ABD Seçimleri bana demokrasi dersleri verdi.

ABD Seçimleri bana demokrasi dersleri verdi.

ABD’de başkanlık seçimleri bitti. Seçimlere katılım, sayım ve sonucun alınması sadece 48 saat sürdü.

Seçimde benim dikkatimi çeken başlıkları alt alta yazıyorum.

  • 44.cü Devlet Başkanı seçildi.
  • Yaklaşık 120 milyon kişi oy kullandı.
  • Oy dağılımı G. W. Bush %51, J. Kerry %48 şeklinde gerçekleşti.
  • Seçimi kaybeden J. Kerry, seçimin galibi G.W. Bush’u tebrik etti.
  • Sadece 1 tek eyalet, Ohio seçimin kaderini belirledi.
  • Seçimde hiç bir kargaşa olmadı, oy kullanımına gölge düşmedi.
  • Kararı amatör politikacılar değil, gerçek politikacı olan ve ABD’nin kaderini belirleyen 2.ci seçmenler verdi.

Bu başlıkların bana verdikleri mesajlar sırası ile şöyle.

44.cü Devlet Başkanının seçilmesi, ülkedeki demokrasi anlayışının ne kadar eski olduğunu vurguluyor. Tamı tamına 215 yıl.  Amerika Birleşik Devletlerinde, ABD  (United States of America, USA), ilk Cumhurbaşkanı olan George Washington’un (1789-1797) seçilmesinden itibaren, 4 kez seçilen Franklin D. Roosewelt’in (1933-1945) dışında hiçbir başkan 2 kezden fazla seçilmemiş.  Bu seçim sürecini de ne Başkanlara yapılan suikastler ne de Dünya savaşları hiç etkilememiş.

Yaklaşık 120 Milyon kişinin oy kullanması, devlet başkanının ne kadar çok insanın arasından seçildiğini vurgulamaktadır. Yarışa giren toplam aday sayısı 3 idi ve 3.cü aday olan Nader bu yarışta pek fazla varlık gösteremedi.

Oy dağılımında Cumhuriyetçi’lerin adayı G. W. Bush 59,117,523 oy ile kullanılan toplam oyların  %51’ni aldı, 30 Eyalette seçimleri kazandı ve 279 ikinci seçmen elde etti. Rakibi Demokrat John Kerry  55,557,584 oy ile kullanılan toplam oyların  %48’ni aldı, 20 Eyalette seçimleri kazandı ve 252 ikinci seçmen elde etti. 3.cü aday Nader ise kendi eyaletinde bile seçimden 3.cü çıktı. Politik görüşün sadece 2 ana partide birleşmesi, küçüklü büyüklü yüzlerce partinin olmaması ülkede bir istikrar sağlanmasına neden oluyor. Aslında politik  istikrar, bence Başkanlık sisteminden kaynaklanıyor.

Seçimi kaybeden Kerry’nin, rakibi ve seçimi kazanan Bush’u tebrik etmesi benzersiz bir davranış ve mükemmel bir demokrasi dersi. Buna ilaveten kazanan ve kaybeden başkan adayları arasında birbirlerine işbirliği çağrısında bulunmaları ise tüm politikacıların ve yöneticilerin örnek alması gereken bir düşünce tarzı. Bizde kazanan, maalesef kaybedeni bir köşeye itmektedir.

Seçimin sonucunu Ohio’nun belirlediğini zannediyoruz ama aslında, tüm eyaletlerde sayımın başından beri oyların arasındaki fark çok az ve kimin Başkan olacağına karar verecek olan 2.ci seçmenlerin sayısı da birbirlerine çok yakın gitmekte idi.  Sayım merkezlerine ulaşan sonuçların en geç Ohio’dan gelmesinden dolayı sanki seçimin kaderini Ohio çizmiş gibi görünmektedir.

Geçen seçimde de oylar en geç Florida’dan gelmişti ve hatta kesin sonuca ulaşmak haftalarca sürmüştü. Bu geç gelen sonuç her hangi bir eyaletten olabilir  ve hangi eyalet olursa olsun, halkın kullandığı oyların ve 2.ci seçmenlerin sayısının birbirlerine  çok yakın olması nedeni ile ancak son gelen resmi sonuçlar başkanın kim olacağını belirlemektedir. Bu da Amerika’daki politik kamplaşmanın dramatik ve aşırı uçlarda olmadığını göstermektedir.

İlk defa Amerikan seçimlerinde etkin gözlemciler olmasına rağmen, bu seçimde hiçbir kanunsuz olay olmadı ve Amerikan halkı, geçmiş yılların aksine büyük oranda sandığa giderek, sabırla sırasının gelmesini bekledi ve belirleyici oyunu kullandı.

Beni en çok etkileyen ise, ABD Başkanının kim olacağına politikaya meraklı veya politikayı bilen 2.ci seçmenlerin karar vermesi. Amerikan seçim sisteminde, en iyi adayı seçmek için adına 2.ci seçmenler dediğimiz neredeyse mesleği politika olan kişiler başkanın kim olacağı konusunda karar vermektedir. Sistemin nasıl çalıştığını hepimiz bilmekteyiz. Özetle, örnek olarak uzmanlık sahası et satmak olan kasap, tahıl üretmek olan rençber, saç kesmek olan berber, hesaplamalar yapmak olan mühendis, boyamak olan boyacı ve diğer benzeri kişiler A.B.D. Başkanının adayların arasından en iyisinin seçilebilmesi için  yetkisini işi politika olan veya politikayı en iyi takip eden, çok güvenilir ve saygın 2.ci seçmene devretmektedir.

5 Kasım 2004
ABD Seçimleri bana demokrasi dersleri verdi. için yorumlar kapalı
Okunma 59
bosluk

AB Kıbrıs ile Ticareti genişletmek niyetinde

AB Kıbrıs ile Ticareti genişletmek niyetinde

AB Kuzey Kıbrıs ile yapılacak ticaretin boyutlarını daha da genişletmek niyetinde.

Avrupa Komisyonu, Yeşil Hat Tüzüğünde (GLR – Green Line Regulation) değişiklik yapılarak KKTC’de üretilen narenciye ve bir kısım tarımsal ile hayvansal ürünlerin,  Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine girmesine izin verilmesi konusunda yeni fikirlere ve düşüncelere açık olduğunu belirtmiştir.

Tüzükte yapılacak bu tadilata ilaveten, sınır geçişlerinde Kıbrıslıların ve Avrupa vatandaşlarına yanlarında bulundurmalarına izin verilen gümrüksüz (Duty Free) sigara ve alkollü içeceklerin miktarının da arttırılması düşünülmektedir.  KKTC’den güneye geçerken Kıbrıs’lıların ve AB vatandaşlarının beraberlerinde taşıyabilecekleri sigara ve alkollü içki miktarını; şu anda izin verilmekte olan 25 tek sigara yerine 200 tek sigara veya 10 paketlik 1 karton sigara,  ağzı açık ve yarıya kadar dolu içki şişesi yerine 1 litre her hangi bir alkollü içki ve şimdi 30 Euro ile kısıtlanmış olan yolcu beraberindeki eşya miktarının da 175 Euro’ya çıkarılması ciddi ciddi planlanmaktadır.

Komisyon, iki toplum arasındaki ticareti geliştirmek ve boyutlarını arttırmak amacı ile gerekli olan her tür değişikliği yapmak ve gerekli tedbirleri almak niyetinde. Tüzükte yapılacak bu değişikliğin gerçekleştirilmesi ve yürürlüğe girmesi, 17 Aralık Avrupa Konseyi raporundan biraz önce veya 2004 yılının bitiminden evvel olacak.

Avrupa Birliğinin ticari malların yeşil hattan geçişi ile ilgili çıkardığı Yeşil Hat Tüzüğünün (GLR – Green Line Regulation) ilan edildiği gün olan 23 Ağustos’tan günümüze, yeşil hattan karşılıklı olarak yaklaşık 100,000 Euro’luk mal geçmiş.  Yapılacak yeni değişikliklerin hangi malları kapsayacağına Avrupa Komisyonunun özel kurulacak bir komisyonu karar verecek.

Yapılan açıklamalara göre, KKTC sularında yakalanan balıkların ve KKTC dağları ile ovalarında yaşayan arıların imal ettiği balların bu listeye gireceği veya kabul edileceği kesin değil. Bu tür ticari malların ancak AB’nin hayvan ürünleri standartlarına uygunluğu durumunda listeye girmesi mümkün. O da belli veya yetkili bir AB biriminin kontrolü sonucunda olabilecek.  Bu birimin kimlerden oluşacağı ise şimdilik çok açık değil.

Akıllarda olan yeni bir fikir de, şu anda liste dışı bırakılmış hayvansal ürünler için şimdilik özel kurallar getirmek ve ticaretine olanak sağlamak.  İlk açıklanan listede yer almayan narenciye ürünleri de,  kısa bir zaman içinde listeye eklenecek ve güneye geçişine izin verilecek.  Narenciye ürünlerinin sınırı aşabilmeleri için gerekli olan sertifikalar, komisyonun üye ülkeler içinde yetkilendireceği uzmanlar tarafından AB adına verilecek.

AB Komisyonu, ticaretin tek taraflı değil çift taraflı olabilmesi ve Kıbrıs’lı Türklerin ürettikleri malların da güneye geçebilmesi için gerekli hassasiyet gösterecek ve kuzeyden güneye yapılacak ticaretin önündeki engellemeleri kaldıracak her tür tedbiri alacak.

Ama görünen şu ki, Kıbrıs problemi de çözülmeden hiçbir şekilde malların serbestçe dolaşımı olamayacak.

4 Kasım 2004
AB Kıbrıs ile Ticareti genişletmek niyetinde için yorumlar kapalı
Okunma 61
bosluk

Çok Koşullu Müzakere

Çok Koşullu Müzakere

Avrupa Parlamentosu AB ile Türkiye arasında çok koşullu müzakere düşünüyor.

Avrupa Parlamentosu kulislerinde son günlerde konuşulanlar  müzakerelerin otomatik olarak üyelikle sonuçlanmaması gerektiği görüşünde. Bu müzakere döneminin son günü ve son aşaması belli olmadığı için de sonuç da garanti değil. Yani Türkiye’nin tam üye olarak Avrupa Birliği ailesine alınacağını hiç kimse kesinlikle söyleyemiyor. Bu olasılığa karşı Türkiye lehine üretilen çözüm ise müzakerelerin sonucunda gelecek olan tam üyeliğin diğer üye ülkeler tarafından onaylanması sürecinin sonuçları ne olursa olsun “Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin, Türkiye’nin Avrupa ailesi içine tam olarak girmesini güvence altına almak olmalıdır” fikri bu ara pek yaygın.

Alman Hıristiyan Demokrat Parti Başkanı Angelika Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac “İmtiyazlı Ortaklık” düşüncesini  kronik hayırcılara karşı taviz olarak düşünmektedirler. Bu düşüncelerine ilaveten müzakerelere başlansa dahi, Türkiye’nin bugüne dek görülmedik bir siyasi denetim altına alınması ve olası üyeliğin 2014 sonrası gerçekleşmesini ciddi ciddi  düşünüyorlar.

Kulislerde konuşulanlara göre Türkiye’en istenecek başlıca talepler arasında; Türk ordusunun en kısa sürede Kıbrıs’tan çekilmesi, Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanıması ve her tür işbirliğine başlaması,  Türkiye ile Ermenistan’ın barışması, Alevilerin Müslüman azınlık olarak yasal korunmaya alınması ve Kürtçenin resmi dil olarak kabulü de var. Bunlara ilaveten Türkiye’nin henüz tam anlamıyla Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirmediği düşüncesi hakim ve yukarıdaki ana taleplere ilaveten aşağıdaki masum yavru talepler de gündemde.

Bunlar;  Yeni bir anayasa, Güneydoğu için özel bir ekonomik kalkınma programı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Savunma Bakanlığı’na bağlanması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının tam olarak yerine getirilmesi, Ermenistan sınırının açılması, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması ve Ortodoksların Bizans döneminden beri süre gelen, Katoliklerin Papası ile eşdeğerdeki, Fener Patriğinin Ekümenik unvanının Türkiye tarafından kabulü.

Bir şekilde artık Avrupa Parlamentosu’nda Aralık ayında oylanacak Türkiye raporunun taslağı ortaya yavaş yavaş çıkmaya başladı.  Taslakta Ankara için çok koşullu bir müzakere süreci de öneriliyor.
Bütün bunlara ilaveten Türkiye’nin  olası üyelik zamanı geldiğinde de, Avrupa kamuoyunun düşüncesinin dikkate alınması gerektiği görüşü de çok yaygın. Bu çok nazik bir tanımlama ama bana göre bunun tanımı Referandum’da olabilir. Avrupa Birliğinin 25 üyesi, Türkiye’nin olası üyelik günü geldiğinde kendi içinde ayrı ayrı Referanduma da gidebilir demektir.
Ben bu müzakereleri “Uzun bir görüşme ve Avrupa standardında yaşam ve yönetim sürecinin başlangıç noktası” olarak tanımlamaktayım. Aynen liseyi bitirmiş ve zorlu Üniversite giriş sınavında başarı gösterip Üniversitede bir bölüme girebilmiş bir öğrencinin önündeki çalışma dolu günler ve mezuniyet beklentisi gibi. Bu öğrencinin önünde bir diploma almak hedefi ve mezuniyet tarihi var. Türkiye’nin de önünde bir tarih olacak. Eğer öğrenci, kendisine verilen ev ödevlerini yaparsa, dersine çalışırsa ve de sınavlarda başarılı olursa,  asgari 4 yıl sonra mezun olup diplomasını alacaktır.

Türkiye’de AB karşısında aynen bu koşullar altında. Eğer kendisine verilen ödevleri yapar, sınavlarda başarılı olursa, AB’ye girme olasılığı var ve bunun da en yakın tarihi 2014…….

3 Kasım 2004
Çok Koşullu Müzakere için yorumlar kapalı
Okunma 58
bosluk

KKTCden alına 7.5kg salyangoz

KKTCden alına 7.5kg salyangoz

Doğanın kendi sınırları ve koşulları içinde Kıbrıs’ın Kuzeyinde büyüyen salyangozlara bile maalesef Rum adadaşlarımızın tahammülü yok.

Sürücüsü 39 yaşında bir bayan olan ve yanında biri 60 yaşında diğeri 62 yaşında iki akrabası ile birlikte Pile’den Larnaka’ya gitmekte olan Rum plakalı bir arabayı durdurarak arayan Avrupa Birliği üyesi Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Polisi, arabanın içinde Türk tarafından satın alınmış 7.5 kilo salyangoz bulunca  arabaya el koyarak hemen Oroklini Polis İstasyonuna çekmiş ve içindeki salyangozlara da el koyarak sürücü ile yanındaki iki bayana dava okumuştur.

Sürücü ile bayanları, kaçakçılıkla itham eden Rum polisi, hem yanlarında bulunan ve Türk tarafından satın aldıkları salyangozlara, imha etmek üzere el koymuş hem de üçünden de ayrı ayrı ifade almıştır. Birbirlerini görmeksizin ayrı ayrı oda ve masalarda verdikleri ifadelerde, sürücü ve yanındaki 2 bayan  salyangozları Kıbrıs’ın Türk tarafındaki Mağusa şehrinden aldıklarını itiraf etmişlerdir. Bu itiraftan ve suçlarını kabulden sonra  sürücüye ve yanındaki 2 orta yaşlı bayana hiçbir ayırım yapılmaksızın ayrı ayrı dava okunmuştur. Yukarıda bahsettiğim bütün bu işlemler bittikten sonra da sürücü ve yanındaki 2 akrabası, bindikleri otomobil ile birlikte serbest bırakılmış fakat sınırı izinsiz geçen ve yakalanan salyangozlar ise polis istasyonunda özel bir hücreye konmuşlardır.

Aslında bu çok özel içerikli olayda suç, yağmur yağınca yeşil hattı geçip Rum tarafına doğru sürünerek gitmeyen salyangozlardadır. Bunlar maalesef Türk tarafında doğup büyümüş, Türk aksanı ile salyangozca konuşan ve KKTC’nin kayda değer bulunmayan vatandaşları olduklarından, bir doğa suçu işlemişler ve Rum adadaşlarımız ile beraber aynı otomobilin içinde yolculuk yaparlarken yakalanarak aşağı indirilmişler ve imha edilme cezasına çarptırılmak için söz konusu Oroklini polis istasyonunda alıkonulmuşlardır.

İşin gırgır yanı bir tarafa, şimdi siz bu salyangozları hayalinizde canlandırın. Kıbrıs’ın eşsiz doğasında yetişen bu salyangozlar, yağmur yağdığı vakit veya sabah çiği çok yoğun olarak çiçeklerin, bitkilerin ve toprağın üzerinde düştüğü vakit ortalara çıkmakta ve kendilerine göre tam da yaşanılacak bir gün olan bu yoğun nemli ortamın tadını çıkarmak için etrafta dolaşmaya başlamaktadırlar.

Bu dolaşma anında eğer kendileri, ne bir Türk’ün ve nede bir Rum’un, kısacası hiçbir kimsenin yardımı olmadan yeşil hattı geçerlerse ve kuzey topraklarından yola çıkıp güney topraklarına girerlerse sorun yok. Bu arada  yollarına devam ederlerken bir Rum çoban veya köylü tarafından yakalanıp sakkullinin içine atılırlarsa, KKTC vatandaşı olmalarına bakılmaksızın onlara dava okunmaz ve polis istasyonunda alıkonulmazlar.

Amaaa…!  Eğer doğanın bu güzel ve cennet gününde, adanın kuzey taraflarında bir Türk tarafından yakalanıp bir sakkulli içinde, adanın kuzey veya güney tarafında bir Rum’a verilirlerse, işte o zaman suç işlemiş olmaktalar ve derhal imha edilmeleri gerekmektedir.

Sizce bu uygulamada, bu mantıkta ve bu düşüncede bir yanlışlık yok mu?. Bence bizler, KKTC halkı olarak bu konuyu ve bu mantığı Avrupa Birliğine şikayet etmeliyiz. Gerekirse, Rumların her konuda yaptıkları gibi, biz de hukuksal yollara baş vurmalıyız. Hayvanlara ırkçılık uygulayan ve onları yaşadıkları bölgelere göre sınıflayıp özgür veya kaçak diye ayırımcılık yapmaya, ne Rum tarafının ne de başka bir yönetimin hakkı olmadığı düşüncesindeyim.

Aynı adanın aynı doğasında yetişmiş bir sümüklüböceğe, ayrelliye, balığa ve diğer yabani canlılara niçin ayrımcılık uygulanıyor ben bir türlü anlayamıyorum. Rumların artık bu ayrımcılık zihniyetinden vazgeçmeleri gerekmektedir.

Bu adada yaşayan bizleri de, bölgemizi bizimle paylaşan, doğanın vaz geçilmez öğeleri olan ağaçlarıa da, çiçekleri de, ayrellileri de, sümüklüböcekleri de, balıkları da ve diğer tüm canlıları da, bu adanın bir parçası ve de Kıbrıs’lı olarak kabul etmeleri gerekmektedir.

Kıbrıs’lı olan bizlerle ve doğanın tüm canlıları ile beraber yaşamak ve bu adayı beraberce paylaşmak zorunda olduklarını kabul etmek mecburiyetindedirler…

Filistin çok uzağımızda değil. 1948’e kadar ipler, Yahudilere tahammül edemeyen Arapların elinde idi, şimdi roller değişti ama 2000 yıldır devam eden sorunlar, bir birlerine tahammül edemeyen bu iki toplumun anlaşamamazlığı nedeni ile bir türlü bitmedi, bitemedi ve bitmeyecek de.

İnşallah bizde de böyle olmaz ve bu nefret koşulları kökleşmez…

2 Kasım 2004
KKTCden alına 7.5kg salyangoz için yorumlar kapalı
Okunma 183
bosluk

Chirac – İmtiyazlı ortaklık

Chirac – İmtiyazlı ortaklık

Avrupa Birliği Komisyonu’nun Avrupa Parlamentosu ve Konseyi için hazırladığı fikir alış verişi paketinde, Türkiye ile müzakerelerin üç ayaklı strateji çerçevesinde yürütülmesi öngörülmektedir. Bu müzakere döneminin son günü ve son aşaması belli olmadığı için de sonuç garanti değil. Yani Türkiye’nin tam üye olarak Avrupa Birliği ailesine alınacağını hiç kimse kesinlikle söyleyemiyor. Bu olasılığa karşı Türkiye lehine üretilen çözüm ise müzakerelerin sonucunda gelecek olan tam üyeliğin diğer üye ülkeler tarafından onaylanması sürecinin sonuçları ne olursa olsun “Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin, Türkiye’nin Avrupa ailesi içine tam olarak girmesini güvence altına almak olmalıdır” fikridir.

İşte bu cümle  “İmtiyazlı Ortaklık” statüsüne kapı açarak bu fikre ve olasılığa yataklık yapmaktadır.

Bu görüşü sempatik ve mantıklı bulduğunu ilk açıklayan Alman Hıristiyan Demokrat Parti Başkanı Angelika Merkel oldu. Merkel Türkiye için, daimi ve tam bir AB üyelik yerine   üstüne basa basa “İkinci sınıf” üye statüsünden veya diğer bir tanımla “İmtiyazlı Ortaklık” statüsünden bahsetti.

Düşünülen aynen şöyle: “İmtiyazlı ortaklık ifadesi tam üyeliğe alternatif değildir. Bu, önümüzdeki müzakere süreci için Türkiye için pratik bir çözümdür. Türkiye bu kadar uzun süre bekleyeceğine, imtiyazlı ortaklık statüsünden yararlanmalıdır. Bu Türkiye’nin uzun yıllar sonra elde edeceği üyeliğini tamamlayıcı bir adım olacaktır.”

Bu fikre ikinci ve çok önemli bir yerden bir destekçi daha çıktı.  Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac.  Chirac da “İmtiyazlı Ortaklık” olasılığını gündeme getirdi ve bunu taviz olarak tanımladı.

Yanlış duymadınız. “Taviz” kelimesini kullandı.

Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Fransa’daki Türkiye karşıtı baskıların karşısında takındığı tutumu değiştirip Ankara’nın AB üyeliği sorununun Avrupa Anayasası referandumunu olumsuz etkilemesine mani olmak için Türkiye karşıtlarına sürekli tavizler vermeye başlamıştır.

Chirac bu hassas konuda çok dikkatli davranmakta ve önce iktidardaki Halkın Hareketi Birliği (UMP) Başkanı Alain Juppe’ye, geçen Mayıs ayında bir parti toplantısında Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmasına izin vererek havayı yumuşattı, daha sonra da referandum yapılacağına söz verdi ve bunun ardından da Ulusal Meclis’te Türkiye’nin üyeliğine ilişkin bir görüşme yapılmasını kabul etti.

29 Ekim günü Roma’da imzalanan Avrupa Anayasa Antlaşması evvelinde Bakanlar Kurulu toplantısında bir konuşma yaptı. Konuşmasında Berlin’deki müzakerelerde, Türkiye ile yapılacak müzakerelerin “Türkiye’nin üyeliği” ile sonuçlanmasını arzu ettiğini dile getirmiştir. Bu iyi niyet temennisi ile yapılacak müzakerelerin sonuçlarının “önceden kesinleşmediği” mesajını vermiş ve  “olumsuz bir sonuç çıkabileceğini” de açıkça ortaya koymuştur.

Bence bu konuşması ile Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, katılım ile başarısızlık arasında bir orta yol olan ve Türkiye’nin AB üyeliğine kabul edilmeme olasılığını tamamen ortadan kaldıran  “İmtiyazlı Ortaklık” kavramına destek vermiş ve ilk olarak Merkel’in ortaya attığı bu görüşün taraftar bulmasına kapı açmış olmaktadır.

1 Kasım 2004
Chirac – İmtiyazlı ortaklık için yorumlar kapalı
Okunma 60
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar