Geçen hafta içinde KKTC’de yerel bir gazetemizin yazı İşleri Müdürü olan eşim Yurdagül Atun ile birlikte Lefkoşa’da ki Merkezi Ceza Evi’ne gittik. Cezaevine gidebilmek, cezaevi müdürü ve personel ile görüşebilmek, koğuşları ziyaret etmek ve mahkumlarla bire bir yüz yüze görüşebilmek için de İçişleri Bakanlığına bir hafta evvelinden başvurduk. Başvurumuz değerlendirildi ve İçişler Bakanımız Sayın Kutlu Evren’in onayı ile iznimiz çıktı.
Gerçekte bu ziyaretin eşimle birlikte aklımıza gelmesinin nedeni, zaman zaman Cumhurbaşkanlığı, Dışişleri bakanlığı, Orman Dairesi Fidanlığında ve benzeri devlet dairelerinde çalışırken gördüğümüz veya rastlaştığımız turuncu tişörtlü, gri pantolonlu mahkumlardı. Bu rastlaşmalardan bir tanesinde görevli gözetmen gardiyanın da izni ile mahkumlardan bir tanesi ile kısa bir görüşmek olanağımız oldu ve bu görüşmeden sonra da Merkezi Hapishaneyi ziyarete karar verdik, tabii izin almak koşulu ile. En azından bazı şikayetleri yerinde görmek, değerlendirmek ve gerekenleri de İçişleri bakanımıza iletmek için.
Eşim bu hapishane ziyaretimiz ile ilgili iki gün devam eden resimli bir yazı dizisi yayınladı görev yaptığı gazetede. Yazının içinde birçok “Doğru bildiğimiz yanlışlar” da yer aldı. Her ne kadar gazeteci değilsem de yılların köşe yazarı olarak ben de eşimle birlikte gitmeyi ve gözlem yapmayı tercih ettim.
Benim ilk dikkatimi çeken Merkezi cezaevi dışında iş yapan mahkumlarla, içeride kalan mahkumlar arasında giysi farkı olmasıydı. İş yapanlar turuncu tişört, koğuş içinde kalanlar ise küçük kareli siyah-beyaz veya gri-beyaz gömlek giymekteydiler.
Koğuşları tek tek gezerken ve mahkumlarla konuşurken erkekler koğuşunda 2 doktor tutukluya, kadın koğuşunda da 2 doktor tutukluya rastladım. Erkek doktorlar turuncu tişört giyerken, kadın doktorlar gri-beyaz renkte küçük kareli tek parça, omuzlardan dizlere kadar inen önlük giymekteydiler.
Belli ki erkek doktorlar bir yerlerde mahkum işçi olarak iş yapmaktaydılar. Kendilerini incitmemek için ne iş yaptıklarını sormadım sormasına ama aklıma da bu çok zor ve uzun bir eğitimden sonra yetişen doktorlarımızın, insanlara tıp dalında hizmet vermek yerine ne iş yapabilecekleri ve kendilerine ne iş yaptırıldığı geldi. Cerrah olan maharetli parmaklara, ameliyat yaparken damar görüp ona dokunmadan yanından geçerek ameliyata devam etmeyi beceren bu parmaklara ve beyine ne iş yaptırılabilir diye kendi kendimi sorguladım.
Hapishane kurallarını bilmiyorum. Devletin mahkumlara ve tutuklulara yönelik çalıştırma kurallarını da bilmiyorum. Ama bu 4 doktorun halen daha yargı sürecinin devam ettiğini ve mahkum yerine tutuklu olduklarını biliyorum. Anayasamız hiçbir kimsenin mahkeme kararı olmadan suçlu olarak tanımlanamayacağını açık ve net olarak belirtmektedir. Belki de beraat edecekler, belki de yüz kızartıcı suç sınıfına giren bir suçtan ceza almayacaklar, bunu mahkemenin vereceği adil karardan evvel hiç kimse de bilemez.
Tutuklu olmalarını bırakın bir kenara, ceza almış mahkum dahi olsalar, bu doktorlarımızın bahçede çalıştırılmak veya da kendilerine benzeri başka bir iş yaptırılması yerine niçin devlet hastanemizde haftanın 5 günü çalıştırılmadıkları geldi aklıma aniden. Bir tek kişinin bile hayatını kurtarsalar, bir tek kişiyi bile bilgi ve becerilerini ortaya koyup illet bir hastalıktan kurtarsalar, başarılı bir ameliyat yapsalar halkımız için, devletimiz için çok daha iyi bir hizmet olmaz mı. Bence olur.
Sağlık Bakanımıza ve İçişleri bakanımıza buradan sesleniyorum. Sayın Sucuoğlu ve Sayın Evren, zaman zaman doktor eksikliğinin çekildiği hastanelerimizde, Merkezi Ceza Evinde tutuklu veya da mahkum olarak bulunan doktorlarımızdan faydalanmanız ve onlara hastanelerimizde, gardiyan refakatinde çalıştırmanız halkımızın çıkarlarına ve menfaatine olacağı inancındayım. Bu gerekçe ile de varsa mevcut engelleyici tüzük veya kuralları ivedilikle değiştirmenizi ve mahkum veya tutuklu doktorlarımızın, halkımıza hizmet amaçlı çalıştırılmasını talep ediyorum.
Ve mahkum bir perfüzyonistin devlet hastanesinde çalıştırılması olayının örnek olmasını diliyorum.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
7 Ekim 2016
Mahkum Doktorlar hastanede çalıştırılmalı için yorumlar kapalı
Müzakerelerde takvimi Türk tarafı koymalı
Rumların en büyük hayaller, zaten buna asırlardır “Megali İdea” demekteler, Kıbrıs adasının tümüyle Rum egemenliği altına girmesi ve Yunanistan’a bağlanmasıdır. En büyük korkuları da adanın ikiye bölünmesi ve Kıbrıs adasını bir kısmının kesin bir şekilde Türk idaresi altına girerek ada üzerindeki egemenliklerini de tümüyle kaybetmeleri veya Türklerin de egemenlik ve yönetim haklarına sahip oldukları ortak bir devletin kurulmasına onay vererek, ada üzerindeki egemenliklerinin bir kısmının yasal yollardan Türklere devredilmesidir.
Bu korkularından dolayı da, Türkleri asla, BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 tarih ve 186 no.lu kararı ile ele geçirdikleri sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”ne asla ortak etmek istememekte, müzakerelerin hiç durmadan devem etmesini, takvim ve hakem konulmamasını ve adanın tek tanınmış devletine sahip olmak ülküsüyle hareket etmektedirler.
Müzakerelerin yerel olarak başladığı 1 Ocak 1964 tarihinden ve BM’nin gözetiminde uluslararası olarak başladığı 3 Haziran 1968 tarihinden itibaren günümüze kadar geçen 52 yıldır süren yerel ve 48 yıldır süren uluslararası görüşmelerin hiç birinde bir sonuç alınamamış, sonuca yaklaşıldığı zannedilen her seferinde de Rumların oyunbozanlığı ve masaya konan çözüm planlarını reddetmeleri nedeni ile sonuçlanamamıştır. Bu müzakerelerin neredeyse tümünde de Rumlar müzakerelerin sonuçlandırılmasına yönelik bir takvim konulmasına ve müzakerelerin BM tarafından tayin edilecek bir Hakem gözetiminde sürdürülmesine hep karşı çıkmışlardır, yukarıda belirttiğim nedenlerden dolayı.
Eğer Birleşmiş Milletler veya da Avrupa Birliği son 48 yıldır sürdürülen “Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amaçlı müzakerelere” takvim ve hakem heyeti koyduramıyorsa, Rumların gerçekleşmesine çekindikleri gelişmeleri bir takvime bağlayarak, Kıbrıs Türk tarafının “takvimler konmasını” zorlaması gerekmektedir.
Rumların en büyük korkularının, adanın bölünmesi ve Kıbrıs Türk tarafının kuzeydeki kendi toprakları üzerinde mutlak egemenlik kurması ve Türkiye ile çok daha derinlemesine işbirliğine girmesi ise bu korku koz olarak kullanılmalıdır.
Kıbrıs Türk tarafı 31 Aralık 2016 günü saat 24:00’ı müzakerelerin bir sonuca bağlanmasının ya da takvimlenmesinin, hakem konulmasının son günü ve son saati olarak açıklayabilir, bunlar gerçekleşmez ise;
- 1 Ocak 2017 sabahından itibaren Türkiye ile daha evvel imzalanan anlaşma içeriğince KKTC’nin kara sınırlarının uzantısı içindeki Münhasır Ekonomik Bölgesinde her tür araştırmak yapmak üzere yetkilendirilen Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Şirketinin arama başlatmasına izin verileceğini;
Gene bir sonuç alınamaz ise,
- 1 Mart 2017 tarihinden itibaren, KKTC elektirk sisteminin Türkiye’nin elektrik enterkonnekte sistemine bağlanacağını;
Gene bir sonuç alınamaz ise,
- 1 Mayıs 2017 tarihinde Türkiye’nin elektrik sistemine uyumlu elektrik sistemine geçilerek, tüm uygulamaların TSE standartlarına göre yapılacağını;
Gene bir sonuç alınamaz ise;
- 1 Temmuz 2017 tarihinde trafik sisteminin eski İngiliz sisteminden çıkarılarak AB’de ve Türkiye’de uygulanan sağdan gidiş trafik sisteme geçirileceği,
Gene bir sonuç alınamaz ise;
- 1 Eylül 2017 tarihinde Türkiye ile KKTC arasında “Dört Özgürlüğün”, yani yerleşim, iş kurmak, mal edinmek ve dolaşım özgürlüklerinin uygulamaya konacağını;
Gene bir sonuç alınamaz ise;
- 1 Kasım 2017 tarihinden itibaren Türkiye ile KKTC arasında yapılacak bir anlaşma ile Güvenlik Kuvvetleri ile Türk Barış Kuvvetlerinin lav edilerek ortak bir askeri gücün kurulacağını;
Gene bir sonuç alınamaz ise;
- 1 Ocak 2017 tarihinden itibaren Türkiye ile KKTC arasında entegrasyon çalışmalarının başlatılacağını;
KKTC hükümeti resmi olarak açıklayarak yukarıdaki yaptırım takvimini masaya koymalıdır. Rumların bu takvime rağmen bile bile masadan kaçmaları durumunda da tüm sorumluluk Rumlara ait olmak üzere yukarıda belirtilen yaptırımlar uygulamaya konmalıdır.
Müzakere masasına edilgen ve yalvaran taraf olarak oturmak yerine, başı dik ve koşullarını koyan taraf olarak oturmak bize, görkemli geçmişimize ve ırkımıza yakışacak bir davranış olacaktır.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
3 Ekim 2016
Müzakerelerde takvimi Türk tarafı koymalı … Prof. Dr. Ata ATUN için yorumlar kapalı