Atılım Üniversitesinde “KIBRIS” Konferansı

Atılım Üniversitesinde “KIBRIS” Konferansı
ATILIM Üniversitesi KIBRIS Konferansı

ATILIM Üniversitesi KIBRIS Konferansı

Prof. Dr. Ata Atun, Kıbrıslı Türklerin Rumlarla bir anlaşmaya varılana dek, Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs adasının geleceği ve adanın gerek yeraltındaki gerekse de çevresindeki deniz alanları içerisinde yer alan tüm doğal kaynaklarla ilgili olarak uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan haklarının bulunduğunu kaydetti.

KKTC halkı ve Türkiye’nin 1958 I. Deniz Hukuku Konferansı, 1960 II. Deniz Hukuku Konferansı, 1982 III. Deniz Hukuku Konferansı (UNCLOS) ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Garanti ve İttifak Anlaşmaları içerisinde yer alan hakları anımsatan Atun, KKTC’yi kurmakla bunların hiç birinin kaybedilmediğini ifade etti.

KKTC Cumhurbaşkanı Müzakere Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ata Atun 6 Ekim tarihinde günü Atılım Üniversitesi Ankara kampüsü, UAİB Konferans Salonunda “Kıbrıs Müzakereleri” başlıklı bir konferans verdi.
Tuğgeneral Nihat İlhan onur konuğu
Konferansın onur konuğu Emekli Tabip Tuğgeneral Dr. Nihat İlhan oldu. 24 aralık 1963 tarihinde Rum çetecilerin Kumsal bölgesine yaptıkları saldırı sonucu eşini ve üç çocuğunu kaybeden (o dönemdeki rütbesi Binbaşı) Emekli Tabip Tuğgeneral Dr. Nihat İlhan konferansa kızı Şebnem İlhan ile katıldı.
Atılım Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları bölümü kurdu
Geçtiğimiz yıl Atılım Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Bölümü tarafından hayata geçirilen “Atılım Kıbrıs Araştırmaları ve Uygulama Merkezi” Başkanı Doç. Dr. Ulvi Keser’in daveti üzerine gittiği üniversitede yoğun bir ilgiyle izlenen Prof. Dr. Ata Atun’un konferansı üç bölümden oluştu.
Kıbrıs hakkında merak edilenleri anlattı
İlk bölümde Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs adasının Münhasır Ekonomik Bölgesi üzerinde neden hakları olduğunu dijital projektör sunusu ile örneklerle anlatan Prof. Atun, ikinci bölümde Kıbrıs Müzakerelerinin geçmişi, geçirdiği aşamalar, içinde bulunduğu durum ve geleceği hakkında bilgi verirken, üçüncü bölümde de öğrencilerin sorularını yanıtladı.
“Piri Reis niçin burada”
Konuşmasında 1958 I. Deniz Hukuku Konferansı, 1960 II. Deniz Hukuku Konferansı ve 1982 III. Deniz Hukuku Konferansı (UNCLOS) ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Garanti ve İttifak Anlaşmaları içerisinde yer alan önemli konulara değinen Prof. Atun, Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin anlaşmalardan doğan yasal ve bölgesel haklarını anlaşılabilir bir dille ortaya koydu. Konuşmasında Koca Piri Reis Sismik Araştırma gemisinin neden bölgede bulunduğunu ve Türkiye’nin müdahale hakkının nereden kaynaklandığını açıklayan Atun, “Müzakereler” başlıklı bölümünde ise Kıbrıs Rum siyasi partilerinin oluşumu ile kuruluş felsefesini, Rum siyasi parti liderlerinin kişisel yapıları ve düşünce tarzları ile Kıbrıslı Rumların “Kıbrıs konusuna” bakışlarını dile getirdi.
BM ve AB müzakerelere nasıl yaklaşıyor?
Atun, müzakerelerin geçmişini dijital sunu ile özet olarak anlattıktan sonra günümüzde müzakerelerde nelerin konuşulduğunu, BM ile AB’nin müzakerelere nasıl yaklaştıklarını, beklentilerini, müzakerelerin gidişatının ne gibi bir sonuçla sonlanabileceğini katılımcılara aktardı.

Geleceğin politikacıları Kıbrıs’ı sordu
Katılımcıların yoğun ilgisi nedeni ile yaklaşık bir buçuk saat süren soru yanıt bölümünde, genç akademisyenlerin sorularını yanıtlayan Prof. Atun, Kıbrıs hakkında tüm merak edilenleri geleceğin politikacılarıyla paylaştı.

Prof. Dr. Ata Atun’un Ekim ayı içinde iki üniversitede daha “Kıbrıs Müzakereleri ve Doğu Akdeniz’de Doğalgaz Araştırmaları” konusunda konferans vereceği öğrenildi.

9 Ekim 2011
Atılım Üniversitesinde “KIBRIS” Konferansı için yorumlar kapalı
Okunma 257
bosluk

Kıbrıslı Türkler Kararını Vermiş Bile

Kıbrıslı Türkler Kararını Vermiş Bile

Temmuz ayı içinde birbirinden habersiz yapılan iki kamuoyu yoklamasının sonuçları, geçen haftanın sonunda, sanki de söz birliği edilmişçesine birer gün arayla açıklandı.


Bunlardan birini yaptıran Rum tarafındaki önemli bir gazete, üstelik EOKA-B taraftarı bir gazete, diğeri de KKTC’de faaliyet gösteren siyasi bir parti. Her iki kamuoyu yoklamasının ana teması ve varmak istedikleri ana bulgu farklı ama içeriklerindeki ortak noktalar ve ortak kesitler çok fazla.


Tabii bu biraz da, her iki kamuoyu yoklamasına bakış açınıza da bağlı.


Beni ilgilendirenin, her iki kamuoyu yoklamasında yer alan toplam 1482 kişinin “Kıbrıs” konusunda neler düşündükleri olduğu için, iki kamuoyu yoklamasını üst üste koydum ve “Kıbrıs konusunda”ki ortak noktalarını çıkararak, alt alta dizdim ve sonra da belli başlıklar altında iki kamuoyu yoklamasının sonuçlarını birleştirdim. 


Bu yöntemle KKTC vatandaşı olan Kıbrıs Türk Halkının “Kıbrıs konusu”nda neler düşündüğü istatiksel belli bir yanılgı payı oranı ile ortaya çıkıyor.


Bu kamuoyu yoklamalarını incelerken dikkatimi çeken ilk detay, “Katılımcıların” yaklaşık  %80’ninin kendilerini “Kıbrıslı Türk KKTC vatandaşı” , %14’nün de “1974 sonrası Türkiye’den gelip adaya yerleşmiş KKTC vatandaşı” olarak tanımlaması.


Bu sonuç, birtakım kişilerin Hristofyas-Talat görüşmesinden sonra varılacak anlaşmanın “Referandum”a sunulması durumda, “Kıbrıs’lı Türklerin” azınlıkta olacağı varsayımını iyice zayıflatıyor. Aşağıdaki sonuçların, kim ne derse desin, kamuoyu yoklaması için toplam başvurulan ve isimleri seçmen listesinde yer alan KKTC vatandaşı kişilerin  %80’nin, kendilerini “Kıbrıslı Türk KKTC vatandaşı” olarak tanımlayan kişilerin düşünceleri olması. Bu küçük detay çok önemli.
 
Kıbrıs sorununa ilişkin Talat ve Hristofyas arasında yapılacak “Kapsamlı Müzakerelerin” sonucu ile ilgili soruya 1.ci grubun %71’i, 2.ci grubun da %63’ü, iki liderin bir anlaşmaya varmayı başaramayacaklarını belirtmiş. Yani ortalama kamuoyu yoklamasına katılan kişilerin %68’i müzakerelerden olumlu bir sonuç beklemiyor.


İdeal çözümün ne olması gerektiği sorusuna “İki ayrı Devlet” olarak yanıt verenler, 1.ci grupta %62, 2.ci grupta ise %43. Yani, ideal çözümü adada, komşu ve dost iki ayrı devlet olarak düşünenlerin oranı genel toplama göre %52,5. Yarıdan fazla.


Bu sonuç diğer geri kalan kişilerin, yani %47,5’un, kamuoyu yoklamasına göre  “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” istiyor manasında da değil. Geri kalanların 1.ci grupta %14’ü, 2.ci grupta da % 30’u “Federal” bir devlet istiyor. Yani toplamın %21’i.


Mevcut durumun devamını isteyenler, 1.ci grupta %7, 2.ci, grupta %15,8. Yani toplamın %11.5’ğu “böyle gelmiş böyle gitsin” diyor.
      
Kıbrıs sorununun ne kadar zamanda çözüleceği sorusuna ise, 1.ci grupta bu soru direkt olarak sorulmamış ama buna yakın bir başka soruya yanıt verenlerin %71’i çözüm olmayacağını düşünürken,  2.ci grupta olanların da %40,7’si “Asla çözülmeyecek” yanıtını vermiş. Yani %55,85 adada asla bir çözüm olmayacağına inanıyor.


Kamuoyu yoklamasındaki en önemli sonuçlardan bir tanesi de, katılımcıların tümünün (%100), olası bir anlaşma durumunda, “kesinlikle olması” gerekenlerin başında “Türkiye’nin garantörlük hakkının devam etmesi”ni beyan etmeleri.


Olası bir “Çözüm durumunda”, Kıbrıs tümü ile AB şemsiyesi altına girecek bile olsa, Türk askerinin adada kalmasını isteyenler %76,4 oranında çıktı. Bu sonuçtan AB’ye ve Rumlara güvenin olmadığı kesin bir şekilde belli oluyor.  Zaten aylar evvel yapılan bir kamuoyu yoklamasında da, “Çözüm olmaması durumda” Türk Askerinin adada kalmasını isteyenlerin oranı %96 olarak çıkmıştı.       


Türkiye’nin tek yanlı müdahale hakkına yüzde 71.2 destek verilirken katılımcıların %61’i, mevcut Garanti Anlaşmalarını değiştirmeden Türkiye’yle bir savunma ve işbirliği anlaşması yapılmasını istiyor.


Buna ilaveten de bir başka önemli sonuçta, “Güven Duyulan Ülke” sıralamasında Türkiye yüzde 80.6 ile birinci sırada yer alırken, Güney Kıbrıs Yönetimine olan güvenin %6,7 ile en son sırada yer alması.
 
Belli ki, Kıbrıs Türk’ü kararını vermiş.


Her zaman ve her koşulda anavatanı Türkiye’yi yanında istiyor ve koşullar ne olursa olsun Türkiye’siz bir geleceği asla düşünmüyor.


Geçmiş aklında. Rum’a asla güven duymuyor. Koşullar ne olursa olsun, Türk askerini yanında hissetmek, eli ile dokunup, gözü ile görmek istiyor.

8 Ekim 2011
Kıbrıslı Türkler Kararını Vermiş Bile için yorumlar kapalı
Okunma 100
bosluk

Müzakerelerde Al-Ver Süreci

Müzakerelerde Al-Ver Süreci

Müzakerelerde uzun zamandır alt yapı hazırlığı yapılan “Al-Ver” Süreci’nin bu gün başlaması gerekiyor ama ne Rum lider Hristofyas, ne de Rum tarafı bu süreci başlatacak gibi görünmüyorlar.
“Al-Ver”in adını bile ağızlarına almak istemeyen Rumlar, müzakerelerin resmi dili olan İngilizce’de sürece bir türlü “Give’n Take” diyemiyor.
Çünkü, Rum yöneticilerin korkuları var.
Hem Rum halkına “Türklerin kurulacak devlette eşit ortak olacaklarını” nasıl açıklayabileceklerinin kâbusunu yaşıyorlar, hem de Rum Ulusal Konseyine bunun hesabını nasıl vereceklerini.
Asıl korkuları da Rum Ulusal Tarihine adlarının “Topraklarımızı Türklere Veren Vatan Hainleri” olarak geçmesi.
Bu nedenle de sürecin adını “Give’n Take”nden “Trade Off”a çevirdiler.
“Al-Ver” kelimesi yerine “Dengeleme” veya “Denge Kurma” manasında bir tanım kullanılacak Rum siyasiler.
Bunun, Kıbrıs Rum halkının şimşeklerini üzerlerine çekmeyecek bir tanım olduğunu düşünüyorlar.
Bir arkadaşım toplantıların bir tanesinde bana “Rumlar çok iyi taktisyen, Türkler de çok iyi stratejist” demişti. Devamla “1963’de başlattıkları süreci uyguladıkları müthiş taktiklerle kendi lehlerine çevirdiler ve ulusal diplomaside başarı kazandılar ama 1974 yılında Türklerin uyguladıkları uzun vadeli stratejinin altında ezildiler” diyerek sonlandırmıştı sözlerini.
Şimdi Rumlar yine bir “Taktik” uygulamaya başladılar “Al-ver” süreci konusunda.
Hedefleri bu süreci olduğunca geciktirmek.
Liderlerin Salı günü yapılan toplantısı “Al-Ver”e geçme şeklinde planlanmıştı ama toplantıda “Al-Ver”in nasıl yapılacağı, nereden başlanacağı ve ilk konunun ne olacağı tartışılacakken onun yerine sadece yöntemine, -o da yüzeysel olarak- değinilebildi.
Hristofyas’ın kendisi cismen ara bölgede yapılan müzakerelerdeydi ama aklı Güney Kıbrıs’ta kalmıştı.
Kısacası, Rum liderin başı iyice dertte.
Sıkıntısı sadece masada olsa neyse.
Üç ana başlığın yanında başka sorunlarda var başında.
Venizelos Florakis Deniz Üssündeki patlama ile ilgili yayınlanan Raporun Hristofyas’ı tek suçlu göstermesi, Hristofyas’ın Politik hayatına büyük bir darbe vurdu. Hristofyas her ne kadar bu raporu ve sonucunu kabul etmese de ok bir kere yaydan çıktı ve sonuç kamuya mal oldu.
12. Parselde doğalgaz araştırmalarına tüm uyarılara rağmen, muzaffer bir komutan edası ile devam etmesi, neredeyse tek haneli sayılara düşmüş olan popülarite eğrisinin yukarılara doğru dönmesine yol açtı ama, Türkiye’nin bölgeye araştırma gemisi göndermesine mani olamadığı için gene gözden düştü.
“Kıbrıs adasının Münhasır Ekonomik Bölgeleri Kıbrıs Cumhuriyetine aittir, egemenliğimizi kimse sorgulayamaz” diye atıp tutarken, KKTC’nin Türkiye ile Kıta Sahanlığı Belirleme Anlaşması yapması ve Koca Piri Reis Sismik Araştırma gemisinin 12. Parselde araştırma yapmasına müdahale edememesi, iyice prestijini sarstı, kendini yerin dibine soktu.
Bu süreçte zevahiri kurtarmak için yapabileceği ve uygulayabileceği tek taktik, Al-Ver sürecini çıkmaza sokmak, Türkleri “Çözüm istemiyorlar, vermeden almak İstiyorlar” diyerek suçlayıp sorun çıkarmak, çeşitli bahane ve ithamlarla masadan kaçmaya çalışmak olacaktır.
Bırakın “Al-Ver Süreci”ni, müzakerelerin devamı bile, Hristofyas’ın içine düştüğü bu sıkıntılı politik durum nedeni ile tehlike altında.
Umarım görüşmeler devam eder ve bugün “Al-Ver” süreci başlar.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
7 Ekim 2011

8 Ekim 2011
Müzakerelerde Al-Ver Süreci için yorumlar kapalı
Okunma 56
bosluk

Türkler Kükrer Ama Birşey Yapmaz

Türkler Kükrer Ama Birşey Yapmaz

Kıbrıs’ın Güneyinde günlük yayınlanan Simerini Gazetesi, çok daha çirkin kelimeler kullandı aslında.
Ben başlığı biraz yumuşattım.
Başlığın orijinali, “Türkler Havlar Ama Isırmaz” şeklinde…
Simerini’nin bu başlığı kullanmasının nedeni de Rum Stratejik Araştırmalar Merkezinin evvelki gün yayınladığı “Türkiye-Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki Güç Dengeleri” başlıklı raporu.
Rapora göre Türkiye, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki en büyük askerî güç değilmiş ve Mısır, İran, İsrail, Suriye çeşitli alanlarda Türkiye’den daha üstün durumdaymış!
Söz konusu Merkezin Raporunda, Türkiye’nin asker, tank, savaş uçağı ve savaş gemisi sayısının, Yunanistan’dan fazla olduğu ancak, sayısal oranların bir Türk-Yunan çatışmasında “Tek başına Türkiye lehine sonuç veremeyeceği” yorumu da var.
Rum Stratejik Araştırmalar Merkezinin bu sonucunun temelini, askeri güçlerdeki nitelik ve savaşma gücü değil sadece sayısal veriler oluşturuyor.
Tam “Güler misin ağlar mısın” raporu bu.
Dahası var… Suriye Türkiye’den 387 adet daha fazla tanka sahip olduğu için, Türkiye’den çok daha güçlüymüş.
Mısır da, uçak sayısı Türkiye’den 129 adet fazla olduğu için, Türkiye’den daha güçlüymüş.
Böylesi iddialara, Kantara’daki keçiler bile güler.
Askeri bilgi, strateji, nitelik ve savaş kabiliyeti yerine sayılar önemli olsaydı, 1967 Arap-İsrail savaşında Mısır güneyden, Suriye kuzeyden İsrail’e girer, ortada bir yerde buluşup karşılıklı kahve içerlerdi.
Ama öyle olmadı. İsrail ordusuna kıyasla tank, asker ve uçak sayısı fazlalıklarına rağmen, Mısır Süveyş kanalına kadar Sina yarım adasını, Suriye’de Golan tepelerini kaybetti bu savaşın sonunda.
Yine rapora göre Türkiye, Orta Doğu’daki askeri güçler sıralamasında İran, İsrail, Mısır ve Suriye’nin arkasından geliyormuş.
Tam bir Züğürt Tesellisi Raporu…
Sayılar savaşların sonucunda etkin olsaydı, 21 Aralık 1963’de Kıbrıs adasında bölük pörçük halde yaşayan 120 bin Kıbrıslı Türk’ü, elinde devlet olanakları, ordusu, polis gücü ve ithal ettikleri modern silahları olan 450 bin kişilik Rum halkı yarım günde katleder, adayı Türklerden temizlerdi, aynen Papadopulos’un Amerikan Büyükelçisine çektiği telgrafında belirttiği gibi.
Anlaşılan Rum Stratejik Araştırmalar Merkezi, Hristofyas’a bağlı bir kurum ve raporları da kamuoyu nezdinde Hristofyas’ı kurtarma amacıyla hazırlanmış.
Çok değil daha birkaç gün evvel Rum halkını yanlış yönlendirmek ve halka Türkiye’nin yetersiz olduğu mesajını vermek için 12. Parselde Sismik Araştırma yapan Koca Piri Reis gemisini, Rum Cumhurbaşkanı Sözcüsünden Rum milletvekillerine kadar, Dış İşleri Bakanı, Ticaret Bakanı, Rum Siyasi Parti Başkanları bol bol kötülemişler, bu tiyatroya gazeteler de katılmıştı. Sonunda Dokuz Eylül Üniversitesine ait Koca Piri Reis Sismik Araştırma gemisinin, dört dörtlük ve mevcutlarının en iyileri arasında olduğu ortaya çıkınca da seslerini soluklarını kesmek zorunda kalmışlardı.
Başta Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas olmak üzere siyasilerin tümü böyle davranmasaydı, Rum halkı “Madem Koca Piri Reis Sismik Araştırma gemisi bu denli iyi ve kaliteli niye bize ait deniz bölgemizden askerimizi gönderip kovmuyorsun” diye kendisinden hesap soracaklardı.
Zaten Venizelos Florakis deniz üssündeki patlamadan dolayı Hristofyas’ın ve ruhani başkanı olduğu AKEL’in başı iyice derde girmişti, bir de üstüne bu eklenirse daha da kötü olacağından, ve de Hristofyas, “Yemediği için askerimi göndermedim” diyemeyeceğinden çareyi gemiyi kötülemekte bulmuşlardı.
Sanırım Türklerden 30 Ağustos 1922’de İzmir’de ve 20 Temmuz 1974’de Kıbrıs’ta yedikleri tokadı unutmuşa benziyorlar. Zaten bir tanesine “Küçük Asya Felaketi”, diğerine de “İşgal ve istila” diyorlar. Aslında burada sorgulamaları gereken şu; Yunanistan bu denli güçlü idiyse, Türkler, (adada) Yunan ve Rum silahlı kuvvetleri olmasına rağmen adaya nasıl çıktılar?

Prof. Dr. Ata ATUN
ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.com
5 Ekim 2011

4 Ekim 2011
Türkler Kükrer Ama Birşey Yapmaz için yorumlar kapalı
Okunma 106
bosluk

Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki Haklarımız

Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki Haklarımız

KKTC’yi kurmak ve Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinde hak sahibi olmak, birbirinden farklı iki ayrı konu.
KKTC’yi kurduk diye 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyetindeki haklarımız kaybetmiş değiliz.
Bunlar farklı iki kavram.
Kıbrıslı Türklerin Rumlarla bir anlaşmaya varılana dek, Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs adasının geleceği ve adanın gerek yeraltındaki gerekse de çevresindeki deniz alanları içerisinde yer alan tüm doğal kaynaklarla ilgili olarak uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan hakları bulunmaktadır.
13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devletini ve de 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC’yi kurmakla bunların hiç birini kaybetmiş değiliz.
KKTC’yi kurmak kendi başına ayrı bir konu, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti üzerindeki haklarımızı talep etmek bir başka konu, 4 Mart 1964 tarihinde BM Güvenlik Konseyinin 186 No.lu geçici kararı ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üzerine oturduktan sonra tek taraflı olarak anayasayı değiştirip 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini, Kıbrıs Rum Cumhuriyetine dönüştürmek ise tartışılması gereken çok daha farklı bir konu.
Bu kavram ve konu farklılığına verilebilecek en güzel örnek, kavga etmiş ve evlerini ayırmış evli bir çift gösterilebilir.
16 Ağustos 1960 tarihinde evlenmiş olan bir çift ortak paraları ile önce bir arsa satın almışlar ve içine de birlikte bir ev inşa etmişler. Evi de dayayıp döşedikten sonra da evlerine taşınarak ortak hayatlarını sürdürmeye başlamışlar.
Koçanda (Tapuda) ise hem arsaya hem de eve belli bir oranda sahip oldukları yazılıymış.
21 Aralık 1963 tarihinde çiftler kavga etmişler ve aynı evin içinde yaşamlarını sürdürmelerine rağmen odalarını ayırmışlar.
Çiftler mağdur oldukları gerekçesi ile Mahkemeye başvurmuşlar ve duruşmaları da 1968 yılında başlamış.
15 Temmuz tarihinde çiftlerden bir tanesinin evin tümüne sahip olmak arzusu doğrultusunda çıkan kavga 5 gün sürmüş ve sonucunda 20 Temmuz 1974 tarihinde evin belli bir yerinden çekilen duvarla çiftler fiziken ayrılmışlar ve birbirlerini görmeden ayrı ayrı giriş kapılarından, aynı çatı altında olan ama birbiri ile ilişkisi olmayan kendi bölümlerinde yaşamlarını sürdürmeye başlamışlar.
Evin içi duvarla bölünmüş ama evliliklerinin başında ortak aldıkları buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, araba ve pahalı mobilyalar evin biraz daha büyükçe olan kısmında kalmış
Duruşmaları ise mahkemede ağır aksak ilerlemeye devam etmiş. Hakimin kendilerini barıştırmak için her yolu denemesine rağmen, evin büyük bölümünü ele geçirmiş olan taraf, evin tümüne, beyaz eşyalara, mobilyalara ve evin içinde bulunduğu araziye de sahip olmak için her tür yolu ve düzenbazlığı denemekteymiş.
Günlerden bir gün, arka bahçede gömü olduğu iddiaları ortaya atılmış.
Evin büyük bölümünü elinde tutan taraf, arka bahçeye açılan kapının kendi tarafında olması nedeni ile gömü eğer bir gün bulunursa tümünün kendisine ait olduğunu iddia etmeye başlamış.
Ama evlenirken müştereken satın aldıkları arsanın ve içine yaptırdıkları evin tapusunda ortak oldukları yazılıymış. Mahkeme bitmediği için de, kimin hangi tarafta, hangi oranda hak sahibi olduğu ile taşınabilir malların hangilerinin kime ait olduğu daha belirlenmemiş.
Küçük evde oturanın, arka bahçede var olduğu söylenen gömü üzerindeki hakları, doğal olarak evlenirken müştereken satın aldıkları arsanın koçanından kaynaklanmakta aynen Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıs adasının güneyinde yer alan Münhasır Ekonomik Bölgede ve 12. Parselde bulunduğu varsayılan doğalgaz üzerinde var olan hakları gibi.
Küçük evde oturan tarafın karşı komşusu ile yaptığı bir anlaşma nedeni ile arka bahçedeki var olduğu söylenen gömü üzerinde haklarını kaybettiği iddiası veya düşüncesi ise tamamen yanlış, hayali ve hukuk kurallarına aykırı. Aynen Kıbrıslı Türklerin KKTC’yi kurdukları için halen daha uluslararası anlaşmalara göre ortak oldukları 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti üzerindeki haklarını kaybettikleri iddiası gibi.
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti ortaklığı fiilen ortadan kalkmış olmakla birlikte iki taraf (Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar) bu eskide kalan ortaklığı her ikisinin rızasıyla nasıl sonlandıracaklarını anlaşmış değildirler. Anlaşana kadar haklar devam edecektir.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
3 Ekim 2011

2 Ekim 2011
Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki Haklarımız için yorumlar kapalı
Okunma 63
bosluk
  • Sayfa 3 ile 3
  • <
  • 1
  • 2
  • 3
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar