Önce Anastasiadis Birşeyler Vermeli

Önce Anastasiadis Birşeyler Vermeli

Tam bir beleşçi Kıbrıs Rum Yönetimi lideri NikosAnastasiadis.

2013 yılının Şubat ayında Kıbrıs Rum Kesimindeki, gerçekte de yasal olarak var olmayan, 1960 yılında bağımsızlığı ilan edilen “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile uzaktan yakından bağı olmayan ama Hıristiyan dünyasının desteği ile adanın tanınmış devleti olarak kabul edilen sözde Rum devletinin lideri seçildi.

 

Seçildiği günden itibaren 1968 yılından beri süregelmekte olan müzakereleri devam ettirmemek ve masaya oturmamak için elden gelen her tür engeli çıkarttı, akıl almaz bahaneler üretti ve bu yöntemle de müzakereleri neredeyse bir yıla yakın bir zaman geciktirmeyi başardı.

 

ABD’nin sabrının taşması üzerine, imzalamamak ve müzakereleri başlatmamak için yapay sorunlar ürettiği “Ortak Metni” imzalamak zorunda kalarak masaya oturdu.

 

Oturmasına oturdu ama bu sefer de bir eski Rum lider Hristofyas– İkinci Cumhurbaşkanı M. A. Talat ile Hristofyas – Üçüncü Cumhurbaşkanı Eroğlu arasında varılan yakınlaşmaları ve mutabakatları kabul etmediğini açıklayarak müzakereleri yeni bir çıkmaza sokup görüşmelerin sil baştan başlaması gerektiğini dile getirmeye başladı.

 

Arkasından da müzakerelere başlamak için Türklerin bir iyi niyet gösterisi olarak “Maraş’ın iadesi”ni dile getirmeye başladı. Maksadı aslında Türk tarafına “Hayır” dedirtmek ve kendi olumsuzluğunu Türk tarafının sırtına yükleyerek, Türklerin Kıbrıs’a barış getirmek için yapılan müzakerelere engel olan taraf olarak açıklamaktı.

 

Tabii Anastasiadis’in bu Bizans stratejisini ve oyununu kimseler yutmadı.

Seçildiği günden beri müzakerelerin devamı ve Kıbrıs sorununa adil bir çözüm getirilmesi konusunda her tür olumsuzluğu yaratan, hiç bir şekilde ileri doğru adım atmayan, Rum tezlerinde her hangi bir esneklik göstermeyen Anastasiadis, şimdi de utanmadan ve de yüzü bile kızarmadan Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında Türkiye’den Kıbrıs sorununda yeni bir yaklaşım ve rota değişikliği beklediğini dillendirmeye başladı.

 

Sanki de kendisi dünyanın en ileri gelen, en büyük ve de en etkin lideri ve Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı seçilen Sayın R. T. Erdoğan, önünde ceketinin düğmelerini ilikleyip duracak, Kıbrıs konusunda kendisine taviz verecek! Hayal gücünün bu kadarına, kendinin kim olduğunu bilmemenin bu boyutuna da pes doğrusu.

 

Kendisinin uyduruk, üfürükten bir devletin sözde başkanı olduğunu unutmuş görünüyor Anastasiadis.

 

Derinya’da yapılan “20Temmuz Barış Harekatını Kınama” etkinliğinde konuşan Anastasiadis, “Türkiye’deki seçimlerden sonra yeni bir politika yaşamamızı umuyorum. Türkiye’nin de katkısıyla Kıbrıs sorununa barışçıl çözümü gündeme getirecek, vatanımızı işgal ordularından kurtaracak, Ada’mızı yeniden birleştirecek ve bütün yasal sakinlerine diğer Avrupa vatandaşlarıyla aynı haklara sahip olma fırsatı verecek bir politika” bekliyorum diyerek Türkiye’nin yeni Cumhurbaşkanından neleri beklediğini dile getirdi.

 

Anastasiadis’in, Türkiye’nin yeni Cumhurbaşkanı Sayın R. T. Erdoğan’dan bu beklentisi güzel de, seçildiği 18 aydan bu yana kendisi ne yaptı? Hangi rotayı değişti veya değiştirdi, Kıbrıslı Türklere neleri vermeyi taahhüt etti, müzakereleri ne denli ciddiye aldı ve müzakereleri barışçıl bir sona ulaştırmak için ne gibi çabalar sarf etti?

 

Türkiye’den ve özellikle de Türkiye’nin yeni seçilen Cumhurbaşkanından Kıbrıs konusunda bir şeyler talep ederken, önce iğneyi kendisine batırıp, kendisinin bir şeyler vermesi, bugüne değin hep geçmiş Rum liderlerin hayır dediği “Yönetim ve Devleti ortak idare etme yani Güç” konusunda Kıbrıslı Türklere bir şeyler vermesi, sonra da talepte bulunması gerekirdi. Ama adamlarda kızaracak yüz yok ki. Ellerinin cebe gittiğini hiç görmediğim bu toplum, sadece istemeyi ve almayı biliyor…

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com  veya  ata@kk.tc

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

15 Ağustos 2014

14 Ağustos 2014
Önce Anastasiadis Birşeyler Vermeli için yorumlar kapalı
Okunma 91
bosluk

Rum Ekonomisi Batma Yolunda

Rum Ekonomisi Batma Yolunda

Avrupa Birliği’nin, adaya ekonomiyi düzeltmek için gönderdiği Troyka’ya kahramanlar gibi karşı koyan ve yapılan tekliflerin birçoğunu da reddetmeyi marifet sayan Rum milletvekilleri, yaptıkları tribünlere yönelik gösterinin bedelini Rum halkına ödetmeye başladılar.

 

II. Dünya Savaşı’nın başında da İtalya’nın teslim olun çağrısına Mecliste kahramanca “OXI” deyip karşı koyunca, İtalya Yunanistan’ın bir ucundan girmiş, diğerinden de çıkmıştı. Kahramanlıkları sadece tribünleredir Yunanlıların ve Rumların.

 

Bugüne değin kazandıkları hiç bir savaş yoktur. 1821’de Mora’da isyan başlatıp, 1829’da Avrupa Devletlerinin ve Rusya’nın Osmanlı Devletine yaptığı baskılar sonucu bağımsızlığını ilan etmesi, sonradan da hiç bir mermi atmadan ve savaşmadan topraklarını Meriç nehrine kadar büyütebilmesi hep Avrupalı devletler sayesinde olmuştur.

 

Şimdi de ekonomik- batmaktan- kurtuluşları da gene Avrupalı dostları sayesinde olacak her iki ülkenin.

 

Troyka’nın yeniden yapılanma, özelleştirme, kamu kamburunu atma ve maaşları gerçek seviyesine indirme tavsiyelerini dikkate almayınca kamu borcu artış eğilimi göstermeye başladı ve ekonomide tekrardan bir durgunluğun başlamasına neden oldu.

 

2013 yılında, Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYH) yüzde 87’sine kadar indirilmesi başarılmış olan kamu borcu, içinde bulunduğumuz 2014 yılında GSYH’nın yüzde 112,2’sine çıktı ve tehlike çanları çalmaya başladı.  Üstelik daha sene de bitmiş değil.

 

Uluslararası Para Fonu (IMF) Rum ekonomisindeki durgunluğun 2015’e kadar süreceğini öngörüyor.  Rahatlamayı getirecek olanın da sadece ekonominin çarklarının dönerek, Gayrı Safi Yurt İçi Hasıla’yı (GSYİH) yükseltmesi olarak gören IMF, bu yönde hiç bir ümidin de var olmadığı kanaatinde.

 

IMF’nin bu bulgusuna Uluslararası Derecelendirme Kuruluşu olan Moody’s de katıldı ve tahsili gecikmiş krediler ve gerektiği gibi alınmayan ekonomik tedbirler nedeni ile Kıbrıs Rum Yönetimi ekonomisini orta vadede iflas olasılığını yüksek olarak değerlendirip, kredilendirme notunu bir basamak aşağıya çekerek “Caa3″e indirdi.

 

Bu not Kıbrıs Rum tarafının kamu maliyesinin sürdürülebilirliği ile ilgili olarak devam eden kredi riskini ve orta vadede temerrüt riskini yansıtmakta. Rum hükümeti,  üçte biri ev kredileri olan tahsili gecikmiş kredilerin yüksek oranının üstesinden gelmek konusunda Kıbrıs bankalarına nasıl yardım edileceğini de şimdilik saptamış ve belirlemiş değil. Bu nedenle de tam bir kaos yaşanıyor Rum ekonomisinde.

 

 

İşin kökeninde gene Rumların kahraman milletvekillerinin tribünlere oynaması yatmakta. İpotek edilerek kredi alınan ve sonradan ödenmeyen borçlar nedeni ile satışı gereken taşınmaz malların satışına ilişkin yasanın Meclisten geçirilmemesi, halkın bankaya yatırdığı birikimlerinin geri dönmemesine ve bunun da ekonomiyi olumsuz etkileyeceği tehlikesini yaratmakta.

 

Gerçekte bu yasa AB’nin yapmayı taahhüt ettiği 486 milyon Euro tutarında bir sonraki mali yardım taksitinin ödenmesinin önkoşulu. Yasa geçmezse, para da yok. Taze para yoksa, ekonomik çöküş daha da hızlanacak.

 

Moody’s’e göre Kıbrıs Rum tarafında 2016 yılından önce özlü ekonomik kalkınmanın olmasının olanaksız ve Rum bankacılık sektörünün taşıdığı risk de, özellikle bankalara verilen düşük dereceler nedeniyle, “çok yüksek”, yani güvenilir değil…

 

Rum Meclisinin kahraman milletvekilleri bu kafada gitmeye ve tribünlere oynamayı ülkenin çıkarlarına yeğlerlerse, uzun yıllar daha Rumların bellerini doğrultamayacakları kesin…

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com  veya  ata@kk.tc

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

13 Ağustos 2014

12 Ağustos 2014
Rum Ekonomisi Batma Yolunda için yorumlar kapalı
Okunma 85
bosluk

Papa’nın Çifte Standardı

Papa’nın Çifte Standardı

Hıristiyanların dini lideri ve sivil ismi JorgeMarioBergoglio olan Papa Francis’in (Latince yazılışı Franciscus) evvelki gün, Irak’ta IŞİD’in Hıristiyanların yaşadığı Karkuş ve Bartulla’yı ele geçirmesinden sonra, dünyaya “Hıristiyanların korunması için yaptığı çağrıyı” çok iyi değerlendirmek ve anlamak gerekmekte.

 

Bu, çok zor bir değerlendirme değil.

Ortaçağın din savaşlarına da geri gitmeye, yüzlerce sayfa tarihi bilgiyi okuyup anlamaya da gerek yok. Papa’nın bu çağrısını anlayabilmek ve değerlendirebilmek için sadece 2 ay geriye gidip, Ortadoğu’da yaşanan olayları ve Filistin ile İsrail arasında geçenleri araştırmak yeterli.

 

24 Mayıs’ta Ortadoğu gezisi kapsamında Ürdün’ü ziyaret eden Papa Francis, Hazreti İsa’nın doğduğu yer olduğuna inanılan Beytüllahim’e gitmiş ve kendisini karşılayan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a hitaben yaptığı konuşmada, İsrail devlet Başkanı ŞimonPerez ile birlikte kendilerini “bölgeye barışın gelmesi ve anlaşmazlıkların sona ermesi” için Vatikan’a dua etmeye çağırmıştı. Her ikisi de Hıristiyan olmayan, biri Müslüman, diğeri Yahudi olan iki devlet başkanını Hıristiyanların dini merkezi olan Vatikan’a dua etmeye çağırması dinler arası diyalog kavramının bir ürünü olsa gerek.

 

İsrail’in 12 Haziran’da kaybolan üç İsrailli yerleşimci için günlerce sürdürdüğü operasyonlarda binlerce kişiyi tutuklamasına ve 30 Haziran’da bu yerleşimcilerin cesetlerinin bulunması üzerine Gazze’ye saldırılar başlatmasına ses çıkartmayan Papa Francis, aradan 47 gün geçtikten ve yüzlerce Müslüman çocuk, kadın, erkek, yaşlı Filistinli acımasızca katledildikten sonra, St. Peter Meydanı’nda toplanan kalabalığa hitaben yaptığı konuşmada bir barış çağrısı yaptı ama bu çağrı Gazze’de insanlık dışı bir şekilde öldürülen Müslümanlar için değil, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcının 100. yılı münasebeti ile tüm dünyadaki anlaşmazlıkların diyalogla çözülmesi çağrısı idi sadece. Gazze’de öldürülen Müslümanlar pek de umurunda olmadı Papa Francis’un.

 

Gazze’de savunmasız Müslümanlar çoluk, çocuk, kadın demeden tepeden tırnağa silahlı İsrail askerleri tarafından acımasızca katledilirken Papa Franscis’induymayan kulakları,  Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) milislerinin Irak’ın Musul Kentinde Hirsitiyanların topluca yaşadığı Karkuş ve Bartulla’yı ele geçirmesi ile aniden Allah’ın bir mucizesine gark oluverdi ve duymayan, işitmeyen kulakları duyar hale geldi. Hatta kör gözleri de görmeye başladı.

 

Aslanım Papa… İşin içine Hıristiyanlar girince, hem görmeye, hem işitmeye, hem de kükremeye başladı adeta.

 

***

Türkiye Cumhuriyeti 31 Temmuz 1959 yılında rahmetlik Başbakan Adnan Menderes’in ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun uzak görüşü ile dönemin AB’si olan Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üyelik başvurusunu yapmış,  görüşmeler dört yıl sürmüş ve taraflar arasında bir “ortaklık” kurulması 12 Eylül 1963’de imzalanan ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile yazılı mutabakata dönüştürülmüştü. Rumların, arkasına saklanarak “Türkiye bizi tanısın” dediği ve uğruna 6 başlığı veto ettikleri anlaşma bu 1963 tarihli Anlaşma. Ankara Anlaşması imzalanmaya imzalanmıştı ama bu anlaşmanın özünü oluşturan “Ortaklık” ise aradan 51 sene geçmesine rağmen hala daha gerçekleşemedi.

 

Yarım asırdan fazladır yürürlükte olan Ankara anlaşmasına rağmen AB’nin Türkiye’yi üye yapmamak ve ortak almamak için her tür zorluğu çıkarmasının ana nedeni işte Papa Francis’in de uygulamak zorunda kaldığı “Çifte Standart” veya namı-diğer hala daha geçerliliğini koruyan “Haçlı Ruhu” dur.

 

21. yüzyıldayız ve hala daha kendilerini dünyanın en ileri topluluğu addeden Avrupalıların ve Amerikalıların söz konusu bu “Dini bağnazlığın” veya da “Haçlı Ruhu’nun” esiri olmalarını ve pençesinde de kıvrandıklarını görmek gerçekten de çok şaşırtıcı.

 

Bence bu  yüz karası bir durum. Hem onlar için, hem de onları örnek almayı bir marifet sayan içimizdeki “Batı hayranları” için. Özümüze dönmek ve kendimize güvenmek en doğru çıkış yolu olacaktır, İslam alemini düşman gören AB’ye girmeye çabalamak yerine…

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com  veya  ata@kk.tc

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

11 Ağustos 2014

 

 

10 Ağustos 2014
Papa’nın Çifte Standardı için yorumlar kapalı
Okunma 80
bosluk

Rum-Yunan Ortak Politikası (2/2)

Rum-Yunan Ortak  Politikası (2/2)

Birinci aşamanın içine iki hedef koydu Samaras ve Anastasiadis.

Birincisi, Kıbrıs sorununun çözümünün müktesebatla uyumlaştırılması,

İkincisi ise AB’nin müzakere süreci içine bir özel temsilci ataması.

Bu yöntemle Avrupa Birliği’nin Kıbrıs sorununa ve müzakerelere derinden ve özlü müdahalesi AB’nin yeni Başbakanı (Komisyon Başkanı) Jean Claude Juncker aracılığıyla gerçekleştirilecek.

 

Daha evvel AB böylesi bir girişimi yapmış ve Barroso başkanlığındaki eski Komisyon (AB Bakanlar Kurulu) , Kıbrıs Özel temsilcisinin rolünü yükseltmeye karar vermişti. Bu konu ile görevlendirilen Pieter van Nuffel, Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk tarafının karşı çıkması nedeni ile müzakerelere müdahil olamamış, sadece izleyici statüsünde kalmıştı.

 

İkinci aşamada belirledikleri strateji ise müzakere süreci içine ABD’yi fiilen sokmak veya da tam tersi olarak müzakere sürecini ABD’nin kanatları altına çekmek. Bu doğrultuda birlikte  atmayı kararlaştırdıkları ilk adım, Yunanistan’ın fiilen  AB, ABD ve Türkiye’ye yönelik olarak  “Kıbrıs müzakerelerinde Türkiye’nin daha yapıcı bir tutum sergilemeye ikna edilmesi” yönünde bazı girişimler yapması oldu.

 

Bunun devamı olarak  da Yunanistan, üyesi olduğu NATO’nun 4-5 Eylül tarihlerinde İngiltere’nin Galler bölgesinde yapılacak ve ABD Başkanı Barak Obama ve Başkan Yardımcısı Joe Biden’in de katılacağı toplantıda Kıbrıs sorununu gündeme getirecek.

 

ABD Başkan yardımcısı Joe Biden zaten Kıbrıs konusunda Rumlara yardımcı olabilmek için çalmadan oynamakta. Seçimleri kazanmasını Helen Dernekleri Birliğine borçlu olduğundan, Yunan asıllı bir Amerikalı edasıyla Yunanistan’ın ve Rumların her konusunda kendilerine yardımcı olmakta.

 

Joe Biden’i tanıyorsanız, geçmişini, ABD Senatosunda kimler için çalıştığını, hangi ülkenin lobiciliğini yaptığını ve hangi ülkeyi kayıtsız şartsız desteklediğini biliyorsanız, Yunanistan’ın bu girişimi sonrasında kimin yanında yer alacağını kolayca kestirebilirsiniz.

 

Joe Biden, 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatından sonra 1975 yılında ABD’nin Türkiye’ye haksızca ve kalleşçe uyguladığı silah ambargosunun mimarlarından ve can siperane destekleyicilerinden birisi.  John Brademas, Paul Sarbanes, Thomas Eagleton, Benjamin Rosenthal ve Joseph Biden 1975 yılında yaptıkları çalışma ve öneriyle ABD’nin Türkiye’ye ambargo uygulamasını sağlamışlardı.

 

Andonis Samaras 5 Eylül’de İngiltere’de işte bu Joe Biden ile görüşecek ve ABD’nin Türkiye’ye Kıbrıs konusunda taviz vermesi yönünde baskı yapmasını isteyecek.

 

Üçüncü aşama yapmak istedikleri ise BM’yi Kıbrıs Rum tarafına yönelik yaptırım veya karar almasına mani olmak. Tüm mücadeleye rağmen böylesi bir karar çıkarsa da Yunanistan ve Helenlerin dostları ile birlikte bu kararın yaptırımı reddetmek. Zaten bu tür kararların BM Güvenlik Konseyinden çıkarılmasını 4 Mart 1964 tarihinden beri başta Rusya olmak üzere, Fransa ve Çin’in desteği ile önlemeyi başardılar. Kofi Annan’ın 28 Nisan 2004 tarihli ve Kıbrıslı Türklerin üzerinden insanlık dışı ambargoların ve izolasyonların kaldırılmasına dair öneri içeren raporu halen daha Rusya’nın vetosu nedeni ile gündeme bile alınmış değil.

 

Türkiye ve KKTC yöneticilerinin 28 Mart 1821 ile 18 Kasım 1983 tarihleri arasındaki Yunan tarihini ve Kıbrıs’ta yaşananları tekrardan gözden geçirip, kendine daha güvenilir bir blok bulmasının veya bu bloku yaratmasının zamanı gelmiştir. Dünyanın politik yaşamı ve dengeleri içinde yaşanan bazı krizleri aynen Yunanistan ve Rum ikilisinin yaptığı gibi kazanıma döndürmeye çalışması gerekmektedir.

 

Rusya ile AB ve ABD arasında yaşanan  krizi dikkate alarak, Rusya’nın önde gelen düşünürlerinin Türkiye konusunda Başkan Putin’e yaptıkları önerinin geliştirilmesinde büyük fayda vardır. AB’den ve ABD’den,  Kıbrıs konusunda Türk tarafına herhangi bir desteğin gelmesi beklemek “Olmayacak duaya amin demekten” öteye değildir…

Zaman, yeni dostlar edinmenin veya yaratmanın zamanıdır.

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

8 Ağustos 2014

7 Ağustos 2014
Rum-Yunan Ortak Politikası (2/2) için yorumlar kapalı
Okunma 68
bosluk

Rum-Yunan Ortak Politikası (1/2)

Rum-Yunan Ortak  Politikası (1/2)

Anastasiadis  geçen hafta boşuna Atina’ya gitmedi.

Yunanistan’la birlikte koordineli çalışarak, Hristiyan aleminin desteği ile Kıbrıs adasının tümünü bir tek mermi bile atmadan ele geçirip, Helen egemenliğini kuzey Kıbrıs’ı da kaplayacak şekilde nasıl yayabileceklerinin  hesaplarını yapıp, stratejisini belirlediler geçen hafta. Zaten Yunanistan’ın kuruluşu da, büyümesi de, Girit’i ele geçirmeleri de aynen bu strateji sonucunda gerçekleşmişti.

 

Başbakan Andonis Samaras ile Rum lider Anastasiadis’in Atina’daki Maksimus Sarayında yaptıkları toplantı gereğinden fazla geniş ve içerikli oldu. Toplantıya Yunanistan’ın Dışişleri Bakanı Evangelos Venizelos ile Kıbrıs Rum Yönetiminin Dışişleri Bakanı Yoannis Kasulidis  katılırken, ilgili müsteşarlar da oradaydı. Tam bir beyin fırtınası yapıldı.

 

Zaman geçtikçe, Başbakan Andonis Samaras ile Rum lider Anastasiadis’in neler konuştukları, ne kararlar aldıkları ve hangi stratejiyi belirledikleri bir bir ortaya çıkmaya başladı.

 

Anastasiadis müzakerelerde yapay bir hırçınlık gösteriyor ve hava elektriklenince de hemen Rum basını kanalı ile Türkleri ve özellikle de KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nu suçlu iskemlesine oturtmaya çabalıyor.

 

Bu aşamadaki stratejisi çok açık ve net.

Eroğlu’nu ve müzakerecisi Özersay’ı uzlaşmaz gösterdikten sonra, konuyu “Bunlarla hiç bir yere varılmaz, Ankara ile görüşürsek Kıbrıs konusunu çözeriz“e getirip, bu isteklerini Yunanistan’ın da katkıları ile BM’ye, ABD’ye ve AB’ye belli bir program içinde aktarmak ve desteklerini istemek.

 

Rum-Yunan ikilisi, AB ile ilgili planlamalarında, Avrupa Komisyonunun yeni Başkanı Jean Claude Juncker vasıtası ile AB’nin Kıbrıs müzakerelerine taraf olmasını sağlamayı hedeflediler. Bir evvelki Başkan Jose M. Barosso, Rumları çok iyi tanıdığından kendilerini kapıcı bile yapmamış, isteklerini dikkate almamıştı.

 

Yeni Başkan seçilen Juncker, tam bir Grekofil, yani Yunan hayranı. Zaten Lüksemburg’un Dışişleri Bakanı iken bu tavır ve tarafgirliğini her fırsatta, açık ve net bir şekilde ortaya koymuştu Dışişleri Bakanlığı döneminde. Bu nedenle de istifa etmek zorunda bile kalmıştı görevinden. Şimdi AB içinde Başbakanlık görevine eşit düzeyde bir mevkide bulunan Junker’i tam bir destekçi buldular kendilerine.

 

AB’nin Kıbrıs sorununa özlü müdahalesinin yeni Başkan Jean Claude Juncker aracılığıyla olabilmesi için her tür girişimi başlattılar. İlk meyveyi de dün Junker’in Atina’ya yaptığı ziyarette aldılar. Junker’den, sürmekte olan müzakereler sonunda  varılacak anlaşmanın birincil hukuk olması değil, çözümün Avrupa Müktesebatı ile uyumlu olması gerektiği konusunda söz aldılar.

 

Junker’den istedikleri bununla da kalmadı.  Juncker’in Kıbrıs sorununu ve Rum tarafının talebini bilen biri olduğunu dikkate alan Samaras ve Anastasiadis, ikinci olarak kendisinden AB’nin müzakerelere taraf olması için çalışmalar ve girişimler başlatması talebinde bulundular.

 

Juncker zaten tescilli bir Türk düşmanı. Daha AB Komisyonu başkanı seçildiği gün, AB’nin 2019’a kadar herhangi bir genişlemede bulunmayacağını ve yeni üye almayacağını açıklamıştı. Tabii sözleri Türkiye’ye hitap etmekteydi, tam olarak açık ve net bir şekilde Türkiye adını ağzına almamış olsa bile…. (Devam edecek 2/2)

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

6 Ağustos 2014

 

5 Ağustos 2014
Rum-Yunan Ortak Politikası (1/2) için yorumlar kapalı
Okunma 103
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar