Ekümenik Patrikhane ne demektir? 1

Ekümenik Patrikhane ne demektir? 1
(3 Bölümlük bu yazı akademik bir makale olmayıp sadece okuyucuyu bilgilendirmek amacı ile bu siteye konmuştur. Yazının belli yerleri, Sayın Salim Gökçen’in Aralık 2003 tarihinde Müdafaa-i Hukuk sitesinde yayınlanan “Fener Rum Patrikhanesi’nin Statüsü ve Heybeliada Ryhban Okulu” başlıklı yazısından alınmıştır. http://www.mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/aralik03_07.htm)

 

Anadolu’nun ve İstanbul’un özellikle Hıristiyan dünyasında inkar edilemeyecek önemi bulunmaktadır. İncil’in ilk olarak kaleme alındığı İznik kenti,  M.S. 325 yılında şu anda sadece kalıntıları kalan büyük bir kilisede toplanan ve kentin adını ölümsüzleştiren İznik Konsili’ne ev sahipliği yaptı. İznik ve de İstanbul Hıristiyan dünyasında bu denli önemli bir yere sahiptir.

Konuyu Fener Patriğine ve Fener Patrikhanesine getirirsek, Fener Patriğinin dini makamı aynen Katoliklerin Papa’sı gibidir ve onunla tamamen eşit ve aynı düzeydedir.

Ortodoksların ortaya çıkışı, Fener Patrikhane’sinin kuruluşu ve Patriklik kavramı 395 yılında ikiye bölünen Roma İmparatorluğu’nun doğu parçası olan ve 1453 yılında Osmanlı Türkleri tarafından ortadan kaldırılan Bizans Devleti ile beraber yaşama geçmiştir. Doğu Roma İmparatorluğu veya kısaca Bizans İmparatorluğu adı ile tanınan bu devlet, aslında Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlaşmış ama Ortodoks Hıristiyan olan şeklidir. Bu devlet, Roma İmparatorluğu’nun bir devamı olarak da kabul edilebilir.

Arapların 781 yılındaki son saldırısından güçlükle de olsa kurtulan Bizans, bu kez kendi iç bünyesinde ikonoklastlarla, ikonodullar arası çatışmaları çözümlemekle baş başa kalmıştı. İmparatoriçe Eirene (780-802) İkonoklastların etkinliğini kırmaktan yanaydı ve bu amaçlarla 786 yılında Konstantinopolis’te Altıncı konsülü toplantıya çağırdı. Ne var ki, İkonoklastların yanında yer alan Bizans ordusu, ikonodullar yararına alınacak kararı engelledi. Bunun üzerine Eirene, Yedinci Konsülü Nikaia (iznik)’de toplantıya çağırdı. Papalık temsilcisinin ve 300 dolayındaki piskoposun katıldığı Nikaia konsülü, 24 Eylül 787 günü başladı. Yapılan yedi oturum sonunda imparatoriçenin istekleri doğrultusunda 754 Hieria (Fenerbahçe) konsülü’nün kararları kaldırılarak, tasvirlere tapınma serbest bırakıldı. Konsil son sekizinci oturumunu Konstantinopolis’te İmparatorluk sarayında yaptı .Nikaia toplantısının Hagia Sophia (Aya Sofya) Kilisesi’nde gerçekleştirilmesi, Hıristiyan toplumunun burasını kutsal mekan kabul etmesine neden olmuştur

Fener Rum Patrikhanesi’nin dindışı siyasi faaliyetleri, 1453’te Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u aldıktan sonra Rum-Ortodoks cemaatini teşkilâtlandırıp başlarına Patrik seçtirerek, “millet başkanı” statüsüyle hem ruhanî hem de cismanî yetkiler vermesiyle başlar.
Fatih Sultan Mehmed, fetih sırasında Galata’da Cenevizlilerin himayesine sığınan halkın, kendi âdet, din ve ananelerini gereğince yaşayabileceğini ilân etti.  Bunun ardından II. Anastasios’un çekilmesinden itibaren boş olan patriklik makamına bir kişinin seçilmesini istedi. Bu makamı boş bırakmak elinde olduğu halde, İstanbul’da Türkler ile Hıristiyanlar arasında tam bir uyuşma meydana getirmek istediği anlaşılan Fatih’in bu teşebbüsü üzerine Ortodokslar, Georgios Skolarios’u, Gennadios lakabı ile patrik seçtiler. Bununla beraber takdis töreni ancak ertesi sene 1454’te Marmara Ereğlisi Metropolidi tarafından yapıldı.

Fatih Sultan Mehmed, Türk hakimiyeti altında ilk İstanbul Patriği olan Gennadios’a, kendisini her türlü vergi ve rusûmdan muaf tutan bir ferman verdi . Fatih Sultan Mehmed’in tuğrasını taşıyan ferman, patriklerin görev ve sorumluluklarını belirliyor, Patrikhane’ye ibadet hürriyeti ile esas teşkilâtını ve akaid-i diniyesini, ruhanî meclislerde tâdil etmemek hakkını tam olarak veriyor ve ibadet yerlerini tanıyordu.
(Patrikhane, Patrik ve Ekümenik konusu yarın devam edecektir.)

3 Aralık 2004
Ekümenik Patrikhane ne demektir? 1 için yorumlar kapalı
Okunma 128
bosluk

Kıbrıs’ta öncelik çözüm mü, tanınma mı?

Kıbrıs’ta öncelik çözüm mü, tanınma mı?

Bu konuda Türkiye’nin, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin ve Avrupa Birliğinin düşünceleri çok farklı.

Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti idarecilerine, diğer bir tabirle Papadopulos ve ekibine  bir tercih sorusu yöneltip “önceliğiniz Kıbrıs’ta barış ve kalıcı bir çözüm mü, yoksa  Türkiye tarafından tanınmamı” diye sorarsanız, size verecekleri yanıtta önceliklerinin  Türkiye tarafından tanınma olduğunu belirteceklerdir.

Türkiye’ye bu soruyu sorarsanız verilecek yanıt “Önce Türkiye’nin  AB’ye girişi sonra tanınma” şeklinde olacaktır.

AB’ye bu soruyu iletirseniz, “Biz üye devletlerin içinde huzursuzluk ve çözümsüzlük istemiyoruz. Önceliğimiz Kıbrıs’ta barış ve kalıcı bir çözümdür” diyeceklerdir ama  AB dönem başkanlığını yürüten Hollanda tarafından hazırlanan ve 29 kasımda açıklanan Brüksel’de 17 Aralık’ta yapılacak Avrupa Birliği zirvesinin taslak metnine bakarsanız Türkiye’nin Güney Kıbrıs’ı fiilen tanıması öngörülüyor.

Bu mümkün mü? Bence hiç olası değil.
Açıklanan 17 Aralık karar taslağını iyice incelerseniz, Türkiye’yi üyelik müzakereleri öncesi yeni ve zor şartlar bekliyor. Taslakta, müzakerelerin başlamasını garantilemek için iki konuda önemli şartlar öne sürülüyor. Şartların birincisi “Serbest dolaşıma kısıtlama koymak” ve İkincisi de “Müzakerelerin ucunun açık olması”. Zirve metninde ilk defa, Kıbrıs konusunda önemli bir noktanın da altı çiziliyor ve “Türkiye, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni fiilen tanımalı” ifadesi yer alıyor.

Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin ve Türkiye’nin ellerindeki kartlara ve masada oturdukları yerlere bakarsanız, bu süreçte Türkiye’nin işinin biraz daha zor olduğunu açıkça görürsünüz.

Türkiye’nin AB’ye girişi müzakereler tamamlanınca ve Türkiye AB muktesebatının tümünü uygular hale gelince ancak gerçekleşebilecek. Bunun tahmini süresi 10 yıl.

Bu 10 yıl içerisinde Türkiye’nin çalışmaları ve uyum çabaları AB Konseyinde tam 31 kere oylanacak. YANLIŞ duymadınız, Türkiye’nin AB’ye giriş sürecinde tam 31 AŞAMA var ve her aşamada  Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti, AB’nin üye bir devleti olarak EVET veya HAYIR oyu kullanacak. Her HAYIR oyu en az birkaç yıllık bir gecikme ve de bedeli TAVİZ demektedir.

İyi hatırlayın! Neydi Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin Türkiye’den talepleri?

  • Türkiye Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanısın.
  • Türkiye adadan tüm askerlerini çeksin.
  • Türkiye’li göçmenlerin tümü geri dönsün.
  • Türkiye hava ve deniz limanlarını Kıbrıs’lı taşıtlara açsın.
  • Türkiye, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile gümrük birliğini tam olarak uygulasın.

Bence bu süreçte Türkiye çok ağlayacak ve yukarıdaki şartlar yerine getirilmedikçe adada müşterek bir “BİRLŞİK KIBRIS CUMHURİYETİ” de kurulamayacak.

Yani bizde anavatanla beraber ağlayacağız ve bizim geleceğimiz de bir 10 yıl daha çözümsüz, belirsiz ve karanlık.

2 Aralık 2004
Kıbrıs’ta öncelik çözüm mü, tanınma mı? için yorumlar kapalı
Okunma 42
bosluk

ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye 2

ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye 2

Bunların başında G-8 ve bölge ülke hükümetlerinin ilgili bakanlarının biraraya geleceği “Gelecek İçin Forum” platformunun oluşturulması geliyor. G-8 çerçevesindeki çalışmalara Türkiye, “demokratik ortak” devlet adı altında davet edilmişti. Türkiye, G-8 oluşumu çerçevesinde kararlaştırılan mekanizmalardan biri olan “Demokrasi Yardım Diyalogu’nun Eş-Başkanlığı’nı İtalya ve Yemen ile birlikte üstlendi. Bu mekanizma, demokratikleşme çabalarına destek vermek amacıyla hükümet temsilcileri ile sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirerek, tecrübe paylaşımı dahil olmak üzere işbirliği ortamı sağlamayı amaçlıyor.

Demokrasi Yardım Diyalogu’nun ilk resmi etkinliği ise 25 Kasım tarihinde Roma’da 3 ülke Dışişleri Bakanı’nı bir araya getiren toplantı oldu. Ayrıca G-8 girişiminin Bakanlar düzeyinde toplanan temel mekanizması olan “Gelecek İçin Forum’un ilk toplantısının ise 10-11 Aralık tarihlerinde Fas’’ta yapılması öngörülüyor.

Türkiye, Ortadoğu’da barış ve refahın hakim kılınması, bu amaçla demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve iyi yönetişim ilkelerinin güçlendirilmesi ve serbest piyasa ekonomisinin işletilmesi unsurlarını içeren bir dönüşümün bölge için bir gereksinim oluşturduğunu çeşitli kanallardan her dönem dile getiriyor. Ortadoğu ülkelerinde esasen başlatılmış olan reform girişimlerinin olumlu sonuçlar vererek, daha demokratik, hür, açık, barışçı, istikrarlı, iyi yönetilen ve ekonomik bakımdan daha müreffeh bir Ortadoğu’ya doğru yol alınması Türkiye’nin sadece temennisi değil, bölgeye yönelik dış politika yaklaşımlarının da temel hedefi olarak dile getiriliyor.

Diplomatik kaynaklara göre, bu konuda Türkiye’nin Ortadoğu’ya ilişkin vizyonu, BOP girişimi uluslar arası gündemi meşgul etmeden de önce bölge ülkelerindeki muhataplar ve İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) toplantılarda da dile getiriliyordu. Bölgeyi iyi tanıyan Türkiye, hatalı başlangıç noktalarından hareket edildiği takdirde değişim çabalarının arzu edilen sonuçları vermeyebileceğinden, yeni sorunlara yol açabileceğinden de duyduğu endişesi nedeniyle bölgede değişimi amaçlayan girişimlere yapıcı ancak aynı zamanda gerçekçi ve duyarlı bir şekilde yaklaşma taraftarı bir tavır takındı.

Kaynaklara göre, Türkiye, ABD makamlarıyla yapılan temaslarda ve konunun ele alındığı uluslar arası platformlarda, böyle kapsamlı bir değişim projesinin başarılı olabilmesi için nasıl hareket edilmesi, hangi ilkelere uyulması gerektiğini açıkça dile getirdi. Türkiye’ye göre önem arz eden hususlar şöyle:

  • Değişim ve reform çabaları öncelikle bölgenin kendi iç dinamiklerinden beslenmelidir.
  • Bölgeye yönelik tek bir reform şablonu oluşturulamayacağı gibi, her ülkenin kendi özelliklerini ve hassasiyetlerini dikkate almayan bir yaklaşım da başarılı olamayacaktır.
  • Zorlamadan kaçınılması “olmazsa olmaz” bir şarttır. Demokratikleşme bir süreçtir ve farklı ülkelerde, farklı hızlarda ilerlemesi beklenebilir.
  • Bölge ülkeleri, projenin ortak sahibi olmalıdır.
  • Gönüllülük esas olmalı, dışlayıcı değil, isteyen her ülkenin katılmasına imkan veren bir yaklaşımı benimsemelidir.
  • Reform çabalarının başarılı olabilmesi isteniyorsa, başta Filistin-İsrail ihtilafı olmak üzere bölgesel sorunların göz ardı edilmemelidir.

Bu görüşler, BOP girişiminin ele alındığı G-8, OECD, NATO ve AB gibi çok taraflı platformlarda, gerek Türkiye gerekse diğer ülkeler tarafından dile getirildi. Türkiye, BOP girişimini, bölgedeki ülkelerin demokratikleşme ihtiyaçlarına destek olabilecek uluslar arası bir çaba olarak, ortaklık anlayışıyla gelişmesini istiyor ve bu çabanın olumlu sonuçlar verecek şekilde tasarlanmasına gayret gösteriyor. Türkiye, bu doğrultuda projede üzerine düşen görevleri yerine getirmek üzere G-8 içindeki çalışmalara katkı sağlamaya hazırlanıyor ve bulunduğu bölgede siyasi, ekonomik sosyal ve kültürel gelişme alanında yapabileceği katkıları ve bu konudaki deneyimlerini isteyen ülkelere aktarmayı amaçlıyor.

Türkiye kim ne derse desin 21.ci Yüzyılın Orta Doğu’sunda söz sahibi olacak.

1 Aralık 2004
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye 2 için yorumlar kapalı
Okunma 74
bosluk

ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye 1

ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye 1

Ortadoğu’da barış ve refahın hakim kılınması, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve iyi yönetişim ilkelerinin güçlendirilmesi ve serbest piyasa ekonomisinin işletilmesi unsurlarını içeren Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), ABD tarafından özellikle Irak Savaşı’ndan sonra daha fazla gündeme gelmeye başladı.

Ortaya atılması ile birlikte çeşitli çevrelerden farklı tepkiler alan bu projede, tarihten gelen deneyim ve bu bölgeye olan yakınlığı dolayısı ile Türkiye’nin de önemli roller oynayacağı bir gerçek. Çeşitli kaynaklardan derlenen bilgilere göre, ABD tarafından “Geniş Ortadoğu Projesi” olarak adlandırılan proje, son bir-iki yıl içinde Ortadoğu coğrafyasında olumlu yönde değişimin artan bir ihtiyaç olduğu kanaati ile daha fazla dikkat çekmeye başladı.

ABD yönetimi, adı geçen coğrafyada siyasi ve ekonomik haklardan mahrum kalmış, işsiz ve eğitimsiz bireylerin nüfusu arttıkça, aşırılık, terörizm, yasadışı göç ve kaçakçılık gibi sorunların daha da vahim hale geleceğinden ve bunun başta ABD olmak üzere bütün uluslararası caimaya yönelik büyük bir tehdit oluşturacağından dolayı dünya kamuoyuna duyduğu endişeleri çeşitli vesilelerle aktardı.

Washington yönetiminin, Orta Doğu’da olumlu değişimin desteklenmesinin uluslararası bir girişim haline dönüşmesini istediği ifade etmesi üzerine Türkiye bölge ülkeleriyle danışmalarda bulunmaya başladı. Gelinen aşamada, BOP girişiminin tek bir ülkenin veya bir örgütün tek başına yürüteceği bir proje olarak tasarlanmaması gerektiği ve tek bir şablona dayandırılamayacağı hususunda bölge ülkelerinde genel bir mutabakat sağlandı.

Projedeki amacın, G-8, AB, OECD ve NATO gibi önemli uluslararası kuruluşların kendi görev alanları çerçevesinde Orta Doğu’ya yönelik geliştirebilecekleri programlarla bu bölgede reformları destekleyecek güçlü bir sinerjiyi yakalamaları olarak ifade ediliyor. ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik bu politikası başlangıçta bölgede hassasiyet meydana getirdi. Uzmanlar, bunda Orta Doğu tarihinin de etkisiyle Batı kaynaklı planlara karşı gösterilen kuşkucu yaklaşımın da etkisi olduğu görüşünde.

Aynı uzmanlar buna karşın, danışmalar yoluyla bölge hükümetlerinin bu girişim hakkında daha fazla bilgilendirilmeleri ve girişimin bölgenin gerçekleri ve hassasiyetlerini dikkate alarak daha duyarlı bir çevreye kavuşturulmasının olumlu bir etki oluşturacağı görüşünde. Gelinen noktada, son bir yıl içinde BOP’un genel hatları ortaya çıktı ve özellikle geçen Haziran ayında arka arkaya gerçekleşen uluslararası zirvelerde bu projenin farklı boyutlarda hayata geçirilmesine ilişkin çeşitli belgeler kabul edildi. BOP girişimine ilişkin ortak bir anlayışın temelleri bu zirvelerde atılırken bölge ülkeleri de projenin farklı boyutlarına katılmaya artık daha arzulu göründüğü ifade ediliyor.

G-8 oluşumu, BOP girişimi bağlamında ön plana çıkan uluslararası oluşumların başında geliyor. Haziran ayında ABD’de yapılan G-8 Zirvesi’nde “İlerleme ve Ortak Bir Gelecek İçin Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesiyle Ortaklık” başlıklı siyasi bildiri ve bununla bağlantılı bir “G-8 Reformları Destekleme Planı” açıklanmıştı. Siyasi bildiride, G-8’in BOP’a yönelik başlattığı girişimin temel unsurları ve ilkeleri ortaya kondu.

Başta Arap-İsrail anlaşmazlığının çözüm yoluna sokulması gereği olması başta olmak üzere, gerek AB ve bölge ülkeleri gerekse Türkiye tarafından önemle üzerinde durulan ilkeler de sıralandı. “Reformları Destekleme Planı’’nda ise, siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel reformları desteklemek amacıyla bölge ülkeleriyle ortaklık temelinde kurulması öngörülen mekanizmalar ve hayata geçirilmesi planlanan projeler sıralandı.

30 Kasım 2004
ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye 1 için yorumlar kapalı
Okunma 98
bosluk

Rumlar silahlanmaya hız veriyor

Rumlar silahlanmaya hız veriyor

Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Savunma Bakanı Kiriyakos Mavronikolas, hafta sonunda yaptığı açıklamada ara verdikleri silahlanma programlarına 2005 yılı başından itibaren yeniden hız vereceklerine değindi.

Sözlerine biraz da açıklık getirerek, yeni yılda milli muhafız birliklerinin ihtiyaçları çerçevesinde yeni silah sistemleri satın alacaklarını,  böylece de uzun yıllar RMMO’nun elinde bulunan eskimiş silah sistemlerinden de kurtulmuş olacaklarını ve yaratılan bu masumane fırsat ile de yeni uçaksavar füzeleri, top ve zırhlı araçlar alacaklarını belirtti.

Söz konusu silah satın alımları yıllardır yapıldığı gibi Yunanistan ile görüşülerek gerçekleştirilecek. Arada Amerika’nın Yunanistan’a sattığı veya hibe ettiği silahlarda yanlışlıkla Kıbrıs’a gönderilecek. Yunan-Rum ortak savunma doktrini normal ve hiç aksatılmadan işletilmeye devam edilecek. Yıllardır süre gelen (1821’den beridir) Yunanistan Silahlı Kuvvetleri tarafından önceleri Kıbrıs’lı Rumların sonra da EOKA-B ve RMMO (Rum Milli Muhafız Ordusu) birliklerinin, güçlendirilmesi çabaları hiç aksatılmadan sürdürülecek.

Aslında Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Savunma Bakanı Kiriyakos Mavronikolas’ın böyle bir açıklama yapmasına pek de gerek yok. Bu sözlerin  resmi kaydı, Kıbrıs (Rum) Hükümetinin 2005 yılı bütçesinde var.

Aslında bu hiçte sürpriz bir bütçe kalemi ve açıklama değil.

15 Kasım tarihli köşe yazımın başlığı “Biz TMT’yi lav ettik ama Rumların EOKA-B’si halen faaliyette” idi. Bulgularım ve teşhisim son derece doğru idi, halen de doğruluğunu koruyor. Rum Savunma Bakanı Kiriyakos’da ön görülerimi pekiştirdi.

AB’nin, BM’nin ve ABD’nin tün barış çabalarına rağmen hala daha Rum tarafındaki EOKA-B örgütü faaliyetine devam etmekte ve kapatılmadı. EOKA’nın açılımı Ethniki Organosis Kyprion Agoniston (Kıbrıslı savaşçıların Milli Örgütü). EOKA-B, 1956’ların EOKA’sının devamı ve onun varisi.

Peki bu faaliyetine halen devam eden ve kapatılmayan YASA DIŞI örgüt  EOKA-B kime karşı hala daha canlı ve faaliyette. Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti hükümeti, 2005 bütçesine koydukları silah alımı kalemi ile kime karşı silah alacaklar ve kime karşı ara verdikleri silahlanma programlarına 2005 yılı başından itibaren yeniden hız verecekler.

Sakın bu kişiler biz Kıbrıs’lı Türkler olmayalım. Sanki içimde öyle bir his var ki, bu silahlar bize karşı kullanılmak için alınıyor. Acaba yanılıyormuyum? Sakın bu Rumların satın alacağı namluların ucundaki öldürülecek kişiler biz olmayalım.

29 Kasım 2004
Rumlar silahlanmaya hız veriyor için yorumlar kapalı
Okunma 91
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar