Rumlardaki Türk Alerjisi

Rumlardaki Türk Alerjisi

 

Asırlardır Kıbrıs adasında Rumlarla yan yana yaşamaktayız.

Ama anlaşılıyor ki Rumlar, bir türlü Türk adadaşlarının, “kendileri ile eşit haklara sahip Kıbrıslılar”
olduklarını hala daha kabul edememiş.

Adada Barış istiyoruz diye şov yapan bu millet, Kıbrıslı Türklere karşı da her ortamda kin kusuyorlar.

Kendileri Kıbrıslı Türklere, insanlık dışı izolasyonların uygulanması ve Kıbrıslı Türkler pes edene kadar
sürdürülmesi için her yolu denerken, Türkiye’nin Rum bandıralı uçak ve gemilere
limanlarını kapatması kabahat. Kendi yaptıklarını görmeyen Rum milleti sütten
çıkma ak kaşıkmışcasına “Türkiye’nin uyguladığı İzolasyondan büyük zararlar
ediyoruz” iddiası ile yaygarayı koparıp, her yere başvuruyorlar.

Rum Dışişleri Bakanı Bayan Erato Kozaku Markulli’nin Kıbrıslı Türklerin aleyhine hiç durmadan yaptığı girişimler
ve ettiği şikayetler artık Müzakereleri de zehirlemeye başladı.

Belli ki Rumların Kıbrıslı Türklerle Kıbrıs adasında ortak bir yaşam sürdürmeye pek bir niyetleri yok. Gerçi
bu biliniyordu ama artık ete kemiğe büründü, elle tutulur, gözle görünür oldu.

Dün “Ezeli Türk Düşmanı”  Kara Cira lakaplı Dışişleri bakanı Markulli,  Koca Pirî Reis ve Norveç’e ait
Bergen Surveyor isimli araştırma gemilerinin Doğu Akdeniz’deki hareketliliğinden
dolayı BM nezdinde girişimlerde bulundu.

Ama haklı, ama haksız.

Şikayet olsun, başvuru olsun, etrafa Türk düşmanlığı saçılsın da, ne isterse olsun mantığı ile davranıyor
Kara Cira.

Şimdi de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yasalarına göre, KKTC sınırları içinde suç işleyen eski bir Rum
Bakanın serbest bırakılması için DİSİ’li Avrupa Parlamentosu (AP) Milletvekili
Eleni Theoharus başvuru yaptı.

Avrupa Parlamentosunda Milletvekili olan Eleni Theoharus, Rumların eski ekonomi bakanı Mihalis Sarris’in, KKTC’de,
“yasadışı bir şekilde tutuklandığını” ileri sürerek Avrupa Komisyonu’ndan
konuya müdahale etmesini talep etti.

Bununla da kalmayan bu sözde ve bizleri temsil etmeyen Milletvekili, “Kıbrıslı Türk makamlarının Türkiye’nin
boyunduruğu altında olduğu” ve bu nedenle de Komisyonun Türkiye’ye baskı
yapmasını talep etti.

Hiç utanma ve sıkılma yok bu insanlarda…

Hala adanın tümünün kendi yönetimleri altında olduğunu zannediyorlar.

Kıbrıslı Türkler Rum tarafına geçtikleri vakit, otomobillerinin lastikleri kesildiğinde, arabalarına kasten
zarar verildiğinde ve kendilerine durup dururken küfredilip darp edildiklerinde
ve bıçaklandıklarında ortada hiçbir suç ve suçlu yok.

Kıbrıslı Rumlara göre, Kıbrıslı Türklere karşı bu tür davranışlar Kıbrıslı Rumların en doğal hakları.

Kıbrıslı Türklere söverler de, döverler de, bıçaklarlar da, arabalarına taşla ezip camlarını kırarlar da.

Anlaşılıyor ki Rum tarafında geçerli olan AB ve mevcut Rum hükümetinin yasalarına göre bu tür eylemler suç
olarak belirtilmesine rağmen, Kıbrıslı Türkleri karşı işlendiğinde suç olmaktan
çıkmakta veya da Rum yöneticiler tarafından kasten çıkarılmakta.

Bu nedenle de bu tür olaylarda Rum polisi aniden yetersiz kalmakta ve suçlular yer yarılıp içine girdiğinden dolayı
da bir türlü bulunamamakta.

Ben kapıların açıldığı 24 Nisan 2003 tarihinden beri, Rum tarafında Kıbrıslı Türklere karşı suç işlemiş bir Rum’un
tutuklandığını ve de bu davranışından dolayı ceza almış olduğunu ne gördüm, ne duydum
ne de Rum tarafında yayınlanan gazetelerde okudum.

Kıbrıslı Rumlar, adanın Kuzeyinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diye devletin olduğunu, bu devletin
yasaları bulunduğunu ve bu yasalara karşı davranışlar içine girildiğinde de
suçluların tutuklanıp, yargılanacaklarını ve KKTC yasalarına göre de
cezalandırılacaklarını beğenseler de, beğenmeseler de kabul etmek zorundalar.
Bundan kaçışları yok ve hiçbir zaman da olmayacak.

 

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

19 Ekim 2011

18 Ekim 2011
Rumlardaki Türk Alerjisi için yorumlar kapalı
Okunma 67
bosluk

RUMLARIN AB HÜSRANI

RUMLARIN AB HÜSRANI

Mağusa-Lazkiye seferi Rumların başına hiç beklemedikleri politik bir bela açtı.

Seferleri durdurmak için her yolu deneyen Rumlar, baktılar gördüler ki, Türkiye ile baş edemiyorlar ve Suriye’ye de söz geçiremiyorlar, konuyu hemen 2 yıl önce Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye yapılan doğrudan uçuş konusunda olduğu gibi AB’ye aktardılar.

 

AB’nin derhal tedbir alacağından ve Mağusa’yı kapalı liman ilan edeceğinden emin olarak bütün Rum ve Yunan personel ile milletvekillerini seferber ederek her zaman yaptıkları gibi kendi çıkarları doğrultusunda görüş çıkarttırmaya çalıştılar.

 

Bir yandan AB’nin Genişlemeden Sorunlu Komisyonunda Mağusa-Lazkiye deniz otobüsü seferlerini engelleme çalışmaları devam ederken, diğer taraftan da Başpiskopos Hrisostomos yanında Baf Piskoposu Yorgos ile birlikte Gürcistan Patriği Elias’ın göreve gelişinin 30.cu yılı kutlamasına katılmak üzere 11 Ekim Perşembe günü 5 günlük bir ziyaret için Gürcistan’a gitti.

Tabi orada tüm Ortodoks aleminin Patrikleri ve Başpiskoposları buluştular. Yunanistan Başpiskoposu Hristodulos yatağa düşecek denli kanser hastası olduğu için bu kutlamalara katılamadı.

Hrisostomos, ustası ve baryası  Fener Patriği Bartholomeos ile Gürcistan’da 14 Ekim gecesi uzun bir görüşme yaptı. Sonra da Patrik Elias’la birlikte üçlü bir görüşme yaparak, Mağusa-Lazkiye arasında sefer yapan deniz otobüsünün Güristan Bayrağı taşıması nedeni ile Gürcistan hükümeti üzerinde baskı kurmak ve seferleri durdurmak konusunda görüş birliğine vardılar.

Gürcü hükümeti, halk arasında çok etkili olan Ortodoks din adamlarından gelen bu baskı nedeniyle, Akgünler Şirketine bir yazı göndererek, seferlerin tekrarı halinde bayraktan çıkarılacaklarını bildirdi.

 

Sonuçtan çok memnun kalan Rum yöneticiler, Akgünlerin gemisinin Gürcü bayrağından çıkıp bir başka devletin bayrağı altına girerek seferlere devam etmesi olasılığına da bir son vermek ve konuyu, hava ulaşımındaki ambargonun bir benzerine dönüştürerek kesin olarak durdurmak amacı ile AB’ye başvurdular.

 

AB’nin genişlemeden sorumlu komisyonu kendilerine bekledikleri yasaklama yanıtını vermek yerine açıkça aba altından sopa gösterdi. Diplomatik teamüllere uygun olarak verdikleri yanıtta, yaptıklarının yanlış olduğunu ve bu güne kadar “Mağusa limanının kapalı liman olduğu” palavrası ile dünyayı kandırdıklarını ama denizcilik kurallarına göre böyle bir kararın sadece ve sadece Güney Kıbrıs Rum Yönetimini bağladığını ve bunun siyasi olarak yaygınlaştırılamamacığını belirttiler.

Rumların, “Mağusa limanının kapalı liman olduğu” ve gemilerin bu limana gitmemeleri gerektiği iddialarını devam ettirmeleri durumunda da, olayların aksi yönde gelişebileceğini ve sonuçlarının, Türkiye-AB müzakerelerinde dondurulan “Ulaşım” başlığının müzakerelere açılması ile “Mağusa Limanı”nın Direk ticarete resmen açılmasına kadar gidebileceğini resmi ağızdan belirttiler.

 

Akgünlerin deniz otobüsü bu gün, Gürcistan bayrağı ile Mağusa-Lazkiye seferini yapacak. Gemi, taşıdığı Gürcistan bayrağından çıkarılmış veya Gürcistan gemi sicilinden düşürülmüş değil. Kendilerine gönderilen sadece bir uyarı yazısı.

Tabii Gürcistan hükümetinin Ulaştırma Bakanlığı Denizcilik Dairesinin gönderdiği uyarı yazısındaki, bayrağın iptal edilebileceği gerekçeleri, uluslararası denizcilik kurallarına göre geçerli değil.

Akgünler şirketinin, uluslararası denizcilik kuralları çerçevesinde geçerli bir neden, yasal yollardan kendilerine belirtilmeden Gürcistan bayrağından çıkartılmaları ve gemi sicilinden kayıtlarının silinmeleri durumunda, Gürcü hükümetini dava etmek hakları var ve şimdilik bu hakları saklı.

Bunun yanında, böyle bir işlemden sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin Gürcistan üzerindeki yaptırımlarını ve kısıtlamalarını da Gürcü hükümetinin nasıl göğüsleyebileceği de ayrı bir sorun yaratacak Gürcü hükümeti için. Rumların hatırına, ekonomileri ile ticaretlerinin büyük bir bölümüne hakim olan Türkiye ile ters düşmeyi göze almaları uzak bir ihtimal gibi gözüküyor.

 

Kıbrıs sorununu kendi çıkarları doğrultusunda daha kolay çözeceklerini hesaplayarak içine girdikleri Avrupa Birliği, Rumlar için bir hayal kırıklığı ve hüsran olmak üzere.

 

Brüksel, Rumların boynunu eline geçirdi ve hiç durmadan da sıkıyor. Rumların Makarios döneminden kalan ve BM’de tepe tepe kullandıkları “Bağlantısız ülkeler” mirasları da bitti.

AB’ye girmekle aynı düzeyde bir başka mirasa konduklarını sanan Rumlar Kıbrıs’ın tümünü AB’yi arkalarına alarak ele geçirecekleri hayallerine kapıldılar ama Kıbrıs konusunda kullanıldıklarını fark eden AB ülkeleri, tam tersi bir davranışla Rumları iyice kontrolleri altına almaya başladılar. Artık Lefkoşa’nın idaresi Rumların elinde değil.

Rumların AB içindeki yıldızı da iyice söndü.

 

Kırkı yıldır sürdürdükleri tüm uygulamaları terk etmeleri ve AB standartlarına uymaları için AB’nin ilgili Komiserlerinden uyarı üstüne uyarı gelmeye başladı Rumlara.

Yolcuların hakları, Biometrik pasaportlar, Şahısların dolaşımı, Seveso direktifi ve Ses kirliliği konusunda uyarı yazıları gönderildi Güney Kıbrıs Rum Yönetimine. Bunlara ilaveten de üveyik avı, yenilenebilir enerji kaynakları, karbondioksit denetim sistemi ve atıklarla ilgili dört dosya da aleyhlerine askıda bulunuyor.

 

İçlerine girip, Bizans entrikaları ile AB’yi idare edebileceklerini sana Rumları AB avucu içine aldı ve pressaya soktu.

18 Ekim 2011
RUMLARIN AB HÜSRANI için yorumlar kapalı
Okunma 52
bosluk

Hidrokarbon Yatakları ve Kıbrıs Sorunu

Hidrokarbon Yatakları ve Kıbrıs Sorunu

“Kıbrıs Sorunu”, “Kıbrıs Problemi”, “Kıbrıs’ta Çatışmalar”, “Kıbrıs Müzakereleri” gibi tanımları, doğdum doğalı
duymaktayım.

Kulağıma üflenen bu tanımlarla birlikte büyüdüm de diyebilirim.

Her gün, illaki birinden biri gündemde oldu.

Hayatım bunlarla geçti.

İşin başında sorunun kısa zamanda çözülebileceğini düşünürken, aradan geçen yıllara ve hayatımın
sonbaharına gelmeme rağmen hala daha çözülmediğini, daha doğrusu çözülemediğini
birebir yaşamakta ve görmekteyim.

Açıkçası mutfağında bulunduğum “Kıbrıs Müzakereleri”nin gidişatına baktığımda da politik olarak kısa zamanda
da çözülebileceğini hiç sanmıyor(d)um.

Ama şimdi çözüm sürecine bir başka faktör daha etkin olarak girince, geçmiş deneyimlerime, okuduklarıma, araştırmalarıma,
algılamalarıma ve izlenimlerime dayalı geleceğe ve çözüme yönelik düşüncelerim,
değişime uğramaya başladı.

Yıllardır Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs Türk, Kıbrıs Rum ve bazen de garantör ülke olarak İngiltere arasında
bilardo topu gidip gelen Kıbrıs sorunu, uzun yıllar bu oyuncular arasında varlığını sürdürdü ve konumunu korudu.

Ama dünya üzerinde üretilen ve kullanılan enerjinin neredeyse büyük bir bölümünün hidrokarbon kökenli olması, ulaşımı
kolay olan ve bilinen hidrokarbon yataklarının azalmaya yüz tutması, sadece
dünya üzerinde bilinen rezervlerin otuz yıllık tüketime yeteceğinin hesaplanmış
olması, Doğu Akdeniz’de hem Türkiye’nin hem de Kıbrıs adasının Münhasır
Ekonomik Bölgesinde var olduğu iddia edilen doğalgaz rezervinin önemini iyice
arttırdı.

Ellerini ovuşturarak oturdukları iskemleden Kıbrıs’a bakan birçok büyük devlet başkanı ve şirket yöneticisi
geliyor gözümün önüne.

Artık Kıbrıs sorunu ile birinci derecede ilgili taraflar yukarıda belirttiğim gibi sadece Türkler, Helenler ve
İngilizler olmayacak gibi gözüküyor.

Eğer reklamı yapıldığı gibi denizin dibinde birkaç on yıl AB’nin enerji gereksinimini karşılayacak denli büyük bir
rezerv bulunursa, Kıbrıs sorununa büyük devletler ve şirketler de taraf olmaya çalışacaklar demektir.

Aslında “çalışacaklar” kelimesini çok iyi niyetle kullandım.

Gerçekte, bütün kapıları, olanakları zorlayarak, sessiz, abartısız, sakin bir şekilde ama kesin olarak taraf
olacaklardır.

Ne dünyada üretilen enerjinin büyük bir kısmını kullanan devletler, ne de bu enerjiyi üreten şirketler,
bölgede sorun olmasını ve mevcut kronikleşmiş sorunun da devam etmesini isteyeceklerdir.

Bölgeden çıkacak yakıta çok gereksinimleri olacağından, mevcut sorunu gerek siyasi, gerekse de maddi olarak,
bütün olanakları kullanarak çözmeye çalışacaklardır.

Veya da tam tersini yaparak, tarafların arasındaki sorunu daha da büyütecekler ve taraflar kendi aralarında
birbirlerinin kuyusunu kazmaya ve birbirlerini yok etmeye uğraşırken, diğer
taraftan da kendileri doğal gazı çıkararak, kendi gereksinimleri doğrultusunda
kullanacaklar.

Her iki olasılığın da dünya hidrokarbon tarihinde örnekleri var.

Bölgemizde seçilecek yolun, Nabucco Enerji hattının Türkiye’den başlayarak Avrupa’ya doğru gitmesi nedeni
ile Kıbrıs sorununu biran evvel kalıcı bir şekilde çözmek yolu olacağı daha mantıklı bir yöntem olacak.

Doğu Akdeniz Bölgesinde doğalgazı binlerce metre derinden çıkarmak ve kullanılır hale getirmek ne denli
zor ve masraflıysa, dağıtımını yapmakta o denli zor ve güç.

Türkiye devre dışı kalırsa ve bırakılırsa, doğalgazın dağıtımı neredeyse olanaksız hale geleceğinden veya
yeni baştan inşa edilecek bir boru hattının ara basınç istasyonları ile
birlikte çok pahalıya mal olacağından, Kıbrıs sorununun çözüm yolunun,
Türkiye’yi de memnun edecek bir şekilde olacağı daha mantıklı ve akla daha
yakın gelmekte.

Kaderimiz artık biraz da doğalgazla ilintili.
Şayet istenilen büyüklükte bir rezerv bulunursa da, bölgede yalnız kalmayacağımız
kesin.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

14 Ekim 2011

13 Ekim 2011
Hidrokarbon Yatakları ve Kıbrıs Sorunu için yorumlar kapalı
Okunma 224
bosluk

Hristofyas Müzakereleri Baltalıyor

Hristofyas Müzakereleri Baltalıyor

 

Rum Lider Hristofyas’ın Müzakereleri çıkmaza sokmak için elden geleni yapacağını daha geçen yıldan yazmaya ve
söylemeye başlamıştım.

Gözüken köy kılavuz istemiyor.

Korkunç bir politik çıkmazın içine düştü Hristofyas.

Ne altı sakal, ne de üstü bıyık. Her taraf berbat durumda.

Hristofyas’ın, müzakerelerde AKEL-DIKO-EDEK koalisyonunun bozulmasına neden olan
“Dönüşümlü başkanlık, ağırlıklı oy ve 50 bin T.C. kökenli KKTC vatandaşının adada kalması” gibi öneriler sunması, daha evvelki yıldan siyasi krizin gelmekte olduğunun sinyalini vermeye başlamıştı bile.

Geçen yıl 10 Şubat 2010 tarihinde, koalisyon ortağı EDEK’in, Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas’ı, Cumhurbaşkanı Mehmet
Ali Talat’la yaptığı adanın birleşme görüşmelerinde Türk tarafına ödünler vermekle suçlayarak koalisyondan ayrılması, Rum tarafındaki,- kartopu gibi, her yuvarlandığında biraz daha büyüyerek gelmekte olan- siyasi krizin önemli bir işaretiydi.

AB’nin Kıbrıslı Rumları saf dışı ederek dondurulan başlıkların bir şekilde açılarak katılım müzakerelerinin tekrardan
başlatılabilmesi için girişimler yapmaya başlaması, BM Genel Sekreterinin müzakereler çıkmaza girerse, adadaki iki halkın BM zemininde anlaşamayacağı raporunu Güvenlik Konseyi üyelerine sunacağını işittirmesi, Rumları Kıbrıs
sorununa barışçıl bir çözüm bulmak için sürdürülen müzakerelerde iyice güçsüz ve savunmasız bir konuma soktu.

Geçmişten gelen ülküleri nedeni ile “Köpeği tok, ekmeği de bütün” isteyen Rumlar,
hem adanın tümünün mutlak olarak sahip olmak,  hem de Türklere hiçbir hak vermeden
müzakereleri sonuçlandırmak istiyorlar.

Ama Rumlar açısından durum, bu istek ve ülküyü gerçekleştirmeye hiçte uygun değil.

Hristofyas içte ve dışta iyice itibar kaybetmiş durumda.

21. yüzyılın hasta adamı konumuna giren Yunanistan, Kıbrıslı Rumlara yardım edemez hale gelmiş.

Ciddi bir ekonomik krize giren Rum Kesimi ise bir ayağı çukurdaki adama benziyor.
Bu aşamada Hristofyas’ın, Türkleri suçlayarak masadan açmaktan başka bir alternatifi olmadığı açık.

Hristofyas şimdi bu olumsuzluklardan kurtulabilmek ve masadan Kıbrıslı Türklere her hangi bir ödün vermeden, Kıbrıs
Rum Cumhuriyetinin de sahibi olarak kalkabilmek için döne döne yollar arıyor.

BM planına ve takvimlemesine göre güya Ekim sonuna kadar yoğun görüşmeler yapılacaktı ve Ekimin ortalarında da Al-Ver
pazarlığı başlayıp Aralık ayına kadar devam edecekti. Yılsonunda da bir uluslararası konferans yapılacak ve en son adım olarak da, Mart ayında üstünde mutabakata varılmış plan iki halkın referandumuna sunulacaktı.

Hristofyas’ın olağan dışı bir gelişme olmazsa, bu süreçten kaçması da olanaksız hale getirilmişti. Ya müzakereler en
sona kadar gidecek ve “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulacaktı ya da adada iki devletin var olduğu resmen açıklanacaktı. Özetle Rumlar BM tarafından iyice kapana sıkıştırılmıştı ve artık kaçma olanakları da hiç yoktu.

Florakis Deniz Üssündeki patlama ve geçen hafta açıklanan Rapor da, hepsinin üzerine tuz biber ekti.

Hristofyas şimdi çok zor bir durumda.
Tam kapana kısılmış vaziyette.

Büyük bir olasılıkla, kapalı kapılar ardında Kıbrıs sorununda ortaya çıkacak bir anlaşmayı ileriye götürmesinin ve
Rum halkına kabul ettirmesinin ağırlığını kaldıramayacağını belirterek, müzakere sürecinin Şubat 2013’deki Rum Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuna kadar  uzatılmasını talep edecek.

Veya; BM Genel Sekreteri’nin önünde, toprak konusunun harita ve rakamlar boyutunun müzakerelerin en son aşamasında
ele alınacağı yönünde bir uzlaşıya varılmasına rağmen, iki gün evvel yaptığı gibi, Güzelyurt’u ve Maraş’ı- durmadan- isteyecek, Türklerden bir tepki geldiği taktirde de, Türklerin çözüm istemedikleri iddiası ile yaygarayı basacak ve
masadan kalkmaya çalışacak.

Hristofyas’ın tüm taktiği bu ama artık çok geç. Hristofyas’ın politik hayatı bitti.

Rum lider Şubat 2013’de evine çekilecek ve torunları ile pirilli oynayacak.

Kıbrıs sorunu da Rumların hiç hoşuna gitmeyecek bir başka mecraya girecek.

Görünen köy kılavuz istemiyor…

 

Prof. Dr. Ata ATUN

http://www.ataatun.com

12 Ekim 2011

 

 

 

11 Ekim 2011
Hristofyas Müzakereleri Baltalıyor için yorumlar kapalı
Okunma 57
bosluk

AB’nin Çifte Standardı

AB’nin Çifte Standardı

Avrupalılar her ne kadar gözlerinizin içine baka baka “Avrupa Birliği’nin kuruluş temelleri üçayak üzerine kuruludur ve bunlardan bir tanesi “Adalet” diğeri de İnsan Haklarıdır” diyorlarsa da pek inanmayın.
Avrupalıların ve Avrupa Birliği’nin “Adalet” ve “İnsan Hakları” kavramları kendi çıkarları ile doğru orantılıdır.
Eğer bu kavramlardan herhangi birisinin sonucu, kendi çıkarları doğrultusundaysa ya da -en azından- kendilerine zarar vermeyecekse, kitapta yazsa da, yazmasa da uygundur ve tatbik edilebilir.
Yok eğer iğnenin ucu birazcık kendilerine batacaksa, havadan sudan bir bahane yaratarak ya reddederler ya da konuyu sürüncemede bırakırlar.
Geçen ay içinde Balkanlarda siyasi bir travma yaşandı ancak AB’nin saygınlığına leke süreceği için basına pek yansımadı. Daha önce başka örneklerde gördüğümüz gibi sihirli bir el hem kalemleri kırdı, hem de kulakları tıkadı duyulmasın, bilinmesin diye.
Ama artık yaz gidiyor ve göçmen kuşlar kuzeyden güneye göç ediyorlar. Haber çabucak bizim taraflara da geldi kuşların ağzında.
Olayın kahramanı Almanya Şansölyesi Angela Merkel’di ve Sırp Devlet Başkanı Boris Tadic’e, Tadic’in kendi ofisinde sözlü bir şamar attı.
Merkel’in Tadic’e söyledikleri yenilir yutulur gibi değildi.
“Kosova (Sırbistan’dan ayrıldıktan ve bu şekli ile tanındıktan sonra) bölünemez…”
“Sırbistan bu bölgeyi İdare etmeyi artık bırakmalı…”
“Sırbistan AB’ye girmeden evvel Kosova sorununu çözmeli…”
Siyasi şamar niteliğindeki ültimatom cümleler, AB Komisyonu ile birkaç AB üyesi devletin kendisini, Kıbrıs konusunda olduğu gibi Kosova konusunun da idare edilebileceği ve kuralların “By Pass” edilebileceğine inandıran Tadic’i şok etti.
Tadic’in niyeti bir taraftan AB-Sırbistan Katılım Müzakerelerini başlatmak, diğer taraftan da kuzeydeki katı tutumu sürdürmek ve bağımsız Kosova Devletini reddeden, kabul etmeyen ve tanımayan bir konumda bulunmak.
Tabii Merkel’in bu kararlılığı ve tutumu sadece Tadic’i değil, Belgrad’daki tüm üst düzey siyasileri de politik komaya soktu. Bunun sonucunda da geri adım atmaya başlayan Sırbistan, Kosova konusunda yumuşadı.
Bu gelişmeler güzel hoş ta, Almanya Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliğine giriş başvurusunda, uyum yasaları görüşülürken, katılım Müzakereleri yapılırken ve de Katılım Günü niye bu tavrın bir benzerini göstermedi?
O dönemlerde Sırbistan-Kosova benzeri bir sorun Kıbrıs’ta da yaşanmaktaydı ve halen de yaşanmaya devam ediliyor.
Kıbrıs’ta neredeyse yarım asırdır sürmekte olan bir çatışma ortamı, bir çekişme ortamı, taraflarca halen daha imzalanmamış BM’nin “Ateş Kes” çağrısı varken, ada kesin sınırlarla ikiye bölünmüşken, adada sınır sorunu bulunurken ve de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, İttifak ve Garantiler Anlaşmasında Garantör Devletlerden herhangi birinin üye olmadığı bir kuruluşa Kıbrıs Cumhuriyetinin üye olamayacağı koşulu bulunurken, AB nasıl oldu da Güney Kıbrıs’ı tam üye yaptı?
Dolayısıyla bu gün Sırbistan’a posta koyup önüne set çeken “Kosova Konusunu halletmeden AB’ye giremezsin” diyen Almanya’nın, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin AB’ye girişine onay vermesinin bir tek açıklaması var. O da “Çifte Standart” uygulaması.
AB işine geldi mi kuralları uygulamakta, işine gelmedi mi de kuralları ve Uluslararası anlaşmaları hiçe sayarak yanından dolaşmakta ve istediğini yapmakta.
AB üyesi devletlerin tarih kitapları bu yüz karası uygulamayı, taraf tutmayı, adamına göre hareket etmeyi, yandaşlarını kayırmayı, kuralları çiğnemeyi ve uluslararası anlaşmaları hiçe saymayı yazamayacaklar ama bizim tarih kitapları bu çifte standardı tüm açıklığıyla yazacak.
AB’nin bu tür yandaş ve kasıtlı davranışları, AB’nin hiçte gıpta edilecek örnek bir kuruluş olmadığını göstermekte.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
10 Ekim 2011

9 Ekim 2011
AB’nin Çifte Standardı için yorumlar kapalı
Okunma 116
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar