacağını Hristofyas,
işine gelmediği için “Bu kavram böyle değildir ve biz bu kavramı farklı
değerlendiriyoruz” diyerek inkar etmekte, açıkçası da yazılı ve belgelere
geçmiş bu mutabakatları inkar etmektedir.

Hala daha 100 bin Rum’un geri dönmesini ve 60 bin Rum’un da Türk devleti içinde yaşamlarınım sürdürmesini
isteyerek, gerek mülkiyette, gerekse de nüfusta ön görülen ve kayıtlara geçmiş
“Çoğunluk” kavramını inkar edip kırmaya çalışmaktadır.

Rum Lider, çarşamba günü yapılan liderler arası müzakereden çıkınca gazetecilere hiç utanıp sıkılmadan “Kıbrıs
Türk tarafının, Talat ile üzerinde anlaşmaya varılanlardan caydığının
görüldüğü”  diyebilmektedir.

Üstelik ima ettiği anlaşmalar da kayıtlara geçmeyen, baş başa, arkadaşça, dostça müzakerelerden evvel veya sonra
karşılıklı kahve içerken yaptıkları konuşmada geçenlerken…

Hristofyas’a göre altında Türk ve Rum liderlere ilaveten BM’nin de imzasının bulunduğu anlaşmalarda yazılı
olanlar geçerli değil ama sohbette söylenenler geçerli.

İşte Rum adadaşlarımız böyle kişiler.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

21 Ekim 2011

 

 

20 Ekim 2011
Müzakerelerde Cayan Taraf Kim için yorumlar kapalı
Okunma 63
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar