VETO, Rum-Yunan çıkarlarına aykırı

VETO, Rum-Yunan çıkarlarına aykırı

3 Ekim’de hiçbir AB üyesi VETO kullanamayacak ve Türkiye-AB katılım müzakereleri başlayacak.

O güne kadar VETO’yu önleme çalışmasını da, Türkiye yapmayacak. Aslında yapacak olan Kıbrıs’lı Rumlar ve Yunanistan. Belki Türkiye, hiçbir AB üyesi devlet VETO kullanmasın ve müzakereler gecikmeden başlasın diye onlara biraz da yardımcı olacak.

Sözlerimi yanlış okumadınız. Allah beni yaksın ki öyle[1].

Büyük bir olasılıkla bir Türk-Rum-Yunan VETO’yu önleme lobisi oluşacak ve bu lobi canavar gibi ama birbirinden habersiz ve bağımsız çalışarak 3 Ekimde VETO kullanılmasını önleyecek.

3 Ekimde VETO kullanılmasının ve Türkiye ile AB’nin katılım müzakerelerin başlamamasının, uzun vadede Rumların veya Yunanistan’ın, yani Helen dünyasının çıkarlarına taş koyacak bir davranış olacağını artık herkes biliyor.

Rum ve Yunan hükümetleri, Türkiye’nin AB üyelik sürecinde kesinti olmasının ve gerginlik ortamı meydana gelmesinin, Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın çıkarına olmadığı görüşünü paylaşıyorlar. Bu nedenle şimdi her iki ülkede de büyük bir endişe var ve tüm Dış İşleri diplomatları ile üst düzey bürokratlar tan bir “Alarm” durumunda.

Atina, Lefkoşa’nın takınacağı tavırdan endişe duyarken, Lefkoşa da Fransa’nın içinde bulunduğumuz hafta değişen ve VETO’ya meyleden tavrından bayağı ürküyor.

Rum ve Yunan hükümetleri kısa süre içerisinde; yeni durumun görüşülmesi ve ortak tavır belirlenmesi amacıyla en üst seviyede (Tasos Papadopulos-Kostas Karamanlis) bir görüşme gerçekleştirilmeyi ciddi ciddi düşünüyorlar. Onlara göre bu işin hiç şakası kalmadı.

Her ikisi de biliyor ki, Türkiye’nin üyelik sürecini kendi iç nedenlerinden dolayı bloke etmek isteyen Fransızlar’dan ve diğerlerinden gelen baskılar 3 Ekim tarihi yaklaştıkça yoğunlaşacak ve kabak en sonunda Rumların başında patlayacak. Özellikle Fransızların, Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başlamadan önce Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıması gerektiğine ilişkin eylül ayında genel bir görüşme istemi halinde, Rumlar tam bir çıkmaza girecek ve tam “Üstü bıyık, altı sakal” durumuna düşecek.

Bu nedenle dün, Yunanistan Başbakanlık binasında Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis ve Dışişleri Bakanı Petros Moliviatis arasında bir strateji saptama görüşmesi yapıldı.

Rum yönetimi, Ankara’dan istediklerinin olabildiğince çoğunu koparmak için, Türkiye’nin üyelik müzakerelerine ilişkin yol haritasının içine söz konusu isteklerini koydurmaya çalışacak.

Peki bu nasıl gerçekleşecek. Tek bir yöntemi var. 3 Ekimde müzakerelerin VETO’suz başlaması ile gerçekleşebilir.

Başka bir yol da yok. Aksi takdirde, Kıbrıs’ın yarısı Rumların ve AB’nin avucunun içinden kayıp gidecek.

15 Ağustosta, yani bu Pazartesi sabahı yapılacak COREPER toplantısında Rumlar, AB’nin Türk deklarasyonuna resmi yanıt vermesini isteyecek ama çok da zorlamayacak. AB’nin vereceği deklarasyona, Türk deklarasyonunun, ek protokolün imzalanması ve Türkiye’nin protokolü hayata geçirmek  yükümlülüğü ile hiçbir alakası olmadığının da eklenmesini isteyecek. Yani bir yerde “İlave edilen deklarasyon geçersizdir” dedirtmeye çalışacak.

Eylül ayı başlarında yapılacak Dışişleri Bakanları Konseyi’nde ise Rum Hükümeti, 25’lerin geçen nisan ayında Türkiye’ye yönelik “ortak tutumları”na Kıbrıs’ın çıkarına olan diğer pekçok noktanın da net olarak eklenmesini talep edecek.

Görüldüğü gibi ne 15 Ağustos’ta, ne Eylül’de ne de Ekim’de yapılacak toplantılarda VETO kullanmak gibi strateji yok..


[1] Allah beni yaksın : [Kıbrıs’lı olmayan okurlarımız için açıklama]– Bu bir Kıbrıs Türk deyimidir ve söylenen sözün yüzde yüz doğru olduğunu teyit eder. A.A.

12 Ağustos 2005
VETO, Rum-Yunan çıkarlarına aykırı için yorumlar kapalı
Okunma 40
bosluk

Ufuktaki seçimler beklenen siyasi krizi tetikleyebilir

Ufuktaki seçimler beklenen siyasi krizi tetikleyebilir

Rum tarafında gelecek yıl Mayıs ayının 29’unda Milletvekilliği seçimleri var. Siyasi kazan gittikçe ısınacak ve günler yaklaştıkça iyice kaynayacak. Kimileri vatan haini olacak, kimileri de Türk dostu olarak suçlanacak.

Son kriz kıvılcımının sorumlusu Hristofyas. CB Mehmet Ali Talat ile  Papadopulos’a bir yemek daveti yaptı, yer yerinden oynadı.

DİKO kabak gibi ikiye ayrıldı.

AKEL Genel Sekreteri ve Rum Meclisi Başkanı Dimitris Hristofyas’ın kendi evinde vermek istediği bu yemek ve bu vesile ile yapılacak iki lider arasındaki sosyal görüşme fikri aslında ABD Dışişleri Bakanı Müsteşar Yardımcısı Bayan Laura Kennedy’nin düşüncesi ve tavsiyesiydi.

AKEL’in bu konudaki aracılığına karşılık Papadopulos’un ASTRA isimli Rum radyosuna telefonla bağlanıp, çok yakın geçmişte “kahve politikası” için söylediklerini bir çırpıda silip,  Hristofyas’ın bu girişimin benimsediğini söylemesi,  Papadopulos’un Başkanı olduğu DİKO içinde yangın çıkardı.

Papadopulos’un Meclisteki desteği koalisyona dayalı ve birazda kritik sayıda. İktidar :  AKEL (20)  +  DIKO (9)  +  KISOS (4) = 33/56

Muhalefet : DISY (19),  NEO (1) ,  EDI (1), ADIK (1) , KOP (1) = 23/56

Azınlıklar : Maronit (1),  Latin (1), Ermeni (1) = 3/3

Salt çoğunluk sayısı 30.

Papadopulos, daha düne kadar böylesi bir görüşmeye HAYIR derken,  bu sefer, AKEL Genel Sekreteri barışçıl düşüncelerini sempatik buldu ve en büyük destekçisine EVET dedi.

En büyük siyasi destekçisine kulak verirken bu defa da Başkanı olduğu siyasi parti içinde, parti içi çatışmalara neden oldu.

Yılların kumbarosu, Papadopulos’un ülküdaşı ve dava arkadaşı ve aynı zamanda da DİKO’un Asbaşkanı olan DİKO Larnaka Milletvekili Nikos Kleanthous, bu görüşmeye karşı ve sert bir biçimde Papadopulos’u eleştiriyor. Papadopulos ile CB Mehmet Ali Talat arasında yapılacak “sosyal içerikli bir görüşmenin” sadece Talat’a yarayacağı düşüncesinde ve iddiasında. Serde EOKA’cı olmak var, ne yapsın.

Aynı şekilde ağır toplardan, DİKO Lefkoşa Milletvekili Andreas Angelides, Cumhurbaşkanı Talat’a siyasi yükselme talebinde bulunma fırsatı tanıyacağı için böyle bir görüşmenin hata olacağı görüşünde. Buna karşın DİKO Baf Milletvekili ve Mecliste DİKO Sözcü yardımcısı olan Nikos Pittokopidis Papadopulos’un yanında. Bence Pittokopidis, 1991 yılından beri aralıksız devam ettirdiği Milletvekilliğini tekrar kazanmayı daha şimdiden garantiledi.

Rum Ulusal Konseyi’nde alınan kararların hiç birinde buna benzer bir strateji ve ileriye dönük adım yok. Belli ki, AKEL politbürosu geçmiş yılların barışçıl demeçleri ve CTP ile yapılan görüşmelerden sonra böylesi bir karar aldı.

AKEL bu inisiyatifi ile hem taraftarlarına Kıbrıs konusunda çözümü üstlendiği mesajını vermek istiyor hem de gelecek Mayıs ayındaki milletvekilliği seçimlerine dönük şimdiden yatırım yapıyor.

İktidarın küçük ortağı ama Papadopulos’un da Başkanı olduğu DİKO içinde büyük ortak AKEL’de referandum döneminde açılan yaraların sarılması ve AB parlamentosu seçimlerindeki gibi bir durumun da tekrar yaşanmaması için, AKEL ile dirsek temasının kesilmemesi ve AKEL’i daha fazla gücendirmeyelim görüşü hâkim.

Zaten öyle olmak da zorunda. Aksi takdirde, 29 Mayıs’tan sonra Rum siyasi sahnesinin üstü şişhane altı meyhane olacak.

11 Ağustos 2005
Ufuktaki seçimler beklenen siyasi krizi tetikleyebilir için yorumlar kapalı
Okunma 39
bosluk

Fransa, Papadopulos’u virra öne kaktırıyor

Fransa, Papadopulos’u virra öne kaktırıyor

Dünkü köşe yazımda hatırlarsanız Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, AB üyesi ülkelere birer mektup gönderdiğinden ve mektubunda Türkiye’nin Rum Yönetimi’ni tanımama politikasını değiştirmesi için AB üyelerinden oluşacak bir “Avrupa ülkeleri ittifakı” oluşturmak çağrısı yaptığını söylemiştim.

Türkiye’nin yayınlamış olduğu deklarasyonla Rum Yönetimi’ni tanımadığını belirtmesine Fransa çok bozulmuş gibi yapmasına rağmen  açıkça Türkiye’ye karşı tek başına VETO uygulama kararı alamıyor. Bunun nedeni biraz da ekonomik. Fransa’yı tabirle “sıkmıyor”.

İşin gerçeği de gerek Fransa’nın gerekse de diğer AB ülkelerinden hiçbirinin Türkiye’ye karşı tek başlarına VETO uygulamanın sorumluluğunu yüklenmek istememesi.

Nap’sın Chriac, VETO kararı almıyor, Veto etmeye cesaret de edemiyor. Ne yaptı etti, geçen hafta sonu tuttu, Bakanlar Kurulu’nu topladı ve VETO kararı yerine “Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımaması durumunda AB’ye katılım müzakerelerine başlayamayacağı” görüşünü  aldırmış.

Bu görüşe dikkatinizi çekerim. Karar değil bir iyi niyet veya başka bir tanımla kötü niyet görüşü.

Chirac bu görüşü aldıktan sonra muzaffer bir komutan duyguları ile Papadopulos’a kendi el yazısıyla bir mektup göndermiş ve içine de, “Marak etme Papadopulos gardaş,  Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımaması durumunda müzakerelere asla ve kat’a başlayamayacak” yazmış.

Asıl önemli olan, bu nottan sonraki  “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Fransa’yı hayal kırıklığına uğratmaması” çağrısı.

Bana göre, Chirac, Papadopulos’a sen Don Kişot rolünü oyna. Türkiye’ye karşı tek başına VETO kullan. Arkanda ben varım (ama sakın arkana bakma) diyor.

Rum Dışişleri Bakanı Yakovou, yılların politikacısı. Bence bu kararı yemedi ve dün Rum Devlet Radyo Televizyon Kurumu’na (RIK) yaptığı açıklamada, Fransa’nın, Türkiye’nin Rum Yönetimi tanıması ile müzakerelerin başlaması konularını ilişkilendirerek gerçekleştirdiği “politika değişikliğine” değindi ve “bir ülkenin tutumunu aniden değiştirmesinin birçok sebebi olmalıdır” diyerek kuşkularını açıkça ortaya koydu.

“Fransa’nın Türkiye’nin katılım sürecine ilişkin politikasını değiştirmesinin ardından Rum Yönetimi ve Atina arasında ortak bir politika belirlenmesi amacıyla hemen bir ortak toplantı düzenliyorlar. Bir nevi “Acil durum” toplantısı.

Bu toplantıya Yunan-Rum üst düzey bürokratlar ve politikacılar katılacak ve yeni durum tekrar değerlendirilecek.  İşin içinde, piyon gibi kullanılıp oyuna gelmek, Dimyata giderken eldeki bulgurdan olmak da var.

Yakovu, Kıbrıs Rum yönetiminin ilk hedefinin Kıbrıs sorununu çözmek ve Türkiye’nin AB perspektifinden azami bir şekilde yararlanarak,  çözüme ulaşılmasında daha çok imkânın ve kazanımların elde edilmesi olduğunu söylüyor.

Tüm bu beklentilere rağmen, Türkiye 3 Ekim’e kadar Kıbrıs’ı tanımayacak ve limanlarını da açmayacak.

Türkiye’nin hedefi BM’de Kıbrıs sorunu çözümlenene kadar, Kıbrıs Rum Yönetimini tanımamak ve gerekirse de işler çıkmaza girdiğinde AB müzakerelerini dondurmak.

Bu artık çok açık ve kesin bir Türkiye stratejisi oldu. Eninde sonunda ilgili herkes bunu kabul edecek. Menfaatler karşılıklı…

10 Ağustos 2005
Fransa, Papadopulos’u virra öne kaktırıyor için yorumlar kapalı
Okunma 43
bosluk

Papadopulos’un yeni adı Abdurrahman Çelebi

Papadopulos’un yeni adı Abdurrahman Çelebi

Türkiye, Gümrük Birliği Ek protokolünü imzaladıktan sonra AB’de kopan fırtına, AB’nin ayarını bozdu.

Emin olun, burada “Vallahi” diyesim geliyor, AB’nin ayarı kaçtı.

AB’de liderliğe soyunan ülkeler başka, bürokratlar başka havadan çalıyor.

Bir taraftan AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Türkiye’nin AB’ye üyelik süreciyle ilgili olarak, Türkiye’nin Ankara Anlaşması Ek Protokolü’nü imzalayarak son şartları da yerine getirdiğini,  Kıbrıs Rum kesiminin tanınmasının şartlara dahil olmadığını, ve bu konuda Fransa da dahil olmak üzere 25 ülkenin Devlet ve Hükümet Başkanlarının geçen Aralık’ta Brüksel’deki zirvede “OY BİRLİĞİ” ile anlaştıklarını açık ve net bir şekilde söylüyor.  AB’ye üye ülkeleri, verdikleri sözleri tutmaları yönünde uyarıyor. AB üyelerine  ”Söz verdiğimiz şeylerde adil olup verilen sözleri tutmalıyız. Eğer Türkiye AB’nin ağır şartlarını yerine getirirse, müzakerelere başlayacağız” diyor. Brüksel’deki zirvede, Türkiye konusunda anlaştık, bütün AB ülkeleri anlaşmalara sadık kalmalı ve 3 Ekim’de müzakerelere başlanmalıdır, şeklinde hatırlatma yapıyor. Ve büyük bir sorumluluk taşıdıklarını da belirterek, ”Avrupa’nın istikrarlı, demokratik ve müreffeh bir Türkiye’ye ihtiyacı var. Bu bizim stratejik menfaatimiz. Türkiye’nin AB’ye alınması için yapılacak müzakereler de buna katkı sağlar. İzlenen yol da amaç gibi önemli” diyor.

Peki kim bu lafları söyleyen Olli Rehn. AB içinde genişlemeyi koordine eden adam. Ondan başka bu konuda daha geniş yetkilere sahip birisi yok. Özetle “Türkiye üstüne düşeni yaptı, sıra bizde” diyor hiç çekinmeden ve korkmadan.

Fransa ve İngiltere, AB’de liderliğe oynayan üç ülkeden ikisi. İkisinin de Türkiye ile müzakerelerin başlatılması konusunda farklı senaryoları var.

Fransa ve baryaları, fırsat bu fırsat deyip  Papadopulos’u gaza getiriyorlar.

Türkiye’nin ek protokolü imzalaması ile birlikte Rum Yönetimi’nin tanımadığına ilişkin deklarasyonunun AB içinde geniş çalkalanma yarattığını, 3 Ekim takvimli ve Türkiye’nin AB perspektifiyle ilgili sert diplomatik pazarlığın, Papadopulos’u Brüksel’in siyasi sahnesinin tam ortasına attığını ballandıra ballandıra, Papadopulos’un işiteceği bir şekilde söylüyorlar

Arkasından,  Papadopulos’a cesareti varsa bunu şimdi göstermesini salık veriyorlar. 3 Ekim’e kadar Rum Yönetimi’nin AB içerisinde at oynatabileceğini, mevcut dönemin Tasos Papadopulos dönemi olduğunu, Türkiye’nin Rum Yönetimi’yle doğrudan temas kurmaktan başka seçeneği olmadığını söyleyip virra kendisini gazlıyorlar.

Buna ilave olarak da Fransa’nın baryaları, Fransa’nın İngiltere ile yaptığı sidik yarışının Papadopulos’ua Kıbrıs sorununu gündemin tam ortasına götürme olanağı sağladığını da çaktırmadan Papadopulos’un kulağına fıslıyorlar.

Papadopulos’da şimdi, ciddi ciddi, kendisine ilk kez ve kısa bir süreliğine AB içerisinde “oyuncu” rolü üstlenme fırsatı verildiğine ve AB çerçevesinde yüksek politika yapmak ve koşullarını koymak için altın değerinde bir fırsatı ele geçirdiğine inanıyor.

Tam gaza gelmiş vaziyette.

Fransa aslında Papadopulos’u kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak amacında. Papadopulos’tan, kendisinin yanında yer almasını ve tanınmayı talep ederek Türkiye’ye karşı sert bir çizgi izlemesini istiyor. Bu yöntemle Fransa, Türkiye’nin AB perspektifini geciktirmeyi ve yönünü değiştirmesini arzuluyor. Karşılığında da Papadopulos’a üyelik müzakereleri öncesinde, Kıbrıs (RUM) Cumhuriyeti taleplerine azami kar sağlamak için gözüpek bir perspektif sunuyor.

İngiltere ise oyununu farklı oynuyor. Tam geleneksel, en az iki bin yıllık  İngiliz politikasına uygun bir şekilde davranıyor. Papadopulos’a Türkiye’nin çok sıkışmış durumda olduğunu, müzakerelerin her adımında Kıbrıs sorununu karşısında bulacağını bildiğini, bu nedenle de Türkiye’ye şimdi şert koşullar öne sürmemesini ve müzakereler içerisinde, haklarını salam gibi dilim dilim kesip, inceltip, ufaltıp, göze batmayacak hale getirerek, her biri kendi başına küçücük ama, bir araya getirildiklerinde büyücük olacak şekilde Ankara’dan kazanımlar elde etmesini öneriyor.

Anlaşılan o ki, her iki AB lideri adayı ülkenin de kendi gündemleri var ve Kıbrıs’ı ideal bir baskı unsuru görüyorlar. Birleştikleri nokta, bu baskıyı da şimdilik Don Kişot rolüne soyundurdukları Papadopulos’a yaptırabilecekleridir.

Papadopulos tam bir “Abdurrahman Çelebi” şimdi…

8 Ağustos 2005
Papadopulos’un yeni adı Abdurrahman Çelebi için yorumlar kapalı
Okunma 56
bosluk

Serdar Denktaş’ın iddiaları doğrulanıyor mu?

Serdar Denktaş’ın iddiaları doğrulanıyor mu?

10 Aralık 2003 tarihinde, Milletvekili seçimleri bütün hızıyla devam ederken, DP genel Başkanı Serdar Denktaş, partisinin milletvekili adaylarıyla, Lefkoşa Saray Otel’de bir basın toplantısı düzenlemişti ve gündeme adeta bomba gibi düşen bir açıklama yapmıştı.

Serdar Denktaş düzenlediği basın toplantısında, Annan planı büyük bir heyecenla tartışılırken, bir gerçeğin kamuoyunun dikkatinden kaçtığını ve ”çözüm ve AB” tartışmalarının gerisinde kaldığına dikkat çekmişti.

Serdar Denktaş, o gün bomba gibi patlayan açıklamasında Kıbrıs adasının etrafında dünyanın en zengin petrol rezervleri olduğunun tespit edildiğine işaret etmiş, Avrupa Birliği (AB) ve ABD’nin bu petrol kaynaklarını kendi kontrollerine almak istediğini ve bu nedenle Annan planının derhal imzalanarak, tüm Kıbrıs’ın Mayıs 2004’te AB’ye girmesi yönünde uğraş verdiklerini söylemişti.

O günkü açıklamasında 2001 ortalarında, Kıbrıs’ın kuzeyinde Girne- İskenderun arasında ve güneydoğuda; Kıbrıs-Suriye-Lübnan-İsrail-Mısır arasındaki bölgede dünyanın en zengin gaz ve petrol yataklarının olduğunun ortaya çıktığına dikkat çekmiş,  bütün bunların bilindiğini, ancak diğer tartışmalar yanında bunların gözden kaçtığını ve yeterince önemi üzerinde durulmadığını anlatmıştı. Sözlerine devamla Denktaş, Kıbrıs Türklerinin AB’ye uyum çalışmasını yapmadan acele AB’ye alınmak istenmesinin arkasında yatan en önemli unsurun bu olduğunu üstüne vura vura belirtmişti.

Yukarıdaki sözlerin söylenmesinden sonra tam bir buçuk yıl geçti ve dün aynı konuyu Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün yaptığı yazılı açıklama ile dile getirdi.

Aygün,  Kıbrıs ile Mısır arasında, Ada’dan 50 deniz mili uzaklıkta ve denizin yaklaşık 2 kilometre altında zengin petrol yatakları tespit edildiği yönündeki iddialar olduğunu ve bunun araştırılması gerektiği konusunda Türk hükümetinin ve Türkiye kamuoyunun dikkatini çekiyor. Girne-İskenderun arasında zengin petrol yatakları olduğuna inandığını ifade eden Aygün, Kıbrıs Adası’nı çevreleyen sularda toplam 400 milyar dolar değerinde, 6-8 milyar varil petrol bulunduğu iddialarının, Kıbrıs’la ilgili gelişmelerle örtüştüğünü ileri sürdü.

Bunlar çok ciddi iddialar ve her ikisi de son derece saygın olan kişilerce dile getiriliyor.

Hatırlarsanız, 2001 yılı Haziran ayında yapılan Mısır-Rum görüşmelerinin ardından Mısır’ın Rum Kesimi Büyükelçisi Ömer Metwally, (Hükümetimizin, İsrail-Suriye-Mısır-Kıbrıs arasında bulunan bölgede geniş petrol havzalarına ait ciddi tespitleri var) demişti. Rum Kesimi, Suriye, Mısır, Ürdün ve Lübnanlı yetkililer. 2002 yılının Nisan ayında Ürdün’ün başkenti Amman’da düzenlenen bir konferansta konuyu ele almışlar ve konferans sonunda, Mısırlı yetkililer, dünyanın en geniş petrol yataklarının Kıbrıs çevresinde olduğunu iddia etmişlerdi.

Uluslararası deniz hukukuna göre, petrol ve gazın bulunduğu bölgeyle ilgili herhangi bir siyasi sorunun bulunmaması gerekiyor.

Ama büyük bir sorun var.

Rumların Mısırla yaptıkları anlaşma, Türkiye’nin doğal kıta sahanlığı haklarını ve ekonomik bölge haklarını iyice kısıtlamak amacındadır. Yapılan anlaşma ile Rodos-Baf-Larnaka-Port Said-İskenderiye-Rodos çok kenarı tamamen Yunanistan-Kıbrıs Rum ve Mısır kontrolüne giriyor. Türkiye’nin Gazipaşa’dan Dalaman’a kadar uzanan sahilinin 200 mil açığına kadar uzanan  ekonomik bölge hakları, ki bu bölge Türkiye ile Mısır arasındaki denizin neredeyse yarısı demektir, bu anlaşma ile tamamen yok edilmek istenmektedir.

Türkiye doğal olarak bu anlaşmaya çekincesini koymuş ve Rum-Mısır anlaşmasını tanımadığını beyan ederek, bölgeye SİSMİK-1 arama gemisini göndererek, bir yerde hükümranlık haklarına sahip çıkmış ve Mısır’a nota vermek suretiyle bu danışıklı dövüşü durdurabilmişti.

Ben bunu nerden mi biliyorum. 2004 yılının Şubat-Mart ve Nisan aylarında BM kontrolündeki ara bölgede BM gözetiminde yaptığımız toplumlararası görüşmelerde, Türk delegasyonu başkanı olduğum Denizcilik ve Deniz Taşımacılığı komisyonunda bu konuda fırtınalar kopmuştu.

Artık hedef belli.

AB ve ABD Kıbrıs adasının tümünü bir şekilde AB’nin içine dahil ederek, Doğu Akdeniz’deki petrol ve gaz rezervlerimizin tümünü kontrol altına almaya çalışıyor. Bunu yaparken iki hususu göz önünde bulunduruyor.

Birincisi Türkiye’yi bu rezervlerin uzağında tutabilmek,

İkincisi de başlatmış oldukları çalışmalara uluslararası hukuk kılıfı uydurmaya çalışmak.

Geleceğin enerji merkezinin Kıbrıs olacağına dair somut veriler masa üstünde yerini aldı.

AB ve ABD Kıbrıs’taki petrolü istiyor. Adada yaşayanların ne yaptıkları ve ne olacakları pek umurlarında değil.

7 Ağustos 2005
Serdar Denktaş’ın iddiaları doğrulanıyor mu? için yorumlar kapalı
Okunma 75
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar