KKTC’nin Kıymetini Bilmeliyiz

KKTC’nin Kıymetini Bilmeliyiz

Bu gün KKTC’nin ilanının 30. Yılı.

Koskoca bir 30 yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Ortalama bir insan ömrünün neredeyse yarısından biraz az bir zaman dilimi bu 30 yıl.

 

1974 Mutlu Barış Harekatını hatırlıyorum daha dün gibi. Yağmur gibi yağan kurşunlar, hiç durmadan yanı başımıza düşen havanlar, korku, heyecan, üzüntü, ağlayışlar, açlık, susuzluk, yaralananlar, ilaç eksikliği, şehit olanlar, toplu mezarlar hepsi hala canlı canlı hafızamda.

 

Kıbrıslı Türklerin yaşama tutunma ve varolma mücadelesindeki en önemli köşe taşlarından bir tanesiydi 1974 Mutlu Barış Harekatı. Bence önemli olanlardan bir diğeri de Selimiye Camisinin yanındaki meydanda 1948 yılında yapılan mitingdi. O miting, gerçekte, nur içinde yatsın, rahmetlik Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş’ın politik hayata gözlerini açtığı, liderliğe adım attığı gündü. Bence siyasi doğum günüydü.

 

Evladı-Fatihan’lara yani Türkiye Cumhuriyeti ilan edildiği vakit Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalmış, aynen bizler gibi ve bizim konumumuzda olan ve yabancı bir ülkenin sınırları içinde yaşamlarını sürdürmek zorunda bırakılmış Osmanlı evlatlarına, torunlarına bakıyorum. Olayları ve fırsatları zamanında değerlendirip, kazanıma çevirebilmiş olan başka bir Evlad-ı Fatihan topluluğu göremiyorum.

 

Bizim şansımız neydi, farkımız neydi ki kendi egemenliğimizi kurabilecek aşamaya gelebildik ve devletimizi ilan ettik. Belli ki Kıbrıs Türk halkının azmi, mücadeleci ruhu, kenetlenmeyi bilmesi ve Dr. Behiç, Ali Dana, Necati Özkan, Faiz Kaymak, Dr. Fazıl Küçük, Rauf R. Denktaş ve benzerleri gibi daha birçok adlarını rahmetle andığım toplum liderlerine ve kanaat önderlerine sahip olmamızdı şansımız aslında. Mişon’un, Bereketçilerin, Alpay’ın,  Bora’nın, Türkmen’in, Sanver’in, M. Erdal’ın, Kelami’nin, Fikri’nin ve daha nice adları sayfaları dolduracak kahramanların gayretleri, toplum olarak verdiğimiz mücadelenin bel kemiğini oluşturdu, diğerlerine örnek oldu.

Bizim kaderimizin, diğer bölgelerdeki Evlad-ı Fatihan’larınkinden farklı olmasının bir başka nedeni de Türkiye’de 1950-1960 yılları arasında iktidarda olan Demokrat Parti döneminde, bir evvelki CHP hükümetinin “Bizim Kıbrıs diye bir konumuz yoktur” diyen düşüncenin tam tersini taşıyan rahmetli Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun, rahmetli Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın ve rahmetli Başbakan Adnan Menderes’in hükümette yer almalarıydı.

 

Bu üç güç birleşince, önce adada yaşamlarını sürdüren Kıbrıslı Türkler, Rumlarla eşit siyasi ve kurucu statüye yükseldiler sonra da 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucusu oldular, Türkiye de Lozan Anlaşmasının 16. maddesinin kendisine yarattığı hakla, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Garantörü oldu.

 

Anavatan Türkiye’miz, toplum liderlerimiz ve halkımızın içindeki kahramanlarımız olmasaydı ne 1963-64 yıllarındaki saldırılara karşı koyabilirdik, ne de Rumların 11 yıl boyunca acımasızca bizlere uyguladığı soykırıma karşı direnebilirdik.

 

1977 yılında rahmetli Denktaş ile Makarios arasında gerçekleştirilen I. Doruk Anlaşmasında iki liderin “Kıbrıs adasında var olan iki halkın ekonomik olarak ayakta durabileceği topraklara sahip olacak şekilde iki bölgeli ve siyaseten eşit Federal bir yapı” kurulması üzerinde mutabakata varmaları Kıbrıs konusunda yeni bir aşamayı oluşturdu. Bu anlaşmanın altına attığı imzanın kahrıyla ölen Makarios’un yerine seçilen Meclis Başkanı Kyprianou, 1979 yılında rahmetlik Denktaşla yaptığı II. Doruk Anlaşmasında 10 maddeişk daha  da gelişmiş bir Federasyon yapısı altına imzasını attıktan sonra, EOKA’cı damarı tutmuş olmalı ki, veya da Rum Ulusal Konseyinden zılgıt yemiş olmalı ki, bu anlaşmayı bozmak için elden geleni yaptı ve Mayıs 1983 tarihinde BM’den çıkarttırmayı başardığı “Kıbrıs kararı”, 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC’nin ilan edilmesinin yolunu açtı.

 

Bunu Evlad-ı Fatihanlar arasında bir tek biz başarabildik. Şimdi “Özgürüz”, “Egemeniz” ve “bizim seçtiğimiz temsilcilerimizin yönettiği demokratik bir devlet”e sahibiz. Kendi egemen topraklarımız içinde “Birinci sınıf vatandaşlarız”. Bunlar çok kıymetli ve bir çok ülkede var olmayan olgular.

 

KKTC’nin kıymetini anlamak için Avrupa Birliğini, Orta Asya Devletlerini veya da Orta Doğu’yu ziyaret etmenizi öneririm. Kimi çok pahalı, kiminde demokrasi yok, kiminde insan hakları yok, kiminde de yaşamınız garanti altında değil. En önemlisi de hiç birinin, başı sıkıştığı vakit hep yanında olan “Türkiye” gibi bir “Anavatanı” yok….

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

15 Kasım 2013

14 Kasım 2013
KKTC’nin Kıymetini Bilmeliyiz için yorumlar kapalı
Okunma 86
bosluk

KKTC Üniversitelerinin Babası: Prof. Dr. HAKKI ATUN

KKTC Üniversitelerinin Babası: Prof. Dr. HAKKI ATUN

Tam dört yıl oldu… Onsuz geçen koskoca dört yıl.

Bundan 4 sene evvel babam Profesör Dr. İ. Hakkı Atun’u kaybetmiştim.

Sonra da onu layık olduğu şekilde, hak ettiği bir törenle toprağa vermiştik.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yaşayan pek çok seveni ile Mağusa’daki Lala Mustafa Paşa Camisinde cenaze namazını kılmış ve onu son yolculuğuna uğurlamıştık.

 

Biliyorum, herkesin babası kıymetli, benimki gibi. Onu unutmak mümkün değil.

Allah Rahmet eylesin, yattığı yer nur, mekânı Cennet olsun.

Babamın, babam olmaktan başka özelliği, ailenin tüm fertlerinin gururla taşıdığı ve manası “Allah’ın hediyesi” olan “ATUN” soyadını, Türkiye’de yükseköğrenimde iken soyadı yasasına göre ilk defa kendisinin almış olması. Sonra da tüm sülaleyi kanatlarının altına alarak, yön vermesi, kimlik kazandırması ve ‘Üniversite Eğitimi’nin önemini aşılaması.

 

Babamın 20. yüzyılın ilk çeyreğinde başlattığı bu geleneğin hala devam ediyor olması da gerçekten çok gurur verici. Ailemizden Başbakanlar, Meclis Başkanı, Bakanlar, Milletvekilleri, Belediye Başkanı, Rektör (Rahmetli babam), Profesör, Büyükelçi, General, Doktor, Mimar, Mühendis ve benzeri saygın meslek sahiplerinin çıkmasının kökeninde hep bu ‘Yüksek Öğrenim Aşısı’ yatmakta.

 

Rahmetli babamın akademik hayatı başarılarla dolu. Benimki de onun başarılarından duyduğum gururlarla…

 

İkinci Dünya savaşından hemen sonra yorgun ve yıkık ülkeler yaralarını sararken babam, iki kez burs alarak Amerika Birleşik Devletleri’nde ve İngiltere’de hem araştırma yaptı hem de lisansüstü eğitimini yapma olanağını buldu.

 

O yokluk günleri içinde ailesi ona destek olamadığı için hem çalışmak hem de okumak zorunda kaldı. Bizler doğunca sırtındaki yüke bizlere bakma külfeti de ekleniverdi.

 

Amerika dönüşü Elazığ’da halen Doğu Anadolu’nun en büyük hastalık ve aşı araştırma laboratuvarı olan Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsünü aynen Kurucu Rektörlüğünü yaptığı Van Yüzüncü Yıl üniversitesi gibi sıfırdan yarattı.

 

Birkaç sene evvel Elazığ’a resmi bir ziyaret yaptığımda beni bu Enstitüye götürmüşlerdi. Girişte babamın bir resmi ve altında da bronz bir plaket üzerinde “HAKKI ATUN 12.1.1953-4.9.1953” yazıyordu.

 

Dakikalarca hareketsiz kalakaldım o resmin önünde. Orada bir tarih vardı ve kıraç bir arazi üzerinde Doğu Anadolu’nun en modern Enstitüsünü kurmayı başarmış kişiye aitti o resim. Bırakın Doğu Anadolu’daki tüm illeri, Suriye’den ve Irak’tan bile örnekler getirilip burada analiz ediliyor, aşılar üretiliyor orada. Şimdilerde Doğu’nun Pastör Laboratuvarı diyorlar o Enstitüye.

Gururlandım, gözlerim doldu…

1962-1969 yılları arasında Bağdat Üniversitesi Veteriner Fakültesindeki akademik görevinden sonra Türkiye’ye geri dönüp, Hacettepe Tıp Fakültesine öğretim üyesi olarak girişi ise bir başka hikaye. Hikayeden öte, bir başka gurur kaynağı aslında.

Kılı kırk yaran, akademik başarıya çok özen gösteren, öğretim üyeliği için başvuruda bulunan her yüz kişiden sadece bir tanesini Hacettepe Tıp Fakültesinde Öğretim Üyesi olarak görev yapacak kalitede bulan kurucu Rektör Prof. Dr. İhsan Doğramacı, babamın özgeçmişini bile okumak gereğini duymadan hemen ve derhal başvurusunu kabul edecek ve patoloji bölümüne başkan yapacaktı. Gerekçesi ise çok yalındı. “Senin ünün, özgeçmişinden daha evvel geldi buraya…” Ertesi gün işbaşı yapmıştı babam.

 

1974 Mutlu Barış Harekatında Mağusa kentinde beraberdik babamla. Biz surların üstünde o ise seferi hastanedeydi amcam (Eski Sağlık Bakanı) Dr. Ali Atun ve günümüz KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu ile.

Barış Harekatı sonrası Türkiye’ye geri dönerken arabası Rumların attıkları mermilerden ve havanlardan delik deşik olmuş, yazlık hale dönüşmüştü. Arabasının tüm camları kırık ve kaportasında da yüzlerce delik vardı.

Ankara’ya dönüşteki ilk işi artık ‘Türk Kıbrıs” olan vatanı için ne yapabilirim’i düşünmek oldu.

Ve buldu da.

 

Eylül 1975 tarihinde “Kıbrıs’ta en akılcı sanayi üniversite kurmak olacaktır” fikri ile dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a ve T.C. Başbakan Yardımcısı Turan Feyzioğlu’na birer mektup yazdı ve onları hem bir akademisyen hem de “Kıbrıs Türk Kültür Derneği” Sekreteri olarak ikna ziyaretlerine başladı.

 

Sonunda başardı.

Alınan karar, günümüz Doğu Akdeniz Üniversitesinin temelini oluşturan “Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün kuruluş çalışmalarının başlatılması oldu.

Bu nedenle kendisine  “KKTC’nin üniversiteler ülkesi olmasının fikir babası” diyorlar.

Nasıl gurur duymam ki babamla.

 

KKTC kendine aşık bir evladını kaybetti 3 yıl önce.

Allah Rahmet eylesin. Yattığın yer nur, mekanın cennet olsun.

Rahat uyu baba. Neredeyse yüz yıl evvel yaptığın aşı tuttu.

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

13 Kasım 2012

12 Kasım 2013
KKTC Üniversitelerinin Babası: Prof. Dr. HAKKI ATUN için yorumlar kapalı
Okunma 165
bosluk

Rumlar AB’nin Etkin Katılımını İstiyor

Rumlar AB’nin Etkin Katılımını İstiyor

Rumlar, AB’nin etkin bir şekilde, Kıbrıs sorununa ilişkin müzakerelerde taraf olmasını ve masada yer almasını istiyorlar ve bu konuda da çok ısrarlılar.

 

Bir taraftan Anastasiades, diğer taraftan da yardımcıları ve kurmayları hiç durmadan Avrupalı yetkililer ile görüşüyorlar ve onları bu konuda ikna etmeye ve taraf olmaya çalışıyorlar.

 

Anastasiadis geçtiğimiz haftaların içinde, Brüksel’de Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ile bu konuyu görüştüğünü ve destek aldığını açıklamıştı, şimdi de iki Avrupa lideri ile telefonda ayrı ayrı görüşerek müzakerelerde AB’nin taraf olması veya da masada oturması konusunu gündeme getirdiğini ve anlayışla karşılandığını söylüyor.

 

Önce Maraş konusunu gündeme getirerek ortalığı karıştırmaya çalışan Anastasiades, arkasından masaya oturmak için şartlar koymaya çalıştı, şimdi de AB’nin müzakerelerde taraf olmasını sağlayacak zamanı kazanmak için elden geldiğince sorun yaratıp müzakerelerin başlamasını geciktirmeye çalışıyor.

 

Gerçekte Rum liderin bu çabası hiçte boşuna değil. Bu çabanın gerekçesini görebilmek ve anlayabilmek için Avrupa Parlamentosu’nda geçen hafta AP Sol Grubu tarafından düzenlenen “Gelişmelerin Kavşağında Kıbrıs Sorunu” başlıklı konferansta kürsüye çıkanların ne söylediklerini gözden geçirmek ve değerlendirmek yeterli.

 

Gerçekten de Rumların “Yalan propaganda” veya da “Çarpıtılmış Gerçekler” konusunda ne kadar başarılı olduğu çok açık. Lobicilik ve Propaganda konusuna çok önem vermemiz gerektiği kesin. Rumlar bu konuda bizden onlarca adım öndeler.

 

Gelişmelerin Kavşağında Kıbrıs Sorunu” başlıklı konferans daha baştan, moderatörlüğü AKEL partisinden Kıbrıs AP üyesi Takis Hadjigeorgiou’nun yapması ile bizim aleyhimize başladı. İlk sözü de “Kıbrıs’ta çözüm Türkiye’ye bağlıdır” ithamı oldu.

 

Aralarında Türk kökenli AP Parlamenterlerinin de bulunduğu konuşmacıların tümü Türkiye ve KKTC aleyhine konuşup, Rum tezlerini desteklediler.

 

Bazılarımızın yoldaşı AKEL Genel Sekreteri  Andros Kyprianou, müzakerelerin başlayamaması konusunda hiç durmaksızın  KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu’nu suçladı ve Kıbrıs Türk tarafını çözüm istemeyen taraf ilan etti. Kıbrıs sorununun 1974’de başladığını vurgulayan Kyprianou, Türkiye ve KKTC’yi federal bir oluşum yerine iki devletli bir çözüm istemekle itham etti. İşin ilginç tarafı kürsüde bizim adımıza da konuşan Kyprianou “Kıbrıslı Türklerin acı çektiği”nden dem vurdu. Herhalde adadaki Türkleri imha etmek için hazırladıkları Akritas ile Iphestos adlı Planları unutmuş olmalı Kyprianou.

 

AP Sol Grubu Başkanı Gabi Zimmer, “İnsan hakları ve özgürlükler bütün Kıbrıslılar için gereklidir ama Türkiye bunlara saygı duymuyor. Kıbrıs’ın tümü AB’ye aittir.” derken, Yunanistan Syriza Partisinden milletvekili Rena Dourou ,”Kıbrıs’ta haksız bir işgal var, harekete geçmezsek işgal sonsuza dek sürecektir.” ve AP Sol grup üyesi İspanyol Willy Meyer de “Kıbrıslı Türklerde işgalden acı çekiyor. İşgale son  verilmeli. Maraş’ı açalım. Magosa limanını da yasal ticarete açalım.Türkiye’ye baskı yapıp işgale son vermesi sağlanmalı. Kıbrıs sorunu işgal ve istiladır. Türk Ordusu çekilmelidir.” sözleri, AP’deki  Sol Grup üyelerinin beyinlerinin nasıl başarılı bir şekilde Rumlar tarafından yıkandığını gözler önüne seriyor.

 

ve de en önemlisi, Alman Sol Parti Milletvekili Sevim Dağdelen’in “Kıbrıs sorunu adanın üçte birinin işgal altında  olması ve oradaki insanların Türk ordusunun diktası altında yaşamasıdır. Bu işgal sona ermelidir. Bizler Kıbrıslıların bu baskılara karşı kahramanca direniş mücadelesine destek olmalıyız. Türkiye, Kıbrıs’a karşı saldırgan tutumundan vazgeçmeli, Kıbrıs’ta işgale son vermelidir.” şeklindeki konuşması oldu.

 

Türk kökenli bir AP Milletvekilini bile aydınlatamamışız, Kıbrıs konusundaki haklılığımızı da anlatamamışız, ama Rumlar haklı olduklarına bu Türk kökenli milletvekilini inandırmışlar.

 

Anastasiades’in müzakereleri geciktirmek isteme nedenlerinden bir tanesi de işte bu. Ortam hazır olunca BM gibi AP’den de Kıbrıslı Türkler, KKTC ve Türkiye aleyhine kararlar çıkarttırmak ve AB’yi arkasına alarak adanın tümüne hakim olmak çalışmalarına hız vermek.

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

11 Kasım 2013

10 Kasım 2013
Rumlar AB’nin Etkin Katılımını İstiyor için yorumlar kapalı
Okunma 87
bosluk

TÜRK DİLİ KONUŞAN ÜLKELER MEDYA FORUMU’NUN 4. TOPLANTISI GELECEK YIL KKTC’DE YAPILACAK. FORMUN IV.DÖNEM BAŞKANLIĞINA PROF DR. ATA ATUN GETİRİLDİ

TÜRK DİLİ KONUŞAN ÜLKELER MEDYA FORUMU’NUN 4. TOPLANTISI GELECEK YIL KKTC’DE YAPILACAK. FORMUN IV.DÖNEM BAŞKANLIĞINA PROF DR. ATA ATUN GETİRİLDİ

Türk Dilini konuşmakta olan ülkeler arasındaki varolan  işbirliğinin ve gönül birliğinin kuvvetlenmesine büyük katkıları olan “Türk Dili Konuşan Ülkeler ve Topluluklar Medya Forumu”nun Birincisinin Ankara, Türkiye, İkincisi Bakü, Azerbaycan’da ve üçüncüsü 8-9 Kasım tarihlerinde Bişkek, Kırgızistan’da gerçekleştirilmiştir.
Türk Dili Konuşan Ülkeler ve Toplulukla Medya Platformu tarafından, Kırgızistan Cumhuriyeti ile işbirliği içerisinde “Geleneksel Medyanın Dönüşüm Süreci ve Yeni Medya“ teması altında III. Türk Dili Konuşan Ülkeler ve Topluluklar Medya Formu’na katılan tüm ülkelerin saygı değer temsilcileri IV. Dönem Başkanı olarak Prof. Dr. Ata Atun’u seçmişlerdir.

 

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ile Kırgızistan Kültür ve Enformasyon Bakanı Sultan Rayev’in yanı sıra kamu ve özel medya kuruluşları temsilcilerinin katılımıyla dün başlayan forumun sonuç bildirisinde, Türk dili konuşan ülkeler ve topluluklar arasında ortak tarih, dil, kimlik ve kültüre dayanan köklü ilişkilerin daha da geliştirilmesinin amaçlandığı vurgulandı.

III. Türk Dili Konuşan Ülkeler ve Topluluklar Medya Formu’ nun 9 Kasım 2013 günü gerçekleştirilen ikinci günü yapılan kapanış oturumunda Moderatör Kerkük Ülke Temsilcisi Dr. Ersan Sarıkahya, diğer konuşmacılar TC Bygem Genel Müdürü ve Turkmep Genel Sekreteri Murat Karakaya, Türkmep üçüncü dönem başkanı ve Azerbaycan ülke temsilcisi Aflatun Amashov ve KKTC Ülke Temsilci Yardımcısı Gökhan Güler yapılan formu değerlendirdiler.
Bu çerçevede, alınan kararlar ; III. Türk Dili Konuşan Ülkeler ve Topluluklar Medya Formu’na katılan tüm ülkelerin saygı değer temsilcileri IV. Dönem Başkanı olarak Prof. Dr. Ata Atun’u seçmişler, Genel Kurul ayrıca oybirliği ile aldığı kararla “Türk Dili Konuşan Ülkeler ve Topluluklar Medya Forumu”nun dördüncüsünün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılmasına karar vermiştir.

 

“Türk Dili Konuşan Ülkeler ve Topluluklar Medya Forumu”nun dördüncüsünün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılacak olması, Kıbrıs Türk halkı ile Türk dili konuşan ülkelerin halklarının kaynaşmasına, medya kuruluşlarının işbirliğinin artmasına, var olan sosyal ve kültürel ilişkilerin daha da geliştirmesine katkı koyup, gelişmesine ve yeni bağların kurulmasına olanak sağlayacaktır.

 

Foruma, Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ile Türk Dili Konuşan Ülkeler Medya Platformu yetkililerinin yanı sıra Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi Genel Sekreteri Halil Akıncı, Türk Parlamenter Asamblesi (TÜRKPA) Genel Sekreteri Jandos Asanov, Azerbaycan’ın Bişkek Büyükelçisi Hidayet Orucuv, Türkiye’nin Bişkek Büyükelçiliği ataşeleri, Türk dünyası ülkelerinden medya temsilcileri, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, TRT, Anadolu Ajansı, TÜRKSAT ve TİKA yetkilileri katılmıştır.

10 Kasım 2013
TÜRK DİLİ KONUŞAN ÜLKELER MEDYA FORUMU’NUN 4. TOPLANTISI GELECEK YIL KKTC’DE YAPILACAK. FORMUN IV.DÖNEM BAŞKANLIĞINA PROF DR. ATA ATUN GETİRİLDİ için yorumlar kapalı
Okunma 83
bosluk

Kathimerini’deki Yazım (3/3)

Kathimerini’deki Yazım (3/3)

Yunanistan’da yayınlanan Kathimerini gazetesinin 3 Kasım 2013, Pazar tarihli sayısında çıkan yazımın üçüncü ve son bölümü:

 

Sorulan Beşinci ve son soru “Maraş konusu tekrardan gündemde. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?” şeklindeydi. gerçekte bu soru söyleşinin can damarını ve en önemli kısmını oluşturmaktaydı.

Bu soruyu aşağıdaki gibi yanıtladım;

Maraş konusunu dile getiren ve Türklerden jest olsun diye isteyen sadece Kıbrıslı Rum siyasilerdir. Amaçları da Kıbrıs Rum halkının dikkatini müzakerelerden ve ekonomik sıkıntılardan uzaklaştırmaktır. Hiç kimse bir müzakere süreci içinde elindeki en güçlü kozlardan bir tanesini rakibine jest olsun diye, iyi görünsün diye vermez.

 

Rum liderler Maraş deyince aklıma 21 Aralık 1963 gecesi Rumların Akritas Planı uyarınca Türklere karşı başlattığı saldırılar geliyor hemen. 1963 yılının Aralık ayının 21. gecesinde ben lise öğrencisiydim ve o meşum geceden sonra her geçen gün adanın farklı yerlerinden farklı felaket haberleri gelmeye başlamıştı. Yakılan yıkılan köyler, şehit haberleri, göçmenler, işsizlik, açlık, sıkıntılar, çadır hayatı, kepçelerle tabaklara konan bir tek öğün yemek, yağmur, ayaz, soğuk kaçıp kurtulamadığımız kocaman bir felaket gibi üzerimize çöküyordu. 

 

O dönemde yayınlanan Halkın Sesi ve Bozkurt gazetelerinden birinde, Rumlar tarafından bir gece evvel yapılan saldırıdan sonra yakılıp yıkılmış Küçük Kaymaklı’yı görünce ve şehit edilenlerin adını okuyunca oturup ağlamıştım.

 

Bir müddet sonra eski Rumca bir gazetenin ön sayfasında yakılıp yıkılmış Küçük Kaymaklı’nın bir başka resmini görmüştüm. En önde Nikos Samson, bir elinde bir tabanca, diğer elinde kocaman bir Türk Bayrağı, bir kahraman edası ile arkadaşları ile yürüyordu. Savunmasız Türklere saldırdıktan sonra kazanılan zaferini kutluyordu. Resmin altında ise iki kelimelik bir cümle vardı: “Kanla aldık…”

 

1964’den 1974 yılına kadar bir daha hiç gidemedim Küçük Kaymaklı’ya. Hiç göremedim Küçük Kaymaklı’daki evimizi. Ara sıra önünden geçmek zorunda kaldığım Büyük Kaymaklı’daki Rum Milli Muhafız Ordusu kampının şimdi neresinde olduğunu hatırlamadığım bir yerinde de “Μολών λαβέ” yazıyordu. Türkçe “Molon Lave” okunan ve kelimesel çevirisi “Gel ve Al” olan, halk dilinde de “Erkeksen gel al” manasındaki bu cümle,  Kıbrıslı Türklere hitaben “Küçük Kaymaklı” ima edilerek yazılmıştı.

1968 yılında Türk Cemaat Meclisi Başkanı rahmetlik Rauf R. Denktaş ile Rum Cemaat Meclisi Başkanı Glafkos Klerides görüşmelere başladıktan sonra, Türkler Küçük Kaymaklı’nın iadesini talep edince, Glafkos Klerides “Kanla aldık, kanla veririz” diyerek, reddetmişti bu talebimizi.

Kıbrıslı Türklerin bu talebine Kıbrıs konusu ile yakından ilgilenen Birleşmiş Milletler, ABD, İngiltere ve o dönemki adı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) hiç destek vermediler, hiç arka bile çıkmadılar.

Hiç bir Allah’ın kulunun çıkıp da, “Türklerle görüşmeler yapıyorsunuz, iyi niyet gösterisi olarak Türklere Küçük Kaymaklı’yı iade edin” demediği gibi, Rumların içinden birileri çıkıp da “Türklerle görüşme yapıyoruz. Küçük Kaymaklı’yı verelim” demedi. 

Şimdi Rum lider Anastasiades, kendisinden evvelki liderlerin yaptığı gibi müzakerelere başlamak için iyi niyet gösterisi olarak “Maraş iade edilsin”, çözüm için “işgal verileri ortadan kaldırılsın, işgal askerleri ile yerleşikler adadan ayrılsın” diyebilmekte, geçmişi hatırlamadan, Türklere yaptıklarını unutarak. Siz olsanız tüm bunları yaşadıktan sonra Maraş’ı jest olsun diye iade edermisiniz!!!

Sanırım hiç kimse iade etmez, aynen Rumların Küçük Kaymaklı’yı yıllarca iade etmedikleri gibi

 

Bu söyleşinin yayınlanmasından sonra Yunanistan’da yayınlanan Kathimerini gazetesi yoğun tepkiler aldı. Okuyucuları söylediklerimi protesto ettiler. Ama birileri Kıbrıslı Rumlara ve Yunanlılara, Kıbrıslı Türklerin belli bir kesiminin Kıbrıs konusunda neler düşündüğünü söylemesi gerekiyordu. Kıbrıslı Rumların ve Yunanlıların Kıbrıs konusunda ne düşündüğümüzü bilmelerinin gelecekteki ortak yapılaşma için çok faydalı olacağı inancındayım …… (Son)

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

8 Kasım 2013

7 Kasım 2013
Kathimerini’deki Yazım (3/3) için yorumlar kapalı
Okunma 85
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar