Girit ve Kıbrıs benzeşmesi

Girit ve Kıbrıs benzeşmesi

Kıbrıs ile ilgili konuların her tartışılmasında, aşamalara dikkat çekilmesinde de yine her zaman Girit örneği kullanılır. Bu iki adanın kaderinin benzeşmesinden ya da coğrafi olarak aynı bölgede yer almalarından ziyade her ikisi üzerinde de oynanan uluslararası politik oyunların ve “Megali İdea“nın hedefleri içinde yer almalarının bir sonucudur.

Her iki ada da tarih boyunca varlıklarını başka devletlere bağlı olarak sürdürmüştür. Dolayısıyla adalar üzerindeki egemenlik kurma mücadeleleri genellikle birlikte yürümüştür. Adalardan birisine sahip olan güç, hemen diğerine yönelmiştir.

Her iki ada stratejik bütünün bir parçası gibidir. 648 yılında Kıbrıs Adası’nı ele geçiren Araplar, Girit’e yönelmişler ve 826 yılında Girit’i almışlardır. Ardından 760 yılında Kıbrıs’ı geri alan Bizanslılar 960 yılında Girit’i almışlardır. 1192 yılında Kıbrıs’ı ele geçiren Venedikliler, 1204 yılında da Girit’i elde etmişlerdir. Son olarak 1571 yılında Kıbrıs Osmanlılar tarafından alınmış, 1669 yılında da Girit’in fethi tamamlanmıştır.

Görüldüğü gibi Doğu Akdeniz egemenliğinde ilk alınan ada hep Kıbrıs olmuştur.

Osmanlı yönetimi Kıbrıs’ta 1571’de Girit’te de 1645’de başladı. Her iki adada da Katolik baskısı sona erdi. Daha önemlisi yine her iki adada yerli halka toprak üzerinde mülkiyet hakkı tanındı. Bu özellik Osmanlı genel sistemi içinde pek yaygın değildir. Yine her iki ada halkı millet sistemi içinde Venedik dönemine göre çok daha özgür bir hayat alanına kavuştular.

Girit’te var olan Ortodoks kilisesi bağımsız bir dini otorite değil, Fener Patrikhanesi’ne bağlı bir kilisedir. Girit’teki metropolitlik her zaman Fener Patrikhanesi’nin ve İstanbul’un kontrolü altındadır.

Kıbrıs’ta ortaçağlardan beri önemli bir Ortodoks kilisesi vardır. Her ne kadar Venedik döneminde bu kilise etkisizleştirilmeye çalışılmışsa da Osmanlı döneminde tekrar ihya edilmiştir.

Adalardaki nüfus oranları hemen hemen birbirine yakındır. XIX. yüzyıl öncesinde her iki adada da Rum nüfusun Müslüman nüfustan biraz fazla olduğu görülmektedir.

1821 Yunan isyanı sırasında her iki adada da isyanlar çıkmış, Kıbrıs’ta ayaklanmalar bastırıldıktan sonra 1878’e kadar ciddi bir olaya rastlanmazken Girit’te olayların ardı arkası hiç kesilmemiştir.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren iki adanın kaderi yine birbirine yaklaşmaya başlamıştır. Yeni kurulan Yunanistan’ın büyüme hedefleri diğer adalar gibi Girit ve Kıbrıs’ı da içine almıştır

Megali İdea hedefleri arasında Teselya, Epir, Adalar, Girit, Batı Trakya’dan başka Kıbrıs ve Batı Anadolu’da yer almaktadır. Teselya, Epir, Adalar, Girit ve Batı Trakya bu sınırlar içine alınabilmiştir. Kıbrıs ve Batı Anadolu, Megali İdea’nın başarısız olduğu yerlerdir. Yunanistan’ın Küçük Asya macerası bu ülkenin reel politikasından Batı Anadolu’yu çıkarmıştır. Fakat, Kıbrıs için aynı şeyi söylemek pek de mümkün görünmemektedir. Başka bir deyişle Kıbrıs Yunanistan’ın reel politikasından çıkmamıştır. Dolayısıyla Kıbrıs politik olarak, Teselya, Epir, Adalar Girit ve Batı Trakya politik gelişmelerinin sanki bir devamı imiş gibi görünmektedir.

Girit’te de, Kıbrıs’ta da enosisçilerin tek bir idealleri vardı, o da Büyük Yunanistan’ın kurulmasıydı.

Her iki adada da gerilimin sürekli diri tutulması, tedhiş, Türklerin kaçırılması ve Yunanistan ile birlikte uluslararası propaganda hep benzer çizgilerde gelişti. Nitekim bu yöntemlerin Girit’te kendilerince başarılı olduğu da görüldü. Bunun için özellikle Girit isyanları Kıbrıslı Rumlar için çok önemli kabul edilmiş ve yakından izlenmiştir. Girit’te enosis adına başarı olarak kabul edilen yöntemlerin Kıbrıs’ta da uygulanmasının koşulları araştırılmıştır.

Girit’te Rum çetecilerin, Müslüman Türk halkına karşı giriştiği tedhiş hareketleri Kıbrıslı enosisçiler için de uygulanabilir bir politika olmuştur.

Tedhiş olayları Büyük Devletlerin müdahalesini kolaylaştırması açısından da önemliydi.

Girit Adası’nda Müslüman halkın güvenliğinden sorumlu olan İngiltere, Avusturya, Fransa ve Rusya, Yunanlıların ilhak faaliyetlerine gözlerini kapatmışlardır.

Sonunda 1913 yılında Yunanlılar, Girit’i ilhak ettiler.

Benzeri bir oldu bitti (Kıbrıs’ın da Girit gibi Yunanistan’a ilhakı) ile karşı karşıya kalmak istemeyen İngiltere Kasım 1914’te Kıbrıs’ı ilhak etti. Bu duruma Rumların oldukça sevindikleri görülür. Çünkü onlar Yunan dostu olan, Adalar’ı ve Girit’i Yunanistan’a kazandıran İngilizler’in eninde sonunda Kıbrıs’ı da Yunanistan’a vereceğine inanıyorlardı. Üstelik Kıbrıs konusunda artık Osmanlı devleti de olayın resmen tarafı olmaktan çıkmıştı.

1.ci ndünya savaşından sonra değişen şartların ilki Girit artık tamamen bir Yunan toprağıdır. Bu enosisçiler için bir başarıdır. Girit’teki politikaların Kıbrıs’a uygulanması mümkündür. Bu çerçevede Girit ve Kıbrıs’ta XIX. yüzyılda görülen tedhiş, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kıbrıs’ta planlı bir imha hareketine dönüşür. 1955-59 EOKA tedhişi, 1963-74 yıllarında Türk toplumunu imha hareketleri ve Akritas Planı hep Girit’teki uygulamaların adeta birer tekrarıdır

XIX. yüzyılda Girit bir Avrupa sorunu olduğu halde, XX.ci ve XXI.ci  yüzyılda Kıbrıs, içinde AB’nin de yer aldığı bir BM sorunu olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu Girit’te sadece kağıt üzerinde “hakk-ı hakimiyet” ibaresinin kullanılması adına masa başında bir çok tavizler vermiştir. Hatta Girit için girişmeyi göze aldığı 1897 savaşından galip çıktığı halde, barış masasında egemenlik haklarını bir anlamda kendi eliyle ipotek altına koymuştur.

Şimdi de 1974 Barış Harekatında galip çıktığı halde, aynen XIX.cı yüzyılda Osmanlılara yapıldığı gibi kağıt üzerinde “hakk-ı hakimiyet” ibaresinin kullanılması benzeri gibi masa başında bir çok tavizler istenmektedir.

Galiba Girit ve Kıbrıs arada neredeyse yüzyıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen birbirine çok benziyor.

Acaba yanılıyormuyum?

28 Ekim 2005
Girit ve Kıbrıs benzeşmesi için yorumlar kapalı
Okunma 77
bosluk

Rumların Azerbaycan oyunu tutmadı

Rumların Azerbaycan oyunu tutmadı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Temmuz başında Bakü’ye yaptığı ziyaretinde Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, KKTC’nin uluslararası izolasyondan kurtulmasına yardımcı olmak için girişimde bulunacağını taahhüt etmişti.

Devlet Başkanı İlham Aliyev tüm dış baskılara rağmen bu sözünü tuttu ve  içindeki Türkiye sevgisi ile, Türkiye’nin yavrusu KKTC uğruna bunların hepsini göğüslemeyi seçti. Bizim için çok önemli ve hayati bir adım atarak Uluslararası Haydar Aliyev Havaalanı ile Kuzey Kıbrıs’taki Ercan Havaalanı arasında direkt uçuşların başlatılması için korkmadan düğmeye bastı.

Yıllardan sonra ilk defa Türkiye dışından bir uçak, Rumların tüm tehditlerine ve uçuşu engellemek için tezgâhladıkları Bizans oyunlarına rağmen 28 Temmuz günü Ercan havaalanımıza indi.

Bunu bir türlü kabullenemeyen Rumlar işi, AB üyeliklerini koz olarak kullanarak Azerbaycan’a şantaj yapmaya kadar vardırdılar. İlk işleri AB ile Kafkas ülkeleri (Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan,  Moldavya ve Ukrayna) arasındaki faaliyet planını bloke etmek oldu. Kıbrıs Rum hükümeti, Azerilerin işgal bölgesindeki Ercan Havaalanı’na doğrudan uçuşları nedeniyle, bu programa ret oyu verdiler.

Verdiler de pek bir işe yaramadı.

Önce bu girişime İngiltere karşı çıktı ve AB Dönem Başkanlığı kozunu kullanarak Rum Yönetimini Gürcistan ve Ermenistan ile karşı karşıya bırakacak bir manevra yaptı.

Rumların bu tür dalaverelerinden bıkan İngiltere, AB üyeliklerini sadece kendi çıkarları için kullanmak yolunu seçen ve AB içinde kendi başlarına at oynatabileceklerini sanan Rum Yönetimine Avrupa düzeyinde sorunlar çıkarmak için her yolu denemeye başladı. Rum Yönetimi, Azerilerin Ercan Havaalanı’na doğrudan uçuşları nedeniyle, bu programa ret oyu vererek AB’nin Azerbaycan ile ilgili faaliyet planını bloke edince, İngilizler de bu blokajı Gürcistan ve Ermenistan’ı da kapsayacak şekilde genişlettiler. Bir anda Kıbrıs Rum Yönetimi, can yoldaşı Ermenilerin çıkarlarına taş koymuş konumuna düştü ve geri adım atmak zorunda kaldı.

Bunun arkasından İngiltere, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin, iyi ilişkilere sahip olduğu Ermenistan ve Gürcistan’a karşı düşmanca davrandığını iddia ederek, Rum Yönetimi AB içinde zor durumda bıraktı.

Arkasından bu defa işe Avrupa parlamentosunda yer alan Yeşiller ve Liberaller grupları karıştılar ve Rumların bu cezalandırma amaçlı davranışına cephe aldılar.

AB Dönem Başkanı İngiltere’nin, KKTC’yi yükseltme yönünde çaba üstlenen Azerbaycan’a verdiği desteğe, Avrupa Parlamentosu içindeki Yeşiller ve Liberaller grubu da arka çıktı.

Yeşiller ve Liberaller evvelki günkü toplantıda “Azerbaycan Faaliyet Planının” Avrupa Parlamentosu tarafından benimsenmesi için elden geleni yaptılar. Ercan’a direkt uçuş yapmaları ve KKTC’de kültür merkezi açmaları nedeni ile Rum yönetimin Azerbaycan hükümetine karşı sürdürdüğü kan davasına alet olmamayı başararak, büyük bir ustalıkla Azerbaycan Faaliyet Planı ile Rumların Azerileri cezalandırma çabalarını birbirinden ayırdılar.

Son şekli ile Avrupa Parlamentosu’nun Azerbaycan’la ilgili karar metninde yer alacak ifadeler arasından, KKTC’ye direkt uçuş gerçekleştirmesi nedeniyle Rumların koydurdukları sert ifadeleri çıkardılar. Azerilere sadece Uluslar Arası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO)  kurallarına uyma tavsiyesinde bulunuldu ve KKTC’ye uçmaları konusu ise siyasi olmaktan çıkarılıp tamamen teknik bir konu haline dönüştürüldü.

İşin ilginç yanı, daha önce farklı bir tutum benimseyerek Azerbaycan’a, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile sorunlarını çözmemesi halinde AB’nin faaliyet planının dışında bırakılacağı şeklinde sert bir uyarıda bulunulmasını savunan Avrupa Halk Partisi ve Avrupa Solu ile aynı safta bulunan “Sosyalist Grup” da  Liberaller ve Yeşiller’e katıldı.

Anlayacağınız, Rumlar AB içinde bekledikleri desteği bulamıyorlar.

Oylamanın sonucu ise Rumlar için tam bir fiyasko.

Avrupa Parlamentosu’nda evvelki gün yapılan “AB-Azerbaycan Hava Taşımacılığı anlaşmasının aktifleştirilmesi”  oylamasındaki Evet oyları 355,  Hayır oyları 54  ve Boş oylar da 10.

Rumlar bu oylamaya çok güveniyorlardı ve Azerbaycan’ı Ercan’a uçtukları için cezalandıracaklarından emindiler.

27 Ekim 2005
Rumların Azerbaycan oyunu tutmadı için yorumlar kapalı
Okunma 62
bosluk

Papadopulos ağlama duvarında

Papadopulos ağlama duvarında

Papadopulos anlaşılan çok sıkıntıda. ABD ve İngiltere yaptıkları girişimlerle ve attıkları adımlarla Papadopulos’a rahat uyku uyutmuyorlar.

Hele son günlerde ABD ile başlayan KKTC’ye kimlik kazandırma atağı arkasından İngiltere’nin, Ekim başında hemen hemen aynı anda ve aynı mealde yaptığı hareketler, KKTC’nin yükseltilmesine yönelik çabaların durmaksızın devam edeceğinin ön habercileri.

Buna birilerinin takoz koyması gerekli yoksa Rum Yöneticiler artık eskisi gibi uluslar arası arenada at oynatamıyorlar. Bir kere foyaları meydana çıktı. Daha evvel dedikleri dedik idi, söylediklerini ciddiye alıp dinleyenler vardı ama artık öyle değil.

Şimdi Rum Yöneticilerden habersiz bir yerlerde bir şeyler pişiriliyor ve Rum yöneticiler bu işten bayağı rahatsız.

BM’de perde arkasında, Kıbrıs’taki BM Barış gücünün geri çekilmesi konusunda bir takım elle tutulur çalışmalar var. Rum yöneticiler bu girişimi kokluyorlar ama işin kökenine inemedikleri için bir türlü müdahale edemiyorlar.

Arkasından, canlarını sıkan bir başka hazırlık daha yapılıyor.  Kıbrıs konusunda 4’lü (Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum toplumu arasında) Konferans yapılması gerekliliği fikri bayağı yaygın ve taraftarı da çok.

Rumlar bu işe çok karşı. Kendilerinin muhatabının KKTC yerine Türkiye olması için elden geleni yaparlarken aniden toplum düzeyine indirgeniyorlar ve Türkiye’nin muhatabı şimdi Yunanistan ve diğer garantör İngiltere olması ön görülüyor. Zaten kambersiz düğün olmayacağı için, işin içine bir yerden İngiltere’de girecek.

Zora giren Papadopulos’un birilerine gidip ağlaması lazım.

Başını koyup ağlayabileceği tek duvar Rusya aslında ama şimdilik Rusya AB içinde olmadığından Fransa’ya ağlamak zorunda.

3 Ekim öncesi İngiltere ile Fransa arasında Kıbrıs konusunda varılan uzlaşıdan Papadopulos büyük bir rahatsızlık duyuyor. Bir taşla iki kuş vurabilmek için bu gün öğleden sonra AB Hükümet ve Devlet Başkanları gayrı resmi toplantısına katılmak üzere Londra’ya gidecek. Orada Blair ve Jack Straw ile bir gayrı resmi birer görüşme yapıp endişelerini dile getirecek. Belki de adadaki üsleri şantaj malzemesi olarak kullanıp İngiltere’nin KKTC’yi yükseltme çabalarına son vermesini ve Katılım Ortaklığı Belgesinin yeni şeklini alması için de desteğini isteyecek. Arkasında da ver elini Fransa.

Rumlar Fransa’yı yanlarına alabilmek için Paris’e Perşembe gününden başlamak üzere 3 gün sürecek bir politik-diplomatik çıkarma harekatı yapacaklar.

Papadopulos bu kritik Paris ziyareti sırasında Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Fransa Parlamento Başkanı Jean-Louis Debre ve Fransa Senato Başkanı Christian Poncelet ile biraraya gelecek.

Ana gündem Türkiye-AB süreci.  AB Komisyonu’nda kapalı kapılar ardında müzakere edilen “Türkiye İlerleme Raporu” ve buna bağlı olarak yayınlanacak olan “Katılım Ortaklığı Belgesi” (KOB), konusunda Rum yönetiminin, Limanların açılması ile Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin Türkiye tarafından tanımasının bir takvime bağlanması ve bu iki koşulun KOB’un içine konması istekleri var.

Bu isteklerine bazı AB üyesi ülkeler karşı çıkıyor.

İşte Papadopulos gerek İngiltere’de gerekse de Fransa’da yapacağı üst düzey görüşmelerde Türkiye konusunda İngiltere’nin ve Fransa’nın desteğini almaya çalışacak.

Bence destek yerine nasihat alacak.

Zaten İngiltere’nin bu konudaki tutumu açık. Fransa ise Türkiye ile olan ekonomik ilişkilerini ve kaybedeceği pazarı göz önüne alarak, arenaya hep kerizleri sürüyor ve kendisi ortaya çıkmıyor. Gene aynı taktiği uygulayacak.

26 Ekim 2005
Papadopulos ağlama duvarında için yorumlar kapalı
Okunma 38
bosluk

Papadopulos’un çözüm çalışmaları

Papadopulos’un çözüm çalışmaları

Rum Yönetimi Başkanı Tasos Papadopulos’a kulak verirseniz kendisini barış havarisi zannedersiniz.

Papadopulos yıl sonuna kadar Kıbrıs konusunda gelişmeler olacağı görüşünde ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan’nın da harekete geçmesini bekliyor havasında.

Görünümü ve kendisini pazarlaması aynen böyle.

Papadopulos’un, Atina’da yayımlanan “TO VİMA” gazetesine verdiği demecini okursanız  şimdi talep ettiğinin Genel Sekreter’in hakem olarak yeni bir plan getirmesini değil, Annan Planı’nda istediği değişiklikleri Genel Sekreterin araştırması ve iki taraf arasında ortak bir zemin oluşturup oluşturamayacağına bakması olduğunu görürsünüz.

Üstelik Papadopulos, ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın Cumhurbaşkanı M. Ali Talat’a ABD’ye ziyaret davetini hoş olmayan bir gelişme olarak algılıyor.  ABD’nin politikasının KKTC yönetiminin düzeyini yükseltmek olduğunu ve CB Talat’la yapılacak görüşmeyi de tahrik edici olarak tanımlıyor. ABD’nin bu hareketinin adada birleştirmeden ziyade ayırımcı bir sonuç vereceği düşüncesinde.

Ve buradan başlayarak adada çözümü istiyor havalarında çözümsüzlüğü nasıl sürdüreceğinin ve Türkiye’yi adadan nasıl koparacağının planlarını yapıyor.

Öncelikle Cumhurbaşkanı, M. Ali Talat’la görüşme yapmak istemediğini açıkça ortaya koyuyor. Gerekçesi de CB Talat’ın adadaki Türk ordusunun varlığı konusunda, Türkiye’nin garanti hakları ve Türkiye’den gelerek adaya yerleşen ve şimdilerde Rumlardan daha fazla bu topraklar üzerinde hak sahibi olan kardeşlerimizin geleceği hakkında söz söylemek hakkına sahip olmadığı düşüncesinde. Bu nedenle de adada olası çözüm senaryolarını tartışmak için bir araya gelemeyeceklerini, BM gözetimi dışında kendisi ile Talat arasında her hangi bir görüşme olmayacağını söylüyor.

Oyun bozanlığa da buradan başlıyor.

Arkasından ulusa sesleniş konuşmasında, “Yeni, özlü ve verimli diyaloğun dikkatli ön hazırlığı için, gürültüsüz bir şekilde işbirliği yapıyor ve çalışıyoruz, aynı zamanda Türk tarafının alışılmış uzlaşmaz ve retçi tutumunu ortaya koymasıyla, böyle bir diyalogtan vazgeçilmemesini umut ediyoruz” palavrasını atıyor ve gerçekte de kafasındaki asıl amacını ortaya koyuyor.

Bu “ön hazırlığın işbirliğini” kiminle yaptığını çok merak ediyorum.

İşbirliği yaptığı kişiler veya makamlar kesinlikle ABD değil, İngiltere değil, BM yetkilileri veya Genel Sekreter Kofi Annan değil, Türkiye değil, biz ise hiç değiliz. Peki bu kişiler kimler acaba?.

Bence olumlu yönde yaptıkları bir çalışma yok.  İşbirliği yaptıkları bu kişiler veya makam, Yunanistan CB’si Papulyasın son konuşmalarına bakarsak olsa olsa Yunanistan olabilir düşüncesindeyim.

Zaten al birini çal diğerine. Sanki aralarında çok fark varmış gibi.

Bana göre sürekli olarak ön hazırlıktan bahsetmek ve çözümsüzlüğün kaynağı olarak da Kıbrıs’lı Türkleri göstermek yeni bir diyalogtan veya müzakerelerden kaçmak için ustaca kamufle edilmiş bir bahanedir.

Gerçekte ne Cumhurbaşkanı Papadopulos ve ne de çalışma arkadaşları böyle bir ön çalışma veya gayret içindeler.

Tüm çalışmaları, AB Katılım Ortaklık Belgesi içine, Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni belli bir tarihe kadar tanıması koşulunu koydurtmak ve bu tarihe kadar BM gözetiminde müzakerelerin başlamaması için elden geleni yapmak. Türkiye’nin Katılım Ortaklık Belgesi koşulu olarak zorunlu bir şekilde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanımasından sonra da asla BM gözetiminde görüşmelere başlamamak ve AB’ye sırtını dayayarak Türkiye’den önce askerlerini adadan çekmesini talep etmek, sonra da Türkiye’den gelen kardeşlerimizi tümü ile geri göndermek.

En sonunda da adanın kuzeyini, bir tek kurşun sıkmadan elini kolunu sallayarak Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti idaresi altına almak.

İşte Papadopulos’un çalışma dediği bu.

25 Ekim 2005
Papadopulos’un çözüm çalışmaları için yorumlar kapalı
Okunma 51
bosluk

Katılım Ortaklığı Belgesine yeni müdahaleler

Katılım Ortaklığı Belgesine yeni müdahaleler

Katılım Ortaklığı Belgesi, 3 Ekim’de tasarlandığı ve üzerinde mutabakata varıldığı gibi değil artık.

Birileri Türkiye’nin havaalanlarını ve limanlarını Rum gemi ve uçaklarının kullanımına açması için habire ortalığı karıştırıyor ve bunu Katılım Ortaklığı Belgesi içine koymak için de elden geleni yapıyor.

Bu birilerinin Rum kesimi olduğunu sanıyor insan ilk başta ama kazın ayağı hiçte öyle değil.

Öncelikle işin başını Avrupa Halk Partisi çekiyor. Ben Avrupa Parlamentosu içinde en büyük çoğunluğa sahip Hristiyan Demokratların bu işi hiç bıkmadan usanmadan dürteceklerini sanırken,  Avrupa Halk Partisi  Türkiye’nin limanlarını Kıbrıs Rum bandıralı uçak ve gemilere açma işini kendine görev edindi.

Taktiğe göre konunun devamlı olarak, her fırsat ve koşulda değişik kişiler ve gruplar tarafından dile getirilmesi gerekiyor. Bunun arkasından önce Türkiye’ye iğnelemeler, manevi baskılar ve işittirmeler başlayacak sonra da işin ciddiyeti anlaşılsın diye bazı AB üyesi ülkeler tarafından “VETO” sözleri yüksek sesle mırıldanacak.

Operasyonun ilk adımı yürürlüğe kondu. Aynen söylediğim gibi uygulama başladı.

Siftahı Güney Kıbrıs’a ziyaret gerçekleştiren Avrupa Halk Partisi Başkanı Wilfried Martens yaptı. Dört gün evvel Güney Kıbrıs’a yaptığı ziyarette daha ayağının tozunu silkelemeden Türkiye’nin gümrük birliği protokolünü onaylanması ve uygulamaya koyması gerektiğini söyledi.

Arkasından evvelki gün Avrupa Halk Partisi Parlamento Grubu Başkanı Hans Gert Pettering’de benzeri sözler söyledi ve Türkiye’nin hoş olmayan ve zor bir durumdan kaçınmak için Kıbrıs Rum bandıralı gemilere limanlarını açmasının gerekeceğini iddia etti.

Pettering, Türkiye’nin gümrük birliği protokolünü imzaladığını ve gümrük birliğini tüm üye ülkelerle, hiçbir koşul öne süremeden genişletmesi gerektiğine inanıyor.

Zaten Avrupa Parlamentosu da ekprotokol TBMM’de onaylanmadan,    ekprotokolü onaylamamak ve yürürlüğe koymamak kararı aldı. Türkiye’nin ekprotokolü, yayınladığı deklarasyonla birlikte onaylayıp onaylamayacağını açıkça görmek istiyorlar. TBMM’nin ekprotokolü deklarasyonla birlikte onaylayıp Rum gemi ve uçaklarına liman ve hava sahasını açmayı reddetmesi durumunda da bir dizi tedbirler almak ve yaptırımlar uygulamak niyetindeler.

Şimdi de AB Komisyonu, 9 Kasım’da ilerleme raporuyla birlikte yayımlayacağı Türkiye’nin müzakere sürecindeki yol haritası olan “Katılım Ortaklığı Belgesi”ne, Türk limanlarının Rum gemilerine açılmasını ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile olan ilişkilerini normalleştirmesi koşulunu koymak kararında.

Genelde Katılım ortaklığı belgesinde genellikle hem kısa vadeli hem de orta vadeli hedefler yer alır. Bu seferkinde sadece kısa vadeli hedefler olacak.

Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti yönetimi, komisyonun bir adım daha ileri giderek, limanların açılmasının belgede kısa vadeli hedefler arasında yer almasını istiyor. Buna ilaveten de belgeye, “Tanıma” ifadesini sokmakta da bayağı kararlılar. Bunun için sonuçları AB’den dışlanmaya kadar gidebilecek olan “VETO” haklarını bile kullanmak niyetindeler.

Kısa vade hedefleri içinde yer almasını istedikleri üç madde var.

1-    Ek protokolün TBMM’den onaylanması,

2-    Limanların öncelikle açılması,

3-    Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanıması.

Avrupa komisyonu ilk iki öneriye yeşil ışık yakıyor.  İş Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin kısa vadeli tanınmasına gelince,  AB bunu, hem müzakere çerçeve belgesinde, hem de diğer Avrupa Birliği’nin yayınlamış olduğu deklarasyonlarda her zaman orta vadede -3, 4, 5 sene içerisinde göstermiş olmasından dolayı bu isteğe soğuk bakıyor.

Önümüzdeki 9 aylık dönemde, Ek protokolün TBMM’den onaylanması ve Limanların öncelikle açılması bir şekilde gerçekleşecek gibi.

24 Ekim 2005
Katılım Ortaklığı Belgesine yeni müdahaleler için yorumlar kapalı
Okunma 41
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar