KKTC’de Türkiyelileri vatandaş yapmamanın itirafı

KKTC’de Türkiyelileri vatandaş yapmamanın itirafı

Dün, KKTC Meclisinde halen milletvekilliği görevini sürdüren ve uzun bir dönem de Bakanlık yapmış olan, Bakanlık döneminde de özellikle Türkiye’den adamıza yıllar önce gelmiş, burayı vatan yapmış, çocukları burada doğmuş kişilerin vatandaş olmasına engel olmak için elden geleni ardına koymamış bir siyasinin, mevcut hükümeti eleştirmeye çalışırken hiç fark etmeden açığa vurduğu itiraflarını okudum yerel gazetelerimizde.

 

Aklınca bu siyasi, vatandaşlık konusunda mevcut hükümeti eleştiriyor ve özetle “UBP-DP hükümetinin Anayasa’ya aykırı şekilde kanun gücünde kararnamelerle Meclis’i by-pass ederek ülkeyi yönettiğini” iddia ediyor ve “muhaceret affının çıkarılarak kaos yaratıldığını” savunuyor.

 

Rumlar Kıbrıs sorununa çözüm bulmak için sürdürülen müzakerelerde, Türk tarafına kurulacak devlette 4 Rum’a karşın 1 Türk olacağını kabul ettirmeye çalışırken ve bizleri üstü kapalı olarak “Azınlık sınıfı”na sokmaya uğraşırken, yıllarca vatandaşlıklar verilmesine mani oldukları ve bu nedenle de KKTC’nin artamayan nüfusu nedeni ile artık adada “Azınlık” statüsüne indirgendiğimizi kulak ardı etmişe benziyor bu siyasimiz ve mensubu olduğu siyasi parti. Yıllarca ektikleri “Türkiye düşmanlığı” ve “Türkiye’den gelenleri kötülemek, devlet dairelerinde işlerinin yapılmamasını sağlamak” prensibi maalesef iyice kök salmış durumda ülkemizde.

 

Ekonomimizin gelişmesi, yerel şirketlerimizin güçlenmesi, ülke içinde dönen paranın artması, mükellef askerlik süresinin kısalması ve Rumlara karşı askeri gücümüzün artması ve de Rumlarla adada aynı nüfusa sahip olursak müzakere masasında elimizin daha da güçlü olacağını göz ardı ederek dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinin vatandaş olmak kriterlerine uymayan, çağ dışı bir vatandaşlık yasası geçirmeye çalışmalarının zararlarını şimdi fazlası ile görmekteyiz. Rumların çoğunluk, Türklerin azınlık olarak yer alacağı yeni bir devletin kurulması için sürdürülen müzakerelerde nüfus yapısının 4 Rum’a 1 Türk’ün olacağı uygulaması, ülkemizde zaman zaman iktidarı ele geçiren ve KKTC’yi silip atmak için elden geleni yapan bu hastalıklı beyinlerin ürünü maalesef.

 

4 yaşındayken adamıza gelen, KKTC vatandaşı biriyle evli olan annesiyle burada yaşayan, saygın bir meslek sahibi olan annesi KKTC vatandaşı olmasına rağmen aradan geçen 10 yılda binbir bahane ile bu çocuğun vatandaş yapılmasına mani olacak uygulamalar üretmek hep bu hastalıklı beyinlerin marifeti. Okula burada başlayan ve yurtdışında hiçbir bağı olmayan bu çocuk otomatikman vatandaş yapılmadığı için Bakanlar Kurulu devreye giriyor. Burada da eleştiri hazır: “Reşit olmayan kişiye Bakanlar Kurulunda vatandaşlık verilemez!” Bu çocuğa vatandaşlık vermemenin kendi ayıpları olduğunu umursamadan bu lafı edebiliyorlar.

 

ABD’de 500 bin Dolar yatırım yapana önce ikamet, sonra da vatandaşlık verilirken, Rum tarafı adeta vatandaşlıkları para karşılığı satarken, bizim ülkemizde neredeyse 500 Milyon Dolar yatırım yapmış kişiyi ve çocuklarını vatandaş yapmamak için bu hastalıklı beyinler ellerinden geleni ardlarına hiç koymadılar, ta ki usandırıp kaçırtana dek. Herkes ülkesine yatırımcı gelsin diye binbir takla atarken, bizim siyasiler yatırımcıları kaçırtmak için yeni yeni formüller ürettiler yıllarca.

 

Söz konusu siyasi bakın vatandaşlıkların kapısını açtığı için hükümeti eleştirmeye çalıştığı açıklamasını hangi cümleler ile bitirmiş. Ki bu açıklama vatandaşlıklara niye karşı olduklarını açıklıyor: “Kıbrıs Sorunu konusunda devam eden müzakerelerde yılsonuna kadar olumlu bir takvim çıkma ihtimaline karşı hükümet alelacele çıkıntılık yapmaya başladı. Maalesef oluşması muhtemel çözümle ilgili zemine ‘hayır hareketini’ canlandırmak, organize etmek için kendi içlerinde telaşa düştüler ve neredeyse bu bir yarışa dönüştü. Sayın Serdar Denktaş, Sayın Tahsin Ertuğruloğlu, Sayın Hüseyin Özgürgün sürekli bunu körüklüyor. ‘Hayır’cılara zemin oluşturmaya çalışıyorlar ama Kıbrıs konusunda gelinen noktada Kıbrıs Türk halkı günü geldiğinde üzerine düşeni yapacak ve sorunun çözümlenmesi için gerekli adımı atacaktır.” İşte yazımın başında belirttiğim itiraf da burada, bu cümle içinde saklı.

 

Söz konusu siyasi ve aynı çatı altında toplandıkları siyasi partinin bir tek hedefi var. KKTC’yi yaşatmamak, Rumların egemen olacağı, bizlerin de içinde azınlık haklarına sahip olacağımız yeni bir devletin kurulmasını sağlamak, Türkiye ile ipleri koparmak, Türkiye’den gelip bu adayı vatan kabul etmiş kardeşlerimizi geri göndermek ve Türk Ordusunun adayı terk etmesini sağlamak için vatandaşlıkları yasaklamak ve olası bir referandumda Kıbrıs Türkleri tarafından “Evet” oyunu çıkarttırmak. Rumların Megali İdeasına (Büyük ülkü) benzer büyük bir hayal bu sadece. Zamanı gelince hep birlikte göreceğiz hayal olup olmadığını.

 

KKTC’deki “Linobambaki”ler bunu alkışlar ve destekler ama günü geldiğinde “Türk Tarihi”nin bunu başka türlü yorumlayıp yazacağı kesin….

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: AtaAtun1

http://www.twitter.com/ataatun

12 Eylül 2016

 

NOT: Linobambaki, Kıbrıs’a özgü bir grup insana verilen tanımlamadır. Osmanlı döneminde vergi memuru geldiğinde vergi vermemek için Müslüman olduğunu iddia eden, Askere alım memuru kapıyı çaldığı vakit de askere gitmemek için Hristiyan olduğunu iddia eden kişileri tanımlamaktadır.

11 Eylül 2016
KKTC’de Türkiyelileri vatandaş yapmamanın itirafı için yorumlar kapalı
Okunma 136
bosluk

Türkiye bunları haketmiyor

Türkiye bunları haketmiyor

Son birkaç haftadır Kıbrıs’ta 60 sene evvel yayınlamış gazeteleri didik didik araştırıyorum çok önem verdiğim bir konuda tarihi gerçekleri içeren bir kitap yazmak için. Bu tozlu sayfaların içlerinde binlerce ilginç olay ve konu yatıyor. Geçmiş gazeteleri taradıkça bilmediğim olayları öğreniyorum, öğretilenlerin doğruluğunu sorguluyorum ve olaylara sadece bugünün gözüyle değil, geçmişi de katarak bakmak gerektiğini anlıyorum.

 

Örneğin 1959 yılında dönemin Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Makarios, adanın Yunanistan’a bağlanması ülküsünü, Rumca tabirle Megali İdea’yı gerçekleştirmek için EOKA terör örgütünü kurduktan sonra Kıbrıs Rum halkı içindeki solcuları ve komünistleri bünyesinde toplayan AKEL’e karşı bugünün ELAM’ına benzer EDAM adlı bir de siyasi parti kurmuş ve tüm sağcıları ve milliyetçileri bu partinin çatısı altında toplayarak örgütlemiş, silahlandırmış ve sokağa salmış. EOKA’nın sivil şubesi de diyebiliriz buna.

 

Dikkatimi çeken bir başka konu ise küçükbaşlıklar halinde ön sayfalarda yer alan Ortadoğu ile ilgili yaşananlar, gelişmeler, isyanlar, darbeler ve bunlarla ilgili haberler. Zaten ilk işim de her gördüğüm farklı haberi, bilgileri ve resimleri kolayca düzenli ve bulunabilir şekilde arşivleyebilmek için harici bir hard disk almak oldu. Kıbrıs Rum tarafında ve Kıbrıs Türk tarafında o dönemde yaşananlar ile Türkiye, Ortadoğu, Amerika ve İngiltere’de yaşanan tüm siyasi olaylar için birer ana başlık altında yıllara, aylara ve günlere bölünmüş dosyalar açtım ve arşivlemeye başladım. Tabii, binlerce tozlu sayfadan oluşan bu tarih hazinesi içine balıklama dalınca her konuda bana ilginç gelen ve öğrenmemin şart olduğunu düşündüğüm bilgiler ve resimler su gibi de akmaya başladı bu dosyaların içine.

 

Bir başka haber ise Amerika Birleşik devletlerinin, aynen günümüzde olduğu gibi Ortadoğu’yu 1950’li yıllarda da tavuk ayağı gibi karıştırdığı, istediği ülkelerde darbeler organize ettiği, iktidarlar yıkıp, yeni ve yandaş iktidarlar oluşturduğu haberleri. Reuters’in 16 Ağustos 1957 tarihli sirkülerine göre; ABD, Suriye’de bir evvelki Cumhurbaşkanı Edip Çiçekliyi tekrar başa getirmek için darbe teşebbüsünde bulunmuş. Darbe başarısız olunca Suriye hükümeti Amerikalı görevlileri sınır dışı etmiş.

 

Dikkatimi çeken bir başka önemli konu da, o yıllarda Türkiye’nin bütün ekonomik sıkıntılarına rağmen, bölgedeki çatışmalardan kaçan Kürt’lere kapılarını açmış olması. Günümüzde sanki de tarih yeni baştan tekerrür etmiş ve bugünlerde yaşadıklarımız aynen 1950’li yıllarda da yaşanmış.

 

Reuters’in 27 Nisan 1959 tarihli sirkülerine göre “Irak halkı Kasım rejimini beğenmedikleri için yer yer ayaklanmışlar ve yer yer Hükümet kuvvetleri ile çarpışmaya başlamışlar. Yezidi kabilesi komando birlikleri ile birleşmiş ve Hükümet kuvvetlerine saldırarak geri püskürtmüşler. Bağdat’taki General kasım hükümeti de bu mevzuda hiçbir açıklama yapmamış. Musul’un kuzeyinde başlayan bu ayaklanma gittikçe genişlemiş ve yayılmış.”

 

Asıl önemlim olan haber ise 1 Mayıs 1959 tarihli Reuters sirkülerinde yer alıyor. Iraklı Kürtler hükümet kuvvetlerinin kendilerine saldırması ve katliamların başlaması ile Türkiye sınırına akın ediyorlar. Dönemin Adnan Menderes hükümeti tüm bu Kürtlere ayırım yapmaksızın kucak açıyor.

 

Habere göre, sadece bir günde başta Linanm Kabilesi olmak üzere 80 Kürt kabilesi topluca hududu geçmiş ve Türkiye’ye sığınmışlar. Önce bu sığınmacılar Başkale’ye kabul edilmişler, yedirilmişler, içirilmişler sonra da Van’a katırlarla nakledilmişler. Kızılay 500 adet çadır, yiyecek, içecek ve giysi göndermiş ve oradan da Hakkari’ye nakledilmiş Kürt sığınmacılar. Türkiye’ye can korkusu ile kaçan ve Türkiye’de huzuru bulan sadece bu sığınmacı grubun toplam sayısının 3 bin olduğu farz edilirse, aradan geçen 60 yıl içinde yetişen 4 kuşak sadece kendi aralarında evlenmiş olsalar bile, aile başı 8 nüfusla bugünkü nüfuslarının ölenlerle ve doğanlarla yaklaşık 3 buçuk milyon olduğu matematiksel olarak ortaya çıkmakta.

 

Ortadoğu’da Türkiye sınırları dışında yaşayan ve kapısını çalan insanlara hiçbir ırk, din, dil, mezhep ayırımı yapmadan kapısını açan bir ülkeye karşı, Güney Doğu Anadolu’da estirilmek istenen terörü hiçbir zaman Türkiye hak etmiyor. Türkiye olmasaydı, Türkiye zor günlerinde Kürtlere kapılarını açmasaydı bu gün bu nüfus Türkiye’de yaşıyor olmazdı, hatta büyük bir kısmı hayatta bile olmazdı…

 

Bir başka bulgu şu ki; Batılı devletler tavukayağı gibi bölgeyi karıştırmasalardı, günümüzde Ortadoğu ateşler içinde olmaz, yıkıntılar içinde yaşamaya çabalamazdı….

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: AtaAtun1

http://www.twitter.com/ataatun

9 Eylül 2016

8 Eylül 2016
Türkiye bunları haketmiyor için yorumlar kapalı
Okunma 118
bosluk

Elimizdeki en güçlü koz “Garantiler”

Elimizdeki en güçlü koz “Garantiler”

Kıbrıs sorunu, 21 Aralık 1963 gecesi Rumların Kıbrıslı Türklere saldırı ile başladı ve aradan geçen 53 yıla rağmen hala daha devam ediyor. Sorunun kökeninde Kıbrıslı Rumların adaya hakim olmaları ve adayı Yunanistan’a bağlama, Rumca tabir ile “Enosis”  hayalleri ve istekleri yatıyor.

 

Ama Rumlara sorarsanız Kıbrıs adasındaki sorun durup dururken 20 Temmuz 1974 Cumartesi günü sabahı Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) adaya ayak basması ile başlamış. Ondan öncesi varsın Türkler son 11 yıl insanlık dışı bir soykırıma uğramış olsun ama Rumlar için güllük gülistanlık olduğu için, adada huzuru bozan ve sorunu başlatan Türkler ve TSK. Rumların kafaları aynen bu şekilde Kilise ve siyasiler tarafından şartlanmış ve böyle çalışıyor.

 

2 Eylül Cuma günü Kıbrıs Türk ve Rum liderler arasında yapılan görüşmede, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk medyasına göre Türk lider Akıncı ile Rum lider Anastasiadis, güvenlik ve garantiler konusunda bağlayıcı olmayan bir fikir teatisinde bulunmuşlar. Akıncı her ne kadar “Unutmamak gerekir ki Kıbrıs Türk halkı güvenliğini uluslararası güçlerde değil, Türkiye’nin garantisinde görmektedir. Bunu bir kez daha vurgulamakta yarar görüyorum” demiş olsa da kuru kuruya ve bedeli, karşılığı belirlenmeden 1960 Garanti sisteminin değişmesinin gündeme gelmesini kabul etmesi çok büyük bir yanlış, maalesef.

 

Uluslararası Politika kurallarına göre müzakereler bir “Al-Ver” sanatıdır. Bu aynen bir satranç oyunu gibidir ve her hamlenin bir karşılığı ve bedeli vardır. Hiçbir zaman ve hiçbir koşulda karşılığı olmayan bir adım atılmaz, bir karşı hamle kabul edilmez.

 

Bizim elimizdeki en büyük birkaç kozdan bir tanesi “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Garantiler ve İttifak Anlaşması”dır. Akıncı masada Garantiler konusu açıldığı vakit, bunu hemen ve derhal “Toprak ve Mülkiyet” ile “Nüfus” konusuyla bağdaştırmalı veya ilişkilendirmeliydi.

 

Adada 1974 Ağustos ayından beridir, yani son 42 yıldır “BARIŞ” hüküm sürmektedir. Hiçbir çarpışma olmamış, Rumların 1963-1974 yılları arasında yaptıkları kalleşçe ve insanlık dışı bir şekilde yollardan bellerden Kıbrıslı Türkeri toplayıp, canlı canlı kuyulara atıp üzerlerine yanmamış kireç döküp, uzun saatler süren bir işkenceyle öldürme olayı yaşanmamıştır. Bu olayların yaşanmaması ve son 42 yıldır süreğen bir barışın kökeninde de Türkiye’nin garantörlüğü ve TSK’nın KKTC torakları içindeki mevcudiyeti yatmaktadır.

 

Rumların müzakere masasındaki bütün gayreti ve çabası, Kıbrıs adasındaki siyasi yapıyı 1974 öncesi duruma geri dönüştürmek için bu iki güçlü ve işlerine gelmeyen etkenden kurtulmak yolunda.

 

Akıncı’nın ve müzakere ekibinin ilk büyük hatası ve karşılıksız tavizi Federal Devleti oluşturacak nüfusun Dört Rum’a Bir Türk olacağını, özetle 802 bin Rum’a karşılık sadece 220 Bin Türk’ün olabileceğini kabul etmeleri. Bu açıklamayı 11 Temmuz günü Akıncı’nın sözcüsü Barış Burcu yapmıştır. Böylesi insanlık dışı bir oranı kabul ederken Akıncı’nın ve ekibinin bunun karşılığı olarak buna eşdeğer bir tavizi almalıydı Rumlardan. Ama maalesef ortada alınmış bir taviz yok sadece verilmiş bir nüfus kısıtlaması onayı var. Hepsi o kadar.

 

Şimdi de sıra “Türkiye’nin Garantörlüğü ve Garantiler”e gelmiş masada.

Akıncı “Garantiler” konusunu bırakın değiştirmeye kapı açmayı, tartışmak için bile masaya bir şart koşmalıydı. Örneğin Toprak ve Mülkiyet konusunu masaya koymalı ve Garantilerin kaldırılması değil, değişmesinin tartışmasının karşılığının, Rumların KKTC sınırları içindeki mülklerinden feragat etmeleri olacağını şart koşmalıydı.

 

Ama maalesef anlaşılıyor ki Akıncı ve Müzakere heyeti sadece taviz vermeğe odaklanmış. Ne olursa olsun, sonunda 1974 öncesine dönüş olsa da ve de Kıbrıs Türkler ikinci sınıf vatandaş, azınlık statüsünde bir topluma indirgense de müzakereler bitsin düşüncesinde ama Kıbrıs Türk halkının da buna onay vereceğini hiç sanmıyorum. “Adada zaten son 42 yıldır süren bir BARIŞ var, egemen olmadıktan sonra neyleyim ben müzakerelerin bitişini” diyecek çok insan yaşıyor aramızda…..

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: AtaAtun1

http://www.twitter.com/ataatun

5 Eylül 2016

 

 

5 Eylül 2016
Elimizdeki en güçlü koz “Garantiler” için yorumlar kapalı
Okunma 131
bosluk

Markulli’nin Timsah Gözyaşları

Markulli’nin Timsah Gözyaşları

 

Bir dönem işlevsiz Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin önce Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı görevini sonra da Dışişleri Bakanlığı görevini yapan Erato Kozaku Markulli, geçen hafta sosyal medya üzerinden yayınladığı mesajında, 14 Ağustos 1974’te EOKA­B militanları tarafından gerçekleştirilen katliamlar için Kıbrıslı Türklerden özür diledi, biz de inandık.

 

Bayan Erato Kozaku Markulli’nin, tescilli bir Türk düşmanı olduğunu tüm meslektaşları dile getirmektedir. Bugüne değin hiçbir Türk Temsilcinin elini sıkmaması ile ünlüdür. Yabancı diplomatlar arasındaki lakabı da “Kara Cira”dır.

15 Kasım 1983 tarihinde ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni dünya siyasetinden silmek için 18 Kasım 1983 tarihinde BM Güvenlik Konseyini acilen toplantıya çağıran ve insanlığı yüz karası olan 540 No.lu kararı aldıran ve “Hiçbir BM üyesi ülke KKTC’yi tanımayacaktır” diye başlayan BM GK konseyi kararını bizzat yazarak İngiltere BM GK temsilcine veren, o dönemde işlevsiz Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin BM daimi temsilcisi olarak görev yapan Erato Kozaku Markulli’dir.

 

Babası Kardiyolog Dr. George Kozakos 1960-1974 yılları arasında EOKA’nın Limasol sorumluluğu görevini fiilen yapmış, 10 Şubat 1964 gecesi Limasol’da yaşayan Türklere EOKA milis kuvvetleri tarafından yapılan ve 3 gün 3 gece süren saldırıyı fiilen idare etmiş kişidir.

 

Şimdi Markulli, çıkmış utanmadan Muratağa, Atlılar ve Sandallar’da 126 çocuk ve kadın ile Taşkent’ten 85 sivil erkeğin öldürülmesinin aydınlatılması ve suçluların adalet önüne getirilmesi için Kıbrıs Rum tarafının geçmiş 42 yılda hiçbir çalışma yapmadığını söyleyerek özür dilemekte, “Kıbrıs’ta yaşanan trajedilerin” ardındaki gerçeğin etkin bir şekilde ortaya çıkarılması için hakikat komitelerinin kurulmasının zamanının geldiğini dile getirmekte ama 1963-1974 yılları arasında Kıbrıslı Türklere yaşattıkları soykırıma hiç değinmemekte.

 

Aklınca Kıbrıs’taki olayların 1974 yılında başladığını vurgulayan Markulli, 1964 Şubatında Arpalık köyünde yaptıkları katliamdan, 15 Kasım 1967 tarihinde Geçitkale ve Boğaziçi’nde üzerine mazot döküp canlı canlı yakarak şehit ettikleri kardeşlerimizden ve benzeri katliamlardan asla bahsetmeyip özür dilemeyi aklına getirmiyor …

 

Akıllarınca Anastasiadis ve avaneleri, yüz yıl evvel Girit’te oynanan oyunun aynısını Kıbrıs’ta da sahneleyecek veya sahneletecekler.

 

17 Nisan 1897’de Yunanistan’a savaş açan Osmanlı devleti, Atina’ya girmek üzereyken aynen 1974 Barış harekâtında olduğu gibi Yunanistan’daki “Deli Yanni” hükümeti düşmüş ve yerine Rallis Hükümeti gelerek Osmanlı Devletinden mütareke istemişlerdi. Avrupalı devletler ve Rusya araya girmemiş olsaydı, Osmanlı ordusu Atina’yı da alıp, Yunanistan’ı bir kez daha topraklarına katmış olacaktı. Yapılan barış görüşmeleri sonrasında Yunanistan Osmanlı devletine dört milyon Osmanlı altını, evleri yıkılıp dökülen Türklere de yüz bin Osmanlı altını tazminat ödemişti.

 

Barış Antlaşmasından sonra hala daha sorunların ve Türklere saldırıların devam ettiği Girit’te “Türk askeri adadan giderse adada barışı sağlanacaktır” iddiaları ortaya atılmış ve İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya’nın baskıları sonucunda da 18 Aralık 1897’de bir antlaşma imzalanarak Girit’e Muhtariyet verilmiş, Osmanlı askeri de adadan çekilmek hazırlığına başlamıştı.

 

Bu anlaşmanın 3.cü maddesi olan  “Müslümanların emniyeti temin edildikten sonra Türk askeri adadan çekilecektir” ibaresi uyarınca, Avrupa Birleşik Devletleri adaya,  Müslümanların emniyetini temin etmek üzere donanmasını göndermiş ve Türk askeri de adadan çekilmişti. Avrupa Birleşik Devletleri, Yunan Kralının ikinci oğlu Prens Yorgi’yi “Fevkalade Komiser” olarak Girit idaresinin başına getirmiş ve kısa zaman içinde de Türklere yapılan saldırılar ve katliamlar sonucunda Girit’te bir tek Türk kalmamış ve Girit de Yunanistan’a ilhak edilmişti.

 

Anastasiadis başkanlığındaki Kıbrıs Rum Yönetimi, bu filmi aradan geçen yüz yıl sonra gene, sırtını Avrupa Devletlerine dayayarak sahneye koymak istemekte. Bu nedenle de koro halinde tüm siyasiler 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın içinde yer alan Türkiye’nin garantörlüğünü istememektedirler. Ama biz bu filmi 100 sene evvel gördüğümüz için yutmak gibi bir niyetimiz yok artık.

 

Kıbrıslı Türkler, 1963 olaylarını, 21 Aralık 1963 ile 16 Ağustos 1974 tarihleri arasında yaşanan soykırımı, Rumlar tarafından kalleşçe ve barbarca öldürülen binlerce masum insanımızı, yakılan ve yıkılan yüzlerce evimizi ve köyümüzü unutmuş değildir. Bizleri Rumların mezaliminizden kurtaran anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) olmuştur.  Kıbrıslı Türklerin,  Kıbrıslı Rumlara en küçük bir güveni yoktur ve Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğu da Rumlarla iç içe yaşamak istemediğini artık yüksek sesle dile getirmektedirler.

 

Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs’ta hiçbir zaman Rumların hayal ettikleri şekilde 1974 öncesine dönüşü ve Rumların egemenliği altındaki bir devlet içinde azınlık olarak yaşamayı kabul etmemektedirler ve asla da kabul etmeyeceklerdir….

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

http://www.twitter.com/ataatun

2 Eylül 2016

1 Eylül 2016
Markulli’nin Timsah Gözyaşları için yorumlar kapalı
Okunma 83
bosluk
  • Sayfa 2 ile 2
  • <
  • 1
  • 2
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar