Ermeni İddiaları Ne kadar Doğru

Ermeni İddiaları Ne kadar Doğru

Türkiye’de yaşayan bir arkadaşım var. 1915 Ermeni Tehciri ve yalana dayalı Ermeni iddiaları konusunda tam bir uzman. Karşısında hiç kimse duramıyor. Ermeni yalanlarını bir bir ortaya koyan 3 ciltlik İngilizce-Türkçe muhteşem bir eser çıkardı. İçindekiler de hep yabancı yazar ve devletlere ait dokümanlar.

 

Batı dünyasındaki mevcut saygın kütüphaneleri, devlet arşivlerini ve müzeleri bıkmadan usanmadan taramış. Buralarda mevcut bu konu hakkında yazılmış olan neredeyse tüm kitapları, makaleleri ve Ermenilerin ortaya attığı belgeleri gözden geçirerek yıllarca süren bu zor ve yorucu çalışmalardan sonra Ermeni iddialarını çürüten, yalanlarını ortaya çıkaran çok sayıda bilgi ve belge toplamayı başarmış.

 

ABD Kongresinin o yıllarda yaptığı araştırma, aldıkları karar, T.C Hükümetinin 1939 yılında ödediği tazminat, bir daha bu konuda tazminat talep edilemeyeceğine dair anlaşma vs. hepsi bu muhteşem araştırmanın içinde.

 

Lozan’da taraf olarak yer alamayan ABD ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin yaptığı anlaşma, ABD vatandaşı Ermeniler ile ilgili o dönemde masaya konan borç ve alacakların taksit taksit ödenerek tasfiye edildiği, “Soykırım Tacirleri ve Gerçekler” adlı kitabın 440. sayfasında açık ve net olarak mevcut. Resmi belgelere dayalı olarak okuyucuya ve sahte talepkarlara sunulmuş ama ne yazık ki okuyanı çok az.

 

Bu konuda konuşanların çok büyük bir çoğunluğunun, ahkâm kestiklerini, kafadan atma konuştuklarını, bilgilerinin kahvehane sohbetinden öteye bilgiler olmadığını hemen anlıyorsunuz bu kitapları okuduktan sonra.

 

Arkadaşımın adı Şükrü Server Aya.

İlk kitabının adı ise “The Genocide of Truth”.

Birebir Türkçe çevirisi ile kitabın adı “Gerçeğin Soykırımı.” Bana göre ise çevirisi “Gerçeğin Katli.”

 

İkinci cildin adı ise “The Genocide of Truth Continues”, bana göre Türkçesi ‘Gerçeğin Katli’nin devamı.

 

Üçüncü kitabının adı “Soykırım tacirleri ve Gerçekler”. 500 sayfa ve birinci kitabın Türkçesi. Son kitabı da Türkçe ve İngilizce, yanında hediyesi bir de DVD var. DVD’yi görsel olarak seyredince zaten olayın parasal menfaat uğruna bir takım Ermeni kuruluşlar tarafından nasıl sahtekarlıkla içeriğinin ve boyutlarının değiştirildiğini çok iyi anlıyorsunuz.

 

Ermeni iddialarının doğru olup olmadığını anlamak ve 1915 yılında nelerin olduğunun ve yaşandığının yabancı basın ve araştırmacılar tarafından nasıl gözlemlendiğini ve resmi dokümanlarda nelerin yer aldığını öğrenmek istiyorsanız bu kitapları mutlaka okumalısınız.

 

O vakit Ermenilerin, özellikle de Ermeni Diaspora’sının yani Ermenistan dışında yaşayan Ermenilerin bu safsatayı nasıl ve niçin yarattıklarını, bu uyduruk iddiadan nasıl para kazandıklarını ve niçin bu iddiayı canlı tutup devam ettirmek istediklerini çok iyi anlayacaksınız.

 

İşin İlginç yanı, Şükrü ağabeyin kitaplarında yayınladığı yabancı arşiv belgelerine hiçbir Ermeni kuruluşunun veya da bunu “soykırım olarak pazarlamaya çalışan” propagandacıların itiraz edemeyişleri veya da edememeleri.

 

Kitaptaki belgelerin hepsi orijinal ve yabancı kaynaklı.  Hepsi doğru ve hepsi de ilgili devletlerin resmi arşivlerinde mevcut. Yalanlamaya kimse cesaret edemiyor.

 

İşin ilginç yanı, Şükrü ağabeyin elde etmeyi başardığı resmi belgelerin ve dokümanların büyük bir kısmının Türk Ermenilerinden, kendilerini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kabul eden, “Ben Ermeni kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım” diyen kişilerden gelmiş olması.

 

Fırsat bulduğunuzda bu kitapları okumanızı tavsiye ederim. Eminim ki, Ermeni iddiaları kafanızda bambaşka bir şekil alacak, kitaplar bittikten sonra. Organize bir şekilde bir yalanın, geniş kitlelere nasıl gerçek diye yutturulabileceğini çok iyi göreceksiniz.

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

19 Kasım 2012

19 Kasım 2012
Ermeni İddiaları Ne kadar Doğru için yorumlar kapalı
Okunma 107
bosluk

Rumların Kıbrıslı Türklere Bakışı

Rumların Kıbrıslı Türklere Bakışı

Dünkü Rumca gazetelerin neredeyse tümünde Kıbrıslı Türklerle ilgili farklı farklı haberler vardı. Gerekçesi de dün bizlerin büyük bir coşkuyla KKTC’nin 29. Kuruluş Yıldönümü kutluyor olmamızdı.

 

Anlaşılan Rumca gazeteler, Rum halkının Kıbrıslı Türklere nasıl baktıklarını ve geleceğin nasıl olabileceğini merak etmişler ve araştırmalarını yapmışlar. Gerçekte asıl tablo, farklı gazetelerde çıkan bu haberleri alt alta koyunca ortaya çıkıyor. Tek tek okununca sıradanmış gibi görünen haberler bir araya toplandığı vakit Rumların Kıbrıslı Türklere ve KKTC’ye hangi gözle baktıklarını görüyor, anlıyorsunuz.

KKTC’nin adını bile duymak istemiyorlar ama 2012 yılının ilk 10 ayında Ercan Havaalanından İstanbul’a giden Rumların sayısı tamı tamına 9 bin 643. Ortalama her ay bin Kıbrıslı Rum Ercan’dan İstanbul’a uçmuş. Bilinçli bir şekilde alış veriş yapmak için gitmişler İstanbul’a ve İstanbul’da ortalama kalış süreleri 2 buçuk-3 gün. Yaptıkları hesaba göre alışveriş sonunda, uçak bileti ve otel ücretini de eşit şekilde aldıkları ürünlere paylaştırdıkları vakit, İstanbul’daki fiyatlar hala daha Rum tarafındaki fiyatlardan daha düşüğe gelmekte.

 

İleriki aylarda, hele de AB’nin Duyuni Umumisi Troyka  Rumların boğazını sıktıkça, İstanbul’dan ve KKTC’den alışverişler artmaya başlayacak.

Troyka Pazartesiden beri Rum tarafında ve Maliye Bakanlığı ile Merkez Bankasında yaptıkları incelemeden sonra dün Rum halkına ve Rum Yönetimine bir dizi tavsiyelerde bulundu.

 

Rum Yönetimine “Acilen özelleştirmeye başlayın ve devletin elinde ne varsa, satabildiğinizi satın. Öncelikle CYTA (K. Rum Telekomünikasyon Dairesi), EAC (K. Rum Elektrik Kurumu), Larnaka ve Limasol deniz Limanları ile Larnaka ve Baf Havaalanlarını…” dedi Troyka.

 

Sonra da masaya çok sert ekonomik tedbirler paketi koydu. 13. maaş kalkacak, çalışma saatleri ve günleri uzatılacak, maaşların tümü aşağıya çekilecek, emekli maaşlarından kesinti yapılacak, ikramiyeler azaltılacak ve benzeri acımasız mali kesintiler.

 

Rum Yönetiminin bunları yapmaktan başka hiçbir seçeneği yok. Aynen Yunanistan gibi. Yunanistan Troyka’nın bu isteklerini kabul etti ve yasalaştırdı. Ama hala para yok çünkü Troyka’nın Yunanlı politikacılara güveni yok. Uygulamanın başlatıldığını ve tasarrufların kasaya geri döndüğünü görmeden zırnık vermemek niyetinde Troyka, Yunanlılara. Dolayısıyla Yunanistan’da şimdi Kasım maaşları da tehlikede.

 

Aynı akıbet Rumları da bekliyor. Ocak maaşlarını alıp alamayacakları belli değil Kıbrıslı Rum bürokratların. 26 Kasıma kadar Troyka ile imzalaşamazlarsa, Ocak ve sonrasında maaş ödeyecek para olmayacak kasada.

 

Troyka’nın yaptırımları sonrasında Güney Kıbrıs’ta oluşacak yeni koşullar doğal olarak Kıbrıslı Rumların, KKTC’nin resmi bir kurumu olan Taşınmaz Mal Komisyonu’na KKTC’de bıraktıkları taşınmaz mallarını satmak için başvurularını arttıracak.

 

Kıbrıs Rum Yönetimi ise Rumların Türk tarafına mal satmak için başvuru yapmasını istemiyor ama egemenliğini de Brüksel’e kaptırdığı için yasaklamak gibi bir yetkisi yok. Emir Brüksel’den ve itaat etmekten başka seçeneği de yok.

 

Rum tarafında Lefkoşa Üniversitesinin yaptığı anketin sonucu ise çok çarpıcı ve belli bir süre sonra müzakerelerin gidişatını değiştirebilecek güç ve içerikte.

 

Anket sonucuna göre Rumlar Kıbrıslı Türklere güven duymuyorlar ve artık iç içe yaşamak istemiyorlar.  KKTC’nin varlığını artık kabul etmek zorunda olduklarının bilincindeler. Bu nedenle de özetle adanın Güneyinde Rumlar, Kuzeyinde Türkler yaşasın, isteyen diğer tarafa geçsin ama gece kendi evinde uyusun, her kes kendi tarafından sorumlu olsun düşüncesindeler.

 

Barış içinde yaşayabileceğimize ise Rumların sadece yüzde 25’i inanıyor. Dostluk ve arkadaşlık kurulmasını normal karşılıyorlar ama flört, sözlenme, nişanlanma ve evliliğe ise katı bir şekilde ve de yüzde 100 oranında karşılar.

 

Artık aramızdaki Rum hayranlarının da bu gerçekleri görmesinin zamanı geldi, stratejimizi de bu bilgiler üzerine yeniden saptamamızın da. Rum adadaşlarımızın bize bakışları, bazılarının bize satmak istediği gibi değil.

Zaten hiçbir zaman bize sempatik bakmamışlardı, bundan sonra da bakmayacaklarını anketin kendisi zaten açık ve net olarak söylemekte.

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.org

16 Kasım 2012

 

15 Kasım 2012
Rumların Kıbrıslı Türklere Bakışı için yorumlar kapalı
Okunma 241
bosluk

KKTC’yi Kurmak

KKTC’yi Kurmak
TRNC Flag - Nov 15, 1983

KKTC Bayrak-15 Kasım 1983

Tüm Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarının, kendini Kıbrıslı Türk addedenlerin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gönül verenlerin ve okuyucularımın, KKTC’yi 29. yaşına taşıyan Cumhuriyet Bayramlarını kutlarım.

 

1955-1960 ve 1963-1974 yılları arasında geçen kötü günleri yaşayan, soykırıma uğratılan, Rum adalet ve siyasi yönetim mekanizması içinde her konu ve olayda haksızlığa uğramış olan belli yaş grubuna ait bizlerin, bu günün kıymetini takdir etmemizin, daha genç yaş gruplarına kıyasla daha farklı olduğu kesin.

 

Aynen “Çok okuyan değil, çok gezen bilir” atasözümüze uygun olarak “Teorik değil, deneyimsel kurallar uzun ömürlü olur” sözünü Kıbrıs’ta kurulması için yoğun çaba sarf edilen ortak devlet için söylemek, doğru bir yaklaşım, doğru bir tavsiye niteliğinde olacaktır.

 

Tarihimizi bildiğim, geçmişi yaşadığım için “Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi olmadan, Kıbrıslı Türklerin kurulması empoze edilmeye çalışılan ortak devletteki haklarının,

Anayasanın içine konmasından öteye yaptırımsal ve kendi geleceğini tayin etmek garantiler ile korunmadığı müddetçe, kurulacak bu yeni bir devletin ömrünün 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti gibi kısa olacaktır” demek, hiçte yanlış bir öngörü olmaz.

 

1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı Kara Papaz Makarios kendini o denli güçlü ve dokunulmaz hissetmişti ki, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını dikkate almamış, Belediyeler ve Vergiler konusunda Kıbrıslı Türklerin taleplerini haklı bulan Anayasa Mahkemesinin tarafsız bir ülkeden gelen başkanı Ernst Forsthoff’u bu kararından dolayı istifaya mecbur etmiş, sonra da 1 Ocak 1964 sabahı, herhalde yılbaşı kutlamasında içtiği içkiler başına vurmuş olmalı ki, altında garantör devletler olan İngiltere, Türkiye ve Yunanistan ile birlikte Kıbrıs Türk ve Rum Halklarının liderlerinin imzalarının yer aldığı ve BM’ye tescil edilmiş 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını iptal ettiğini açıklamıştı.

 

Çok değil aynı günün öğlen vakti de garantör devletlerin yaptıkları baskıdan bunalmış ve “Yanlış anlaşıldığını” beyan ederek bu sözlerini geri almıştı.

 

Önemli olan sözlerini geri alması değil, dönemin Rum halkının düşüncelerini temsil eden Rum liderinin 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına bakışı, düşüncesi ve mantığıydı.

 

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasını oluşturan 1959 Zürih ve Londra Anlaşmalarını daha başından beri Rumlar, akıllarında 1796 patentli ENOSİS yani Yunanistan’a bağlanma ülküsü olduğundan kabul eder gibi görünmüşler ama hiçbir zaman kabul etmemişlerdi.

 

Özellikle Kıbrıslı Türklerin “Yönetime” yediye üç oranında ortak olmalarını, adada 650 kişilik “Türk Alayı”nın bulunmasını ve özellikle de Türkiye’nin “Etkin Garantörlüğü”nü, ENOSİS yolunda engel gördüklerinden, daha Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk günden itibaren yok etmek ve çalışmaz hale getirmek için elden geleni yaptılar.

Başardılar da.

1963-1967 yılları arasında Kıbrıslı Türklere silahlı saldırılarla “Soykırım” uygulamalarına rağmen Kıbrıslı Türkleri yıldıramayınca, silahla bu işi çözemeyeceklerini anlayıp bu defa taktik değiştirip “Ekonomik Soykırım” uygulamaya başladılar.

 

Ve adanın kaderi, Rumlarla Yunanistan’ın kendi aralarındaki adaya hâkim olmak çatışmaları doruk noktasına ulaşınca, 15 Temmuz 1974 tarihinde yapılan darbe ile değişerek, Rumların hiç beklemedikleri bir sonuca ulaştı ve ada fiilen ikiye bölündü.

 

 

Günümüzde, 1968 yılından beridir süregelmekte olan müzakerelerin gidişatı, Rumların güneye geçen Kıbrıslı Türklere karşı aşağılayıcı ve darp edici davranışları, Rum hükümetinin ve Yunanistan’ın Kıbrıslı Türklerin dünya ile olan bağlarını koparmak için ellerinden geleni yıllardır yapıyor olmaları hala daha bu mantık ve düşüncede olduklarını göstermekte.

 

Ellerinden gelse soluduğumuz havadan bile bizi, azınlık olarak kayıtsız şartsız yönetimleri altına girmeyi kabul etmediğimiz müddetçe, mahrum etmek düşüncesindeler.

 

Ada üzerinde kulları köleleri olmadığımız müddetçe bize hiçbir hayat hakkı tanımak istememektedirler.

Kıbrıslı Rumların KKTC’yi hazmedememelerinin nedeni de budur.

 

Adanın kuzeyinde, yaşadığımız zor günlerden, uğradığımız soykırımdan sonra kurmayı başardığımız “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” ile kendi yönetimimiz altında, kendi askerimizin sınırlarımızı koruduğu, polisimizin iç güvenliğini sağladığı, yargı düzenimizin çağdaş hukuku uyguladığı, meclisimizin yasama görevini eksiksiz yerine getirdiği, ulaşım ve iletişimde çok iyi bir alt yapıya sahip olduğumuzu, kabul edilse de edilmese de KKTC pasaportumuz ile seyahat edebildiğimizi, yetmişe yakın yabancı ülkeden öğrencilerin KKTC’ye gelerek üniversitelerimizde okuduğunu bir türlü kabul edememektedirler.

 

Bu düzeni yıkmak ve yok etmek, Kıbrıslı Türkleri kendilerine muhtaç ederek yönetimleri altına almak ve adanın tümüne de 1974 öncesinde olduğu gibi mutlak hâkim olabilmek için elden geleni de yapıyorlar ve yapmaya da devam edeceklerinden de hiçbir kuşkum yok.

 

Karşılarındaki ilk engel adada “Fiili Garantör”lük görevini yıllardır başarı ile yapan “Türk Askeri”. Öncelikli hedefleri, adadaki “Türk Silahlı Kuvvetleri”ni dış güçlerin Türkiye’ye yapacağı baskılar sonrasında geri göndertmek ve 1974’den beri var olan “Fiili Garantör”lüğü “Etkin Garantör”lüğe dönüştürmek.

 

“Etkin Garantör”lüğü kaldırmanın tek yolu da, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda var olan “Ek I, madde 4”deki Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin “Garantör”lüklerini Anayasadan çıkarttırıp yerine Avrupa Birliği’nin Garantörlüğü’nü koydurtmak.

 

Bunun için gerek Rumlar gerekse de Yunanistan, yıllardır ağızlarında sakız etmişçesine “21. Yüzyılda garantilere gerek yoktur, Yunanistan ve İngiltere Garantörlüklerini iptal etmek kararındadır, Türkiye’de Garantörlüğünden vazgeçsin, gene de Kıbrıslı Türkler ısrarla Garantör istiyorlarsa adanın Garantörü AB olsun” diyerek, ada üzerindeki Türkiye’nin “Etkin Garantör”lüğünü iptal ettirmek için her yolu deniyorlar.

 

AB’nin Garantörlüğü ne denli güçlü olabilir, Kıbrıslı Türkleri bir saldırıdan ne kadar koruyabilir, bunu sorgulayan yok.

 

Gerçekte, askeri bir güce sahip olmayan AB’nin kendisinin bir Garantöre gereksinimi var ve bu edinmenin de uğraşısı içinde.

 

Kendisinin Garantöre gereksinimi olan AVRUPA BİRLİĞİ, Kıbrıs’a veya Kıbrıslı Türklere nasıl “GARANTÖR” olacak ben pek anlamış değilim.

 

Sürmekte olan müzakereler bunun en güzel bir ispatı. Kıbrıslı Türklerle, eşit koşullarda eşit siyasi haklara sahip ortak bir devleti kurmak için anlaşmaya varmak yerine, varmamak için uğraş vermekteler.

 

Bizlere egemen olmanın getirdiği özgürlüğü yaşatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni yaşatmak ve sürdürülebilirliğini korumak hepimizin görevimiz olmalıdır.

Aksini düşünmek bile istemiyorum.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

web: http://www.ataatun.com

15 Kasım 2012

 

14 Kasım 2012
KKTC’yi Kurmak için yorumlar kapalı
Okunma 812
bosluk

KKTC Üniversitelerinin Fikir Babası

KKTC Üniversitelerinin Fikir Babası
Prof. Dr. İ. Hakkı ATUN

Prof. Dr. İ. Hakkı ATUN

Tam üç yıl oldu… Onsuz geçen koskoca üç yıl.

Bundan 3 sene evvel babam Profesör Dr. İ. Hakkı Atun’u kaybetmiştim.

Sonra da onu layık olduğu şekilde, hak ettiği bir törenle toprağa vermiştik.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yaşayan pek çok seveni ile Mağusa’daki Lala Mustafa Paşa Camisinde cenaze namazını kılmış ve onu son yolculuğuna uğurlamıştık.

 

Biliyorum, herkesin babası kıymetli, benimki gibi. Onu unutmak mümkün değil.

Allah Rahmet eylesin, yattığı yer nur, mekânı Cennet olsun.

Babamın, babam olmaktan başka özelliği, ailenin tüm fertlerinin gururla taşıdığı ve manası “Allah’ın hediyesi” olan “ATUN” soyadını, Türkiye’de yükseköğrenimde iken soyadı yasasına göre ilk defa kendisinin almış olması. Sonra da tüm sülaleyi kanatlarının altına alarak, yön vermesi, kimlik kazandırması ve ‘Üniversite Eğitimi’nin önemini aşılaması.

 

Babamın 20. yüzyılın ilk çeyreğinde başlattığı bu geleneğin hala devam ediyor olması da gerçekten çok gurur verici. Ailemizden Başbakanlar, Meclis Başkanı, Bakanlar, Milletvekilleri, Belediye Başkanı, Rektör (Rahmetli babam), Profesör, Büyükelçi, General, Doktor, Mimar, Mühendis ve benzeri saygın meslek sahiplerinin çıkmasının kökeninde hep bu ‘Yüksek Öğrenim Aşısı’ yatmakta.

 

Rahmetli babamın akademik hayatı başarılarla dolu. Benimki de onun başarılarından duyduğum gururlarla…

 

İkinci Dünya savaşından hemen sonra yorgun ve yıkık ülkeler yaralarını sararken babam, iki kez burs alarak Amerika Birleşik Devletleri’nde ve İngiltere’de hem araştırma yaptı hem de lisansüstü eğitimini yapma olanağını buldu.

 

O yokluk günleri içinde ailesi ona destek olamadığı için hem çalışmak hem de okumak zorunda kaldı. Bizler doğunca sırtındaki yüke bizlere bakma külfeti de ekleniverdi.

 

Amerika dönüşü Elazığ’da halen Doğu Anadolu’nun en büyük hastalık ve aşı araştırma laboratuvarı olan Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsünü aynen Kurucu Rektörlüğünü yaptığı Van Yüzüncü Yıl üniversitesi gibi sıfırdan yarattı.

 

Birkaç sene evvel Elazığ’a resmi bir ziyaret yaptığımda beni bu Enstitüye götürmüşlerdi. Girişte babamın bir resmi ve altında da bronz bir plaket üzerinde “HAKKI ATUN 12.1.1953-4.9.1953” yazıyordu.

 

Dakikalarca hareketsiz kalakaldım o resmin önünde. Orada bir tarih vardı ve kıraç bir arazi üzerinde Doğu Anadolu’nun en modern Enstitüsünü kurmayı başarmış kişiye aitti o resim. Bırakın Doğu Anadolu’daki tüm illeri, Suriye’den ve Irak’tan bile örnekler getirilip burada analiz ediliyor, aşılar üretiliyor orada. Şimdilerde Doğu’nun Pastör Laboratuvarı diyorlar o Enstitüye.

Gururlandım, gözlerim doldu…

1962-1969 yılları arasında Bağdat Üniversitesi Veteriner Fakültesindeki akademik görevinden sonra Türkiye’ye geri dönüp, Hacettepe Tıp Fakültesine öğretim üyesi olarak girişi ise bir başka hikaye. Hikayeden öte, bir başka gurur kaynağı aslında.

Kılı kırk yaran, akademik başarıya çok özen gösteren, öğretim üyeliği için başvuruda bulunan her yüz kişiden sadece bir tanesini Hacettepe Tıp Fakültesinde Öğretim Üyesi olarak görev yapacak kalitede bulan kurucu Rektör Prof. Dr. İhsan Doğramacı, babamın özgeçmişini bile okumak gereğini duymadan hemen ve derhal başvurusunu kabul edecek ve patoloji bölümüne başkan yapacaktı. Gerekçesi ise çok yalındı. “Senin ünün, özgeçmişinden daha evvel geldi buraya…” Ertesi gün işbaşı yapmıştı babam.

 

1974 Mutlu Barış Harekatında Mağusa kentinde beraberdik babamla. Biz surların üstünde o ise seferi hastanedeydi amcam (Eski Sağlık Bakanı) Dr. Ali Atun ve günümüz KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu ile.

Barış Harekatı sonrası Türkiye’ye geri dönerken arabası Rumların attıkları mermilerden ve havanlardan yazlık hale dönüşmüştü. Arabasının tüm camları kırık ve kaportası da delik deşikti.

Ankara’ya dönüşteki ilk işi artık ‘Türk Kıbrıs” olan vatanı için ne yapabilirim’i düşünmek oldu.

Ve buldu da.

 

Eylül 1975 tarihinde “Kıbrıs’ta en akılcı sanayi üniversite kurmak olacaktır” fikri ile dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a ve T.C. Başbakan Yardımcısı Turan Feyzioğlu’na birer mektup yazdı ve onları hem bir akademisyen hem de “Kıbrıs Türk Kültür Derneği” Sekreteri olarak ikna ziyaretlerine başladı.

 

Sonunda başardı.

Alınan karar, günümüz Doğu Akdeniz Üniversitesinin temelini oluşturan “Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün kuruluş çalışmalarının başlatılması oldu.

Bu nedenle kendisine  “KKTC’nin üniversiteler ülkesi olmasının fikir babası” diyorlar.

Nasıl gurur duymam ki babamla.

 

KKTC kendine aşık bir evladını kaybetti 3 yıl önce.

Allah Rahmet eylesin. Yattığın yer nur, mekanın cennet olsun.

Rahat uyu baba. Neredeyse yüz yıl evvel yaptığın aşı tuttu.

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

14 Kasım 2012

 

 

13 Kasım 2012
KKTC Üniversitelerinin Fikir Babası için yorumlar kapalı
Okunma 246
bosluk

Türkiye Oyuna Gelmedi

Türkiye Oyuna Gelmedi

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, kendisini tanımayan ve muhatap almayan Türkiye’yi, 31 Aralık 2012 tarihine kadar -göstermelik de olsa- AB Dönem Başkanı olması nedeni ile bu makamı kullanarak karşısına oturmak için her yolu deniyor, her tür üç kağıda da başvuruyor.

 

AB Dönem Başkanlığını devraldıkları 1 Temmuz tarihinden beridir bu uğurda çevirmedikleri dolap kalmadı Rumların.

 

Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri hiçbir zaman ve hiçbir koşulda 4 Mart 1964 tarihinde BM yetkililerinin Türkiye Cumhuriyeti hükümetine yalan söyleyip yanıltıcı bilgiler vererek “geçicidir” diyerek kabul ettirdikleri, Kıbrıslı Türklerin haklarını ayaklar altına alan 186 numaralı karardan sonra, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının tek taraflı olarak,  -Kıbrıslı Türklere ortaklık hakkı tanıyan- 13 ayrı maddesini değiştiren Kıbrıs Rum Yönetimini tanımadı ve muhatap da almadı.

 

Bu uğurda yıllardır her yolu deneyen Rumlar, 1 Temmuzda devir aldıkları AB Dönem Başkanlığı olanaklarına “belki Türkiye’yi, 26 AB ülkesini de arkamıza alıp AB Dönem Başkanı olarak zorla karşımızda masaya oturtur, bizi muhatap almaya mecbur ederiz” düşüncesi ile dört elle sarıldılar.

 

Aradan geçen 4 buçuk ayda her olanağı da denediler, Türkiye’ye türlü şantajlar yaptılar, Almanya, Fransa gibi aracılar koydular ama nafile, bütün oyunları boşa çıktı.

 

En son tezgahları, her zamanki gibi Avrupa Birliği’nin bütününü ve ismini kullanarak çaktırmadan Türkiye’ye çok hassas olduğu bu konuda içine düşülmemesi olanaksız bir tuzak hazırlamak oldu.

 

İlk adım olarak Avrupa Birliğinin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Stefan Füle başkanlığında Strazburg’da 26 Ekim günü gerçekleştirilen komite hazırlık toplantısında, “9 Kasım Cuma günü Türkiye – AB Karma Parlamenterler Komitesi (JPC –Turkey – European Union Joint Parliamentarian Committee) toplantısının AB Dönem Başkanı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin başkanlığı altında Türkiye’de yapılması kararı alındı.

 

Bu kararın alınmasının tek amacı,  Türkiye’yi zorla Kıbrıs Rum Yönetimini tanımaya ve politik ilişkiler kurmaya zorlamaktı.

 

İstanbul’da Cuma günü yapılan toplantı hazırlık görüşmesinde, Türkiye’yi temsilen Türkiye-AB Karma Parlamenterler Komitesinde görev yapan Türk Milletvekilleri bu tuzağa düşmedi. Bırakın tuzağa düşmeyi, ince ve dahiyane bir manevra ile (buna diplomasi de diyebilirsiniz) önce bu toplantının önem düzeyini değiştirerek aşağıya çektiler ve AB Dönem Başkanlığını devre dışı bıraktılar, sonra da tarihini 2012 yılının çıkmaz ayının son çarşambasına ertelediler.

 

Her zaman, her platformda ve her yerde olduğu gibi Yunanistan’ın Avrupa Parlamentosu üyeleri olan Yorgos Kumuçakos ve Marilena Koppa Kıbrıs Rum Yönetimine arka çıkmak ve toplantının Aralık ayından önce yapılabilmesi için elden geleni yaptılar ama işe yaramadı. Bu ikili toplantıdan sonra da Türk parlamenterleri kınamak için bir de ortak açıklama yaptılar. Yaptılar yapmasına da, Nafile. İşe yaramayacak artık bu çabaları.

 

Türkiye-AB Karma Parlamento Komitesi’nin 70. Toplantısı 2012 yılı içinde toplanmayacak. Kıbrıs Rum Yönetimi de AB Dönem Başkanı olarak bu toplantıya Başkanlık edemeyecek.

Sadece Komitenin başkan ve yöneticiler toplanacak ve 2013 yılında yapılacak toplantının gündemini ve yerini tespit edecekler. Hepsi o kadar.

 

Kıbrıs Türkçesinde buna “Öyle değil böyledir” deniyor.

Bravo Türkiye-AB Karma Parlamenterler Komitesinde görev yapan Türk Milletvekillerine.

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.org

12 Kasım 2012

11 Kasım 2012
Türkiye Oyuna Gelmedi için yorumlar kapalı
Okunma 96
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar