KKTC’deki suç patlamasında, Kıbrıs’lı Türkleri Türkiye’den koparmak gibi ince bir plan var sanki

KKTC’deki suç patlamasında, Kıbrıs’lı Türkleri Türkiye’den koparmak gibi ince bir plan var sanki

Son iki, üç gündür sanki birileri bir düğmeye bastı ve hep bir ağızdan KKTC’ye kimlikle giriş ve suç patlaması konusunda arka arkaya açıklamalar yapılıyor, konuşmalar yapılıyor, “Kuzey Kıbrıs’ın İşgal edildiğinden” bahsediliyor, Türkiye’den gelen bir takım kişilerce Kıbrıs Türkünün günlük yaşamının çekilmez hâle getirildiğinden bahsediliyor.

Türkiye’den kimlikle gelen ve elini kolunu sallayarak adaya giren kişilerin  adanın kuzeyinde can ve mal güvenliğini ortadan kaldırdığı,  hırsızlık, soygun, insan kaçırma, bıçaklama ve cinayet gibi dehşet verici olayların alabildiğine çoğaldığından söz ediliyor.

Bu soruna çözüm bulmak ve dur demek için, “Kıbrıs sorununun çözümü” için bir araya gelen sivil toplum örgütlerinin, bu kez ülkede asayişi sağlamak için buluşarak, yaşamın normale dönmesine değin etkin eylemler yapmak kararı aldıkları yazılıyor, söyleniyor, radyolarda TV’lerde programlar düzenlenip konuşmalar yapılıyor.

Sokak eylemlerinin (mitingler) yapılması programlanıyor ve bu eylemlerinin yanı sıra, hükümet yetkilileri, TC Büyükelçiliği ve Güvenlik Kuvvetleri‘ne muhtıra verilerek ve sınır kapılarındaki denetimlerin artırılması ve  etkin tedbirlerin alınması gibi konularda da sonuç alınana kadar mücadele edileceği açıklanıyor.

Bunlar iyi niyetlerle düşünülmüş sivil hareketler ama benim içimde bu olayların kökeninde, üzerinde çok çalışılmış, inceden inceye hesapların yapıldığı ve “Kıbrıs’lı Türkleri yalnızlığa sürükleyecek” bir planın olduğu hissi var. İnşallah yanılıyorumdur ama geçmiş deneyimlerin ve bilgi birikimlerim, bu güne kadar yanılmadığımı gösterdi bana hep.

Siz hiç Türkiye gibi yetmiş milyonluk bir ülkede, tanınan bir doktorun muayenehanesine girip bıçak tehdidi ile soyguna teşebbüs eden bir ipsiz sapsız hikayesi okudunuz mu veya  radyoda-TV’de duydunuz mu.

Bu sorumu sakın “KKTC’de böylesi bir olay gerçekleşmemiştir, yalandır” diye algılamayın. Bu olayı bir de “Kamu oyunun infialini veya nefretini doruk noktasına çıkarmak için planlanmış bir eylem” olabilir mi diye düşünün.

Türkiye’de çok değil daha iki gün evvel, turistik bir yörede bir polis komiseri, bombalı bir paketi imha etmeye çalışırken şehit oldu. Van’dan Ankara’ya doğru gitmekte olan bir otobüste, bavul içinde 4-5 kg patlayıcı madde bulundu.

Türkiye’de mevsimlik programlanmış ve teröre yönelik silahlı eylemler gene sahneye konmaya başladı.

Bu defa sahne biraz daha genişledi. Bu sahnenin bir kenarı da KKTC.  28 Şubat 2005 tarihinde yazdığım köşe yazısından bir paragrafı tekrar bilginize getirmek istiyorum.

“Türkiye’nin baskısı ile Suriye’den kapı dışarı edilen teröristler, artık eskisi gibi ellerini kollarını sallayarak istedikleri zaman İran’a da giremiyorlar. Kuzey Irak’taki Kandil Dağı’na sıkışan ve faaliyetlerini burada yürüten militanlar muhtemel bir Türk Silahlı Kuvvetleri operasyonundan ciddi bir biçimde çekiniyor. Bu koşullarda PKK için Türkiye’yi düşman olarak gören Ermenistan veya Kıbrıs’ın güney kısmından başka saklanma yeri kalmıyor. Ermenistan, 17 Aralık’ta AB’nin Türkiye’ye tarih vermesi ve müzakerelerin başlatılması kararını almasından sonra AB ile sınır komşusu olacağı nedeni ile PKK’yı topraklarında istemiyor. Geriye kala kala Kıbrıs’ın Güneyi kalıyor.  Kalıyor  ama bu sefer de kuzey-güney arasında başlayan barış sürecinde çıban başı olacağı için PKK’yı Rumlar da istemiyor.

Sıkışan ve yeni bir strateji belirlemek zorunda kalan PKK, Kürt sempatizanı internet sitelerinden birinde yapılan açıklamaya göre 17 Aralık’taki Avrupa Birliği müzakerelerinden sonra KKTC’de eylem yapmak kararı almış ve gözünü, topraklarında Türkiye’nin güney doğu bölgelerinden gelmiş Kürtlerin de yaşadığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne dikmiş.

İddiaya göre Ocak ayı başında Suriye’de Şam yakınlarındaki bir çiftlik evinde bir araya gelen PKK yöneticileri ile Rum temsilciler, beş saat süren bir toplantının ardından ortak bir karara imza atmışlar. Bu karara göre, Rumlar Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni “Kuzey Kürdistan”; PKK’lılar da Kıbrıs’ın tamamını Rum yönetimindeki “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıyacakmış. Toplantıda ayrıca PKK’nın KKTC’de etkin olmasının ve yapacağı  eylem ve baskılarla huzuru bozup Kıbrıs’lı Türkleri göçe zorlamalarının Rumların çok yararına olacağı kararına varılmış.

İddiaya göre terör örgütü PKK bu toplantıdan sonra adadaki Türkler’i göçe zorlamak için militanlarını hazırlamış ve düğmeye de basmış.  KKTC’de eylem yapacak teröristler barışı ve huzuru bozacak silahlı veya silahsız eylemlerde bulunmak için öncelikli hedef olarak yerli halkı seçmişler.”

Bundan bir sonraki adım ne olacak. Kıbrıs’lı Türkleri Türkiye’ye karşı kışkırtmak ve aralarını bozmanın adımı atılacak. Önce adanın kuzeyinde Türkiye’ye karşı antipati yaratılacak, sonra bu antipati nefrete dönüştürülecek. Türkiye ile Kıbrıs’lı Türklerin bağlarının iyice incelmesi ve eğer mümkünse kopması sağlanacak ve arkasından, tek seçenek olarak Türkiye’nin “etkin garantisi”nin bile istenmeyeceği bir anlaşma ile Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti içine Kıbrıs’lı Türklerin katılımı sağlanacak veya zorlanacak. Hem de bir lütuf gibi sadece azınlık hakları ile olacak bu katılım.

Mülkiyet davaları boşuna açılmadı. Maksat Kıbrıs’lı Türkleri gerek davalarla, gerekse de silahlı eylemlerle hayatından bezdirmek ve güneyi bir kurtuluş kapısı olarak görmesini sağlamak.

İnşallah hayal görüyorum ve bir takım olanaksız gelişmeleri kurguluyorumdur…

5 Mayıs 2005
KKTC’deki suç patlamasında, Kıbrıs’lı Türkleri Türkiye’den koparmak gibi ince bir plan var sanki için yorumlar kapalı
Okunma 42
bosluk

İngiliz Üslerinde baş ağrıtıcı gelişmeler

İngiliz Üslerinde baş ağrıtıcı gelişmeler

Geçen haftalarda Düzce (Ahna), Taşlıca (Limasol) (Anogyra), Ksilodimbo (Xyliotymvou), Pile (Pyla), Ksilofağo (Xylofagou), Ağrotur (Akrotiri), Kayakale (Trahoni) (Trachoni), Aşağı Polemidya (Binatlı) (Kato Polemidia), Yalova (Piskopu) (Episkopi), Erimi (Erimi), Çayönü (Paramal) (Paramali) gibi köylerin muhtarlarının da yer aldığı, İngiliz üslerinde kalan topraklarla ilgili bir toplantı yapıldı.  Bu toplantıda söz konusu köylerin muhtarlarının, İngiliz üsleri arazisi içinde bulunan söz konusu köylerin sakinlerine ait taşınmaz mallarının kullanılamamasıyla ilgili sınırlandırmaların sürdüğü yönünde bir tartışma yapıldı.

Toplantıda Rum Dışişleri Bakanlığı Temsilcisi Stavros Hacıyannis, İngilizlerin 16 Ağustos 1960’taki yazılı açıklamasına atıfta bulunarak, söz konusu köy sakinlerinin kuruluş anlaşmalarının öngördüğü haklarına tamamıyla saygı duyulacağı yönündeki paragrafların kopyasını, hem toplantıya, hem de bu konuda çalışmalar yapması için oluşturulan komiteye sundu.

İngiliz Hükümran Üs Bölgeleri (British Sovereign Base Area) olan Ağrotur (Akrotiri) ve Dikelya (Dhekelia) Üsleri sınırları içinde bulunan ve hiçbir şekilde taşınmaz mallarını değerlendiremeyen 23 köy, 1960 yılından beri devam eden bu sorunlarına artık bir çözüm getirilmesini istiyor. Aslında Annan Planında bu sorun ele alınmış ve İngiliz Üsleri, belli oranda küçültülerek bu toprakların eski sahiplerine iadesi sağlanmıştı.

İngiliz Üsleri yöneticileri yıllardır bu konuyu tartışmaktan kaçındılar. 1 Mayıs’ta AB’ye giren Rum tarafı, AB Hukuk düzeni içinde haklarını arayacaklarını belirterek İngiliz üslerinden toprak kullanım talebinde bulundu ve bunun yapılmaması durumunda söz konusu hakların AB organları aracılığıyla aranacağı yönünde uyarı yaptı.

Bu uyarıdan sonra yapılan toplantıda İngiliz Dikelya ve Piskobu üsleri sivil yöneticileri Kiriakos Dimitriadis ve Hristakis Athanasiu, muhtarlardan gelen bu talepleri ciddi olarak ele aldılar ve üslerin kuruluşunun ardından geçen 45 yıldan sonra ilk kez bu konuyu görüşmeye hazır oldukları yönünde açık bir kapı bırakarak, Rum Yönetimi makamlarıyla özellikle bu konuda işbirliği yapmaya hazır olduklarını belirttiler.

İngiliz Üsleri içinde bulunan Kıbrıs’lılara ait topraklarla ilgili bu gelişmeler yaşanırken, Yeşiller Partisi vekili Giorgos Perdikis, Ağrotur Üssündeki antenin, çevre köylerde yaşanan sağlık sorunları ile bağlantısı olduğuna dair kanıtları yakında sunacağı açıklamasını yaptı.

Bu çarpıcı açıklama, Sağlık Bakanlığının Ağrotur’daki Anten ile ilgili yaptığı Araştırma Raporu’nun Meclise sunulması sırasında yaşandı. Perdikis’in iddialarına göre diğer yerlerde bulunan benzeri antenler, oralarda yaşayan insanlar üzerinde sağlık sorunları yaratmakta ve bu konuda elinde inkar edilemeyecek bilimsel kanıtlar bulunmaktadır. Perdikis bu kanıtları en kısa zamanda açıklayacağını iddia ediyor.

Tüm bu gelişmelere ilaveten, tam üstüne üstlük misali, Rum sendikalar işçi çıkarımı nedeni ile İngiliz üslerine ver yansın ediyorlar.  İngiliz Üsleri’nin bazı bölümlerindeki hizmetleri özelleştirmeye gidecek olmasından ötürü burada çalışmakta olan işçilerin geleceklerinin belirsiz olduğunu iddia eden Kıbrıs Türk ve Rum işçi sendikaları, yaptıkları ortak açıklamada bu durumu protesto ediyorlar. SEK, ENİVA, PEO ve TÜRK-SEN’in yayımladıkları ortak açıklamada, İngiliz Üsleri’nden zorunlu olarak işçi çıkarılmasına ve birimlerin özelleştirilmesine karşı çıktıklarını belirtiyorlar ve bu dramatik sorunu büyük bir sorumluluk içinde ele alarak mücadelelerini sürdüreceklerini (ortakça) söylüyorlar.

Anlaşılan bu günlerde İngiliz Üslerinin başı iyice ağrıyor ve de ağrımaya da devam edecek..

4 Mayıs 2005
İngiliz Üslerinde baş ağrıtıcı gelişmeler için yorumlar kapalı
Okunma 101
bosluk

AB ile Ankara Anlaşması Ek Protokolü sorunu nasıl aşılacak derken bir de Havayolu hizmetleri sorunu çıktı

AB ile Ankara Anlaşması Ek Protokolü sorunu nasıl aşılacak derken bir de Havayolu hizmetleri sorunu çıktı

Bundan yaklaşık 9 ay evvel yani 3 Ağustos 2004 tarihinde, Avrupa Birliği tarafından önerilen “Türkiye ve Avrupa Birliği Arasında Havayolu Hizmetleri Hakkındaki Anlaşma” AB eski Ulaştırma Komiseri Loyola de Palacio tarafından Türkiye’ye iletildi.

Komiser Palacio, 2004 yılı Eylül ayında konuya ilişkin düşüncelerini de bir mektupla Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a iletti ve söz konusu Havayolu Hizmetleri Hakkındaki Anlaşma metnini de gönderdiği bu mektuba iliştirdi.

Neydi bu “Havayolu Hizmetleri Hakkındaki Anlaşma” metni ve neler içeriyordu?

Anlaşma metni içeriğince;

a)     Rum uçakları, Özel Havayolları veya Ulusal Hava yolu olan Kıbrıs Hava Yolları, Türk havaalanlarını diledikleri gibi kullanabilecekler.

b)    Söz konusu Havayolu şirketleri tarafından düzenlenecek seferlerle ilgili  tek yetkili makam, Avrupa Birliğinin havacılıkla ilgili  Kurumları olacak.

c)     AB’nin yetkisi içinde yapılacak bu uçuşlarla ilgili olarak Türkiye, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine kayıtlı özel veya ulusal havayollarına ait uçakların Türk hava sahasını kullanmasını (kayıtsız şartsız) kabul edecek.

d)    Bundan böyle düzenlenecek tüm hava seferleri konusunda (THY’nin ki de dahil olmak üzere) tek yetkili makam AB kurumları olacak.

e)     Türkiye, Avrupa Birliğine üye ülkelerin Havayolu şirketlerine milliyet temelinde herhangi bir ayırım yapamayacak.

f)      Türkiye, AB’nin havayolu taşımacılığı ile ilgili olarak üye devletlerin yapacağı anlaşmalarda, ayrıcalıklı yetkisini tanıyacak (AB rüçhanı).

g)     Avrupa Birliğine üye ülkelere, herhangi bir ayırımcılığa tabi tutulmaksızın diğer üyelerin havayolu hatlarına giriş hakkı tanınacak,

h)    Avrupa Birliğine üye ülkeler ile Türkiye arasında yapılan hava taşımacılığı sözleşmelerinden, AB hukukuna aykırı maddeler çıkarılacak ya da anlaşmalar AB hukuku ile tam uyumlu hale getirilecek.

i)       Üye devlette kurulmuş havayolu şirketlerine, AB hukukuna bağlı olarak işletme lisansı verilecek. Hava yolu şirketinin tüzük kontrolü, şirketin “hava işletmeciliği belgesi” aldığı üye devlet tarafından yapılacak. (yani hangi ülkede kurulmuş ise kontroller o ülkede yapılacak)

j)       Havayolu şirketinin çoğunluk hisselerine AB üyesi devletler veya vatandaşları, Ek 3’te belirtilen üçüncü taraf ülkeler veya vatandaşları sahip olabilecek.

k)    Havayolu şirketi, AB üyesi bir devlette kurulmamışsa ya da şirketin AB hukukuna uygun işletme lisansı yok ise, tüzük kontrolü, belge veren üye devlet tarafından yapılmamışsa ve şirketin çoğunluğuna yukarıda bahsedilen üye devletler sahip değilse, bu durumda Türkiye verdiği işletme iznini iptal edebilir.

l)       Avrupa Birliğine üye devletlere, herhangi bir ayırımcılığa tabi tutulmaksızın diğer üyelerin havayolu hatlarına giriş hakkı tanınacak.

Önerilen bu anlaşma metnini iyice incelerseniz görürsünüz ki;

1)    Türkiye’de iç hat seferleri konusunda Türk firmalarının avantajlı durumu ortadan kaldırılmakta.

2)    AB’nin havayolu taşımacılığı ile ilgili üye devletlerin yapacağı anlaşmalarda ayrıcalıklı yetkisini tanımak zorunluluğu gelmekte.

3)    Anlaşma, Rumları tanıma anlamına geliyor.

4)    Anlaşma AB kurumlarını düzenlenecek seferler konusunda tek yetkili makam haline getirmekte.

5)    Anlaşmanın gönderildiği şekliyle uygulanması halinde Türkiye, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine ait uçakların Türk hava sahasını kullanmasını kabul etmiş oluyor.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, önerilen bu anlaşmaya hemen bir çekince koydu. Gelecekte istemediği durumlarla karşı karşıya kalmamak için Türkiye, yukarıda bazı koşullarını belirttiğim ve açıkça Avrupa Birliği’ni düzenlenecek seferler hakkında tek yetkili yapacak bu söz konusu, “Türkiye ve Avrupa Birliği Arasında Havayolu Hizmetleri Hakkındaki Anlaşma”sı yerine taraflar arasında müzakere edilerek mutabakata varılacak “geçici bir anlaşma” yapılmasını istiyor.

Bu gelişmeden sonra Türkiye, “3 Ekim Uyum Görüşmeleri” şartı olan Ankara Anlaşması Gümrük Birliği ek protokolünün genişletilmesi koşulundan sonra ikinci kez, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti nedeni ile, AB kurumlarıyla ters düşmüş oldu….

İpler gün geçtikçe geriliyor, sorunlar gün geçtikçe su yüzüne çıkıyor ve sıkıntılar gittikçe artıyor. AB sınavı bayağı zorlu geçecek gibi…

3 Mayıs 2005
AB ile Ankara Anlaşması Ek Protokolü sorunu nasıl aşılacak derken bir de Havayolu hizmetleri sorunu çıktı için yorumlar kapalı
Okunma 63
bosluk

Kürşat Tüzmen’in sözleri ve AB uygulamalarındaki çifte standart beni ürkütüyor

Kürşat Tüzmen’in sözleri ve AB uygulamalarındaki çifte standart beni ürkütüyor

3 Ekim’deki AB-Türkiye katılım müzakerelerinin başlaması yani Uyum Protokolu koşullarından bir tanesi olan 1963 Ankara Antlaşması, Gümrük Birliği ek protokolünün Türkiye tarafından imzalanmasıyla birlikte yeni bir oluşum ve uygulama ortaya çıkacak. Bu konu ile ilgili olarak son zamanlarda Türkiye tarafından Rum ekonomisine ve özellikle denizcilik alanına ilgi gösterilmeye başlandığını hissetmekteyim.

Türkiye’nin protokolü imzalayıp hayata geçireceğine dair gelen bilgiler bayağı güçlü bir düzeyde. Büyük bir olasılıkla yaz başında bu protokol Türkiye tarafından imzalanacak ve Gümrük Birliği kapsamı genişletilerek yeni 10 üye de mevcut kapsamın içine alınacak. Üstelik bu yeni kapsam çerçevesinde, Türkiye tarafından tek taraflı olarak uygulanan, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti bayrağı taşıyan gemilere yük taşıtmama ve limanlara kabul etmeme ile Rum limanlarından çıkış yapan gemilerin Türkiye limanlarına girememesi ambargosu da son bulacak gibi.

Geçtiğimiz hafta başında Avrupa-Akdeniz ülkeleri işveren örgütleri (UMCE) toplantısına katılmak üzere İstanbul’a giden Rum İşverenler ve Sanayiciler Örgütü (OEV) Genel Müdürü Mihalis Pilikos ve Genel Müdür Yardımcısı Kostas Hristofidis, toplantı çalışmaları çerçevesinde Türkiye Dış Ticaret Bakanı Kürşat Tüzmen ve Bakanlık Müsteşarı Yavuz Caybar’la özellikle bu konuyu tartıştılar ve görüş alışverişinde bulundular.

Resmi olmayan yollardan gelen bilgilere göre Kürşat Tüzmen ve Caybar, Pilikos ve Hristofidis’e, Türkiye’nin, AB’a yeni üye 10 ülkeyle ilgili protokolü imzalayacağını ve hayata geçireceğini teyit etmişler ve tepkisinden çekindikleri Türkiye kamuoyuna, bu uygulamanın ülke yararına olacağı konusunda ikna etmeyi başaracaklarına inandıklarını da söylemişler.

Tüzmen’in ve Caybar’ın gösterdiği bu sıcak ilgi ve yaklaşımdan sonra Pilikos ve Hristofidis, beraberlerinde getirdikleri Kıbrıs ticaret filosu hakkındaki bilgileri ve Türk limanlarının, bugün demirlemeleri yasak olan  Kıbrıs bandıralı gemilere açılmasının Türkiye’ye getireceği kazanımlar hakkındaki verileri  göstermişler. Bu sunum Tüzmen’in ve Caybar’ın bayağı ilgisini çekmiş. Görüşmenin sonunda Tüzmen, Türkiye ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti arasında ticaretin geliştirilmesi ve ekonomik işbirliği yapılması gerektiğine işaret ederken, Yavuz Caybar’de, bugün Türk ekonomisinin önemli  unsuru olan sanayi ürünlerinin taşınması konusunda Kıbrıs filosunu değerlendirmekle ilgilenildiğini dolaylı olarak ima etmiş ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile Türkiye arasında ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi arzusunu dile getirmiş.

Bu tek taraflı bilgi ne kadar doğru bilmiyorum ama bir denizci ve deniz taşımacılığı bilimcisi olarak beni çok korkuttu.

Tüm bunlara ilaveten AB’nin, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine ve Türkiye’ye farklı yaklaşımları ve çelişkili uygulamaları da çok dikkatimi çekiyor.

Brüksel, Yeşil Hat Tüzüğü ve Türkiye’nin imzalamasını istediği Uyum Protokolü içinde yer alan benzer tanımlamaları farklı yorumluyor.

Yeşil Hat Tüzüğü’ne bakarsanız, Kuzey Kıbrıs’tan Güney Kıbrıs’a mal geçişine izin verilmesine rağmen bu malları taşıyan Türk kamyonları, sınırı geçemiyor. AB, bu durumlarda kamyonların hizmet sektörüne dahil olduğunu ve mal geçişleri ile doğrudan ilgisi bulunmadığını öne sürüyor.

Ancak iş Uyum Protokolüne gelince, Türkiye’den, kapsamı genişletilen Gümrük Birliği nedeni ile Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinden sadece Rum mallarının ithali değil, bu malları taşıyan gemi ve uçaklara da izin vermesi isteniyor. AB, bu tutumu ile Kıbrıs’ta mal ulaşımını sağlayan Türk kamyonlarını hizmet sektörü içinde değerlendirirken, Kıbrıs Rum gemi ve uçaklarını bunun dışında tutuyor.

Aslına bakarsanız bu da beni çok korkutuyor. İçimde sanki hep kaybeden biz oluyormuşuz gibi bir his var…

2 Mayıs 2005
Kürşat Tüzmen’in sözleri ve AB uygulamalarındaki çifte standart beni ürkütüyor için yorumlar kapalı
Okunma 80
bosluk

Annan Planı kabul edilseydi şimdiye kadar neler olmuştu

Annan Planı kabul edilseydi şimdiye kadar neler olmuştu

24 Nisan 2004 referandumunda her iki taraftan da “EVET” oyları çıkmış olsaydı şimdiye kadar neler gerçekleşmiş olurdu hiç merak ettiniz mi?

Benim aklıma gelenler şunlar.

1-    İki bölgeli, iki toplumlu, Federasyona dayalı “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” ilan edilmiş ve 1 yaşını da doldurmuş olurdu.

2-    13 Haziran 2004 tarihinde “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”ni oluşturan iki devletin Federe Milletvekilleri, Senatörleri ve AB Milletvekilleri seçilmiş olurdu.

3-    Federal parlamento ve dördü Rum ikisi Türk olan, altı asil ve oy hakkına sahip, ikisi Rum biri Türk olan, üç tane de oy hakkına sahip olmayan, dokuz üyeli Başkanlık Kurulu seçilmiş olurdu.

4-    Başkanlık Kurulu’nun görev süresi beş yıl olacağından ve Birinci beş yıllık dönemde her 10 ayda bir, bir Kıbrıslı Rum ve bir Kıbrıslı Türk dönüşümlü olarak başkanlık yapacağından, şu anda “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin başında bir Türk Cumhurbaşkanı olacaktı.

5-    Kıbrıs Türk devleti tarafınca, Kıbrıs Rum Devletine aşamalı olarak toprak iadesi başlamış olacaktı.

6-    Yaklaşık 20 bin Kıbrıslı Rum, Kıbrıs Rum Devletine iade edilmiş topraklardaki evlerine dönmüş olacaktı. Aynı zamanda Kıbrıs Türk Devleti altında yaşamayı kabul eden Kıbrıslı Rumların da kademeli olarak dönüşü başlamış ve devam ediyor olacaktı.

7-    Planda Türkiyeli göçmenler için tespit edilen 45,000 sayısı tamamlanamadığından tüm Türkiye’den gelen göçmenler adada kalmış olacaktı. Bazıları, Türkiye’ye dönmek için verilecek ekonomik olanakları değerlendirip geri dönmeyi tercih etmiş olacaklardı.

8-    “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” yöneticileri, Türkiye’den adaya gelecek olan ziyaretçilerden, Türkiye’nin tüm ısrarlarına rağmen Shengen vizesi istemeyi uygun gördüklerinden, vize alamayan Türk vatandaşları adaya giremeyeceklerdi.

9-    Geçmiş 1 yıl içinde 40 bin Türk askerinden 20 bini Türkiye’ye dönmüş olacaktı. Plandaki geri çekilme programına göre Ekim 2006’ya kadar da kademeli olarak 14 bin Türk askerinin daha Türkiye’ye geri dönme operasyonu başlayacaktı.

10-     Gayrimenkul sahibi Kıbrıslı Rumlar evlerini ya da köy veya kasabalarındaki başka bir evi geri almaya hak kazanmış olacaktı. Kıbrıslı Rumlar üç ile beş yıl içinde de Kıbrıs Türk kesimindeki topraklarının da üçte birini geri alma işlemi başlamış olacaktı.

11-     Her mal sahibi Rum geri alamadığı malı için tazminata hak kazanmış olacaktı.

12-     Karpaz bölgesindeki dört köye, Kıbrıslı Rumlar, hiçbir kısıtlama olmadan yerleşmiş ve geniş siyasi özerkliğe sahip olmuş olacaklardı.

13-     Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında turizm sektöründe olduğu gibi bütün sahalarda işbirliği olanakları başlamış ve Kıbrıs Türk devletinin ekonomik yapısında güçlü Kıbrıs Rum devletinin baskıları hissedilmeye başlanmış olacaktı.

14-     Adanın askersizleştirilmesi programı uyarınca, RMMO ve GKK lav edilmiş olacaktı.

15-     4.cü kez göçmen durumuna düşmüş olan Türkler, güneydeki mallarının istimlak edilmiş veya harabe haline gelmiş olması nedeni ile geri dönemediklerinden, ne yapacaklarının ve nereye gideceklerinin düş kırıklığı içinde kuzeye gelen Rumlarla sürtüşmeye başlamış olacaklardı.

16-     Rumlar tarafından 1974’e geri dönük olarak Rum evleri içinde oturan tüm Türklere davalar açılmış olduğundan iki toplum arasında büyük bir gerginlik oluşmuş olacaktı.

17-     Rum yerel Mahkemelerinde Türkler aleyhine, Türk yerel mahkemelerinde de Rumlar aleyhine yüzlerce tazminat davası açılmış olduğundan, tüm ada halkı bir kaos içinde yaşıyor olacaktı.

18-     Türkiye Cumhuriyeti, kamu görevlisi Kıbrıs’lı Türklerin maaşlarını göndermekten zorla vazgeçirildiği için, federal devlette iş bulamamış olan eski (KKTC) kamu görevlisi Kıbrıs’lı Türkler, işsizlik ve parasızlıktan bunalmış ve eski günleri hayal ediyor olacaklardı.

19-     “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin tüm stratejik mevkilerinde, müdür ve daha üst düzey görevlerinde,  AB normlarına uygun ve gerekli uyum kurslarını almış Türkler bulunamadığından, Kıbrıs’lı Rumlar görev yapıyor olacaktı.

20-     Sivil havacılık, Hava limanları, Merkez Bankası, Eski Eserler Dairesi, Tapu, Telekomünikasyon Dairesi, Sahil Koruma, Gümrük, Muhaceret Dairesi, Denizcilik Müdürlüğü gibi stratejik birimler Merkezi Hükümete bağlı olduğundan, “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” Rum çoğunluk tarafından idare ediliyor olacaktı.

Evet,  benim şimdilik aklıma gelenler bunlar. Sizde bildiklerinizi ilave edin ve gene önümüze konacak olan ve de Rumların bunlarla yetinmeyip daha da fazla haklara sahip olacağı yeni “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nde yaşamayı ve Türk ortak olarak bize lütfedilmiş haklarımızı hayal etmeye başlayın.

1 Mayıs 2005
Annan Planı kabul edilseydi şimdiye kadar neler olmuştu için yorumlar kapalı
Okunma 49
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar