Dizi ve film Platformu Netflix, senaryonun içeriğini araştırmadan belli ki Yunan ve Rum propagandasına alet olmayı yeğlemiş.
Basında çıkan yazılara göre Andreas Georgiou’nun yönetmenliğini yapıp başrolünü oynadığı “Famagusta” adlı dizi Eylül ayının sonlarına doğru yayınlanacakmış.
Kıbrıs sorununun 1974’te başladığını iddia eden, tarihi istedikleri şekilde tahrif eden Rumlar, şimdide yalan dolan ve anlata anlata kendilerinin inandığı mitomanik senaryolarla 1974 mağduru olduklarını dünyaya ilan etme derdinde.
Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından finanse edilen ve yapımına katkı konan dizide, Yunanistan’ın 15 Temmuz 1974 tarihinde darbe yaparak Makarios’u devirmesi ile başlayan iç çatışmalar yok.
Darbeyi gerçekleştiren EOKA B teröristleri tarafından solcu Rumların katledilmesi, terörist başı Nikos Sampson’un darbe lideri ilan edilmesi yok.
Türkiye’nin, Yunanistan’ın ve İngiltere’nin garantörü olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yıkılarak yerine “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin ilan edilmesi ve Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin yönetimindeki Kıbrıs adasının Yunanistan’a ilhak edildiğinin açıklaması yok.
Tabi ki bunlar olmayınca, Kıbrıs adasının Yunanistan’a ilhak edildiği açıklaması sonrasında Rum Milli Muhafız ordusunun ve terör örgütü EOKA B’nin silahlarını Kıbrıs Türklerine yöneltmeye başlandığı, uluslararası tanınırlığı olan Kıbrıs Cumhuriyeti anayasası EK I, Garanti ve ittifak Anlaşması’nda belirtildiği üzere Türkiye’nin garantör devlet olduğu ve EK I, Madde 4’e göre garantör devletlerin, Kıbrıs Cumhuriyetinde statü değişikliği olduğu vakit müdahale yetkisi olduğu da yok.
Yayınlanacağı iddia edilen dizi hakkında çıkan haberler, dizinin tamamen yalan üzerine inşa edilmiş kurguya dayalı olduğuna işaret etmekte.
Hadi dünyayı kandıracaksınız diyelim, bizi nasıl kandıracaksınız?
Ben 20 Temmuz 1974 tarihinde başlayan uluslararası hukuka dayalı askeri müdahaleye mücahit olarak katıldım.
“Türk ordusunun sivil yerleşim yerlerini bombaladığını ve Türk askerinin sivillere ateş ettiğini” hiç görmedim ve duymadım.
Bu iddia tamamen yalan ve itibar zedelemeye yönelik.
Türk askerinin fıtratında “silahsız kişilere ateş etmemek” var, “yardıma muhtaç asker de olsa düşmana yardım etmek” var. 1974 Barış Harekatında bu insani davranışları çok gördüm ve çok uyguladım. Annesinin babasının evlerinin avlusundaki ağaca bağlayıp terk ettiği, bizi görünce inleyerek dondurma isteyen zihinsel engelli Rum çocuğu eve götürüp temizlememiz, karnını doyurmamız ve yetkililere teslim etmemiz bunlardan biridir. Hem Rumların yaptığı gibi masa başında yazılmamış, bizzat yaşanmış bir hikayedir.
Anlaşılan o ki bizim bunları anlatmamız, filme çekmemiz, geniş kitlelere ulaştırmamız gerekiyor zira propaganda içerikli diziler, silahlı mücadeleden daha etkin hale gelmiş durumda.
Propaganda ve tanıtım eksikliği nedeni ile 1963-1974 yılları arasında bizler Kıbrıs Türklerine uygulanan soykırımdan bırakın dünyayı, soykırımı uygulayan Rumların ve kendi yeni yetme gençlerimizin bile haberleri yok.
50 sene önce, 15 Ağustos 1974 tarihinde, Muratağa, Atlılar ve Sandallar köylerinde Rumlar tarafından 3 aylık bebekten, 93 yaşındaki yaşlılara kadar hunharca katledilen kardeşlerimizin uğradığı katliamdan, Rumların bile daha geçen hafta haberleri oldu.
Muratağa, Atlılar, Sandallar gibi katliamların yanısıra Türkeli katliamı, Taşkent katliamı, Kumsal katliamı gibi katliamları da yaşadık biz.
Bizim 6 aydan 90 yaşına kadar insanımız yakılıp kör kuyulara atıldı.
Bizim okullarımızda öğretmenlerimiz karne verdikleri öğrencilerinin katlinin yasını tuttu.
Bizim arabalarımız yollarda kayboldu.
Bizim otobüslerimiz, binek araçlarımız içindeki yolcularla birlikte gömüldü.
Biz 13 yıl adanın yüzde 3’lük kısmına hapsedildik.
Bizim köylerimiz yakıldı.
Ekonomik baskıları, Rumların tüm yönetimi ele alıp Kıbrıs Türklerini göçe zorlamalarını anlatmıyorum bile.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, bu katliamları ve 1963-1974 yılları arasında Kıbrıs’ta Kıbrıs Türklerine uyguladıkları soykırımı büyük bir başarı ile kendi halkından ve dünya kamuoyundan saklamayı, gündemden, gazetelerden, medyadan, basından ve TV’lerden uzak tutmayı başardı.
Mağdur olan ve soykırıma uğrayan bizler Kıbrıs Türkleri iken, propaganda sonucunda mağdur koltuğuna Kıbrıs Rumları yerleştirildi.
Özellikle “Kıbrıs konusunda” haklılığımızı ortaya koyacak, dünyaya bizleri istilacı olarak değil, mağdur taraf olduğumuzu ortaya koyacak ve haklı gösterecek dizilerin yapılması artık kaçınılmaz olmuştur. Bizim yapmamız gereken, bize yapılanları anlatacak diziler ve filmler yaparak Netflix’te paylaşmak.
O zaman Netflix ve bu tür platformların gerçekte eğlence platformu mu, propaganda aracı mı olduğunu anlayacağız. (Biliyoruz bilmesine de, sağlamasını yapalım.)
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Yunanları ve Rumları, aile yapıları, kültürleri, inanışları, eğitimleri, mizahları, kafa yapıları, dini inanışları ve duygularını iyi bilen ve tanıyan bir kişi olarak Rumların ve Yunanların Kıbrıs’ta uygulamaya koymak istedikleri ekonomik ambargo, tehdit ve tutuklamalar girişimleri üzerine, İngiliz Avrişlerinde araştırma yapmaya başladım.
Araştırdığım konu Yunanistan’ın Birinci Dünya savaşından sonra 15 Mayıs 1919’da boyuna posuna bakmadan “Anadolu’nun Batı yarısını işgal etmek ve topraklarına karmak hedefi ile” İzmir’e kimin gazıyla asker çıkardığı idi.
Yunanistan’ı kimin, niye teşvik ettiği, Yunanistan ve diğer birkaç ülke ile ilgili tarihi belgeleri, paralel ve senkronik bir şekilde okuduktan sonra anlayabiliyorsunuz. Hepsini okumanıza bile gerek kalmıyor. Sekiz on tane evrak okuyunca gizem ve bilinmezlik ortaya kalkıyor.
Olayın özeti şu; Birinci Dünya Savaşının kurgucusu Büyük Britanya İmparatorluğu yani günümüz İngilteresi.
Gözü Orta Doğu’daki petrol yataklarında.
Büyük hedef, Batılı devletlerin el birliği ile yıllarca çabaladıktan sonra yıpratmayı başardıkları ve güçsüzleştirdekleri Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak, Orta Doğu’ya ve Kuzey Afrika’ya el koymak ve tekrardan ayağa kalkarak güçlenmesine mani olmak.
Kurgu bir olay ile başlatılan Birinci Dünya Savaşından çizilen hedef doğrultusunda Osmanlı İmparatorluğu yenik çıkınca, iş ikinci aşamaya ve İmparatorluğun topraklarının üzerine konmaya geliyor. Gelmesine geliyor da, bunun için Büyük Britanya İmparatorluğunun bir milyon askere, silaha ve cephaneye daha gereksinimi olur.
Büyük Britanya İmparatorluğunun elindeki imkanlar kısıtlı, ordusu yorgun ve bir kısmı da dünyanın bir çok yerinde sömürü amaçlı konuşlanmış durumdadır. Sömürgelerdeki askerlerini geri çağırmak sömürgeleri kaybetmek olacağından başka bir çare bulmak gerekir. En dahiyane, uygulanabilir ve de İngiliz maliyesine yük olmayacak çözüm, müttefiklere Anadolu’yu işgal ettirmek ve Osmanlı ordusunu bu işgalcilerle meşgul ettirmek olur.
Fikir hemen uygulamaya konur. Yunanlılar, İtalyanlar, Fransızlar , Ermeniler ve Ruslar Anadolu’ya çökerler.
Bilenler bilir. Yunanlar, arkalarında güçlü birilerinin olduğunu hissedince, kendilerini ormanların kralı aslanlar zannederler ve güç sarhoşluğu içinde düşman addettiklerine saldırırlar. Cesaret alırlar bir nevi… Asırlardır kafa yapıları böyledir.
Nitekim 15 Mayıs 1919’da büyük bir gösteriş ve şaaşa ile İzmir’e ayak basarak başlayan Anadolu’yu işgal ve Yunanistan Krallığı topraklarına katmak hayalleri, 9 Eylül 1922’de, Anadolu’da Yunan ordusunun yüzde seksenini toprak altında bırakarak 3 sene evvel ayak bastıkları İzmir’i kaçarak terk etmek zorunda kalmalarıyla sonuçlanmıştı.
Aynı hatayı Kıbrıs’ta da yaptılar.
Kendilerini adanın sahibi sanarak 21 Aralık 1963 sabahı, Kıbrıs adasının mutlak hakimi olmak ve adayı Yunanistan’a ilhak etmek için Kıbrıs Türklerine saldırdılar. Arkalarında Atlantik İttifakı vardı.
4 Mart 1964 tarihinde, Atlantik İttifakının bir yan kuruluşu olan ve adına Birleşmiş Milletler denilen kuruluşun aldığı kararla kendilerini adanın yasal hükümeti zannedip, 6 Ağustos 1964 ve 15 Kasım 1967’de Kıbrıs Türklerine yaptıkları silahlı saldırılar hüsranla biterken, 15 Temmuz 1974’de Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak amaçlı yaptıkları darbe de, kendileri için büyük bir yenilgi ve ulusal bir felaketle sonuçlandı.
Belli ki Rumlar ve Yunanlılar hala daha geçmişten bir ders almamışlar.
Arkalarını Atlantik İttifakını alarak, akıllarınca Kıbrıs Türklerinin mali açıdan çökertme ve kendilerine muhtaç etme hedefli ekonomik ve hukuksal bir saldırı başlattılar ve ellerinden gelen her baskıyı kuruyorlar. Tur operatörlerine KKTC’ye geçmeme anlaşması yapmaları da onlardan biri. Ancak sürecin sonunda gene bu akılsızca saldırının altında kalacakları kesin.
Hala daha, Kıbrıs Türklerini, uygulamaya çalıştıkları her tür izolasyon, ambargo, ekonomik baskı ve kısıtlamadan kurtulmak için Türkiye’ye ilhaka, Anavatanın bir parçası olmaya zorladıklarının farkında bile değiller.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
İsrail’de, 1 Kasım 2022 tarihinde düzenlenen ve 25. Knesset’in (İsrail Meclisi) 120 yeni üyesini belirlemiş olan seçimlerde “Barı Şeria, (Şeria nehri ile Lut gölünün batısındaki Judea ve Samaria bölgelerini kaplayan ve bugün Batı dünyasında West Bank veya Cisjordanie adlarıyla tanınan bölge) Yahudiye (Youdaía, Filistin bölgesinin güneyinde yer alan tarihi İbrani ve İsrailli dağlık bölgesi) ve Samiriye (Yahudiye bölgesinden kuzeydeki Celile bölgesine giderken yol üzerinde bulunan eyalet) dahil olmak üzere “İsrail topraklarının her yerinde yerleşimi teşvik etme ve geliştirme” sözü ile koalisyon hükümeti kuran Netanyahu Başbakanlık koltuğuna tekrardan oturmuştu.
Netenyahu’nun ilk yaptığı işlerden birisi Batı Şeria, Yahudiye ve Samiriye ile ilgili İsrail politikalarını yeniden oluşturmak oldu. Bunun başına da geniş yetkilerle, radikal sağcı olarak bilinen, Filistin Devletinin kurulmaması için çalışmalar yapan, yılların yerleşimci önderlerinden Bezalel Smotrich’i getirdi ve buna ilaveten kendisine Maliye Bakanılığı görevini tevdi etti.
Başbakan Netanyahu yönetimindeki İsrail hükümetini önemli makamların sahibi olan radikal “Yahudi Yerleşimciler” ve onları kayıtsız koşulsuz destekleyen aşırı sağcı siyasiler, siyasi partiler ve radikal sağcıların açık ve süreğen desteği ile Yahudi yerleşimciler, yavaş yavaş Batı Şeria’yı da işgal etmeye ve bölgesel değişiklik adımlarını hızlandırmaya başladılar.
İlk atılan önemli adımları, yaklaşık 6,500,000 metrekare araziye istimlak ediyormuş gibi davranıp el koymak, yerleşimci karakollarını yasadışılıktan çıkarıp, yasal hale getirmek ve desteklemek, Filistinlilerin yerleşim yerlerindeki binaları sistematik olarak yıkmaya başlamak, taşrada yaşayan Filistinlilerin tarım arazilerine gitmelerini zorlaştırmak ve Filistinlilere uygulanan korku odaklı dolaşım kısıtlaması oluşturuyor. Bunun sonucu olarak taşradaki bazı köyler ve bu köylerin tarımsal toprakları artık terk edilmiş, ziraat ve hayvancılık bitmiş durumda. Yazık ki İsrail Güvenlik Güçleri, yerleşimciler tarafından Filistinlilere karşı yapılan ve gittikçe artan saldırı, cinayet, taciz, tecavüz ve konut işgallerini durdurmakta ve önlemekte başarılı olamıyor.
Günümüzde Batı Şeria’da yaklaşık 500 bin yerleşimci ve 3 milyon Filistinli yaşıyor. Sadece 1 yıl içinde yerleşimcilerin 12 bin konut inşa ettikleri ve yerleşimcilere yerleşimi teşvik etmek için konut yapım izininin süratli bir şekilde verildiği biliniyor. Devlete ait araziler de yerleşimcilere tarım, hayvancılık ve yerleşim amaçlı tahsis ediliyor.
Haziran ayında BM’nin yargı organı olan “Uluslararası Adalet Divanı”, İsrail ile ilgili talimat içerikli bir karar açıkladı. Bu karar, İsrail hükümetini, Filistin topraklarını işgale son vermeğe, yerleşimcilerin işgal ettikleri mevcut yerleşim yerlerini boşaltmağa, taşınır ve taşınmaz mallarını kaybeden Filistinlilere tazminat ödemeğe “mahkum” ediyor ancak İsrail’in umurunda değil. İsrail hükümeti Uluslararası Adalet Divanı’nın Haziran 2024 tarihli kararını yok sayıyor, Başbakan Netanyahu söz konusu karar ile ilgili yaptığı açıklamada “Yahudi halkı kendi topraklarının fatihi değildir” diyerek, “buraları zaten bizimdir, kendi topraklarımızı niye işgal etmekle suçlanmaktayız” mealinde laflar ederek, bu kararı dikkate almayacağını ve uygulamayacağını ima ediyor.
Verilen mesajlar ve uygulamalar, BM’nin geçmişte kabul ettiği “Barış Anlaşmaları” ve bu anlaşmaların içeriğinde yer alan “İki devletli çözüm” önerisi ve tavsiyesinin artık acilen hayata geçirilmesi gerektiğini, Filistin’in kaderinin İsrail’in insafına bırakılmaması gerektiğini ortaya koyuyor…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
KIBRIS TV’de 8 Ağustos‘ta Elif Şen Çatal’ın sunduğu NEREDE KALMIŞTIK Programında Haniyye Suikastının detayı ve sonuçlarını, İran Cumhurbaşkanı İLE Devrim Muhafızları, İsrail Arap savaşlarının geçmişi ve Filistinin geleceği, AB’nin ekonomik durumu ve geleceği, ABD’nin vekalet savaşları, Doların güç kaybedeceği ile Orta Doğu’nun geleceği konularına değindim.
Program adresi: https://youtu.be/JrP8mqacGGE
Prof. Dr. Ata Atun
Ülkemizde bir çok insanın hayalini süsleyen Avrupa Birliği ekonomik açıdan fena sallanmaya başladı.
Bazı bilmişlerin “AB’ye beyin göçü hızlandı”, “Binlerce doktor ve mühendis AB’ye göç etti”, “Gençlerimiz bir bir AB’ye kaçıyor” gibi boylarından büyük lafların pek bir geçerliliği yok.
Avrupa Birliği asırlar boyunca Asya’daki, Karaipler’deki, Afrika’daki ve Okyanus ülkelerindeki birçok ülkeyi işgal etmiş ve sömürgeye dönüştürmüş şaibeli bir kıta. Sömürdüğü ülkelerin insanlarının hayatlarını kabusa çevirmiş, ezmiş, örnek olsun diye acımasız yaptırımlar uygulamış, bu topraklarındaki gümüş, altın, pırlanta, petrol, doğalgaz ve uranyum gibi zenginliklere vahşi bir şekilde el koymuş bir topluluk.
Artık deniz bitmiş ve kara görünmüş. Görünmekten de öteye gemi karaya oturmuş.
Ki, AB yönetimi ekonomik sıkıntılarını biraz daha azaltmak için diplomatik ağını küçültmek, yani dış ülkelerdeki Büyükelçilik, Konsolosluk, Temsilcilik ve Misyonlarında kesinti yapmak kararı aldı. Son alınan karara göre AB, diplomatik ağından, bütçede öngörülen mikarın yüzde 5’ini, yani 43 milyon Avro’yu kesecek ve giderlerini aşağı çekecek. Gelecek yıl ve diğer yıllarda bu kesintiler her yıl yüzde 5 daha arttırılacak. Bu durumda yüksek maaşlar ve maliyetlere ilaveten gittikçe yükselen enflasyon baskısı nedeni ile Avrupa Birliği, Güney (Latin) Amerika ve Afrika’da halen faaliyette olan Büyükelçilik, Konsolosluk, Temsilcilik ve Misyonlarının faaliyetlerini bu yıldan başlamak üzere azaltacak, birkaç yıl içinde de “tek kişilik ordu” tabiriyle devam ettirmek zorunda kalacak.
İşin ilginç ve şaşkınlık yaratacak olan tarafı, kapatılacak diplomatik misyonlardaki mal varlıkları ile taşınmazların da satılacak olması. 2024 yılında, güvenlik nedeni ile yanından geçilmesi bile yasaklanmış olan “A” ülkesinin Büyükelçilik binası, 2025 yılında, halkın içine kolayca girebileceği ünlü bir markanın mağazasına dönüşecek.
Bununla da bitmiyor bu kesintilerin etkisi. AB’nin 145 sınır ötesi ülkede faaliyet gösteren diplomatik misyonunun neredeyse üçte birinin kesintilerden dolayı ciddi bir güvenlik sorunu taşıması ve bu sayının her yıl artış göstermesi olası.
Bütçede öngörülen miktarın yüzde 5’inin, yani 43 milyon Avro’nun kesilecek olmasının, mesleğim olan inşaat mühendisliği açısından açıklaması; binalardaki teknolojik malzeme ve aletlerin bakımın yapılamayacağı ve yenilenemeyeceğine ilaveten binaların rutin bakım ve tamirlerinin yapılamayacağı. Bu da binaların zamanla bakımsızlıktan konforlu bir şekilde oturulamaz ve çalışılamaz hale dönüşeceği, elektrikli, elektronik ve digital aletlerin de diplomatik misyonun çağdaş isteklerine yanıt veremeyecek hale geleceği, teknolojik güvenlik zaafiyetlerinin artacağı anlamına geliyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, çok değil 3 ay evvel, -Mayıs ayında- söylediği “Avrupa’mızın ölebileceği varoluşsal bir an yaşıyoruz” sözleri zaten AB’nin durumunu çok iyi açıklamakta. Gerekçe olarak da Ukrayna-Rusya çatışması ile artık iyice suyun yüzüne çıkarak elle tutulur, yaşamda hissedilir hale gelen “ekonomik zorlukları ve sıkıntıları” öne sürmüştü Makron.
Geçmiş yıllarda giderleri azaltmak için AB yönetiminin aldığı “haftalık duş sayısı” azaltılacak kararı, esnedi, uzadı ve dış ülkelerdeki Büyükelçilik, Konsolosluk, Temsilcilik ve Misyonlarında kesinti yapmak ve kapatmak kararına kadar büyüdü.
Başta Fransa olmak üzere Güney (Latin) Amerika ve Afrika ülkelerinden kapı dışarı edilen emperyalist Batı, bağlantılarının olduğu diğer ülkeleri parasızlıktan kapının önüne konmalarına gerek kalmadan kendileri terk etmek zorunda kalacaklar.
Boşuna atalarımız “Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli” dememiş.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili