BM’nin Hakemliği

BM’nin Hakemliği
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon

BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon

BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer’ın geçen hafta sonunda KKTC’de oynadığı oyunun altından “Hakemlik” çıktı.

Zaten belliydi bu davranışın altında bir çapanoğlu olduğu.

Rumların uzlaşmaz tutumu nedeni ile müzakerelerin artık çözüm yolundan çıktığı kesin.

Taraflar bunu artık yüksek sesle söylemekten de çekinmiyor.

Avrupa Birliğinde de Kıbrıs Rum tarafının 1 Temmuz -31 Aralık 2012 tarihleri arasında AB Dönem Başkanlığını yapacak olmasının huzursuzluğu da yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.

Brüksel ve Strazburg’taki Avrupalı yetkililer, kendi aralarında yaptıkları gayri resmi görüşmelerde, Güney Kıbrıs’ın ilk kez bu kadar önemli bir rolü üstlenmesine bağlı olarak duydukları sıkıntıyı dile getiriyorlar. Müzakerelerin aksayacağından ve Türkiye-AB ilişkilerinin daha bozulacağından endişeleri var Avrupalıların.

Bu durumda BM’ye daha da fazla görev düşmekte.

Müzakereleri 1 Temmuzdan evvel mutlu bir sonla sonuçlandırabilmek için adeta gaza bastılar. Bir an evvel müzakereleri belli bir disipline sokmanın gayreti içine girdiler.

Rumlar “Hakemlik ve Takvim kabul etmeyiz” diyorlardı, BM güzel bir ayak oyunu ile takvimi Rumlara kabul ettirdi.

Üstelik şimdi elinde Rumları korkutan birde “Demoklesin Kılıcı” var. Müzakerelerde olumsuz davranır, çıkmaza sokmaya çalışırsan “Çok Taraflı Toplantı” çağrısı yaparım diyerek, Hristofyas’a ve Rum görüşme heyetine uykuyu haram ediyorlar.

Bu son gelişme ile şimdi BM “Hakemliği” de devreye sokmaya çalışıyor.

İyi niyetle sokmaya çalışıyor dedim, aslında açıkça şantaj yaparak zorla kabul ettirmeye çalışıyor.

BM kurmayları, mülkiyetle ilgili bir “Ortayol” çözüm planını masaya koyacağını işittirmeye başladı. Yanında hediyesi olarak bir de “Tehdit” var.

Çözüm planını hangi taraf reddederse, Mart sonunda Downer’in yayınlayacağı raporda, söz konusu tarafın adı “Çözüm İstemeyen Müzakere Ekibi” olarak yer alacak ve suçlanacak. Başarısızlık da onların sırtına yüklenecek.

Bu nedenle de BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer, çok taraflı konferans çağrılmasına ilişkin ön şartları zorla yaratmak için son bir gayretle Cenevre’de elde ettiği ve son aylarda nispeten sessiz ve derinden uyguladığı BM’nin yükseltilmiş rolünü, Mart ayında iyice ortaya koymaya ve tarafları zorlamayı hedefliyor.

BM’ye göre çözülmesi en zor mesele “Mülkiyet”.

Vatandaşlık, Dönüşümlü Başkanlık ve Çapraz Oy konuları, mülkiyetle kıyaslandığı vakit “Nasıl olsa bir şekilde çözeriz” sınıfına konmuş durumunda. Biraz Türklerden, biraz da Rumlardan alınacak tavizle bu konularda orta yolu bulur, yapılacak baskılarla da taraflara kabul ettiririz düşüncesi hakim BM kurmaylarında.

Sorun “Mülkiyet”te.

Mülkiyet çözülürse, Kıbrıs Sorunu da çözülür inancında tüm BM yetkilileri. Tabirle çaycısından Genel Sekretere kadar herkes bu düşüncede.

BM uzmanlarının planı, Kıbrıslı Rumların aklındaki “mülk sahipleri geri dönsün ve mallarına sahip çıksın” yaklaşımı ile Kıbrıslı Türklerin aklındaki “Rumlar geri dönmesin ama onlara tazminat ödensin” yaklaşımı arasında, AİHM’nin “Dimopulos davasındaki kararı”nı da baz alarak ortak bir yol bulmak ve taraflara da biraz iyilikle, biraz da tehditle kabul ettirmek.

Bunun için de, yaklaşık 5 yüz yıl evvel yaşamış Niccolo Machiavelli’nin ortaya koyduğu “Hedefe giden her yol mubahtır” kuralını uygulamaktan da hiç çekinmemeye kararlılar.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

29 Şubat 2012

28 Şubat 2012
BM’nin Hakemliği için yorumlar kapalı
Okunma 103
bosluk

BM’nin Yeni Taktiği

BM’nin Yeni Taktiği
Hristofyas, Ban, Eroglu ve Downer

Hristofyas, Ban, Eroglu ve Downer

BM Genel Sekreteri müzakerelerin gidişatına yönelik yeni bir stratejiyi uygulamaya koymuş gibi gözüküyor.

Son haftalardaki gelişmeler, müzakereler açısından ilginç gelişmeler gösteriyor.

Bu yeni stratejinin bir parçası da “Vur abalıya” misali Türk tarafını suçlamak ve Türk tarafına haksızca yüklenmek.

BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer’ın KKTC’deki bazı siyasi partileri dolaşması, bazı sendikalara giderek “gidişat iyi değil, sesinizi çıkarın” demesi, bazı medya kuruluşlarına ikinci ağızdan haber iletip, “aleyhte yayın yapın” mesajını iletmesi çok da etik bir davranış  değil.

Bu eleştiriler ancak, belli bir hedefe yönelik koordineli bir karalama kampanyası olabilir.

Zira bu davranış türü hiçbir politik ahlaka ve kurala uymamakta.

Özellikle Eroğlu’nun ve müzakere heyetinin, 2’nci Greentree toplantıları öncesinde, esnasında ve sonrasında yapıcı davranan, esneklik gösteren, öneri sunan, adaya çözüm gelmesi için uğraşan, masaya öneriler koyan taraf olmasına rağmen, birileri düğmeye basınca ülkemizdeki “2’nci ağızlar, kullar ve piyonlar” tarafından suçlanmaya teşvik edilmesi, müzakerelerin geleceği açısından çokta verimli olacak bir davranış değil.

Kıbrıs Türk halkı, 48 yıldır sürmekte olan müzakereler sürecinde bu tür kara propaganda ile çok karşılaştı.

Deneyimli ve -eski tabirle- bu tür olaylara “Şerbetli” olan halkımızın buna kanacağını pek sanmıyorum.

Üstelik BM Genel Sekreter’inin Greentree 2. zirvesi için gönderdiği davet mektubunda belirlediği 3 ana konuda Kıbrıs Türk tarafının ortaya koyduğu öneriler BM tarafından olumlu bulunduğunu ve tıkanıklık yaşanan diğer bir konuda ise sorumluluğun Kıbrıs Türk tarafında olmadığını belirtmesi sonrasında, böylesi bir girişimin müzakerelere hiçbir katkısı olmayacağı kesin.

Kıbrıs Türk tarafı müzakerelerin aksamadan devam edebilmesi için “Nüfus Konusuna”, Rum tarafının talep ettiği gibi insanların doğduğu yere bakarak ayrımcılık yapmadan, toplam rakam üzerinde durmasının “Çok doğru bir yaklaşım olduğu” BM tarafından birçok kez dile getirilmiştir.

Mülkiyet konusunda ise Kıbrıs Türk tarafı ortak bir anlayış belgesi önermiş, önemli olanın rakamsal yaklaşımlar değil, ilke ve kriterlerde anlaşmak olduğunu savunarak bir diğer ana konu olan “Yürütmenin Seçimi” konusunda da yaşanan tıkanıklığı aşmak için çeşitli öneriler yapmıştır.

Kıbrıs Türk tarafının tüm önerileri, bugünün gerçeklerini yansıtmak yanında, ileriye dönük vizyon içeren bir niteliğe sahip önerilerdir ve çözüme yöneliktir.

BM kurmayları ve Downer, Kıbrıs Rum tarafının Greentree’ye, cebinde Rum Ulusal Konseyinden karar olarak aldıkları 4 “Hayır”la gitmiş ve geri dönüşte de “Hiç bir şey vermeden geri döndük” sözleri ile seçime yönelik gösteri yapmış olmaları sonrasında Türk tarafında yaptıkları “kötüleyici kulis” çalışmasını aslında Rum tarafında yapmalıydılar.

Tüm bunlara ilaveten Kıbrıs Rum tarafı halen daha BM’nin taraflar arasında teati edilmesini öngördüğü “Vizyon Kağıdı”nı bile Kıbrıs Türk tarafı ile teati etmemiş, BM’nin çağrısına ve çalışma programına da uymamışken, Downer’in Kıbrıs Türk tarafına geçerek kendisine ve Rumlara yakın ve sempati duyduğunu düşündüğü Siyasi Partileri ve Sivil Toplum Örgütlerini ziyaret ederek, Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanını ve Müzakere Heyetini “Detaylara boğulmakla” suçlamaya teşvik etmesini anlamak mümkün değildir.

BM Genel Sekreterinin, Kurmaylarının ve Downer’ın, mantıksız gözüken bu tür davranışları ancak bir planın parçası olabilir.

Önemli olan bu haksız yüklenmenin ve siyasi spekülasyonun arkasındaki amacın ne olduğudur.

Eğer amaç, çok taraflı konferansa kapı açmanın zeminini oluşturmak ise,  BM Genel Sekreterinin katılımı ile Greentree’ye 4 “Hayır”la gelen Kıbrıs Rum tarafının da aynı anda suçlanması daha olumlu bir hava ve kabul edilebilir bir gerekçe yaratabilirdi.

Bu yapılmadığına göre geriye tek bir gerekçe kalmaktadır. Takvim ve Hakemlik.

BM’nin, Rumların bütün isteksizliğine ve gerçekleşmemesi için her yolu denedikleri  “Takvime ve Hakemlik”e soyunduğu anlaşılmakta bu alışılmadık yöntemle.

 

Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

http://twitter.com@ataatun

27 Şubat 2012

26 Şubat 2012
BM’nin Yeni Taktiği için yorumlar kapalı
Okunma 43
bosluk

Karadenizliler Derneğindeydim

Karadenizliler Derneğindeydim
Karadeniz Kültür Derneği Şöleni

Karadeniz Kültür Derneği Şöleni

Bana göre ülkemizde dernek olarak gerçekten faaliyet gösteren kuruluşlardan birisi Karadeniz Kültür Derneği. Hiç bıkmadan, usanmadan çok çeşitli faaliyetler ve etkinlikler organize ediyorlar.

İşin güzel tarafı, yerel kültürümüzle harmanladıkları Karadeniz kültürünü canlı tutmaya ve sürdürmeye çalışıyorlar.

Bizim kendi yerel giysilerimizi giyip Kıbrıs halk müziğini söyleyip halk danslarımızı yapan gençler, yarım saat sonra bakıyorsunuz Karadeniz’e has kıyafetleri giymiş, kemençe eşliğinde horon tepiyorlar.

Dernek 1992 yılında 6 Karadeniz sevdalısının bu yola baş koyup çalışmaları başlatmaları sonunda kurulmuş. Kısa zaman içinde de neredeyse adadaki tüm Karadenizlileri etraflarına toplamışlar. Derneğin üye sayısı 20 binden fazla. Elimde resmi bir veri yok ama sanırım adada aktif üye sayısı en fazla olan dernek.  Bu güne değin 8 başkanı olmuş. Bunlardan ikisi şimdi Milletvekili.

Başkanlardan ikisi Milletvekili dedik ama derneğin kapısından içeriye siyaseti hiç sokmuyorlar. Dernek yapı itibarı ile partiler üstü.

Karadeniz Kültür Derneği’nin diğer derneklerden bir başka farklı yanı bir yıl içinde 10 tane sosyal etkinlik yapması.

Hedefleri Karadeniz Kültürü ile Kıbrıs Kültürünü birlikte yaşatmak.

Faaliyetleri her sene Esentepe Zerdali festivali ile başlıyor. Festivalin bir gecesi tamamen Karadenizlilere ait oluyor. Bu gecede dernek folkloru ile, çalışmaları ile sanatçısı ile üyelerine ve katılımcılara dolu dolu bir gece yaşatıyor.

Sonraki etkinlik İskele festivali içinde yer alıyor. Geçen yıl 19’uncusu yapılan bu etkinlik artık  “Geleneksel” olarak adlandırılıyor. Unutmadan; geçen yılki bu etkinliğe yaklaşık 5 bin üye katılmış.

Ağustos ayında “Yayla Şenliği” hazırlıkları başlıyor ve Eylül ayının ilk pazarında da şenlik gerçekleştiriliyor. Bu şenliğe Karadenizli olsun olmasın herkes davetli.

Yayla Şenliği ya da başkanın tabiri ile Festival; piknik, halay, horon, şarkı, oyun ve eğlenceden oluşuyor. Katılımcılar tam tabir ile ‘felekten bir gün’ çalıyorlar o gün. Dernek bu sene yeni bir uygulama başlatarak, hijyen ve insan sağlığı konusunu da etkinliğin faaliyet alanı içine sokmuş.

Festival alanında satılan her tür gıda maddesinden örnek alıp, Devlet Laboratuarında analiz yaptırarak, toplumsal duyarlılığın en güzel örneğini sergiliyorlar.

Her yıl Aralık ayında “Horon Günü” tertip ediliyor. Bu günde, her iki kültür birlikte yaşatılıyor.

Horon Günü Kıbrıs Türk halk oyunları ile başlıyor. Binlerce kişiye güle oynaya horon çektiriliyor o gün. Bilmeyene de öğretiliyor.

Ocak-Şubat ayı içinde de “Hamsi Festivali” yapılıyor. Tam 3 ton temizlenmiş hamsi ikram ediliyor katılımcılara. Bu yıl hamsi ile birlikte şeftali kebabı da sunulması planlanmış. Hedef her iki yörenin en ünlü simgesel yemeklerini birlikte katılımcılara sunmak.

Pazar günü Pamuklu köyündeki Mehmet Şükrü Güneş koruluğunda fidan dikme ekme etkinliği yapılmış.

6 Nisanda ise kış balosu yapılacak. Baloda yerel bir müzik grubu, hem yerel müziği hem de Karadeniz türkülerini ve müziğini çalacak.

Sonra da büyük bir otelde Oratoryo yapılacak.

Kendi kültürünü yaşatmanın yanında, içinde yaşadığı toplumun kültürünü de özümseyen Karadeniz Kültür Derneği seçim dönemlerinde ise tüm faaliyetlerini durduruyor.

 

Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

24 Şubat 2012

23 Şubat 2012
Karadenizliler Derneğindeydim için yorumlar kapalı
Okunma 87
bosluk

1 Temmuz Milat mı Olacak

1 Temmuz Milat mı Olacak
Eroğlu ve Erdoğan

Eroğlu ve Erdoğan

Bu bahsettiğim 1 Temmuz, adaşı “Kabotaj Bayramı” benzeri gerçek bir milat olacak gibi gözüküyor Kıbrıslı Türkler için.

Osmanlı Devleti’nin kapitülâsyonlar çerçevesinde yabancı ülke gemilerine tanıdığı kabotaj ayrıcalığı Lozan Barış Antlaşması’yla 1923 yılında kaldırıldı ve TBMM’nin 20 Nisan 1926 tarihinde kabul ettiği Kabotaj Kanunu’da 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe girdi.

Bu yasa Türk Deniz Taşımacılığı için tam bir Milat oldu ve elini kolunu bağlayarak adeta kanını emen tüm dış etkenlerden kurtuldu. Şimdi dünyanın sayılı ve saygın denizcilik yönetimine ve filosuna sahip Türkiye.

Sürmekte olan müzakereler Kıbrıslı Türkler için de 1 Temmuz’un bir Milat olacağı görünümünde.

Müzakerelerin bu gidişle ve Rumların bu tutumuyla bir “Çözüm”e ulaşacağı şüpheli. Zaten Rumlar hala daha çözüme hazırlıklı değil ve içinde bulunduğumuz dönemde de herhangi bir çözüm istemiyor.

Bunu politik nedenlerle açıkça söyleyemediklerinden dolayı da müzakerelerin gidişatını çıkmaza sokmaya çalışıyorlar. Maksatları Türkleri uzlaşmazlıkla suçlayıp masadan kalkmak.

Gerek KKTC Hükümeti, gerekse de Türkiye Cumhuriyeti artık bu 44 yıldır süren ve incir ipi gibi uzayan bu müzakerelerden bıkmış durumda. Sürecin ucunda gözüken hiçbir şey yok, belirsizlikten başka.

Özellikle de Kıbrıs Türk halkın, geleceğini görememekten bıkmış durumda.

Bırakın Kıbrıslı Türklerin yurt içindeki ve yurt dışındaki mevduatlarının toplamını, sadece geçenlerde Maliye Bakanının açıkladığı KKTC bankalarında biriken mevduatın büyüklüğü bile, Kıbrıs Türk halkının gelecek endişesi içinde olduğunu net bir şekilde ortaya koymakta.

Türkiye de 1974’den sonra Kıbrıs konusu nedeni ile özellikle de Avrupa Birliği konusunda haksız bir şekilde önüne yapay olarak çıkarılan engellerden bıkmış durumda.

Rumların, Yunanlıların ve Ermenilerin ABD ve AB’de parasal ve sosyal olarak güçlü konumda bulunmaları ve derneklerinin lobi faaliyetlerinin tüm gerçekleri ters yüz edebilecek yetenekte olmaları, doğruları saptırarak haklıda olsa Türk dünyasını hep haksız ve saldırgan iskemlesine oturtmak için uğraş vermelerine neden oldu bu güne değin.

Bazen başardılar, bazen de bütün girişimleri boşa çıktı.

Anavatan hükümeti belli ki, 48 yıldır Kıbrıslı Türkleri dünyadan soyutlamaya yönelik bu süreci ve 1974 yılından beridir kendisine yapılan baskıları bir yerden kırmanın hesap ve hazırlığını yapıyor, yasal alt yapısını da hazırlıyor.

Bu hazırlığın birinci aşaması Kıbrıslı Türkleri ekonomik baskılardan kurtarmak. Bunun da yolu Kıbrıs Türk halkını, sanayicisini ve esnafını kalkındırmak, ihracatını kolaylaştırmak ve bunun devamı olarak da istihdamı arttırmak.

Bu çerçevede atılan adımlardan bir tanesi sanayi sektöründe üretim, ihracat ve çevreye duyarlı ürün yenileme, otomasyon gibi alanlarda hibeler verilerek üretimin teşvik edilmesi. Zaten bu güne değin 2 bin 35 kuruluşa KOBİ kredisi verilirken, hibe projesi çerçevesinde projeler sunan 26 firmaya “Rekabet Gücünün Artırılması Mali Destek Programı” kapsamında 3 milyon 834 bin TL’lik hibe verildi.

Bundan sonraki aşamanın ise ihracatın önünün açılması olacağı kesin.

Özellikle dev boyutlardaki Türkiye pazarına Kıbrıslı Türk sanayici ve üreticilerin sorunsuzca ihracat yapması gündemde.

Böylesi bir adım, KKTC ekonomisine ve pazarına sıcak paranın girişini çoğaltırken, istihdam ile gümrük gelirlerinin artmasını sağlayacak ve taşımacılık sektörüne ilave bir canlılık getirecek.

Ercan havaalanının büyütülmesi, alt yapının tamamlanması, KKTC’nin dört bir yanını saran yolların yapımı, Anadolu’dan su-elektrik-doğal gaz ve iletişim hatları bağlantı projesi ve diğerleri hiçte boşuna değil.

1 Temmuz 2012, Kıbrıslı Türkler için 20 Temmuz 1974 gibi özgürlüğe açılan yeni bir kapı, yeni bir ekonomik özgürlük kapısı görünümünde.

Bir 48 yıl daha bu müzakerelerin sürmeyeceği, önümüzdeki aylarda da radikal gelişmelerin yaşanacağı kesin. En azından benim algılamam öyle. Zaman bunu bize gösterecek.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

22 Şubat 2012

21 Şubat 2012
1 Temmuz Milat mı Olacak için yorumlar kapalı
Okunma 57
bosluk

Yunanistan: İyiki Varsın Türkiye

Yunanistan: İyiki Varsın Türkiye
Türkiye Yunanistan by Ata ATUN

Türkiye Yunanistan by Ata ATUN

Kıbrıs’ta 1963’deki Soykırımı ve 1974’teki Mutlu Barış Harekatını yaşadığım için bu cümleyi her zaman ve her ortamda söylerim.

Hele de dünya ekonomik bir kriz içindeyken, anavatan Türkiye’nin her koşulda yanımızda olması nedeni ile daha da güçlendi bu düşüncem.

Ama şimdi benden başka veya benim gibi düşünen Kıbrıslı Türklere ilaveten Yunanistan’da yaşayan bir çok Yunanlı da bu sözleri söylüyor. Bu listeye bir önceki kabinede Yunanistan Maliye Bakanı olan ve şimdiki kabinede de Çevre, enerji ve İklim değişikliği Bakanı olan George Papaconstantinou’da dahil.

İster inanın ister inanmayın.

Yunan basını böyle yazıyor.

Özellikle de Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın,  hem kriz hem de aşırı soğuklarla uğraşan Yunanistan Enerji Bakanı’nın ricası üzerine Yunanistan’a doğal gaz verilmesi için gaz vanalarının açılması talimatını vermesi, Yunanlıların akıllarına İkinci Dünya Savaşı’nda özellikle Alman işgalinden sonra önemli sıkıntılar yaşanırken başlayan “Büyük Açlık” döneminde Türkiye’nin koşulsuz ve karşılıksız olarak gıda yardımı yapmış olması gelmiş.

“Şimdi Türkiye gene yanımızda” diyor Yunanlılar.

Lukas Papadimos Başkanlığındaki Yunan hükümeti ülkenin iflas etmemesi için her cephede mücadele verirken, özellikle çok güvendikleri ve üyesi oldukları Avrupa Birliği’nin Yunanistan’a 130 milyar Euro’luk ikinci kurtarma paketi anlaşmasına ‘yeşil ışık’ yakmak için “Mali taahhüt mektupları”na ilaveten bir de  “Siyasi Teminat Mektubu” istemesi Yunanlıları çılgına çevirdi.

Eurogroup, geçen haftaki toplantısında Yunanistan’dan ikinci kurtarma paketi anlaşmasına uyacağına dair Yunan parlamentosunun onayını isterken, Yunanistan Siyasetinde her zaman baş rolü oynayan Pasok partisinden ve Başkanı Yorgo Papandreu ile Yeni Demokrasi partisinden ve başkanı Andonis Samaras’tan da, erken seçim sonrasında iş başına geldikleri vakit mevcut anlaşmaya uyacaklarına dair yazılı teminat istiyor.

AB’nin bu yaklaşımı benim aklıma Osmanlı Dönemindeki “Düyun-u Umumiye’yi” yani 1872-1939 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun ve onun küllerinden doğmuş olan Türkiye Cumhuriyetinin dış borçlarını denetleyen kurum olan “Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi”ni getirdi.

Düyun-u Umumiye, Osmanlı Devletinin ödeyemediği borçlarına karşılık Osmanlı’nın bütün vergi gelirlerini toplamak ve alacaklılara bırakmak yetkisini alarak Osmanlı Devletinin adeta kanını emmiş, siyasi iradeyi de eline alarak Osmanlıyı uzun sayılacak bir dönem de yönetmişti.

Türkiye Cumhuriyeti kurulunca bu “sömürge” anlaşmasını feshetti ve borçların tümünü üstlenerek taksit taksit 1954 yılına kadar ödedi ve bitirdi.

Şimdi Yunanlılar da aynı duruma düştüler.

İflasın uçurumunun kenarında durmaya çalışan Yunanistan, şimdi “Çağdaş Düyun-u Umumiye” ile karşı karşıya. Yıllar ve devletler farklı ama uygulama aynı.

Yunanistan’ın iflas etmemesi için AB, yapacağı mali yardım için yenir yutulur tarafı olmayan koşullar koydu masaya, “ Ya kabul edersin ya da batarsın” diyerek.

Koşullar çok ağır.

AB dayattığı koşullarla Yunanistan’ı Mali olarak yönetmek istiyor. İstihdamlara, maaşlara, kesintilere, gümrük ve vergi oranlarının arttırılması ile yatırımlara bu kurum karar verecek.

Hiçbir siyasinin müdahale yetkisi olmayacak.

Yunanistan’ın bütçesi Brüksel’de son şeklini alacak ve “sözde” Yunan Hükümeti de koşulsuz olarak bu kararları uygulayacak.

Uygulamayı AB’nin tayin edeceği bir yetkili (komiser) denetleyecek.

Yunanistan’ın tüm gelirleri, alacaklılara kurallarına göre dağıtılacak. Bu görev ve yetki de AB’nin atayacağı komiserde yani günümüz Düyun-u Umumiye İdaresi’nde olacak….

Benim tanıdığım Yunanlı bunları kabul etmeyecek.

Ya kabul eder gözüküp, kağıt üstünde sayılarla oynayarak bildiğini okuyacak,

Ya da Türkiye veya Türkiye gibi güçlü bir ülke ile daha sıkı bir işbirliği içine girmemin yollarını arayacak ve belli konularda Konfederasyon benzeri bir işbirliği kurumu oluşturmak yoluna giderek AB’yi bir şekilde bypas edecek.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

ata.atun@atun.com

http://www.ataatun.com

http://twitter.com@ataatun

20 Şubat 2012

19 Şubat 2012
Yunanistan: İyiki Varsın Türkiye için yorumlar kapalı
Okunma 172
bosluk
  • Sayfa 1 ile 3
  • 1
  • 2
  • 3
  • >
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar