Prof. Dr. Ata Atun
ABD Başkanı Biden’ın giderayak GKRY lideri Nikos Hristodulidis’i Beyaz Saray’ın Oval Ofis’inde kabul edip sohbet etmesi, uyutulacak bebekler gibi pışpışlaması, Kıbrıs Rum tarafının boylarından büyük hayaller görmelerine neden oldu. Belli ki Rumların gördüğü hayallerin senaryosunu yazan senarist kafayı iyice bulmuş olmalı ki olmayacak hikayelerle Rum halkının mutlu rüyalar görmelerini sağlıyor. Gerçekleri ters yüz edip doğruymuş gibi halka sunarak kandırmak ve mutlu olmalarını sağlamak da bir yetenek, bırakınız yapsınlar, bırakınız inansınlar…
Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz bölgesindeki stratejik rolü nedeni ile ABD’nin Doğu Akdeniz’de Türkiye yerine Kıbrıs Rum Yönetimini tercih ettiği ve artık Doğu Akdeniz’in Güney Kıbrıs Rum Yönetiminden sorulacağı içerikli açıklamaların bini bir para Kıbrıs Rum tarafında. Saf saf da ABD’nin, dünya üzerinde kendi savunma silahlarının neredeyse tümünü üreten ilk dört ülkeden bir olan ve de NATO’nun en güçlü ikinci ordusuna sahip 86 milyonluk Türkiye’yi göz ardı edip, Doğu Akdeniz ile ilgili sorunlarda kendilerini tercih ettiğine inanıyor Kıbrıs Rumları.
AB’nin, adı dolandırıcılığa, sahte bütçe açıklamalarına, yalan beyanlara, insan kaçakçılığına, kara para aklamaya ve uyuşturucu ticaretine çıkmış en kötü ülkesi Kıbrıs Rum Yönetimi, dünyanın 11. siyasi ve askeri önemi olarak bilinen ve Orta Doğu, Doğu Akdeniz, Balkanlar ve Kafkasya’da onayı olmadan hiçbir ciddi uygulamanın yürürlüğe konamadığı Türkiye Cumhuriyeti devleti yerine kendilerinin tercih edildiği rüyasını görüyorlar.
Tam bir ağlar mısın güler misin durumu gerçekten.
Kıbrıs Rumlarının içinde aklı başında olanlar ve duygularına kapılmadan tarafsız düşünmeyi başarabilenler bu ziyaret için “Biden-Hristodulidis görüşmesi önemli ancak beklentisi çok düşük” olarak tanımladılar.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve ABD arasında Eylül 2024’te İkili Savunma İş birliği Yol Haritasının imzalanması ve 23 Ekim 2024 günü de Stratejik Diyaloğunun imzalanması bölgede dikkate alınması yeni bir gelişme.
Özellikle gözlerden kaçırılmak istenen Federal Soruşturma Bürosu’nun (FBI) katkısıyla Güney Kıbrıs Rum Yönetiminde mali suçların tespit edilmesi, insan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti ve diğer küresel suçların kovuşturulma kapasitesinin güçlendirilmesi, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin tamamen ABD’nin denetimi altına gireceği, diğer bir deyimle de sömürgesi olacağının işareti. Zaten Güney Kıbrıs Rum Yönetimi vatandaşlarına sağlanacak olan ABD vize serbestiyeti de bu nedenle gündeme geldi. ABD, Kıbrıs Rum Yönetimini kendi koşullarında yönetecek, askerlerini AB sınırları içinde yaptığı gibi istediği miktarda, istediği silahlarla Güney Kıbrıs’ta istediği yerde konuşlandıracak. Almanya nasıl ABD’nin sözünden çıkamıyorsa, Dış siyasetinde ABD ne derse onu yapıyorsa, PKK terör örgütünün faaliyetlerine, haraç toplamasına, gösterilerine mani olamıyorsa, ABD’nin çıkarlarına aykırı davranamıyorsa, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de aynı konuma gelecek.
Bu gelişmelerden sonra Güney Kıbrıs’ta yaşanacak sorunlardan bir tanesi de Rumların yüzde 40’nın sağcı, yüzde 35’inin komünist düzeyinde solcu ve geri kalan yüzde 25’inin de kararsız olduğu gerçeğinden kaynaklanacak. Başını AKEL adlı siyasi partinin ve taraftarlarının çektiği solcuların bu durumdan hoşlanmayacakları kesin. 50 sene evvel yaşanan 15 Temmuz 1974 darbesinde, Yunanistan’dan gönderilen subay ve astsubayların komutasındaki Rum Milli Muhafız Ordusunun Makarios’u deviren darbeyi gerçekleştirirken, yüzlerce AKEL taraftarı ve siyasilerini katlettikleri de hala hafızalarda.
Bu gelişmeler ışığında, yani ABD-GKRY Stratejik Anlaşmasına karşılık olarak, günümüz Kıbrıs adası koşullarına uygun, -ÜSLER konusunu da kapsayacak şekilde- TC-KKTC SAVUNMA ve GÜVENLİK İṢBİRLİĞİ ÇERÇEVE ANLAṢMASI imzalamanın tam zamanı.
Siyasi ortam buna çok uygun ve bu fırsat bir daha ele geçmez.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Prof. Dr. Ata Atun
Kıbrıs adası, konumu ve çevresindeki denizlerin tabanında yer alan petrol ve doğalgaz yatakları nedeni ile Atlantik ittifakının (ABD ve AB) ağzını sulandırıyor. Hedefleri bir şekilde Kıbrıs adasının egemenliğini direkt veya endirekt ele geçirmek, adanın Münhasır Ekonomik Bölgesinin tek hakimi olmak ve deniz tabanındaki petrol ve doğalgaz yataklarının gelirini kendi ceplerine atmak.
AB bu amaçla altyapısını 1 Mayıs 2004 tarihinde, Kıbrıs Rum Yönetimini, kendi kuruluş beyanını, 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin Anayasasını ayaklar altına alarak ve de uluslararası kuralları çiğneyerek birlik üyesi olarak kabul ederken hazırladı.
Avrupa Birliği, Kıbrıs Rum Yönetimini uluslararası hukuka ve kuruluş beyanına aykırı olarak üye yaparken bir de “10. Protokol” adlı tek taraflı hazırladığı bir anlaşma metnini de yürürlüğe koydu. Bu 10. Protokol’a göre güya adanın tümü Avrupa Birliği toprağı imiş ama şimdilik adanın kuzeyinde “Avrupa Birliği Müktesebatı” geçersizmiş. Ne Türkiye’nin, ne de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin bu içerikte bir dahli/onayı yok. Yani Avrupa Birliği kendi kendine “gelin-güvey olmuş”.
Hatırlarsanız, 2017 yılında Crans Montana’da Kıbrıs müzakereleri sürerken, Kıbrıs Rum Yönetiminin, önlerine konan ve kendilerine lütfedilen tüm tavizlere rağmen “sıfır asker, sıfır garanti” taleplerinin kabul edilmemesi sonrasında masadan kalkmaları ve müzakereleri terk etmeleri, müzakerelerin kopmasına neden olmuştu.
2020 yılının Ekim ayında KKTC Cumhurbaşkanı seçilen Ersin Tatar, “Eşit, egemen, uluslararası tanınmış iki devletli çözüm” doktrinini açıklaması ve bunu masaya koyup direnmesi Atlantik ittifakının bütün planlarını bozdu.
Cumhurbaşkanı Tatar, son 56 senedir sürmekte olan Kıbrıs müzakerelerinde yapılan yanlış uygulamaya karşı çıkarak, “müzakere odasından çıkıldıktan sonra Rum liderin sözde ‘Cumhurbaşkanı’, Türk liderin de “Kıbrıs Türk Cemaati Temsilcisi” olarak kabul edilmesinin eşitliği bozduğu gerçeği ile açıkça “Müzakere odasına eşit statüde girmek, masaya eşit statüde oturmak, masada eşit statüde tartışmak, masadan eşit statüde kalkmak ve odadan çıkınca da eşit statüde olmak dışında bir koşulda ben Kıbrıs Türklerini temsilen müzakere masasına oturmam “ diyerek, günümüze değin müzakere masasına oturmayı reddetti. Çok ta iyi etti, Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin bölgesel haklarını korumak için en doğrusunu yapmış oldu.
Aradan geçen 7 yılda müzakerelerin halen daha başlamamış olması, Türkiye’nin bölgesel bir güce dönüşmesi, Türklerin artık ekonomik, askeri ve siyasi baskı altına alınamayacağının bölgenin kaçınılmaz bir gerçeği olduğunun ortaya çıkması, Atlantik İttifakının adayı ele geçirme çabalarına büyük bir darbe vurunca perde arkası çalışmalar, siyasi düzenbazlıklar ve yıldırma hedefli terör saldırıları başladı.
Önce “BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Kişisel Temsilcisi” diye bir makam uydurulup, müzakereleri başlatmak misyonu ile kişisel temsilci Kıbrıs’a gönderildi. Yaklaşık 10 ay süren bu yapay görev istenilen sonucu vermeyince bu defa Ekim ayı içinde New York’ta BM genel merkezinde BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Türk ve Rum liderlerini yemeğe davet etmesi ile müzakerelerin başlatılması amaçlı yeni bir adım atıldı. Cumhurbaşkanı Tatar’ın bırakın müzakerelere başlaması veya başlamasını kabul etmesini, yemekten ayrılırken liderlerin toka bile etmemesi yemek girişiminin ne denli başarısız olduğunu ortaya koydu.
Durum böyleyken birileri Kıbrıs Türklerinin “Eşit, egemen, uluslararası tanınmış devlet statüsü” talebini kabul etmek yerine müzakerelerin başlaması için 3+1 veya 4+1 veya da 5+1 gibi akıllara ziyan öneriler sunmaya başladı. Güya Türkiye’nin, İngiltere’nin Kıbrıs müzakereleri masasından uzak tutulması talebini karşılamak amacıyla üç ayrı masa kurarak bu sorunu aşmayı hedefliyorlar. Üç ayrı masa kurmak önerisinin içeriğinde, üç farklı masada başlatılacak olan müzakerelerin ana başlıklarının “Yönetim, Garantiler ve Güvenlik” olması bulunuyor. Sanki şimdiye kadar bunlar hiç konuşulmamış gibi…
Neyse ki bu tuzağa düşmeyecek bir Cumhurbaşkanımız var. AB’nin, BM’nin, Rumların ve ağababaların gerçek niyetlerini bilen bir başkan…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Prof. Dr. Ata Atun
Ukrayna-Rusya ve İsrail-Hamas/Hizbullah savaşında ortalarda hiç gözükmeyen ve perdenin arkasındaki en büyük ve önemli güç Amerika gibi görünse de esasen Çin de bu oyunun içinde. Çin’in bu her iki savaştaki varlığı ve etkisini satır aralarından okumak mümkün.
Ukrayna-Rusya savaşı başlamadan evvel, Rusya Devlet Başkanı Putin’in Çin’e giderek, askeri ve siyasi icazet alması küçük bir ayrıntı olarak kaldı, dikkat çekmedi.
Büyük resme baktığımızda, 7 Ekim 2023’de başlayan savaşta, Hamas’ın arkasında İran’ın olduğunu, talimatın İran’dan geldiğini görmek mümkün. İran, Rusya ve Çin’den icazet alarak, askeri ve siyasi destek garantisini sağlayarak bu talimatı verdi Hamas’a.
Ukrayna savaşını perdelerin arkasından kışkırtan ise ABD oldu. Rusların 1989’daki Afganistan yenilgisi, silahlanmada ve üretimde Atlantik İttifakının arkasında kalması ve en önemlisi de ekonomisinin çöküşü ABD tarafından Rusya’yı çökertmek için büyük bir fırsat olarak algılandı. Ukrayna’ya askeri ve siyasi destek vereceği sözüne ilaveten işin içine AB’yi de katacağını Ukraynalı siyasilerin kulağına fısıldadı.
Ukraynalı siyasiler, arkalarında ABD’yi ve AB’yi hissedince boylarından büyük konuşmaya başladılar, Rusya’yı kışkırttılar. Sonunda beklenilen/istenilen oldu ve Ruslar savaşı başlattı. Atlantik İttifakının hedefi Ukrayna’ya mali, askeri, insani ve siyasi desteği tam olarak vererek Rusya’yı çökertmek ve bir daha toparlanmamak üzere parçalamaktı. Savaşın başlamasından sonra ABD ve AB’den Ukrayna’ya önemli miktarlarda askeri, siyasi, insani ve finansal yardım akmaya başladı. 2024 yılı başına kadar ABD’den 73 milyar dolar, AB’den de 92 milyar dolar toplamda 165 milyar dolarlık yardım geldi. Atlantik İttifakının Ukrayna’ya verdiği desteğin Ukrayna’ya sahada güç verdiği ve Rusya karşısındaki direncini arttırdığı bir gerçek.
Rusya’nın bu stratejiyi fark ederek savaşı uzatması, tam ters etki yapmaya başladı.
Son yıllarda yaşanan küresel siyasi değişiklikler, dünyanın ekonomik gücünün batıdan doğuya doğru yer değiştirmeye başlaması, İsrail’in Gazze’yi haritadan silmeye yönelik saldırıları ve özellikle Rusya’nın hedeflenen çöküşü yaşamaması Atlantik İttifakının tüm planlarını bozdu.
Bugün Avrupa Birliği Ukrayna savaşı nedeni ile İkinci Dünya Savaşından sonraki en büyük ekonomik yıkım evresine girmiş durumda. ABD de aynı kulvarda ki 2024 yılı başından sonra ABD’den ve AB’den Ukrayna’ya silah yardımı azalmaya başladı ve şimdilerde yok denecek seviyeye kadar düştü. Buna paralel olarak İsrail’e yapılan mali ve askeri yardımın da kesintiye uğraması gündemde.
ABD Kongresinde (Temsilciler Meclisi ve Senato) Ukrayna’ya yapılması önerilen 60 milyar dolarlık yeni yardım paketi, Kongre içindeki siyasi çekişmeler nedeni ile askıya alınmış durumda. Ukrayna’yı destekleyen Milletvekilleri (Temsilciler) ve Senatörler, ABD’de 5 Kasım’da yapılacak Devlet Başkanı seçimlerini Donald Trump’ın kazanması durumunda ABD’nin Ukrayna’ya verdiği desteğin tamamen kaldırılacağı endişesi içinde.
Buna paralel olarak AB içinde de Rusya’ya destek veren Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Ukrayna’ya yardım yapılması girişimlerini veto hakkı ile durdurmakta.
Dünyanın en büyük ekonomilerinde sahip Çin ve Hindistan, Rusya’yı savaş nedeni ile kınamıyorlar ve tam tersine Rusya ile ticaretlerini sürdürüyorlar, Rus ekonomisine güç verip taze kan pompalamaya devam ediyorlar.
ABD, risk almamak için sürekli olarak İsrail Başbakanı Netanyahu’yu kontrol altına almaya çalışıyor. Devlet Başkanı Biden güya İsrail’e son olarak 30 günlük bir süre vermiş durumda. İran’ın, İsrail için bir tehdit oluşturması nedeni ile İsrail, 5 Kasım’da Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi durumunda NATO ülkelerine ilaveten Japonya, Güney Kore ve Avustralya’nın desteği ile İran’a karşı bir askeri hava ve deniz harekatı başlatmak hazırlığında. Açıklanacak gerekçe de “İran nükleer silaha sahip olmak çalışmalarını sürdürüyor” olacak bir olasılıkla.
Önümüzdeki aylarda dünya siyasetinin yeni gelişmelere gebe olduğu bir gerçek…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Prof. Dr. Ata Atun
7 Ekim 2023 günü sabah 06.30’da başlayan saldırılar İsrail’in Orta Doğu’da varlığını sürdürme ve hayallerini hayata geçirme yönünde bir dönüm noktası oluşturdu. Ama o işin bahanesi. İsrail’in tüm hesaplarını Arz-ı Mev’ud’a göre yaptığını bilirsek, fırsat kolladığını da biliyoruz demektir.
1948 yılında İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesinden sonra Mısır’ın öncülüğünde oluşturulan Arap Birleşik Ordusunun İsrail’e saldırması ile başlayan ilk savaşın devamı olarak 1952’de, 1967’de ve 1973’de yaşanan savaşlarda, Mısır, Irak, Suriye, Libya ve Ürdün birliklerinden oluşan Birleşik Arap Orduları İsrail topraklarına hiç ayak basamamışlar, tam tersine toprak kaybı yaşamışlardı.
İlk kez 7 Ekim 2023 saldırısında, İsrail’in terör örgütü sınıfına koyduğu, düşman saydığı ve tehdit olarak gördüğü Hamas üyeleri İsrail topraklarına girmiş oldu.
BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri olan ABD ve bir asır önce 1916 yılında Fransa ile imzaladığı Syces Picot anlaşması ile Osmanlı Devletini parçalayarak Orta Doğu’nun bu günkü sınırlarını çizen, petrol yataklarını da yarattıkları yapay devletlerle kendi kontrolleri altına alan İngiltere, İsrail’in Orta Doğudaki varlığını pekiştirmek için Hamas’ın bu saldırısını Uluslararası Hukuka uygun bir fırsata dönüştürmek yoluna gittiler.
İsrail, BM Güvenlik Konseyi üyeleri olan ABD, İngiltere ve Fransa’nın da desteği ile Birleşmiş Milletler Kuruluş Antlaşmasının 51. Maddesi içeriğince “silahlı saldırı gerçekleştikten sonra meşru müdafaa hakkını oluşturan yasal yetkiyi” kullanacağını açıklayarak, karşı saldırılarını bu içeriğine sokarak, yasallaştırdı. Bu kapsam içinde hareket ederek de Gazze de orantısız güç kullanma yoluna giderek 27 Ekim 2023’de kara harekatını başlattı. Tüm yerleşim yerlerine, yok etmek hedefli planlı ve düzenli saldırılar düzenledi.
Saldırılarda iki milyon insan evlerini terk etmek zorunda kaldı, Gazze’deki binaların yaklaşık yüzde 60’ı harabeye döndü, su, elektrik, kanalizasyon, iletişim, yol ve diğer insan yaşamını kolaylaştıran altyapı tümü ile yok oldu, resmi olarak 42 bin, yıkıntıların içinde kalan ve halen ulaşılamayanlarla birlikte yüz binden fazla insan hayatını kaybetti.
Yerel halkın Gazze’deki varoluşu sonlanırken, Hamas’ın Gazze’deki varlığı ve gücü yok oldu.
İsrail, Gazze toprakları içinde yaşayan yerel halk ile Hamas’ın varlığını sıfırladıktan sonra gözünü komşu ülkelerden başlamak üzere Orta Doğu’ya dikti. Belli ki Orta Doğu, aynen 1916’da yapıldığı gibi yeniden yapılandırılacak, yeni sınırlar çizilecek ve Atlantik ittifakının kolayca uzaktan yöneteceği yeni yapay devletler oluşturulacak.
Şimdi önemli olan bundan sonra bölgedeki varlığını ve güvenliğini sağlam temellere oturtmak için neler yapacağı. Ki İsrail’in ilk hedefinin, insanın yaşamı için olmazsa olmaz olan ‘su’yun bölgedeki kaynaklarını ele geçirmek ve kendi kontrolü altına almak olacağını tahmin etmek zor değil. Suriye sınırları içinde yer alan Golan tepelerini 1967’deki Yom Kippur savaşında ele geçirmesi ile su sıkıntısını biraz olsun azaltan İsrail, şimdi gözünü 1948’de çizilen ama gerçekleştirilemeyen İsrail Haritasında yer alan Litani nehrine ve bu nehri besleyen su havzalarına dikti.
Yani İsrail’in Lübnan’a saldırısındaki önceliği Hizbullah ile savaşmak değil, Litani Nehrini ve bu nehri besleyen su havzalarını ele geçirmek. Litani nehrini ve su havzasını ele geçirdikten sonra aynen Gazze’de yaptığı gibi, Lübnan’ın güneyini yaşanmaz hale getirerek, bölge halkını baskı altına alacak, Hizbullah’ın Lübnan kanadını da etkisiz hale getirecek.
Anlayacağınız “su savaşları başlayacak” efsanesi hayata geçiyor. Uzun vadeli hesapların insanı olan Yahudiler bunun hesabını da yapmış belli ki…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Prof. Dr. Ata Atun
İsrail’in Gazze’ye ve Lübnan’a saldırılarını izlerken aklıma hep Vietnam geliyor.
Dönemin güçlü devi, önünde hiçbir gücün duramayacağına inanılan ABD, bu savaşta 58 bin askerini kaybetti. Savaşın son yıllarında ABD’li anneler ABD hükümetini eleştiren ve suçlayan büyük bir protesto düzenlediler. Sloganları çok manidardı ve gerçekleri yansıtıyordu: “Bizim evlatlarımızın Vietnam’da ne işi var, niye başkasının toprakları için ölüyorlar.”
Vietnam savaşı ardından yaşanan bu infial “Vekalet Savaşları”nı ortaya çıkardı.
ABD Vietnam savaşından sonra hiçbir savaşında veya işgalinde ABD askerlerini göndermedi, gönderdiyse de ön saflara kendi askerini değil, para ile tuttuğu “paralı askerleri” öne sürdü. Kendi evlatlarını kurban etmemek için paralı askerlere maaş, lojistik destek, silah desteği ve savaş araç gereci vermeyi tercih etti.
Vietnam savaşından alınacak çok dersler var.
Askeri stratejist değilim ama düz mantıkla bile bazı hesapları görmek mümkün.
Vietnam Savaşı raporlarını okurken, dikkatimi çeken en önemli askeri strateji konularından biri, işgal edilen toprakların elde tutulabilme çabasıydı. Bunun için gereken insan sayısı, harcanan enerji, silah, lojistik destek, gıda, ilaç, yakıt ve benzeri destekler inanılmaz boyutta idi.
Örneğin ABD ordusunun bir Vietkong köyünü yaka yıka ele geçirmesi için 500 asker gerekiyor idiyse bu köyün topraklarını ve bu köyü Güney Vietnam’a bağlayan yolları, sızma olmaması, tuzaklar kurulmaması için koruyabilmesi ancak asgari 10 misli (5 bin) askerle olabiliyordu.
Gelelim günümüze; İsrail’in Türkiye’nin sınırlarına kadar gelebilmesi ve Doğu Akdeniz’den Irak sınırına kadar bu bölgeyi koruyabilmesi için önce Lübnan sonra da Suriye topraklarını yakıp yıkarak ve düşmanı sıfırlayacak düzeyde yok ederek ilerlemesi gerekiyor. Bu bağlantısını İsrail’in kuzey hududuna kadar da kuş uçurtmayacak şekilde koruması için de on binlerce piyade askerine, askeri araca, silaha ve elektronik cihazlara ihtiyacı var.
İsrail’in hedefi büyük olasılıkla ABD’nin 2012’de işgal ettiği ve halen kontrolünü elinde tuttuğu Suriye’nin petrol yatakları. Her ne kadar bu petrol yatakları ABD’nin vekalet güçlerinin yönetimindeyse de ana kontrol ABD’nin elinde. Söz konusu ABD yönetimindeki Petrol yataklarının büyük bir bölümü, Suriye’nin doğu bölgelerinde Irak sınırı ile kuzeydoğuda Haseke yakınlarındaki Deyr ez Zor vilayetinde yer almakta.
Zaten sorun da burada başlamakta.
İsrail’in bu bölgeye korunaklı bir şekilde ulaşabilmesi için Suriye-Lübnan sınırının kuzeyinde ve doğusunda yer alan Rus Askeri Üslerinin arasından geçmesi gerekmektedir ki, Suriye-Rusya Stratejik İsbirliği Anlaşması nedeni ile bunu başarması neredeyse olanaksız gibi.
Bu nedenle de İsrail’in, ABD’den aldığı askeri harekat desteği hangi boyutta olursa olsun, Suriye’yi güneyden kuzeye veya güneyden kuzey-doğuya ulaşacak şekilde yarıp ilerlemesi ve de geçtiği yerleri koruması, konvansiyonel silahlarla olanaksız.
Bu koşullarda Orta Doğu’nun yeniden oluşturulması, şekillendirilmesi ve sınırların yeniden düzenlemesi hedefli yaşanmakta olan acımasız savaşın, Türkiye’yi de içine alması neredeyse imkansız gibi.
Tabi bu söylediklerim normal savaş koşulları içinde geçerli varsayımlar. İsrail’in şeytani planlarını ve niyetlerini okuyabilen bir teknolojiye sahip olmadığımız için mevcut enstrümanlar üzerinden yorum yapabiliyoruz.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili