Liderlere kim mani oldu

Liderlere kim mani oldu

Rum tarafının çözüm konusunda ne kadar isteksiz olduğu ve adada yaşayan iki halkın ortak bir yaşam başlatmasına ne kadar karşı oldukları “Liderlerin kendi aralarında anlaşmaya vardıkları evlerde görüşme” konusunda bile su yüzüne çıktı.


Aslında su yüzüne çıkan, bir AB ülkesi olmasına rağmen Rum tarafında kökleri çok derinlere giden bir “Derin Devlet”in olduğu gerçeği. Sadece bu gerçek bile Kıbrıs Rum Yönetiminin AB’ye hak ettiği için değil, Türkiye’ye karşı piyon olarak kullanılmak için alındığının en güzel ispatı.
Nerede ki Kıbrıs Rum Yönetiminin, beyaz kadın ticaretiyle, uyuşturucu transit merkezi olmakla, kara para aklanma merkezi göreviyle,  AB’nin terörist sınıfına soktuğu kuruluşlara yataklık etmesiyle, AB’de yasaklanmış zirai ilaçların ve hormonların kullanılmasına göz yummasıyla ve benzeri yakışıksız faaliyetlerle AB içinde yer alabilecek tıynette bir ülke olmadığı, ABD Dış İşleri Bakanlığının yıllık ülkeler raporlarında bile yazılı.


Liderler, sürdürdükleri müzakerelerin 2010 aşamasında çözüm sürecini hızlandırmak için kendi aralarında tam gün görüşmeler yapmak kararını almaları ve bu tam gün görüşmelerin de 11, 12 ve 13 Ocak’ta Hristofyas’ın “Kellaki” köyündeki evinde, 18, 19 ve 20 Ocak tarihlerinde de Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın Girne’deki evinde yapılması konusunda hem fikir olmalarına rağmen, bu mutabakat aniden bozuldu ve liderlerin evlerindeki mefruşatın ve hizmetin yetersiz olacağı gerekçesi ile görüşmelerin liderlerin evleri yerine, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki Özel Temsilcisi Taye Brook Zerihoun’un BM kontrolündeki tarafsız bölge içinde yer alan evinde yapılması kararlaştırıldı. Sanki T.B. Zerihoun’un, en azından yarım asırlık olan evinde özel hizmetçiler, aşçılar, garsonlar ve şefler varmış gibi. Bırakın bu hizmetlilerin varlığını, ki yok öyle bir şey, az sayıdaki eşyalar bile dökülüyor bu evde. Zaten bu nedenle de Zerihoun bu evde ikamet etmiyor ve Lefkoşa’nın Rum kesimindeki bir apartman dairesinde kalıyor.


Aslında bu gerekçe hiçte inandırıcı değil eğer evin içini, olmayan mobilyasını,   durumunu ve niye ara bölgede yer aldığını biliyorsanız.


Kıbrıs’taki bu tür toplantı veya görüşmelerdeki yöntem, dönüşümlü olarak tarafların profesyonel kuruluşlardan servis yapacak hizmetli, yemek, tatlı, içecek ve mutfak görevlileri kiralaması şeklinde.
Liderlerin gerek BM kontrolündeki Lefkoşa Uluslararası Havaalanında, gerekse de Ledra Palas’ta yaptıkları görüşmelerde, o gün sıra kimde ise, o taraf yemekleri, içecekleri, tatlıları, ara kurabiyeleri ve hizmetlileri sağlamakta. Görüşmelerin başladığı 1968 yılından beri uygulama aynen böyle.


Annan Planı görüşmeleri döneminde BM kontrolündeki Lefkoşa Uluslararası Havaalanında 38 gün süre ile aralıksız yapılan görüşmelerde bir gün Rum tarafı bir gün de bizim taraf yemek ve içecekleri sağlıyordu. Görüşmeleri organize eden ve hakemlik yapan BM’nin on paralık bir katkısı bile olmamıştı yemek konusunda.
 
Bu nedenle “Cumhurbaşkanlarının evinde gerekli mefruşatın olmadığı ve hizmetin verilemeyeceği” gerekçesi ile toplantıların Zerihoun’un evine kaydırılması çok inandırıcı bir gerekçe değil. Zerhoun’un evindeki olanaklar gerek Hristofyas’ın gerekse de Talat’ın evindekinden çok daha geride.


Gerekçe aslında çok faklı.
Gerekçe “Rum Derin Devleti”nin Hristofyas’ın KKTC’ye geçerek Cumhurbaşkanı Talat’ın evine gitmesine, Talat’ın da “KKTCB” plakalı arabası ve Türk korumaları ile Rum tarafına geçerek, Limasol’un kuzey doğusunda yer alan Kellaki köyündeki yazlığına gitmesine karşı çıkması.


Dahası da var tabii.
Perdenin arkasındaki doğru gerekçe ise Rum derin Devletinin, Talat’ın güneye geçmesi durumunda “KKTCB” plakalı arabasını ve KKTC forsunu kullanamayacağını, korumalarının silahsız olması gerektiğini, Hristofyas’ın ise Girne’ye gittiği vakit Kıbrıs Cumhuriyeti bayrak ve “PK” plakalı arabası ile sınırda durmadan ve silahlı korumaları ile birlikte gitmesini şart koşması.


Bu koşulları da resmen dile getirerek Kıbrıs Rum halkına duyurmak ta Hristofyas’ın başkanı olduğu AKEL, DIKO ve KS EDEK koalisyon hükümetinin ortakları olan DIKO ve KS EDEK’e düştü.
EUROKO ve EKOLOGLAR’a da “Hık” demek kaldı ve aynı safta yer aldılar.
Hristofyas da ister istemez kulağa hoş gelen bahanelerle ev ziyaretinden caydı ve ilk açıklamayı da BM yetkililerine yaptırdı.


Bu kadar küçük bir detaya ve derin devletten gelen koşula bile karşı koyamayan Hristofyas,  müzakerelerin sonunda Kıbrıslı Türklere Cumhurbaşkanlığında, Yönetimde ve Siyasette eşit haklar verilmesine nasıl “Evet” deyip “İmza atacak”, gerçekten de çok merak ediyorum.


Bu müzakereler “Olmayacak duaya Amin” çalışmalarına benzemeye başladı ve sonu da pek parlak gözükmüyor.

20 Aralık 2009
Liderlere kim mani oldu için yorumlar kapalı
Okunma 26
bosluk

RUM TARAFI ÇÖZÜME HAZIR MI

RUM TARAFI ÇÖZÜME HAZIR MI

    Bence “Hiç hazır değiller”.


    Bu düşünüşte olduklarının örneklerini de her gün çeşitli söylev, tavır veya yaklaşımlarla ortaya koyuyorlar. 


    Hristofyas’ın, neredeyse hergün bir şekilde görüştüğü, yoldaşım diye hitap ettiği, birlikte adaya barış getireceğiz dediği ve de yıllardır tanıdığı Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın 25 Kasım’da düzenlediği öğle yemeğine katılmak isteyen AB Büyükelçilerine mani olması bunun en güzel örneklerinden birisi.


    CB Talat’ı kendine eşit görmediği ve üzerinde bir hükümranlık baskısı kurmak istediği kesin.


    Bu düşünceyi zaten Rum siyasi parti liderleri de her fırsatta tavır ve söylem olarak dile getiriyorlar. Kendilerini adanın tek hakimi ve yöneticisi, Türkleri de 21 Aralık 1963’de silah zoru ile gaspettikleri “Kıbrıs Rum Devleti”ne ancak azınlık olarak kabul edebileceklerini ifade ediyorlar.


    Hem Rum siyasi parti liderleri, hem de sokaktaki politize olmamış Rum halkı da ayni düşüncede. Türklere, Rumlarla eşit haklar tanıyacak ve kurulacak yeni devlete siyasi eşit olarak sokacak bir anlaşmaya “Hayır” diyecekleri de çok açık ve net bir görüntü. Algılamamak veya görmemek için açıkcası “Kör” olmak gerekir veya saftorik.    


    Bu gün Rum tarafında iktidarda olan AKEL dışındaki diğer Rum siyasi partileri, Hristofyas’ın yalnız başına müzakereleri sürdürmesinden rahatsız. Müzakerelerin devam ettiği bu dönemde, özellikle de 2. aşamaya girilmesinden sonra,  ayırımsız bütün Rum siyasi partilerinin katılacağı, müzakereler bitene dek belli bir süre görev yapacak ve Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas’ın Kıbrıs sorununu yönetmesinde birlik katalizörü olarak işleyecek bir “Ulusal Birlik Hükümeti” kurulması çağrısı yapılmakta.


    Gerekçe olarak da Hristofyas’ın arkasında AKEL’den başka hiç bir siyasi partinin olmadığını ve Hristofyas’ın, Kıbrıs’ın seçilmiş lideri olarak, ama aslında, halkın yaklaşık 1/3’ünü temsil eden tek bir partinin desteği ile Kıbrıs sorununun çözümüne imza atıp atamayacağı sorusunu ve kuşkusunu gündeme getirmekteler.


    Özellikle de Hristofyas’ın hükümetteki ortakları DİKO ve EDEK, gelişmelerden ve Türklere verilecek haklardan çok rahatsız. Ana muhalefet partisi olan DISY de Hristofyas’ı müzakerelerde desteklediğini ancak bu desteğinin açık çek olmadığını sık sık dile getirmekte.


    Açıkçası  yaklaşık %30.4 oy oranına sahip ana muhalefet partisi konumundaki DISY yönetimi ve sokaktaki sıradan partililer, kendilerini müzakerelerden dışlanmış hissetmekte ve olası referandumda Hristofyas’ın istediği yönde de oy kullanmayabilirler.


    EUROKO %5.75 oy potansiyeli ile şahinler tarafında yer alırken, EKOLOG’lar da %1.95 oy oranı ile aynı safta boy göstermekte.


    Papadopulos’un partisi, aşırı sağcı DIKO, %17.97 oy potansiyeli ile son seçimlerde oy oranını ve Meclisteki sandalye sayısını  arttırarak sağda bayağı etkin bir konuma geldi.


     EDEK ise zaten solcu faşist Vassos Lissaridis’in mirası bir parti ve bırakın Türklerle oratklık kurmayı, Türklerin adını  bile duymak istemeyen bir siyasi parti. Son seçimlerde %8.91 oranında oy aldı. 


     


    Hristofyas’ın Talat ile kapalı kapılar ardında sürdürdüğü müzakerelerden hoşlanmayan ve Türklere aşırı tavizler verilmekte diyen bu siyasi partilerin, 2006 yılında yapılan seçimlere göre toplam oy oranı %65. Bu oran olası Referandumda Rum tarafından “Hayır” oyu çıkması için yeterde artar bile.


    Tüm  bu faktörler ortaya konarak, Hristofyas’a “Bütün partilerin yer alacağı bir Ulusal Birlik Hükümeti” kurması çağrısı yapılmakta. Gerekçe de “Referandumdan çıkacak sonucu güvence altına alabilmek” yani “Hayır”ı garantilemek. 


    Müzakereleri sürdürmekte olan Talat ve Hristofyas’ın 11, 12, 13 Ocak’ta Hristofyas’ın Kellaki’deki yazlığında, 18, 19, 20 Ocak’ta ise Talat’ın Girne’deki evinde bir araya gelmeleri konusunda taraflar daha evvel mutabakata varmışken şimdi Hristofyas, koalisyon ortakları DİKO ve EDEK’in “Girne’ye gitme” çağrısı nedeni ile bundan kaçınmaya çalışmakta.


    Bu aşamada akla “Hristofyas çözüm anlaşmasını imzalamaya yetkili mi?” veya “Rumlar Türklere eşit siyasi statü  tanıyacak bir çözüme hazır mı?” sorusu gelmekte.


    Yanıtı  çok açık. Kocaman bir “HAYIR”    

18 Aralık 2009
RUM TARAFI ÇÖZÜME HAZIR MI için yorumlar kapalı
Okunma 23
bosluk

BM’nin hatalı stratejisi

BM’nin hatalı stratejisi

BM Güvenlik Konseyi’nin, Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) görev süresinin 6 aylığına uzatılmasını öngören dünkü kararı 21. Yüzyıl parametrelerine ve Kıbrıs adasındaki mevcut fiili duruma rağmen hala, ilk günkü gibi hatalı devam ediyor.


 


Bu dönem Güvenlik Konseyi Başkanı Burkina Faso. Uygulanan yönteme göre Güvenlik Konseyi’nin 5 Daimi ve 10 Geçici üyesine önce BM Genel Sekreteri konu ile ilgili bir rapor sunmakta, sonra bu raporlar birlikte üyelere brifing verilmekte, en sonunda da üyelere konu ile ilgili hazırlanan karar tasarısı metni dağıtılmakta. Dağıtılan metin üyeler tarafından okunup araştırıldıktan birkaç gün sonra da Güvenlik Konseyi toplanmakta ve kararını almakta.


 


Bu sefer BM Genel Sekreteri geleneklerin dışına çıktı ve ilk kez iki ayrı rapor hazırladı.  Raporlardan birisi BM Barış Gücü ile, diğeri de BM’nin adadaki İyi Niyet Misyonu ile ilgili iki rapor.


 


BM Barış Gücü Kıbrıs’ta 4 Mart 1964 tarihinde BM Güvenlik Konseyi tarafından alınan 186 No.lu karar uyarınca 1964 yılının ilkbaharından beri görev yapmakta. Barış Gücü’nün varlığına rağmen Rumlar, 20 Temmuz 1974 tarihine kadar Kıbrıs Türk halkına yönelik silahlı saldırılarını ve katliamlarını pervasızca devam ettirebilmişti. Kıbrıs Türk halkının güvenliği ancak 20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen Mutlu Barış Harekatı ile Türk ordusu tarafından sağlanabildi.


1964-74 yılları arasında bir çok yerli ve yabancı basın adadaki BM Barış Gücünü, katliamları önleyemediği için askeri bir güç olarak değil, deniz kenarında gününü gün eden turistik bir güç olarak yazıp karikatürize etmişti.


 


Haziran 2009 toplantısında olduğu gibi bu toplantıda da Türkiye tek başına red oyu kullandı. Yani karar oy birliği ile değil oy çokluğu ile kabul edildi.


Oyçokluğu türündeki oylama sonuçları Güvenlik Konseyinde pek de alışılmış bir karar alma yöntemi değil. Genelde Güvenlik Konseyinde kararlar hep oybirliği ilke alınmakta.


 


Türkiye’nin red oyu vermesinin iki ana nedeni var.


Birincisi kararda ve Raporda Rum tarafından “Kıbrıs Hükümeti” olarak bahsedilmesi ve BM’nin görevinin devam ettirilebilmesi için onayının alınması.


 


Gerçekte 1983 yılının Haziran ayına kadar BM Barış Gücü’nün adadaki görevinin devam ettirilip ettirilmesi konusunda Rum Hükümetinden onay alınırken, kerhen Türk tarafının da görüşü sorulmaktaydı. 15 Kasım 1983 tarihinde KKTC’nin ilan edilmesine misilleme olarak 18 Kasım günü BM Güvenlik Konseyi tarafından alınan 541 No.lu karar sonrasında BM Barış Gücünün adadaki görevine devam etmesi konusunda Kıbrıs Türk tarafından sözlü de olsa onay istenmedi ve o günden sonra da bu yanlış tutum devam ettirildi.


 


Türkiye’nin bu karara “Hayır” oyu vermesinin ikinci nedeni de işte bu, Kıbrıslı Türklerden de onay alınmamasıydı.


 


Türkiye “Artık adada ikinci bir halk daha mevcut ve bu halkın egemen olduğu topraklar var. Onlara da sorun BM Barış Gücü’nün adada görevine devam etmesine gerek olup olmadığını” demek istemektedir.


 


Aslında Rumların BM Barış Gücünün adadan gitmesini istememelerinin nedeni 16 Ağustos 1974 tarihinde son bulan 2. Barış Harekatından sonra Kıbrıslı Türklerle “Ateş Kes Anlaşması” imzalamamak için. Bu anlaşmayı imzaladıkları takdirde Kıbrıslı Türkleri taraf olarak resmen tanımış olacaklarından, 35 yıldır hala daha Kıbrıslı Türkler işle Kıbrıslı Rumlar arasında resmi bir “Ateş Kes Anlaşması” imzalanmış değil.


 


Rumlar ve Türkler BM Barış Gücü’nün “Ateş Kes” çağrısına sözlü olur verdiler ve böylece adada ateş kesilmiş oldu. BM Barış Gücü adadan giderse, herhangi bir sınır ihlali veya askeri ihlal durumunda Rumların veya RMMO’nun muhatabı sırası ile KKTC yönetimi veya Güvenlik Kuvvetlerimiz olacak. Bu durum da dolayısı ile KKTC hükümetinin Rum Yönetimi ile eşit düzeyde direkt iletişim içinde sokacak.


 


Rumlar Kıbrıs sorunu çözülene kadar BM Barış Gücünün adada kalmasını istemekte ve bu nedenle de Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafı BM Barış Gücü’nün neredeyse tüm giderlerini karşılamakta.


 


BM Güvenlik Konseyi kararında bahsedilen “Kıbrıs Hükümeti” 21 Aralık 1963 günü hayatını yitirmiş ve o günden günümüze sadece Rumları temsil etmektedir. BM Barış Gücü’nün KKTC toprakları içinde etkinlik gösterebilmesi sadece KKTC Hükümeti’nin gösterdiği işbirliği ile olasıdır. Bu işbirliğinin yöntemlerinin KKTC makamları ile BM Barış Gücü arasında sonuçlandırılacak bir mutabakat ile tespit edilmesi gerekir.


 


BM Güvenlik Konseyinin bu kararı, aslında BM Güvenlik Konseyinin son 41 yılda oluşturduğu Kıbrıs Müktesebatının ana temeli oluşturan Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum taraflarının egemen eşitliği ilkesine de aykırı.


 


Bu aykırılığa getirilecek en iyi çözüm, BM Barış Gücünün KKTC egemelik  alanı içindeki faaliyetlerinin tamamen kısıtlanmasıdır. Taraf olarak kabul edildiğimizde söz konusu kısıtlamalar kaldırılabilir.


Dünya biz Kıbrıs Türklere kısıtlamalar koyabiliyor da biz niye BM Barış Gücüne kısıtlama koyamayalım.

16 Aralık 2009
BM’nin hatalı stratejisi için yorumlar kapalı
Okunma 97
bosluk

DTP VE KIBRIS MÜZAKERELERİ

DTP VE KIBRIS MÜZAKERELERİ

ELVEDA başlıklı yazımın, “Okuyucu-Yazar ve Yayıncı” arasında yarattığı olumlu iletişim beni gerçekten çok etkiledi.


 


Yazıma “Yorum” ekleyen H. Hassan, A. Kerim, B. Bala, Çınar1787, Pınar, F.M. Başaran, N. Kaya, A. Yıldız, Buvatan-1974, B. Mustafa, Sultan, Y.S. Şahin, a. Berkin, M. Taşçı, M.Cemal, M. Bada, B. Baysal, F. Devecioğlu, M. Besimler, A. Kelamizade, H. Bodamyalı, H. Mehmet, N. Korman, Avukat, Onur, M. Ünalan, Ayşe, Ali, Gerçek Kıbrıslı, V. Yalçın, Cypriot, N. İlerici, A. Atun, Özlem, M. Hüdaverdi, O. Karaaziz, Hatırlatayım, A. Kerim, Alın Size, F. Gülseven, S. Öztürkoğlu, Mahçup Okur, Hasan, Okur, M. Korkmaz, Sevil, A. Selçuk, Hasan ve Ahmet isimli veya rümuzlu okuyucularıma, içten gelen olumlu veya olumsuz duygularını yansıtan “Yorum”ları için çok teşekkür ediyorum.


 


Bu güzel yorumları en az sekiz-on kez tekrar tekrar okudum ve değişik ortamlarda, değişik bakış açıları ile değerlendirdim. Beni en çok etkileyen de “Okuyucu-Yazar ve Yayıncı” arasında var olan ama gözle görülmeyen, varlığı normal zamanlarda da hissedilmeyen bir “sevgi yumağı”nın var olduğu ve gerektiğinde de belirgin bir şekilde ortaya çıktığı oldu.


 


Kıbrıs Postası”nın tüm okuyucularına ve okuyucularıma bu duyarlı davranışlarından dolayı çok teşekkür ediyorum. Gönderdikleri “Yorum”larla bir yazar olarak bana tavsiyelerini, görüşlerini ve düşüncelerini içeren öğretici mesajlar göndererek, güzel bir hayat dersi öğretisinde bulundular.


 


Kıbrıs Postası” yöneticilerine de tüm okurlarım huzurunda, konuyu ciddiyetle ele alıp, anlayışlı, olumlu ve yapıcı yaklaşım göstererek, tüm teknik sıkıntılara rağmen uzlaştırıcı bir çözüm bulmalarından dolayı teşekkür ediyorum. Örnek bir işletme ve yönetim anlayışı ortaya koydular.         


 


Son söz: GERİYE DÖNÜYORUM VE GENE HEP BİRİLKTEYİZ.


      


       **********************************************************************


 


DTP VE KIBRIS MÜZAKERELERİ


 


T.C. Anayasa Mahkemesi’nin DTP’yi kapatma kararı, Türkiye’de bir iç karmaşaya ve gerginliğe zemin oluşturacakken, yansıması da önce AB-Türkiye müzakerelerini olumsuz etkileyebilir, sonra da Kıbrıs’ta liderler arasında sürdürülen müzakereleri çıkmaza sokarak Türk tarafının “uzlaşmaz” olarak suçlanmasına kapı açabilir.


 


Türkiye, dengeli ve iyice düşünülerek uygulamaya konmuş Dış politikası ile Rum tarafını köşeye sıkıştırmış ve adada çözümü istemeyen taraf konumuna sokmuşken, DTP’nin kapatılması kararı orta vadede bu başarıyı ters yüz edecek gibi gözüküyor.


 


 Öncelikle AB-Türkiye ilişkileri bir sarsıntı geçirecek. Her ne kadar daha birkaç gün evvel toplanmış olan AB Devlet Başkanları Konseyi Türkiye için yaptırım kararı almamış ve Rum tarafını da yalnız bırakarak tek yanlı bir deklarasyon vermek zorunda bırakmış olsa da, daha Aralık ayı bile çıkmadan AB içinde havanın Türkiye aleyhine döneceği kesin. Bunun başlangıcı AB Konseyi’nin, 21 Aralık’taki hükümetler arası konferansında olabilir. Dolayısı ile Kıbrıs müzakereleri de bundan etkilenecek.


 


Rum Yönetimi’nin Avrupa Parlamentosu içinde Türkiye karşıtı olan aşırı sağ ırkçı AB milletvekilleriyle, hedefler farklı olsa da Türkiye konusunda hemen hemen aynı çizgide olduğu kesin.


Zaten Rum Yönetiminin AB’ye üye yapılmasının ana nedenlerinden bir tanesi de Türkiye ile sorun yaşaması ve maşa gibi kullanılmaya uygun olmasıydı. Nitekim her dönemde de Rumlar Türkiye’ye karşı tepe tepe kullanılıyor. Bazen etraflarında kimseyi görmeyince Don Kişot gibi kendileri çıkıyorlar ortaya, bazen aniden birileri arkalarından itekleyerek kendilerini sürüyorlar arenaya, bazen de ağababaları kendileri üstleniyorlar Türkiye karşıtlığı görevini.


 


DTP’nin kapatılması kararı bu grubun ekmeğine şimdi bal sürdü. Türkiye karşıtı seslerini artık daha gür çıkarmaya başlayacaklar AB içinde. Sloganları da “DTP’nin kapatılması Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde bir engeldir” olacak.


Rumlar bu havayı koklayınca gaza gelecekler ve KKTC’nin egemen olduğu toprakları, 10. Protokolda yaptıkları gibi ele geçirebilmek için Türkiye karşıtı çalışmalarına hız verecekler.


Baryaları ile birlikte Türkiye’ye karşı politik saldırılarının dozunu arttırırken, Kıbrıs’ta da Kıbrıs Türk halkı üzerinde baskı kurabilmenin her yolunu deneyecekler.    


 


Kıbrıs’ta liderler arasında süren müzakerelerin bu aşamadan sonra artık çıkmaza gireceği kesin. Hem de kesin kes kesin.


Talat ve Hristofyas’ın Nisan 2010’a kadar çözüme ulaşmak hedefiyle Ocak ayı içinde iki seans halinde 3’er tam günlük görüşmeler planlamaları da bir işe yaramayacak artık. Zaten Hristofyas bu görüşmelerin işe yaramaması için elden geleni yapacak.


 


Zaten Rum tarafı, geçmişten ders almayı bilmediği için, 1974’de Türkiye’yi yok sayıp adayı Yunanistan’a bağlamak için bir darbe yapmıştı, şimdi de AB içindeki yandaşlarının verdiği gazla Türkiye’nin üyelik müzakerelerine tek başına koşullar koyma girişimlerine başlayacak ve adada sürdürülmekte olan barış görüşmelerini dinamitleyecek.


Hiç kimse artık müzakerelerden olumlu bir sonuç beklemesin.


 


Avrupa Birliği Ortadoğu’da, Kafkaslarda ve de Orta Asya’da Türkiye’siz etkin bir politika yürütemeyeceğini çok iyi biliyor. Türkiye, bu politikayı kendi başına sürdürebileceğinin farkına vardığı anda, dünya dengesini oluşturan taşlar yerinden oynayacak. Kıbrıs’ta sürdürülen barışa yönelik müzakereler de belli bir kopma döneminden sonra Türkiye’nin dikte ettireceği bir şekilde son bulacak.


 


Her ne kadar DTP’nin, siyasi bir oluşumu ve faaliyeti olmayan Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması şimdilik Türkiye’nin demokratik açıdan aleyhine gözüküyorsa da, uzun vadede Türkiye’nin hakkettiği kendi kişiliğini bulmasına ve indirekt olarak da Kıbrıs’ta kalıcı bir çözüme zemin oluşturacağı kesin.

14 Aralık 2009
DTP VE KIBRIS MÜZAKERELERİ için yorumlar kapalı
Okunma 37
bosluk

Kıbrıs Postasına elveda

Kıbrıs Postasına elveda

Son iki yıldır büyük bir keyifle yazdığım yazılarıma yer veren KIBRIS POSTASI’ndan ayrılmak kararı almış bulunmaktayım.


Kıbrıs Postası Yöneticileri tarafından tek yanlı bir karar alınarak yürürlüğe konması ve bunun sonucu olarak da yerimin değiştirilmesi uygulamasını yaşam prensibim olarak kabul etmem olası olmadığı için, Kıbrıs Postası’ndaki yazılarıma devam edemeyeceğimi sevgili okurlarıma üzüntü ile bildiririm.
  
Yazılarım gerek yazılı medyada, gerekse de internet gazetelerinde yayınlanmaya devam edecektir.
Sevgili okurlarıma, mutlu ve sağlık dolu günler diliyorum.

7 Aralık 2009
Kıbrıs Postasına elveda için yorumlar kapalı
Okunma 39
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar