KIBRIS’TAKİ SAHTE PETROL OYUNU

KIBRIS’TAKİ SAHTE PETROL OYUNU

Kıbrıs Rum Yönetiminin açtığı Petrol ihalesinin siyasi ucu Ege’ye kadar uzanıyor.

Dâhiyane bir plan adeta sahneye konmuş gibi.

 

Sahte hedef, şimdilik daha dünyanın hiçbir yerinde ulaşılamamış derinlikteki Kıbrıs adası ile Mısır kıyılarının orta yerlerine rast gelen bölgedeki petrol diye gösterilirken, asıl hedefin Ege’deki Yunan adalarının “KITA SAHANLIĞI” statüsünü Türkiye’ye kabul ettirmek olduğu ortaya çıkmaya başladı.

 

ABD’nin, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) Doğu Akdeniz’deki “sözde” Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde açtığı ihaledeki garip davranışı dikkat çekicidir.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, 1982 III.cü Deniz Hukuku Konferansı kurallarına aykırı olarak çevresindeki ülkelerle istişare etmeden aniden açıkladığı Münhasır Ekonomik Bölgesi içindeki petrol arama çalışmalarına ilişkin ABD’nin yaptığı açıkla­malardaki tutarsızlık, geçmiş Amerikan Siyasetleri göz önüne alındığında, bu sorunun kökeninde başka bir amaç olduğunu göstermektedir.

 

GKRY’nin açtığı ihaledeki Petrol arama bölgelerinden 1, 4, 5, 6, 7 numaralı alanlar, Türkiye’nin 1958 Cenevre Konvansiyonu ile Doğu Akdeniz’de elde ettiği Münhasır ekonomik Bölge hakları ile çatışmaktadır.

 

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Gonzalo Gallegos’un 21 Ağustos Salı günü yaptığı basın toplantısında katılımcılardan birisinin bu çatışma ile ilgili sorduğu soruya, “GKRY’nin Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama lisansı almak isteyen ortaklıkları açıkladığını, bunlar arasında bir ABD şirketinin de bulunduğunu” söylemesi ve sonra da “GKRY egemen bir devlet olarak petrol arama ihalesi  açma hakkına sahiptir. ABD şirketlerinin böyle bir yatırıma katılması, bir iş kararıdır.” şeklinde yanıtlayarak Türkiye’nin neredeyse 50 yıllık haklarını göz ardı etmesi ilginç ve ilginç olduğu kadar da şüpheli bir gelişmedir.

 

ABD’nin bu günlerdei, daha evvel hiç olmadığı kadar Türkiye’ye gereksinimi bulunmaktadır.

Orta Doğu’da ABD’nin içine düştüğü İrak çıkmazı, İran’la yaşadığı ve gittikçe büyüyen sorunları ve bu nedenle de hem ABD içinde hem de dünya kamuoyunda kaybettiği prestijine rağmen ABD sözcüsünün böylesi bir açıklama yapması ABD’nin Türkiye’ye politik bir yumruk atıp tepkisini beklemesini çağrıştırmaktadır.

 

Sözcünün bu açıklamasına karşın Ankara’nın gösterdiği yoğun tepki üzerine aynı kişinin bir gün sonra, “Dün konunun ekonomik yanı­tını sormuştunuz. Bugün bir düzeltme yapmak istiyorum. Kıbrıs konusundaki siyasamızda bir değişiklik yoktur” demesi, tepkiyi aldığını ve Türkiye’yi test ettiğini göstermektedir.

 

Eğer Türkiye bu konuda yumuşak davranıp, Gonzales’in sözlerine tepki göstermeseydi, Rumların yapay olarak çıkardıkları Münhasır Ekonomik Bölge sorununun ucu derhal Ege’ye uzatılacaktı.

 

Rumların 1982 III.cü Deniz Konferansı sonuçlarını, bu konferans sonuçlarına imza atmayan Türkiye’ye kabul ettirildiği takdirde, aynı uygulama hemen ve derhal Ege’de de başlatılacaktı.

Rumların Münhasır Ekonomik Bölge haklarını Türkiye’nin tanıması veya kabul etmesi durumunda, Ege’de bulunan Yunan adalarının karasuları, III.cü Deniz Hukuku kuralları çerçevesinde derhal 12 mile çıkarılacak ve Türkiye Çanakkale Boğazından İskenderun Körfezine kadar olan kıyı şeridinde tüm Ege denizinden ve Akdeniz’den tamamı ile izole edilmiş olacaktır.

30 Ağustos 2007
KIBRIS’TAKİ SAHTE PETROL OYUNU için yorumlar kapalı
Okunma 55
bosluk

ABD’nin Kıbrısta petrol stratejisi

ABD’nin Kıbrısta petrol stratejisi

ABD’nin bir başka davranışı, Gü­ney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) kıta sahanlığında petrol arama çalışmalarına ilişkin açıkla­malarındaki U dönüşü oldu. Rum­lar, kıta sahanlığında petrol arama ihalesi açmış, beklenenin aksine ancak iki küçük şirket katılmıştı.

Petrol arama bölgelerinden 1, 4, 5, 6, 7 numaralı alanlar Türkiye’nin hakları ile çatışıyordu, 21 Ağustos Salı günü ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Gonzalo Gallegos bir soruya, GKRY’nin “Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama lisansı almak isteyen ortaklıkları açıkladığını, bunlar arasında bir ABD şirketinin de bulunduğunu” söyledikten sonra ekledi: “Egemen bir devlet olarak petrol arama ihalesi  açma hakkına sahiptir. ABD şirketlerinin böyle bir yatırıma katılması, bir iş kararıdır.”

ABD sözcüsünün Türkiye’nin haklarını göz ardı etmesi şaşırtmıştı. Ankara’nın tepkisi üzerine sözcü bir gün sonra, “Dün konunun ekonomik yanı­tını sormuştunuz. Bugün bir düzeltme yapmak istiyorum. Kıbrıs konusundaki siyasamızda bir değişiklik yoktur” dedi.

 

Yunan-Rum işbirliğinin Akdeniz’i ısıtma çabasının ardında gerçekte, daha karışık olan Ege’deki kıta sa­hanlığı sorunu yatıyor. Sorun Kıbrıs’ta ateşlenecek, Türkiye zorlanacak ve Yunanistan da “armut piş ağzıma düşsiyasası ile Ege’yi parselleyecekti.

Her iki olayda da Amerika’da kısa aralıklarla yapılan U dönüşleri, ılımlı Islam hükümetini bu konularda denemenin bir yöntemi idi.

29 Ağustos 2007
ABD’nin Kıbrısta petrol stratejisi için yorumlar kapalı
Okunma 50
bosluk

MARKULLİ HAVANDA SU DÖVÜYOR

MARKULLİ HAVANDA SU DÖVÜYOR

AKEL kontenjanından Dışişleri Bakanı olan Yorgos Lillikas, AKEL Genel sekreteri Hristofyas’ın Cumhurbaşkanlığı adayı olması ve AKEL’in hükümetten çekilmesi nedeni ile istifa etmesinden sonra, Kıbrıs Rum Yönetimi Dış İşleri Bakanlığına getirilen bayan Erato Kozaku Markulli kaşarlanmış bir hariciyeci diplomat.

 

Yedi kocalı Hürmüz misali, dış işleri bakanlığında görev yaptığı süre içinde bu güne kadar, üç Cumhurbaşkanı beş de Dış işleri bakanı eskitmiş. Onlar gelip geçmiş ama Markulli yerinde kalmış ve beynini Türk düşmanlığı ile gelip geçen siyasilerin Kıbrıs Türk’ü aleyhine olan politik görüşleri ile doldurmuş.

 

Niye biz bu hale düştük, Türklere ne yaptıkta Kıbrıs işi böyle bir duruma girdi, ne oldu da 1974 Barış Harekâtı gerçekleştirildi diye hiç merak etmemiş, üçüncü şahısların Kıbrıs konusunda yazdığı kitapları bile okumamış, bakanlığındaki belgelere göz bile atmamış. Veya atmışta, bilmemezlikten geliyor.

 

Beyni EOKA ilkeleri ve Makarios doktrinleri ile dolu. Kullandığı takvimde 20 Temmuz 1974 öncesi yok. Takvimi 20 Temmuz 1974’de başlıyor ve günümüze kadar mavili beyazlı yazılı harfler ve sayılarla geliyor.

 

Dış İşleri bakanlığına atandığı günden beri ağzından çıkan tek bir yapıcı söz, barış veya çözümle ilgili yaptığı bir tek öneri yok. Selefi Lillikas gibi sadece saldırmayı ve çamur atmayı biliyor. O kadar.

Bu kafada biri ile son 44 senede nereye gidilebildi ise ancak oraya kadar gidilebilir. Yani hiçbir yere.

 

Aklı adadaki Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) takılmış. Aynen bozuk bir plak gibi. “Kıbrıs’ta anlaşmaya ihtiyaç yoktur. Türk ordusu çekilirse Kıbrıs sorunu çözülmüş olur” diyerek iç tribünlere ve AB’ye oynuyor.

Dün KKTC Cumhurbaşkanı M. A. Talat, muhatabı olmadığı halde kendisine hiç beklemediği bir yanıt verdi. Adadaki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, kapsamlı bir çözüm sonrasında, çözüm kurallarına uygun olarak adadaki konumunu gözden geçireceğini söyledi.

 

Aklınca Markulli, yüz yıl evvel Girit’te oynanan oyunun aynısını Kıbrıs’ta da sahneleyecek veya sahneletecek.

17 Nisan 1897’de Yunanistan’a savaş açan Osmanlı devleti, Atina’ya girmek üzereyken aynen 1974 Barış harekâtında olduğu gibi Yunanistan’daki “Deli Yanni” hükümeti düşmüş ve yerine Rallis Hükümeti gelerek Osmanlı Devletinden mütareke istemişlerdi. Avrupalı devletler ve Rusya araya girmemiş olsaydı, Osmanlı ordusu Atina’yı da alıp, Yunanistan’ı bir kez daha topraklarına katmış olacaktı.

Yapılan barış görüşmeleri sonrasında Yunanistan Osmanlı devletine dört milyon Osmanlı altını, evleri yıkılıp dökülen Türklere de yüz bin Osmanlı altını tazminat ödemişti.

 

Barış Antlaşmasından sonra hala daha sorunların ve Türklere saldırıların devam ettiği Girit’te “Türk askeri adadan giderse adada barışı sağlanacaktır” iddiaları ortaya atılmış ve İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya’nın baskıları sonucunda da 18 Aralık 1897’de bir antlaşma imzalanarak Girit’e Muhtariyet verilmiştir.

Bu anlaşmanın 3.cü maddesi olan  “Müslümanların emniyeti temin edildikten sonra Türk askeri adadan çekilecektir.” uyarınca, Avrupa Birleşik Devletleri adaya,  Müslümanların emniyetini temin etmek üzere donanmasını göndermiş ve Türk askeri de adadan çekilmiştir. Avrupa Birleşik Devletleri, Yunan Kralının ikinci oğlu Prens Yorgi’yi “Fevkalade Komiser” olarak Girit idaresinin başına getirmiş ve kısa zaman içinde de Türklere yapılan saldırılar ve katliamlar sonucunda Girit’te bir tek Türk kalmamış ve Girit’te Yunanistan’a ilhak edilmiştir.

 

İşte bayan Markulli ve tabiî ki Kıbrıs Rum Yönetimi, bu filmi aradan geçen yüz yıl sonra gene, sırtını Avrupa Devletlerine dayayarak sahneye koymak istemektedir.

Biz bu filmi 100 sene evvel gördük bayan Markulli ve bay Papadopulos.

1963 olaylarını, 21 Aralık 1963 ile 16 Ağustos 1974 tarihleri arasında Kıbrıs’lı Türklere uyguladığınız soykırımı, öldürdüğünüz binlerce masum insanımızı, yaktığınız ve yıktığınız yüzlerce evimizi ve köyümüzü, Kıbrıs Türkü asla unutmadı.

 

Bizleri sizin mezaliminizden kurtaran Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) olmuştur. Bu nedenle yani bizleri sizin elinizden kurtarmak için TSK, 20 Temmuz 1974 günü adaya ayak basmış ve Kıbrıs Türkü 11 yıllık süren Rum mezaliminden kurtulmuştur.

 

Siz Kıbrıs’lı Rumlara, biz Kıbrıs’lı Türklerin en küçük bir güveni yoktur.

 

Kıbrıs’lı  Türklerin büyük bir çoğunluğu sizlerle iç içe yaşamak istemediğini artık yüksek sesle dile getirmektedir.

Kıbrıs’ta hiçbir zaman sizin hayal ettiğiniz gibi, 1974 öncesinin bir kopyası olacak olan “Üniter Rum Devleti” kurulmayacaktır.

Yavaş yavaş adaya barışın, sadece ve sadece yan yana kurulacak iki ayrı devlet ile gelebileceğine kendinizi alıştırın ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile Türkiye’ye her Allahın günü saldıracağınıza, şapkanızı önünüze koyup, bu sorunu nasıl çözebilirimi düşünmeye başlayın.

Her gün sözlü saldırı yapmak yerine, adada kalıcı ve sürdürülebilir bir barış için, asla 1974 öncesine geri dönülmeyecek, Kıbrıs Türkünün varlığını garanti altına alacak, Türk askerinin adada kalacağı, Türkiye’nin garantisinin ve fiili müdahale hakkının olacağı, iki bölgeli, iki egemen devletli, yapıcı teklifleri dile getirmeye bakın.

Diğer sözleriniz, sadece “Havanda su dövmek olacaktır” bayan Markulli.

27 Ağustos 2007
MARKULLİ HAVANDA SU DÖVÜYOR için yorumlar kapalı
Okunma 50
bosluk

Gül’ün Cumhurbaşkanlığı kesin

Gül’ün Cumhurbaşkanlığı kesin

Anayasanın 102. maddesinin ikinci fıkrasında, otuz günlük seçim takviminde adaylık süresinin on gün ile sınırlanması, kalan yirmi günde yapılacak dört oylamanın ilk ikisinde adaylardan birinin seçilebilmesi için üye tam sayısının üçte iki çoğunluğunun oyunun aranması, üçüncü oylamaya, dördüncü oylamada en çok oy alan iki adayın katılabilmesi ve bu oylamalarda da yarışan iki aday arasından bir tanesinin üye tam sayısının salt çoğunluğu kadar oy alamayıp Cumhurbaşkanının seçilememesi halinde, TBMM seçimlerinin derhal yenilenmesi yoluna gidilmesi, hem Cumhurbaşkanlığı seçim takvimini hem de Cumhurbaşkanının hangi sayı ile seçilebileceğini açıkça ortaya koymaktadır.

 

Anayasa’nın 96. maddesi ise “Anayasa’da, başkaca bir hüküm yoksa Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte biri ile toplanır ve toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir; ancak karar yeter sayısı hiçbir şekilde üye tam sayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamaz” denilerek TBMM Genel Kurulu çalışmalarında toplantı ve karar yeter sayısı ayırımı yapılmış, her ikisinin alt sınırı da ayrı ayrı belirlenmiştir.

 

Anayasa Mahkemesinin 1 Mayıs’ta verdiği ‘367’ kararı, Anayasanın 102.ci maddesi ile birlikte okunduğu vakit, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 1.ci ve 2.ci turların başlayabilmesi için TBMM Genel Kurulunda 367 Milletvekilin bulunması koşul olurken, 3.cü ve 4.cü turlarda 276, yani salt çoğunluk kadar Milletvekilinin bulunması gerektiği ortaya çıkıyor.

 

Anayasanın 102. maddenin birinci fıkrasındaki “Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile seçilir.” kuralı, birinci ve ikinci oylamalarda toplantı yeter sayısını da kapsadığına göre,  üçüncü ve dördüncü oylamalardaki üye tamsayısının salt çoğunluğu ile Cumhurbaşkanının seçilebileceği kuralı da, aynı paralelde oturumun 276 Milletvekili ile açılabileceğini ve Cumhurbaşkanlığı seçimin yapılabileceğini belirtmektedir.  Üçüncü veya dördüncü turlarda 276 oy alan aday da Cumhurbaşkanı seçilecektir.

 

Bu durumda, TBMM’de AKP dışındaki tüm siyasi partiler ve bağımsız Milletvekilleri 3.cü tura katılmamak için Genel Kurul salonuna girmeseler bile AKP’nin mevcut Milletvekili sayısı ile hem 3.cü tur oylamanın yapılacağı oturum, Cumhurbaşkanının seçilebilmesi için gerekli olan salt çoğunluk sayısı kadar milletvekili ile açılabilecek hem de gerekli salt çoğunluk oylarından daha fazla bir oyla AKP adayı Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçilecek.

 

Tabi ortada, TBMM’de AKP dışındaki tüm siyasi partiler ve bağımsız Milletvekilleri 3.cü tura katılmayacak gibi bir durum veya duyum yok. Bu sadece hukuksal kurallara matematiksel bir yaklaşım sonucunda ortaya çıkan, 1.ci ve 2.ci tur oylamalara CHP’nin katılmamasından esinlenmiş varsayımlardan bir tanesi.

 

Her ne kadar gerçekleşmesi neredeyse imkânsız bile olsa, bir diğer matematiksel olasılıkta, 3.cü turda, AKP dışında hiçbir siyasi partinin Genel Kurula girmemesine ilaveten AKP içinde bir grup Milletvekilinin de oylamaya katılmayıp Genel Kurul’da mevcut Milletvekili sayısını salt çoğunluğun altına düşürerek 3.cü tur oylamanın yapılmasına mani olmasıdır. Böylesi bir davranış her ne kadar matematiksel olarak olası gözükse de politik olarak imkânsızdır.

4.cü tur da aynı şekilde nisapsızlıktan yapılamaz ise, Anayasa’nın 102.ci maddesinde belirtilen 30 günlük Cumhurbaşkanlığı seçimi süresi sonunda, ki 4.cü turun bitiminden sonra sadece geriye 8 gün kalmaktadır, TBMM seçimlerinin derhal yenilenmesi gerekmektedir.

Daha sadece 35 gün evvel, kıran kırana geçen aday adaylığı yarışının arkasından aylar süren yorucu bir seçim dönemi sonrasında seçimleri kazanmak başarısını göstererek Milletvekili seçilip TBMM’ye girmiş kişilerin, 3.cü turda salt çoğunluğun sağlanmasına mani olacak türde davranışları nedeni ile AKP’den ihraç edilerek politik yaşamlarına son verebilecekleri olasılığı ise, olaya politik açıdan bakıldığında, tamamen olanaksızdır.

 

Bu olasılıklar alt alta konup gerek matematiksel gerekse de politik olarak toplandığı vakit ortaya çıkan sonuç, AKP Cumhurbaşkanı adayı, Kayseri Milletvekili Abdullah Gül’ün, 28 Ağustos tarihinde yapılacak 3.cü turda kesin olarak seçileceğini ortaya koymaktadır.

Hayırlı olsun….

27 Ağustos 2007
Gül’ün Cumhurbaşkanlığı kesin için yorumlar kapalı
Okunma 52
bosluk

WHEN WILL THE GREEK MERCENARIES AND SETTLERS GO BACK?

WHEN WILL  THE GREEK MERCENARIES AND SETTLERS GO BACK?

Greek Cypriot politicians and high-level bureaucrats have been nagging for years about the presence of the Turkish army in the terri-tories of the Turkish Republic of Northern Cyprus (KKTC) and some of the citizens they nicknamed “settlers.”

Most of these people, who were on purposely nicknamed settlers by Greek Cypriot as a form of degradation, were of Cypriot origin. Their parents immigrated to Turkey after the Lausanne Treaty, signed by the new Republic of Turkey and leading European countries in 1923. At that time the island of Cyprus was under British colonial rule and the efforts of Greek Cypriots for enosis were seeing their hay days.

These people preferred to live under Turkish yoke rather than English or Greek and immigrated to Turkey.
For them 1974 was a good opportunity to return to their own country and live under the newly born government called the Turkish Federated State of Cyprus, later the KKTC, which consisted solely of Turkish Cypriots, their kin.

Historically, and particularly since 1961, Greece has systemati-cally pursued a deliberate policy of colonizing and annexing Cyprus (a process they term “enosis”), due to which 60,000 Turkish Cypriots were forced to leave their homes, memories and belongings in 1964 after fierce attacks from Greek militia. A further 60,000 were displaced in 1974 as the result of the notorious coup d’etat against Archbishop Makarios III, staged by Greek generals in Greece.

This is being done in order to change the demographic structure of the island, to control and adulterate the 1960 Treaty of Establish-ment of the Republic of Cyprus. Such attempts at consolidating the transformation of Cyprus’s demographic character continued even after the events of 1974.

Under international law, mass transfers by a country of its own civilian population into territories outside its boundaries to change demographic structure is illegal. Greece sent over its own population to the island of Cyprus in the early 1900s, and more consistently since 1961.

When the backgrounds of the 500,000 voters in the May 2006 Greek Cypriot elections were analyzed, a stunning outcome surfaced, clearly revealing the number of Greek settlers clandestinely accumu-lated on the island since 1961.

The breakdown of “Greek settlers” on the island is approximately as follows:
Pontus Greek Cypriots: 60,000- 70,000
Citizens of the former Soviet Republic: 30,000
Christians who fled Lebanon: 15,000-20,000
Immigrants from Greece: 100,000
Asylum-seeking Kurds: 2,500-3,000
Asylum-seeking citizens from third countries: 9,500
Total “Greek settlers in Cyprus”: approximately 230,000

According to the existing but unpublished Greek Cabinet Decision of 1964, any Greek citizen who has done his military service in Cyprus or served in the Greek National Army (Ethniki Fruro) automatically becomes a citizen of the Republic of Cyprus (Greek Cyprus).

For years one Greek regiment and two battalions of Greek Com-mandos were deployed on the island and thousands of Greek officers served in the Greek Cypriot National Guard. These privates and army officers, who change every two years, have,since 1964 automatically become citizens.

Most Greek Cypriots go to study in Greece, get married and return to Cyprus. Their partners also immediately become citizens.
The Pontus Greeks (Pontii) and citizens of the former Soviet re-publics were made citizens soon after they settled on the island from 1974 and 1982, respectively.

Opening their arms to the wealthy Christians who fled the war in Lebanon, the Greek Cypriots also made them citizens. Furthermore, according to EU norms, Kurds and citizens from third countries who seek asylum automatically become citizens.

Why are only Turkish Cypriots consistently blamed for bringing in 40,000 settlers from Turkey while the Greek Cypriots are not, although around 230,000 non-Greek Cypriots are living in the south and dramatically changing the demographic structure of the island?

When will these “Greek Settlers” of around 230,000 and the “Greek mercenaries,” numbering officially 7,000 and unofficially prob-ably 15,000, go back?

27 Ağustos 2007
WHEN WILL THE GREEK MERCENARIES AND SETTLERS GO BACK? için yorumlar kapalı
Okunma 124
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar