Rumlar, Doğalgaz ve Türkiye

Rumlar, Doğalgaz ve Türkiye
Doğu Akdeniz'de Doğalgaz by Ata ATUN

Doğu Akdeniz'de Doğalgaz by Ata ATUN

Eski bir politik taktiktir, yapılmak istenenin tersini söyleyerek kulaklara kar suyu kaçırmak ve sonra da belirli aralarla, konunun minik bölümler halinde iyi yönlerini gündeme getirerek, mesajın iletilmek istendiği kitlenin beyninde “olumlu” kavramlar yaratmak.

Konu şimdi, Doğu Akdeniz’de, sözde Münhasır Ekonomik Bölge içinde yer alan 12. parselde var olduğu iddia edilen doğalgazın çıkarıldıktan sonraki geleceği.

Başta Rum lider Hristofyas olmak üzere yönetimdeki tüm siyasiler ve Rum teknokratlar, 12. Parselde bulunması ve sonra da çıkarılması olası olan doğalgaz’ın Türkiye’nin olanakları devreye girmezse hiç bir işe yaramayacağının çoktan farkına vardılar.

Şimdilik doğrudan dile getiremiyorlar ama kulaklara da kar suyunu kaçırmaya başladılar.

Önce inkar edecekler, sonra yalanlayıp karşı çıkacaklar, daha sonra da alttan alttan tartışmaya açacaklar konuyu Rum kamuoyunda.

Rum basınında bu süreci görmek çok kolay.

23 Kasım 2011 tarihinde Simerini gazetesi, Rum yönetiminin İsrail’i “beklemeye” alıp, “münhasır ekonomik bölge” deki doğalgazdan yararlanma konusunda zaman içerisinde Ankara’yla işbirliği için “Türkiye’ye göz kırptığını” yazmıştı.

Rum Yönetimi ileri gelenleri, başta Hristofyas ve Stefanu olmak üzere koro halinde inkar ettiler hemen.

Ertesi gün, yani 24 Kasım 2011’de Simerini gazetesi yanıtladı Rum siyasileri ve ön sayfada “Kıbrıs’tan Türkiye’ye boru hattı döşenmesini söyleyenin Praksula Andoniadu’nun önerisi değil mi? … Öteki bakanlar Avrupalılar ve diğerleriyle görüşmelerinde Kıbrıs’tan Türkiye’ye boru hattı döşenmesine atıfta bulundukları da mı hayal ürünü? … Partizan maksatlarla gerçekleri çarpıtan veya ideolojik saplantılarından kaynaklanan yanlış siyasi tercihlerini saklamaya çalışan biz değiliz.” açıklamasına yer verdi.

Açıkçası tezgah masaya kondu ve düğmeye basıldı.

Arkasından, 5 Aralık 2011 tarihinde Rum Yönetiminin hidrokarbon meselesi için oluşturduğu 5 kişilik Akil Adamlar Grubu’nun başkanı Mike Hacitofis’in, “Doğalgaz ile ilgili altyapıların (nakil boru hatları, ihracat terminali, v.b.) geliştirilmesi için on milyonlarca Euro yatırım gerekmekte, doğalgaz işlenmesi ve ticareti konusunda Rum Yönetiminin de, hakim rol oynaması gerekmeksizin iştirak edeceği altyapıların mülkiyetinin çeşitli kullanıcılara ait olması ihtimalinin çok yüksek olduğu”nu vurgulaması hiçte tesadüfi bir açıklama değil.

Gerçekler ortada.

Doğu Akdeniz Bölgesinde doğalgazı binlerce metre derinden çıkarmak ve kullanılır hale getirmek ne denli zor ve masraflıysa, dağıtımını yapmakta o denli zor ve güç.

Türkiye devre dışı kalırsa veya bırakılırsa, doğalgazın dağıtımının neredeyse olanaksız hale geleceği veya yeni baştan inşa edilecek bir boru hattının ara basınç istasyonları ile birlikte çok pahalıya mal olacağı da matematiksel bir gerçek.

Daha doğrusu kaçınılamaz bir olgu.

Bu nedenle de ABD, AB ve Türkiye’nin bu yataklardan çıkacak enerjinin hangi koşullarda kim tarafından çıkarılacağı, kimlerin kullanımına sunulacağı, nereye ve nasıl sevk edileceği konusunda perdelerin arkasında bir anlaşma yaptıkları veya da yapmakta oldukları kesin.

Rumların esamesi bile okunmuyor bu pazarlıkta.

İlk başta doğalgazın sadece kendilerine ait olduğunu sanıyor, burunlarından kıl aldırmıyorlardı ama işler ciddiye bindikçe yalnız başlarına hiçbir şey yapamayacakları kafalarına dank etti. Sanırım “Birileri” başlarına fena vurdu.

Gene aynı “Birileri” kendilerine adada yalnız olmadıklarını söyleyince ve de uyarınca, adada aniden Kıbrıslı Türklerin de olduğunu hatırladılar. Buna hatırlamak zorunda bırakıldılar dense daha doğru olacak.

Belli ki Hristofyas’a gene aynı “Birileri” bölgede yalnız olmadığını, kendi başına bu konuda karar veremeyeceğini ve artık uslu çocuk olması gerektiğini söylemiş.

Doğalgazın, Rumları çözüme zorlayacak ve AB’de gösterdikleri hırçınlıklara son verecek yeni bir dönemin kapısını açacağı belli oluyor. İsteseler de, istemeseler de bu gelişmelere ayak uydurmak zorunda olduklarının farkındalar artık. Gerisi Rum liderlerin bunu Rum halkına anlatması kalıyor.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

23 Aralık 2011

22 Aralık 2011
Rumlar, Doğalgaz ve Türkiye için yorumlar kapalı
Okunma 642
bosluk

21 Aralık 1963

21 Aralık 1963
1964 Gaziveren Katliamı

1964 Gaziveren Katliamı

Yeni yetme dediğimiz çocuklukla delikanlılık arasında bir yaştaydım o yıl.

Babam yurt dışında görevli olduğundan, okulun yurdunda kalıyordum. Zaten ilkokul,   ortaokul ve lise yıllarımın büyük çoğunluğu hep yurtlarda geçtiğinden hiç yabancılık çekmezdim gittiğim okullardan. Farklı bir yurtta kalmaktan ve yeni arkadaşlar edinmekten…

Orta eğitimim süresince Kıbrıs’ta 3, Türkiye’de de 3 farklı okulda eğitim almamdan dolayı çok zengin bir arkadaş yelpazem var. Son 10 yıldır KKTC’deki üst düzey yöneticilerin büyük bir kısmı benim sınıf arkadaşım. Türkiye’deki sınıf arkadaşlarımın da neredeyse tümü ya politikada, ya devlette, ya da önemli şirketlerde üst düzey görevlerde.

Mağusa Namık Kemal Lisesinde öğrenciydim o sene.

Derslerim çok iyi gidiyordu ve sınıfımın en iyileri arasındaydım. Az çalışıp, iyi notlar alırdım. Bol bol sportif etkinliklere katılıyordum ve iyi bir de izciydim.

Bandodaydım ve 1. trompet çalıyordum. Hala bazı bandocu arkadaşlarımla buluştuğumuzda o güzel, müzik ve coşku dolu günleri anarız. Bandonun sayesinde ABD Başkan yardımcısı Johnson ile el bile sıkışmıştım. Johnson, Kıbrıs’ı ziyaret ettiğinde, karşılama töreninde bize doğru yürümüş ve en önde olduğumdan benim elimi sıkmıştı.

İzciliğin tüm faaliyetlerine katılır, senelik kamplarda yerimi hiç kaçırmaz katılırdım.

Okulun hem futbol takımında sol bek, hem de basketbol takımında oynuyordum.

Çocukluk aşkım bile vardı.

Bırakın ele ele tutuşmayı, karşılıklı konuşmayı ve kuytu köşelerde buluşmayı, uzaktan bakışmak bile büyük bir başarıydı o dönemde.

Ayda bir, vanı ile bir satıcı gelir beni bulur ve vanının kapaklarını açarak “ne istersen al,  baban ödeyecek” derdi. Belli ki rahmetli babam binlerce kilometre uzaktan benim için sipariş verirdi, yalnızlık ve unutulmuşluk hissetmeyeyim diye.

Yeni yetmeliğin bütün coşkusuyla geçiyordu o mutluluk dolu günlerim.

O yılın ilk kötü haberi Amerika Birleşik Devletleri Başkanı John F. Kennedy 22 Kasım’da Dallas’ta öldürülmesi ile geldi.

Bu suikast bana çok bir mana ifade etmedi ama hayatımda birşeylerin değişeceğinin de işaretini vermişti sanki. Nedense çok üzülmüştüm Kennedy’in vurulmasına.

İngilizcem iyi idi ve okul sonrası karşımızdaki hastanenin girişinde bulduğum İngilizce gazetelerden Kıbrıs’ta, özellikle bizim dünyamızın dışında yaşayan Rumlarda ve dünyada nelerin olup bittiğini öğrenmeye çalışırdım.

Rumcam da iyi idi ama yazamıyordum bir türlü. Okuması kolaydı, konuşması da ama Rumcayı sokakta öğrendiğimden yazmak neredeyse imkansızdı. Kırk çeşit vurgusu, çok sayıda “o, a ve i” harfleri vardı. Hangisinin nerede olduğunu ve niye orada olması gerektiğini de hiç öğrenemedim.

20 Aralığı 21 Aralığa bağlayan gece Rum Polislerinin Lefkoşa’nın Tahtakala bölgesinde Türkleri yoklama bahanesiyle durdurup üzerlerine ateş açmaları sonucu Zeki Halil ve Cemaliye Emir Ali isimli iki Türk’ün şehit olduğu haberi, bir bomba gibi düşmüştü yurda. O gün Cumartesi idi ve haber geldiğinde kahvaltımızı yapıyorduk o dönemde yurdun mutfağı olarak kullanılan Tekke Binasının içinde.

Aynı günün sabahı Lefkoşa Türk Lisesi bahçesinde toplanan öğrenciler gece meydana gelen olayı protesto ederken, Rum Polisleri öğrencilerin üzerine ateş açıp kaçtılar.

 

Pazar gecesi ise hemen yanımızdaki Polis merkezindeki görevli Türkler küçük bir çatışma sonrası önce okula sığındılar, sonra da kale içine geçtiler. Silah seslerini duymuştuk. Polis merkezi ile aramızda sadece bir duvar vardı.

24 Aralık gecesi ise Rumların Kumsal bölgesine yaptıkları baskında Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında Görevli Dr. Binbaşı Nihat İlhan’ın evinde karısı ve 3 çocuğu hunharca öldürüldü, bölgede yaşayan Türkler de Rumlar tarafından esir alındı.

Sonra kötü haberler arka arkaya gelmeye başladı.

Güzel günler, coşkulu günler bitmiş, yerini her gün bir başka katliam haberinin duyulduğu, şehitlerimizin sayısının çığ gibi arttığı kötü, korku dolu, kan ve gözyaşı dolu günler almıştı. Dolaşım özgürlüğü bitmiş, her yönü ile kısıtlı bir yaşam başlamıştı.

Bu kötü günlerde hayatını kaybeden şehitlerimizi saygı ile anıyor, onlara dualar ediyorum.

Onlar olmasaydı bu günleri asla göremezdik. Ruhları şad olsun.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

23 Aralık 2011

20 Aralık 2011
21 Aralık 1963 için yorumlar kapalı
Okunma 526
bosluk

Rumlar Nihayet Kabullendi

Rumlar Nihayet Kabullendi

 

İki Bölgeli Kıbrıs by Ata ATUN

İki Bölgeli Kıbrıs by Ata ATUN

Rum Müzakere heyeti üyesi ve Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın özel danışmanı olan Tomzaso Çelebis’in Mağusa Söyleşilerinde itiraf ettiği, Kıbrıslı Rumların artık federasyon yerine bu günkü fiili durumun devamını arzuladıkları, Rumların güneyde, Türklerinde Kuzeyde yaşamalarının en doğru çözüm olacağına inandıkları yönündeki söylemi, Hristofyas’ı-güya- düş kırıklığına uğratmış gözüküyor.

Çelebis’in böylesi bir açıklamayı Hristofyas ile 40 kere konuşmadan ve onayını almadan yapamayacağı da bir başka gerçek.

Hristofyas’ın, Rum halkına müzakerelerden, yıllardır vaat ettikleri Rum Üniter devleti kılığındaki göstermelik bir Federasyon çıkamayacağının sinyallerini vermek için bir tezgâh düzenlediği kesin.

BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un ısrarla vurguladığı “End Game”in 22, 23, 24 Ocak tarihlerinde New York, Long Island’daki Green Tree çiftliğinde oynanacağı kesinlik kazandıkça Hristofyas da Helen tarihi tarafından “Adanın bölünmesine razı olan başarısız lider” adı ile tarih boyunca lanetlenmemek için kıvırmaya ve yeni dolaplar çevirmeye başladı.

Evvelki gün, Kostas Yennaris imzalı “Kıbrıs’la İlgili Gerçekler” isimli kitabın tanıtımında yaptığı konuşmada Kıbrıs Müzakerelerinin gidişatına da değinmek zorunda kaldı. Kitap gerçekten de Kıbrıs’ın, Rumlarca bilinmek istenmeyen, yıllarca Rum Hükümetlerinin sakladığı, okulların tarih kitaplarından sildiği gerçeklere değinmekte ve artık adanın güneyinde büyük çoğunluğun, Türklerle Federasyon kurarak ortak bir devlet kurmayı değil, adanın 1974’de bölünmüş hali ile bugünkü sınır koşullarında yaşamın devam etmesini arzu ettiklerini ve bunu konuşmaktan çekinmediklerini vurgulamakta.

Bu nedenle de Hristofyas konuşmasında Kıbrıs Müzakerelerine değinmek, Yennaris’in kitabında müzakerelerin çıkmaza gireceği, Federasyonla sonuçlanmayacağı ve adanın fiilen (de facto)/ resmen (de Jure) ikiye bölüneceği öngörüsüne katılmadığını söylemek zorunda kaldı, tabii kerhen.

Hristofyas herkesten çok daha iyi biliyor, müzakerelerin kendi olumsuz tutumları ve adanın tümüne hakim olmak sevdaları yüzünden yıllarca eski Rum liderler ve kendisi tarafından çıkmaza sokulduğunu.

Buna rağmen Bizans’ın torunları olduklarını su götürmez bir şekilde inkâr etmeyecek bir davranışla “Bütün ümitlere rağmen önümüzdeki dönemde çözüme ulaşamazsak bu tamamen Kıbrıs Türk liderliğinin ve Türkiye’nin retçi tavrından dolayı olacaktır” suçlamasını yapmaktan da kaçınmadı.

Sanki de BM’nin 36 yıllık bir çalışmadan sonra tüm BM müktesebatını tarayıp, süzüp hazırladığı ve adaya “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” adlı, Kıbrıslı Türklerle Rumların belli oranda kurucu halklar olarak federal yapıda bir devlet oluşturmalarını sağlayacak Annan Planına 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan referandumda “Hayır” diyen taraf kendileri değilmiş gibi.

Hristofyas şimdi, Kıbrıs yerel Türkçesinde yaygın olarak kullanılan “İstemem ama yan cebime koy” deyimine uygun olarak, yavaş yavaş Rum halkına, kendi taraftar olmasa dahi müzakerelerin federasyon kulvarından çıktığını ve adada, resmen kabul edilmesi artık dünya politikasını belirleyen devletlerce de tartışılmakta olan iki bölgeliliğe doğru gidilmekte olduğunu işittirmeye çalışıyor.

Hristofyas’ın, geçmiş Rum liderlerin yıllarca Rumları, “Tüm göçmenler geri dönecek, ada üniter Rum İdaresi altına tekrar girecek” sözleri ile aldatmalarının duvara tosladığını görmesi bile, Kıbrıs sorununun çözümü yolunda büyük bir aşama.

Rum tarafında, Kıbrıs’ta çözümün bölünmeden geçtiğinin artık yüksek sesle dillendirilmesi ve bugünkü fiili durumun devamından yana olan seslerin korkusuzca yükselmesi ise ikinci büyük aşama.

2012’nin Kıbrıs Müzakerelerini yeni bir mecraya taşıyacağı kesin.

Bunu hep birlikte görüp, yaşayacağız.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

http://twitter.com@ataatun

19 Aralık 2011

18 Aralık 2011
Rumlar Nihayet Kabullendi için yorumlar kapalı
Okunma 83
bosluk

YDÜ’nün CERN’e Katkısı

YDÜ’nün CERN’e Katkısı
CERN Tüneli

CERN Tüneli

Serde Mühendislik’te var.

Dolayısıyla Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN) tarafından Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (Large Hadron Collider – LHC) kurulmaya başlandığı günden beri ilgimi çekmekte.

Ne vakit bu konu ile ilgili bir haber bulsam soluk almadan okurum.

Haftanın bir günü Yakın Doğu Üniversitesi İnovasyon Merkezi Binasında ders veririm. En keyifli günlerden birisidir benim için o gün. Çünkü 18 Ekim 2008 tarihinde devreye giren Süper Bilgisayarlar oradadır. Onların homurtusunu duymak beni başka türlü etkiler.

Bütün Kıbrıs adasında, güneyinde de kuzeyinde de süper bilgisayar sadece Yakın Doğu Üniversitesinde, “YDÜ İnovasyon Merkezi”nde bulunmakta.

Son 20 yıldır öğretim üyeliği yaptığım üniversitem, 11 Haziran 2007 tarihinde, IBM Türk ile “YDÜ İnovasyon Merkezi” kurulması hakkında protokol antlaşması imzalamış, KKTC’de bir ilki daha gerçekleştirmişti. Yapılan antlaşmanın mürekkebi daha kurumadan aynı gün, “Süper Bilgisayar”ın kurulum çalışmaları başlatıldı ve Nisan 2008 başında da süper bilgisayarın tüm kuruluş çalışmaları ve denemeleri tamamlanarak bilim dünyasına kazandırıldı.

Bu süper bilgisayarlar 2 tane. Birisi tüm işlemleri ve matematiksel analizleri yaparken, diğeri de bu sonuçları insanların algılayabileceği şekilde görsel veya yazılı hale getiriyor. İkisi de iyi dostlarım benim.

Analizleri yapan birinci süper bilgisayar, dörder çekirdekli İntel işlemcilerin kullandığı toplam 1280 adet 4’lü çekirdeğe sahip ve 12 Terra byte işlem kapasiteli. Bunu, yan yana dizili, birbirlerine kablolarla bağlanmış yaklaşık 2500 adet, en son modelden bilgisayarlar zinciri olarak da hayal edebilirsiniz.

İkincisi ise 3 Terra byte işlem kapasiteli ve IBM’in yeni nesil Cell teknolojisi esasında kurulu. Bunun görevi, birinci bilgisayarın bulduğu sonucu büyük boyuttaki ekranına yansıtması ve görüntüleri anında üç boyutlu hale çevirebilmesi.

Dünyada az sayıda üniversitenin sahip olduğu süper bilgisayarları daha geniş akademik topluluğun kullanımına açmak amacıyla Avrupa Birliği’nin başlattığı 7. Çerçeve programı hayata geçirildi. YDÜ İnovasyon Merkezine ait süper bilgisayarlar bu ağ içinde yerini daha kurulduğu günden almış, homurdanmaya başlamalarının ertesi günü de yüzyılın deneyi olarak bilinen ve Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi(CERN) tarafından yürütülen Büyük Hadron Çarpıştırıcısından (Large Hadron Collider – LHC) elde edilen sonuçları almaya ve hesaplamaya başlamıştı.

10 milyar dolara mal olan 27 km uzunluğundaki bu “Büyük Hadron Çarpıştırıcısı” makinesi, erken dönem evrenle ilgili başka pek çok sırrı çözmek amaçlı üretildi.

1964 yılında Peter Higgs adlı bilim adamı, fizikçilerin evrenin oluşumu ile ilgili yarattıkları “Standart Model”de, atomun meydana gelişi yani kütlenin oluşumu ile ilgili “etkeni”, teorinin içine doğru bir şekilde yerleştirmeyi başardı. Bu etkene, “Higgs bozonu” veya da Higgs’in hiç hoşlanmadığı bir tanım olan “Tanrı Parçacığı” adı verildi.

Higgs bozonu diye adlandırılan bu atom altı unsur, günümüz fiziğinde elektronları, fotonları ve kuramsal zerrecikleri (kuarkları) anlamamıza yani parçacıkların neden kütleye sahip olduğunu anlamamıza yardımcı oluyor.

Doğada, evrenin bir yerlerinde her an binlerce belki de milyonlarca kez gerçekleşen bir olayı daha kontrollü koşullarda ve kayıt altında tekrardan gerçekleştiriyor ve analiz ediyor bu dev boyutlardaki makine. Gerçekten de “Büyük Hadron Çarpıştırıcı”nın çalışmaya başlamasından bu yana küçük parçacıkları çok yüksek enerji seviyelerinde milyarlarca kez çarpıştırarak bir nevi erken dönemdeki “Büyük Patlama” yaratıldı ve “Kara Delik” oluşturuldu bu makinede.

Laboratuar ortamında olduğu için yaratılan bu “Kara Delik”ler çok küçükler ve oluşur oluşmaz da yok oluyorlar.

Salı günü yapılan açıklamada Higgs bozonunun varlığı kesin teyit edilmedi ama 125 GeV enerji seviyesinde rastlandığından söz edildi.

Yakın Doğu Üniversitesi’nin de içinde büyük katkıları olan bu sonuç, evrenin oluşumu ile ilgili verilere insanoğlunun bir adım daha yaklaşmasını sağlayacak.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

16 Aralık 2011

15 Aralık 2011
YDÜ’nün CERN’e Katkısı için yorumlar kapalı
Okunma 79
bosluk

Rumların Çirkin Taktiği

Rumların Çirkin Taktiği
Rum Lider Hristofyas by Ata ATUN

Rum Lider Hristofyas by Ata ATUN

Rum Lider Dimitris Hristofyas Pazartesi günü ara bölgede yapılan Liderler arasındaki Müzakerelerde, son 34 senedir gelip geçen tüm Rum liderlerin (müzakerelerde) başları sıkıştıkça ve köşeye sıkıştıklarında uyguladıkları oyunu yine sahneye koymaya çalıştı.

Artık kanıksadığımız ve bıktığımız çirkin bir oyunu…

Hedef müzakereleri çıkmaza sokmak, görüşmeleri tıkamak, sonra da “Türkler Anlaşma İstemiyor” diye yaygara koparıp, BM’ye, AB’ye şikayetlerde bulunmak ve başta ABD başkanı olmak üzere dünyanın tüm önde gelen liderlerine mektuplar yazıp, Türkleri suçlamak.

Bu Bizans oyunundan bıktık artık.

Makarios da yaptı, Kyprianou da, Vasiliou da, Klerides de, Papadopulos da…

Ne vakit başları sıkışsa hemen masaya Türklerin kabul etmeyeceği bir öneri koyarlar. Türk tarafı doğal olarak “Bu öneri BM müktesebatında yer almıyor, kabul edilemez” dediğinde de “Türkler Müzakereleri çıkmaza soktu” diyerek masadan kalkmaya çalışırlar.

BM’nin 47 yıllık Kıbrıs müktesebatı içinde “Adanın nüfusu yapısı 4 Rum’a, 1 Türk oranında oluşacaktır” diye bir kural, bir madde veya üzerinde mutabakata varılmış bir anlaşma yok.

BM’nin hazırladığı ve adada yaşayan 2 halkın onayına sunduğu “Annan Planı”nda da böylesi bir nüfus oranı veya tanımlama yok.

Üç dört hafta önce, Rum müzakere heyetinde yer alan ve Rum Lider Hrtistofyas’ın da danışmanı olan Tomazos Çelebis’in Haravgi gazetesinde yayınlanan röportajında resmen dile getirdiği, sonra da Rum Lider Hristofyas’ın son haftalar içinde birkaç keredir yüksek sesle dillendirdiği bu “Yeni Kurulacak federal devlette Türklerle Rumların sayısal oranı ¼’ü geçemez. Bu bizim olmazsa olmazımızdır” görüşü tamamen müzakereleri tıkamaya veya çıkmaza sokmaya yöneliktir.

Nitekim Hristofyas pazartesi günü yapılan müzakerede bu konuyu masaya getirdi ve bu görüşü de Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu tarafından da anında reddedildi.

Görüşmeler bittikten sonra Rum Cumhurbaşkanlığı sarayında basına bir açıklama yapan Hristofyas, Eroğlu ile gerçekleştirdiği görüşmenin “Kötü Gittiğini” açıklayarak aklınca masadan Türkleri suçlayarak kaçabilmesinin temellerini oluşturmaya çalıştı.

Çünkü Hristofyas için işler iyi gitmiyor.

BM’nin Kıbrıs konusunu bir sonuca bağlayabilmek için başlattığı yoğun çalışma Hristofyas’ın üzerinde müthiş bir baskı oluşturmaya başladı.

BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un görev süresi ikinci döneme girdi ve artık son. Herhangi bir beklentisi de yok. Rumların kendisini protesto etmesinin pek bir değeri veya üzerinde olumsuz etkisi de olmayacak.

Bu nedenle de Genel Sekreter Moon, Eroğlu ve Dimitris Hristofyas’ın 22 – 24 Ocak’ta randevulaştıkları New York, Greentree’de Kıbrıs sorununun bütün iç yönlerini kapatmak istiyor. Kıbrıs müzakerelerinde bir sonraki aşamaya, yani “Uluslararası Konferans”a geçebilmek için görüş birliklerine varılmasını hedefliyor. Bu nedenle de Kıbrıs ekibini seferber etti.

Bir sonraki New York görüşmesi açıklananın aksine 22, 23 ve 24 Ocak’ta yapılacak ve bu toplantıda Moon, liderlerin arasındaki anlaşmazlıkları aynen Annan Planı görüşmelerinde olduğu gibi, BM uzmanlarının da yardımıyla görüşerek, bu sonuca varılmasını planlıyor.

BM eski düşüncelerin ve varsayımların aksine “zamanın dar olduğu ve müzakerelerin ilânihaye devam edemeyeceği” kararında.

Bu düşünceye, Güvenlik Konseyi daimi üyesi, röportör ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti garantör devletlerinden biri olan İngiltere de destek veriyor. Bu konuda ABD ve BM ile yakın bir çalışma ve işbirliği içerisinde.

Genel Sekreter Ban Ki Moon’un tabiriyle Greentree’de Ocak ayında yapılacak “Üçlü Görüşme” artık bu serinin sonuncusu yani “End Game”.

Bu “Son El”deki gelişmeler ne olursa olsun Şubat veya Mart ayında Uluslararası bir Konferans düzenlenecek ve top katılımcıların kucağına atılacak.

BM bu işten hiçbir sorun yaşamadan sıyrılmayı başarırken, çıkmaza giren müzakerelerin sorumluluğu Rumların sırtında kalacak. Arkasından da farklı bir çözüm modeli masaya konacak. Kıbrıs Müzakerelerinin 2012 falı aynen böyle.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

14 Aralık 2011

13 Aralık 2011
Rumların Çirkin Taktiği için yorumlar kapalı
Okunma 70
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar