TMK’ya Başvuruları Azaltmayı Kim Başardı

TMK’ya Başvuruları Azaltmayı Kim Başardı

KKTC’de faaliyet gösteren Taşınmaz Mal Komisyonu’nun (TMK) kuruluşu gerçekte bir tavsiye üzerine ve yasallığı da AİHM’nin bir kararı içinde yer alıyor.

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Kıbrıs sorununun çözümünde derin etkileri olacak tarihi bir karara imza atarak KKTC’deki Taşınmaz Mal Komisyonu’nu etkin iç hukuk yolu olarak kabul etti, arkasından da AİHM’nin Büyük Dairesi, Kıbrıs sorununun temel noktalarından mülkiyet konusuna ‘’iç hukuk” oluşturma hedefiyle kurulan TMK’yı etkin iç hukuk yolu olarak görülmesine hükmederek, AB tarafından tanınan bir kurum haline getirdi.

 

Tarihi önem taşıyan bu karardan sonra Kıbrıslı Rumların KKTC’deki taşınmaz malları ile ilgili başvurularında direkt olarak AİHM’ye gitmelerinin önü kesildi ve ilk adım olarak önce KKTC’deki Taşınmaz Mal Komisyonu’na gitmeleri koşulu getirildi. AİHM bir şekilde TMK’yı uluslararası tanınan bir kurum haline getirdi. Zaten komisyonda görev yapan Avrupa kökenli kişilerin varlığı da bu tanınmışlığı pekiştirdi.

 

Kuruluş yasasının KKTC Meclisinden geçirilmesi ise bu kuruluşu yasallaştırmak, hem personel giderlerini hem de tazminatları bütçe içine almak amaçlı.

 

TMK’nın kuruluşundan sonra alarma geçen ve TMK’dan huylanan Kıbrıs Rum Yönetimi, önce Rum halkına başvuru yapmamaları çağrısı yaptı.  Bir takım yaptırımlar ve cezalar olacağını belirtti ama bu konuda herhangi bir yasa yapmadı, sadece göz korkutmak yolunu seçti.

 

2006 yılından 2010 yılında ekonomik durumun yavaş yavaş kötüleşmeye başlamasına kadar olan süreç içinde belli bir çizgiyi takip beden Rum başvuruları, ekonomik çöküntünün tüm sektörleri vurmaya başlamasından sonra her yıl daha da artmaya başladı.

 

Kıbrıs konusunda Rumların elindeki en büyük koz, KKTC’deki taşınmaz malların neredeyse üçte ikisinin eski sahibinin Rum olması ve Rum siyasilerin bu gerçeğe dayanarak adanın kuzeyine de bir şekilde egemenliklerini yaymak, Rum nüfusunu da aktarmak çabaları.

 

Her sene binlerce dönüm toprağın KKTC makamlarınca satın alınması veya da takas edilmesi sonucunda zaman içinde KKTC’deki mülkiyet sahipliliği dengesinin Türkler lehine bozulacağının ve ellerinden bu çok önemli kozun gideceğinin farkına varan Rum Yönetimi, TMK’ya başvuruları önlemek için tehditlerini artırmakla kalmadı, bu konuda bir de yasa hazırladı.

 

Kıbrıs Rum Yönetiminin bu tedbirlerine rağmen Rumların TMK’ya başvuruları hiç azalmadı ve giderek artan bir şekilde devam etti.

 

TMK’ya Rumlar tarafından yapılan başvuruları Rum Yönetimi hangi tedbiri aldıysa bir türlü durdurmayı başaramadı. Bunu başarmak ancak bizim kendi hükümetimize nasip oldu.

Özbeöz KKTC vatandaşlarının oyları ile seçilmiş olan hükümetimiz aldığı yanlış kararlarla ve bu kararların devamı olarak uygulamaya koymak başarısını gösterdiği yanlış icraatlarla Rumların Başvuruları ip gibi kesildi.

 

TMK’nın başvurularını kabul ettiği Rumların dosyaları, onay için İçişlerine gittiği vakit orada dipsiz bir kuyuya düşmekte ve bir türlü yeryüzüne çıkıp TMK’ya geri dönememekte.

 

Aylardır sonuçlanmayan dosyalar nedeni ile Kıbrıslı Rumlar, artık TMK’ya başvuru yapmamayı tercih etmeye başladılar. Her şeye, tehdide ve alınan her tedbire rağmen Rum hükümetinin yapamadığını, bizim hükümetimiz kendi elleri ile yapmayı ve elimize geçecek en büyük kozu yok etmeyi güle oynaya başardı.

 

Rumların adına hükümetimizi kutlasam mı, oturup ağlasam mı karar verebilmiş değilim. Kendi boğazımızı kesmekte veya da kendi ayağımıza kurşun sıkmakta üstümüze yok anlaşılan…

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

30 Mayıs 2014

 

29 Mayıs 2014
TMK’ya Başvuruları Azaltmayı Kim Başardı için yorumlar kapalı
Okunma 105
bosluk

Rumları Tanımak Ayrıcalıktır

Rumları Tanımak Ayrıcalıktır

Rumları tanımak gerçekten de bir ayrıcalıktır.

Rumlarla ortak bir yaşamı hayal ediyorsanız ve kendilerini çoğunluk addedip adanın efendisi olarak gören Rumlarla uzun yıllar birlikte gül gibi geçinip, bir arada yaşamayı düşünüyorsanız veya buna kendinizi inandırmışsanız,  böyle bir maceraya girişmeden önce Rumları tanımanız gerekmektedir.

 

Bu tanışıklık teorik olarak, kağıt üstünde, yapay dostluklara ve sahte gülücüklere dayalı ise daha peşinen yanıldınız,  daha doğrusu yandınız demektir.

 

Sakın ola Rumları iyice tanımadan böylesi bir işe girişmeyin. Önce düş kırıklığına uğrar, sonra  ağlarsınız ve sesinizi de sizden başka hiç kimse duymaz. Birileri duysa da bu duyanlar sizi üzen kişilerdir. Bir kulağından girer, diğer kulağından çıkar sizin feryatlarınız veya da can sıkıntınız. Ellerini bile kıpırdatmazlar. İtirazlarınız veya da belirgin olan can sıkıntınız biraz daha devam ederse, “Bello Turko” yani “Deli Türk” deyip sizi postalarlar. Eliniz kolunuz yasalar karşısında bağlı kalır ve hiç bir şey yapamazsınız.

 

Rum tarafındaki yasalar, Rumlar için vardır, Türkler için yoktur. Ben bugüne değin, Rumlarla arasında sorun olup Rum mahkemesine  gitmiş bir Türk’ün dava kazandığını ya da Rum Mahkemesinin kapısından haklı olarak çıktığını  rüyamda bile görmedim.

 

Rumların gerçek yüzlerini görmek, içlerinde sakladıkları bastırılmış veya da üzeri örtülmüş duygularını ortaya çıkarmak için mutlaka kişisel ve toplumsal çıkarlara dayalı bir ortamı birlikte yaşamanız gerekmektedir.

 

O vakit çok iyi anlarsınız Rumların size hangi gözle baktığını, kim olduğunuzu ve adada kaçıncı sınıf vatandaş olduğunuzu. Birinci sınıf olmadığınız ve hiç bir zaman da olamayacağınızı görürsünüz yaşadığınız acı tecrübelerden sonra…

 

Rumlar, Türklere karşı yaptıkları çirkin hareketlere ve aşağılamalara yasal kılıf uydurmakta çok mahirdirler. Üzerlerine yoktur bu konuda… Kimsecikler ellerine su dökemez. Siz onların söylediklerinin yapmacık olduğunu bilseniz bile, onlar uydurdukları yasal kılıfa dört elle sarılırlar ve ciddi ciddi de savunurlar tezlerini. Bu hep böyle olmuştur ve böyle de olacaktır.

 

Pazar günü yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri Kıbrıslı Türkler için, Rumlarla ortak bir eylemde bulunabilmenin güzel bir örneği idi.

 

Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonucundan, yaşananlardan ve Rumların tavrından hem memnun oldum, hem de üzüldüm. Ben zaten Rumların, hiç bir şekilde Kıbrıslı Türklere serbest bir şekilde oy hakkı tanımayacağına emindim. Geçen hafta yaptığım tahmin 3 ile 4 bin Kıbrıslı Türkün oy kullanacağı şeklindeydi, kulağıma gelen abartılı rakamlara rağmen.

 

Birçok, pembe gözlük takmış, son derece iyi niyetli arkadaşım ve bazı vatandaşlarımız, on binlerce Kıbrıslı Türkün Avrupa Parlamentosu seçimleri için güneye geçip oylarını kullanacağından bahsetmekteydi. Hatta bazıları, Kıbrıslı Türk adaylardan bir tanesinin kesin kazanacağına dair garanti bile vermişti bana. Belli ki bugüne değin ne Rumları tanımışlar, ne de kafalarındaki gerçek niyeti görebilmişler.

 

Günümüzde bu kişilerin acımasızca eleştirdikleri KKTC’mizde bile, seçmenlerin kayıtlarını

güncellemeleri ve adres değişikliği varsa kayda geçirebilmeleri için ayrılan gün, Seçim ve Halk Oylaması Yasasına göre ilan edilir ve yedi gün süreli bir takvim açıklanır.

 

Rum içişleri Bakanının “3 gün evvel adres değişikliği için başvuru yapılması gerektiği”ni açıkladık sözleri çok inandırıcı değil. Buna atalarımız açıkça “İpe un sermek” demişler.  Niyet burada Türklerin toplu halde oy kullanmasını önlemek ve Kıbrıslı Türk oylarını parçalamak.

 

Zaten bu iskemleler de bizim ve bu iskemlelere oturacak parlamenterleri de bizim tarafta sadece biz Kıbrıslı Türkler seçmeliyiz ancak her şeyimizi olduğu gibi Avrupa Parlamentosu iskemlelerimizi bile gasp etmiş Rumlar…

 

Rum egemenliği ve yönetimi altında birlikte yaşamak ha!.. Allah yazdıysa bozsun…

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

28 Mayıs 2014

28 Mayıs 2014
Rumları Tanımak Ayrıcalıktır için yorumlar kapalı
Okunma 83
bosluk

Biden’in Çantasında Ne Var (2/2)

Biden’in Çantasında Ne Var (2/2)

ABD’nin 1917’de, I. Dünya Savaşına katılması ile Osmanlı Devleti ile olan diplomatik bağları koptu ve Osmanlı devleti düşman kategorisine alındı. İngiltere ve Fransa’nın neredeyse tüm silah gereksinimini sağlayan ABD, silahlarının Çanakkale’de kullanılmasına da izin verdi. Çanakkale’de ele geçen silahların büyük bir kısmı ABD’nin 2’nci büyük silah üreticisi ve gemi yapımcısı “Bethlehem Steel Company”e aittir.

 

1921’de ise Atatürk hükümeti Kurtuluş Savaşı’nın en kritik günlerinde Amerikan silah şirketlerine başvurarak 300 bin mavzer tüfeği ve 600 milyon fişek talebinde bulundu. Verilen savaş İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılara karşı olduğundan talep bizzat ABD hükümeti tarafından, bizzat Dışişleri Bakanı Charles Evan Hughes tarafından reddedildi. Bu gerçekte bir silah ambargosuydu. İngiltere ve Fransa’ya silah satışı yapan ABD bunu “Serbest Ticaret” olarak tanımlarken, sıra Atatürk Hükümetine gelince, tanımlama “Ambargoya” dönüştü.

 

Tarihin bundan sonra yazdığı ambargoya ben de şahit oldum.  Kıbrıs’ta Makarios hükümetinin Kıbrıslı Türklere karşı soykırım başlatması üzerine adaya çıkmaya hazırlanan Türkiye’ye, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’un Başbakan İsmet İnönü”ye gönderdiği 5 Haziran 1964 tarihli çirkin mektup, gerçekte ABD’nin silah ambargosunu içermekteydi. Mektubunda Johnson, Başbakan İsmet İnönü’ye, “Size verdiğimiz silahları, Kıbrıs”ta Yunanlara karşı kullanamazsınız” diyordu.

 

1975 yılında ABD kongresinin aldığı “Silah Ambargosu” kararı ise özgür olması gereken Amerikan iradesine nasıl başka ülkelerin çıkarları doğrultusunda müdahale edilebildiğinin en açık göstergesi. Yunan kökenli Senatör ve Milletvekillerinin kuruduğu tezgaha hem Biden düşmüş, hem de ABD’nin özgür olması gereken iradesi.

 

Rum lobisinin aranan ismi ve Ermeni lobisinin de destekleyicisi Joseph Biden için meslektaşlarının “Türkleri günahı kadar dahi sevmez” tanımlaması basında değişik şekillerde yer almıştır.

 

1999 yılında ABD’yi ziyaret eden dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit’e küstahça davranışı ve “Siz ABD’ye muhtaçsınız ancak ABD’nin Türkiye’ye gereksinimi yoktur. Kredi ihtiyacınızın da olduğunu biliyoruz. Kıbrıs sorununu çözün, istenenleri yapın, size yardım edelim. Aksi takdirde hiçbir yere varamazsınız” sözleri hala benim beynimdeki özel yerinde canlılığını koruyor.

 

Bununla da kalmayan Biden, 2000 yılında Türkiye’nin 8 tane CH-53E modeli saldırı helikopteri satın almak talebine karşı çıkan ilk kişidir. Bütün çabalarına rağmen bu satışı durduramamıştır bu sefer.

 

Ermeni lobisine verdiği destek ise “sözde Ermeni soykırımı” iddialarının her sene Senatoya taşınması ve kabulü için gerekli lobinin yapılmasına katkı şeklindedir. Bu konuda da aranan demirbaş isimlerden bir tanesidir.

 

Joe Biden Yunanlıları ve Ermenileri destekleyen faaliyet ve düşüncelerine ilaveten “İsrail’i ve Siyonizm”i kayıtsız koşulsuz destekleyen de bir politikacıdır. Son 25 yıldır Yahudi Lobisi’nin kankasıdır. Şimdilerdeki görevi ve misyonu da Türkiye’yi bölgede ABD ve İsrail’in çıkarlarını koruyacak bir ülke haline dönüştürmektir.

 

İşte Kıbrıs’a gelme nedeni de budur.

 

ABD’nin, bölgede bulunan askeri kaynaklarını Güneydoğu Asya’ya aktarmış olması nedeni ile yalnız ve korumasız kalan İsrail’e destek olarak Türkiye’yi devreye sokmak istemesidir. Bunu zaten İsrail devleti de istemekteydi uzun zamandır. Hiç bir şekilde hiç bir ülkeden özür dilememiş olan İsrail, bu nedenle uzun bir direnişten sonra Mavi Marmara olayı nedeni ile Türkiye’den özür dileyip, tazminat ödemeyi kabul etti.

 

İsrail doğalgazının Türkiye üzerinden, Türkiye ve AB’ye gidebilmesinin anahtarı “bölgeye barışın gelmesinin” içinde yatıyor. Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafı, makul koşullar içinde Kıbrıs sorununu çözemezlerse bölgeye barış gelmez,  Kıbrıs Rum tarafının açıkladığı sözde Münhasır Ekonomik Bölgeden doğalgazın çıkması olanaksızlaşır ve İsrail’in doğalgazı da pahalanacağından hiç bir yere gidemez…

 

Joe Biden’in çantasına gelirsek, ABD Başkan Yardımcısı’nın Washington’dan gelip de Kıbrıs’tan elleri boş dönmesi söz konusu değil. Joe Biden için ABD’nin çıkarları lobi faaliyetlerinin önünde geliyor. Çantasında ABD’nin bölgesel çıkarları var Biden’in.

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

26 Mayıs 2014

 

25 Mayıs 2014
Biden’in Çantasında Ne Var (2/2) için yorumlar kapalı
Okunma 105
bosluk

Biden’in Çantasında Ne Var (1/2)

Biden’in Çantasında Ne Var (1/2)

ABD Başkan Yardımcısı, tam adı ile “Joseph Robinette Biden”in çantası boş mu, dolu mu açıp bakmadım ama kafasında neler olabileceğini tahmin edebilirim. Daha doğrusu neler olduğunu.

 

Joe Biden’i tanıyorsanız, geçmişini biliyorsanız, ABD Senatosunda kimler için çalıştığını, hangi ülkenin lobiciliğini yaptığını ve hangi ülkeyi kayıtsız şartsız desteklediğini biliyorsanız niye geldiğini de kolayca tahmin edebilirsiniz.

 

Ayağının tozu ile uçağından daha inerken merdivenin son basamağında “ABD adada bir tek yasal devlet tanıyor o da Kıbrıs Cumhuriyeti“dir demesi boşuna değil. Niye boşuna olmadığını da ilerleyen satırlarda çok daha iyi göreceksiniz.

 

Gerçekte Biden yalan söylüyor. Tanıdıkları bir başka devlet daha var adada, “Akrotiri Devleti.” Kendi elleri ile 1960 yılında kurdukları Akrotiri devletini, ne vakit Ortadoğu’da bir sorun olsa tepe tepe kullanıyorlar. Hangarlarında nükleer silahtan tutun da, en gelişmiş casus uçaklara kadar her tür silah var.

 

Joe Biden, 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatından sonra 1975 yılında ABD’nin Türkiye’ye haksızca ve kalleşçe uyguladığı silah ambargosunun mimarlarından ve can siperane destekleyicilerinden birisi.  John Brademas, Paul Sarbanes, Thomas Eagleton, Benjamin Rosenthal ve Joseph Biden 1975 yılında yaptıkları çalışma ve öneriyle ABD’nin Türkiye’ye ambargo uygulamasını sağlamışlardı.

 

Joe Biden ABD Senatosuna girdiği 1973 yılından itibaren kendini Temsilciler Meclisi ve Senato’da o dönemde yavaş yavaş politikacılardan oluşmakta olan Yunan lobisinin içinde buldu ve o günden sonra da Yunanistan’ı destekleyen bu lobinin veya “Yunanistan’ı kayıtsız şartsız destekleyen politikacılar grubunun” önde gelen ismi oldu. Ege sorunu, Patrikhane ve Ruhban okulunun açılması konusunda hep Yunanistan’ı destekledi.  Türkiye ve Yunanistan arasında ABD’nin yapay ve dengesiz olarak oluşturduğu 7/10 oranında silah satışının da baş mimarıdır.

Amerikan Kongresinin 5 Şubat 1975’te Türkiye’ye karşı uygulanmak üzere aldığı silah ambargosu, Türkiye’nin kararlı tutumu nedeni ile çok uzun ömürlü olmadı. Türkiye, ambargo kararının hemen ardından 25 Temmuz 1975 tarihinde ABD’ye verdiği nota ile 1969 tarihli Türkiye-ABD Savunma İşbirliği Anlaşması’nı askıya aldığını ve Türkiye sınırları içindeki tüm ABD üs ve tesislerini millileştirdiğini açıklayınca, ABD geri adım atmak zorunda kaldı ve yüzkarası silah ambargosu, Başkan Jimmy Carter’in girişimleri sonucu 1978’de kaldırıldı.

 

1974 Barış harekatından hemen sonra Türkiye’ye ambargo uygulayan ABD, 1963-1974 yılları arasında Kıbrıslı Türkler soykırıma uğratılırken, yollardan tarlalardan Rumlar tarafından toplanıp öldürülürken ağzını açmamış, müdahale etmemiş ve Yunanistan ile Kıbrıslı Rumları uyarmamıştı ama Barış Harekatından hemen sonra da Rumlara 400 milyon Dolarlık yardım yapmış, Türklere de silah ambargosu uygulamıştı.  Bu tavrın arkasında kimlerin bulunduğunu yazmama gerek yok. Yukarıdaki isimler zaten yeterli, kimlerin nasıl bu kararı aldığı ile ilgili olarak.

 

Amerika’nın 1975 yılında Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosu ne ilkti ne de sonuncu oldu. Tarihimiz ABD’nin Türklere karşı taraflı tutumu ve silah ambargoları ile dolu.

 

1912 yılında yer alan Osmanlı Devleti ile İtalya arasındaki Trablus savaşında, ABD Osmanlı Devletine silah ambargosu uygulamış ve elde yeterli silah olmaması nedeni ile de bu savaş kaybedilmişti. Barış görüşmesi İsviçre”nin Ouchy kentinde yapılmış ve Trablus İtalyanlara bırakılmıştı. ABD’den gerekli silahları alınabilseydi, savaşın sonucu farklı olacaktı ama kasten yendirildik….. (Devam Edecek)

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

23 Mayıs 2014

 

22 Mayıs 2014
Biden’in Çantasında Ne Var (1/2) için yorumlar kapalı
Okunma 351
bosluk

ABD’nin 2. Adamının Kıbrıs Ziyareti

ABD’nin 2. Adamının Kıbrıs Ziyareti

Rumların, Kıbrıslı Türklere hiç bir hak tanımak gibi niyetlerinin olmadığı her ortamda ve yeni gelişmede ortaya çıkıyor.

 

Bizler, çocuklarımız ve onlardan sonra gelecek olan nesil bunlarla nasıl bir ortak devlet kurup mutlu ve mesut yaşayacağız çok merak ediyorum gerçekten. Her fırsatta bizi baskı altına almaya çalışan, her tür haktan mahrum etmek isteyen bir zihniyet, ortak devlet kurunca sihirli bir değnek dokunmuşçasına değişerek bizi mi kucaklayacak? Pek aklım yatmıyor bu işe.

Çocuklarını Küçük Asya Felaketi hikayeleriyle büyütüp, Türk askerinin adayı işgal ve istila ettiği yalanlarıyla hiç durmadan zehirleyen bir zihniyetin bunları bir çırpıda değiştirebileceğine ise hiç inanmıyorum.

 

Sanki de 15 Mayıs 1919’da kendilerine biz dedik ‘gelin Anadolu’ya çıkın, her yeri yakıp yıkın, sonra da kuyruğunuz iki bacağınızın arasında ordunuzun yüzde seksenini Anadolu topraklarına gömerek geri dönün ve arkasından da Küçük Asya Felaketi diye ağlayın’ diye…

Ne İstanbul’un fethini -aradan 561 yıl geçmesine rağmen- hazmedebilmiş değiller, ne de arkalarına bile bakamadan İzmir’den kaçışlarını. Şimdi buna bir de 1974 yılında Türk ordusu tarafından kendilerine ve anavatanları Yunanistan’a atılan hiç beklemedikleri şamarı eklediler.

 

Bu aralarda yoğun bir şekilde Mutlu Barış Harekatının gerçekleştiği günlerde, özellikle de 15 Temmuz-21 Temmuz 1974 tarihleri arasında Yunanistan ve Türkiye’de Bakanlar Kurulu ve meclisler seviyesinde yaşananları araştırıyorum.

 

Özellikle 19 Temmuz Cuma günü Yunanistan’da Cuntayı yöneten Albayların konuşmalarını ve davranışlarını okuyunca gülsem mi ağlasam mı bir türlü karar veremedim. ABD’nin daha harekat başlamadan, Yunanistan ile Türkiye’nin arasını bulmak için bölgeye gönderdiği arabulucu Sisco, Cunta üyesi Albaylardan biri ile konuşmaya hazırlanırken,  Atina radyosu “Bir günde Costantinople’dayız” anonsunu yapmaktaymış.

 

Sisco’nun bilahare anlattıklarına göre de,  Askerî polis şefi ve Cuntanın kuvvetli adamı Yoannides’e, Ecevit’ten getirdiği barış koşullarını elden verince,  Yuannides sinirlenmiş ve “Merak edecek bir şey yok. Türkler birkaç yılda bir böyle denize açılırlar ve Akdeniz havası alıp geri dönerler. Bir de Atina’yı isteselerdi bari, o kadar kendilerine güveniyorlarsa çıkartma yapsınlar” diyerek Sisco’yu nazikane bir şekilde huzurdan postalamış. Bu denli megaloman Yunanlılar ve Rumlar…

Dün, Rum lider Anatasiadis’in ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in adaya gelecek olmasıyla ilgili açıklamasına göz atınca aklıma Yuannidis’in 1974 Barış Harekatı’ndan bir gün önceki tavrı ve sözleri geldi.

 

Rum basınına göre Lefkoşa yani Anastasiadis, Washington’u Biden’in ziyareti ile ilgili uyarmış.

Rumlara göre Biden, Cumhurbaşkanı Eroğlu’nu görmesinmiş. İllaki görecekse de Eroğlu’nun makamında değil “gubbezçi”de (köftecide) görüşsünmüş.  Anastasiadis’e göre Hükümeti, sahte devlet diye tanımladıkları KKTC’nin herhangi bir şekilde yükseltilmesine müsaade etmeyecekmiş. Ve de eğer ABD buna tevessül ederseymiş, Kıbrıs Rum tarafının davranışı da buna göre olacakmış ve ABD’ye haddini bildirecekmiş.

 

İçimden bu açıklamayı alıp, doğru Kantara’ya gidip benim çocukluk arkadaşlarım olan keçilere okuyup, nasıl katıla katıla güleceklerini görmek geldi.

 

ABD’ye haddini bildirecekmiş!!!.

Nasıl bir megalomanilik ise bu…

Bize de, bu aklı üç beş karış havada insanlarla ortak devlet kurun diyorlar. Ya Rumları daha tanımamışlar, ya da uçsuz bucaksız bir hayal dünyası içinde yüzüyorlar…

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

21 Mayıs 2014

 

20 Mayıs 2014
ABD’nin 2. Adamının Kıbrıs Ziyareti için yorumlar kapalı
Okunma 124
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar