Rumları Ezen Türk Dış Siyaseti |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Rumlar için, uluslararası arenada istediklerini yaptırabildikleri eski günler çoktan geride kaldı.
Hem papaz hem de acımasız bir katil olan Makarios’un, Bağlantısız Ülkelerin Liderliğine oynadığı günlerden kalan politik miras çoktan bitti.
Rumlar, Makarios’un ellerine tutuşturduğu elma şekerini, 1960’lı yıllardan beri yalaya yalaya bitirdiler ve şimdi sadece sapı kaldı ellerindeki o şekerin.
Limasol’dan Hayfa’ya veya herhangi bir İsrail limanına gidecek bir feribota binmek isterseniz, Limasol limanında, yani Kıbrıs Rum Cumhuriyeti toprakları üzerinde, İsrail polisine ayrılmış özel bölgede, İsrail polisince veya İsrail görevlilerince tepeden tırnağa aranırsınız, incelenirsiniz, evrak işlemleriniz tamamlanır ve ancak ondan sonra gemiye binebilirsiniz.
Bu işlem, bayrağına ve sahibine bakılmaksızın, İsrail’e gidecek her gemiye uygulanır. Kıbrıs Rum Cumhuriyetinde, İsrail’e gidecek gemiler ve yolcular konusunda söz sahibi sadece İsrail devleti ve onun resmi memurlarıdır. Söz konusu gemiyi ararlar, evraklarını incelerler, istedikleri yolcunun gemiye binmesine izin verirler, istemediklerini de kapının önüne koyarlar. Kimse karışamaz kendilerine. Rum Polisinin veya Rum Muhaceret memurlarının sözü geçmez bu bölgede.
Bu denli İsrail’in ilişkileri Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ile içli dışlıdır.
Yıllarca Rum hükümeti, bu sıcak ilişkilere ve İsrail devletine verilen söz konusu tavize veya imtiyaza dayanarak, İsrail ile KKTC arasındaki olası bağlantıları önleyebilmiş ve setler çekerek mani olmayı başarmıştı.
Ama Türkiye’nin son yıllarda büyük bir yükselişe geçen bölgedeki siyasi ve ekonomik gücü, karşı konulamaz bir rüzgâr gibi Rumları açıkça ezmeye ve önünde sürüklemeye başladı.
“Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” felsefesi ile 1970’li yıllarda arkasına Yunanistan’ı da alarak ASALA militanlarına ve PKK teröristlerine Güney Kıbrıs’ta eğitim kampları açarak Türkiye aleyhine faaliyetlere başlayan Kıbrıs Rum Hükümeti, silahları satın aldığı Mısır’ı para zoru ile, Hatay topraklarını geri almak konusunda işbirliği yapmak vaadi ile de Suriye’yi kandırarak bir nevi Türkiye etrafında bir şer, yani kötülük, ittifakı (birliği) yaratmaya çalışmıştı.
Şu anda yaklaşık 3,000 tanesini Kıbrıs Rum vatandaşı yaptığı Lübnan’lı zengin Hıristiyanlara, iç savaş döneminde kapılarını açmış, iş kurmalarını sağlamış, vatandaşlık ve ikamet izinleri vererek, Şer İttifakını genişletmişti.
Bir türlü sıkı fıkı bağ kurup Türkiye karşıtı grup içine alamadığı İsrail’e ise, toprakları üzerinde aynen İngiliz üsleri gibi “Egemenlik Hakları” vererek bağ kurmayı denedi ve bunu da yıllarca Türkiye ve Kıbrıs Türkleri aleyhine gizliden gizliye kullanmaya çalıştı.
Tabii her şeyin bir sonu vardır.
Elbette bu “Şer İttifakı”nın elebaşısının da, siyasi menfaatler elde etmek için kurduğu tezgâhın sonu geldi. Daha doğrusu tezgah battal oldu artık.
Başarılı Türk Dış Politikası, başarılı Türk ekonomisi ve bölgede tartışmasız söz sahibi Türk Silahlı Kuvvetleri ister istemez dengeleri bozdu ve yıllar boyu Türkiye aleyhine oluşturulmuş ittifakları Türkiye’nin lehine çevirdi.
Mağusa-Lazkiye seferlerinin başlaması,
Başer Esad’ın “Yüzümü Türkiye’ye döndüm” tanımlaması ve karşılıklı dostluğa ve işbirliğine dayalı yeni Türkiye-Suriye ilişkileri,
Mısır’ın, Rumların sahtekârlıkla ilan ettikleri münhasır ekonomik bölge anlaşmasını askıya alması,
Mısır’da Türk işadamlarının milyarlarca dolarlık yatırım yapmaları,
Türk yatırımcılar için özel serbest bölge kurmaları ve yeni boyut ve sıcaklıktaki Türkiye-Mısır ilişkileri,Lübnan’ın Rumlarla imzaladığı münhasır ekonomik bölge anlaşmasını dondurması,
Ve İsrail Hükümetinin Tel Aviv’de KKTCnin Ticaret ofisinin açılmasına onay vermesi,
Hep bu güçlü Türkiye rüzgârının Orta Doğu’da esmesinin sonuçlarıdır. Ben asla İsrail’in Kıbrıs Rumlarını, Türkiye’ye tercih edebileceklerini düşünmüyorum. Buna ihtimal bile vermiyorum. İsrail’in bölgedeki varlığı ve yaşamının sürdürülebilirliği belli oranlarda Türkiye’nin bölgesel söz sahipliği ve gücü ile doğrudan bağlantılı.
Üstelik Rumların İsrail Büyükelçisinin, büyük bir pişkinlikle Adalet Bakanı Daniel Friedmann’a, Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’ye ve Başbakan Ehud Olmert’e gönderdiği, KKTC Ticaret Ofisinin açılmasını engellemeye yönelik mektubunda kaleme aldığı “İsrail’in, Suriye ile aynı kulüpte görünmesi hoş olmaz” tanımlamasına, KKTC Ticaret Ofisinin kayıt işlemlerini yürüten İsrail eski Başbakanı Ariel Şaron’un büro müdürü Dov Weissglas’ın bir personelinin, “Suriye ile değil ama KKTC’nin New York ve Washington’da temsilcilik açılmasına yıllar önce izin vermiş olan ABD ile aynı kulüpte olacağız” yanıtı, İsrail’in bu konudaki kararlı tavrını ortaya koyarken, Rumların da acizliğini gözler önüne sermektedir.
Tüm bunlara ilaveten 2006 yazında patlak veren II. Lübnan Savaşı’nda AB vatandaşlarının ve Lübnanlıların bölgeden tahliyesine yardımcı olmasının karşılığında, Fuad Sinyora Başbakanlığındaki Lübnan hükümetinden bedelsiz su jesti bekleyen Rumlara dün verilen “Hayır” yanıtı da, Rum hükümeti içinde, bir başka hayal kırıklığı yaşanmasına neden oldu.
Söylemiştim.
Elma şekeri bitti. Sapı kaldı.