Çevreyi Acımasızca Kirletmek

Çevreyi Acımasızca Kirletmek

Yazın hemen hemen her sabah sabah saat beş buçukta kalkar, evimizin dört ayaklı üyelerini yedirdikten sonra bisikletimle evden çıkar, keyifle yaklaşık 5 km uzakta olan Dr. Fazıl Küçük Stadyumu’nun yanındaki Belediye Plajına giderim.

 

Belediye plajı yaklaşık 850 m. uzunluğunda, sahili ve denizin tabanı altın kumla kaplı bir koyda yer alıyor. Denizi berrak ve cam gibi, deniz dibi kum kaplı ve neredeyse kıyıdan 100 m. açıkta yer alan kayaların oluşturduğu doğal mendirek ile de her tür deniz dalgalarından korunaklı bir konumda.

Ülkemizin doğal güzellikleri olan bu deniz, kum ve güneş üçlüsünün tadını çıkarmak, keyfini sürmek için binlerce kilometre uzaktan para verip gelen yabancı turistleri görünce, ne kadar da şanslı olduğumuzu bir kez daha anlıyorum her sabah.

 

Deniz tutkunu arkadaşlarımla her sabah aynı saatte plajda buluştuktan sonra kumların üzerinde beş altı turluk bir yürüyüş yaparız. Tabii yürürken, bu dünya güzeli ülkemizin ne kadar sorunu varsa, tartışır, çözeriz. Ertesi gün bu sorunlar yerli yerinde durduğundan gene tartışır, gene çözeriz.

 

Gerçekten de sabahın o erken saatinde denize girmek çok büyük bir keyiftir. Kumda yürümek de…

 

Özellikle sahilden üç-dört metre içerde kuru kumların üzerinde yol alırız. Deniz kenarındaki dalgaların ıslattığı kumlar, ıslaklıkları nedeni ile çok serttir ve hiç esnemezler. Bu zeminin üzerinde yürümenin beton zemin üzerinde yürümekten hiç farkı olmadığından, yüzeyi eğri büğrü olan kuru kum üzerinde yürümeyi, sağlık açısından ve tedavi edici özelliğinden dolayı tercih ederiz.

 

Sert ve düz zemin üzerinde ayaklarımız hep aynı şekil ve açıda yere basar ve bu nedenle de ayak bileklerimizden ensemize kadar olan tüm eklemlerin hep aynı noktasına vurgu yapılır, basınç uygulanır.

 

Kumun yüzeyi eğri büğrü olduğundan, ayaklarımız her adımda farklı bir şekil ve açıda kumun üzerine basar ve bu nedenle de, oluşan basınç hem tüm eklemlerimizin farklı noktalarına dağılır, hem de eklemlerimiz doğal olarak kendini yağlar.

 

Bu yürüyüşlerde bizi en çok üzen konu da çevre kirliliğidir.

Gece kumluk sahilde eğlenmeye ve denize girmeye gelenler, tüm pisliklerini kumların üzerinde bırakıp giderler, neredeyse her bir buçuk metrede bir çöp kovası olmasına rağmen.

 

Yerlerde karpuz kabukları mı istersiniz, bira şişeleri mi, çips veya bisküvi kutuları mı, su şişeleri mi,veya da makineli tüfek gibi yendikten sonra yerlere atılmış ayçiçeği çekirdeği kabukları mı…

 

Hiç bir Allah’ın kulu da yanında bir poşet getirip arkasında bıraktığı pisliği poşetin içine koyup, çöp kutusuna atmaz.

 

Bizi en çok üzen de, sigara tiryakilerinin içtikleri sigaraları kumun içine sokup söndürmeleri ve sonra da sanki kumluk sahil kocaman bir kül tablasıymış gibi de orada izmariti bırakmaları. Gerçekte sigara içenler doğayı korkunç bir şekilde kirletmekteler. Hem havamızı zehirlemekte, hem de her gün yerlere attıkları sayıları milyonu geçen izmaritlerle doğamızı kirletmekteler.

 

Sigara paketlerini 20 adetlik yapacaklarına, 16 adetlik imal etmeleri ve eksiltilen 4 adet sigaranın kapladığı yere de izmaritlerin konacağı bir göz yeri yapmaları daha doğru olacak. Hiç olmazsa izmaritler hem yere atılmaz, hem de topluca paketle birlikte çöpe atılırlar, tabii eğer sigara içen kişi, arabasının camını açıp paketi dışarı fırlatmazsa.

 

Bu çevre kirliliği illetinden kurtulmak için hem okullarımızda bu konuda eğitim vermek, hem de ağır para cezası getirmek gerekiyor birçok ülkede uygulandığı gibi. Singapur’da ve dünyanın birçok yerinde, yere bırakın izmarit atmayı, sakız atmanın cezası bile 500 dolar.  Bu nedenle yerler, sokaklar pırıl pırıl.

 

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

10 Temmuz 2013

 

18 Temmuz 2013
Çevreyi Acımasızca Kirletmek için yorumlar kapalı
Okunma 61
bosluk

Siyasetle Politikanın Farkı

Siyasetle Politikanın Farkı

1975 yılından beridir politikanın içinde olan bir kişiyim. En gençlerden bir tanesiyim demek çok daha doğru olur. Çok genç yaşta fiilen içine girdim politikanın ve siyasetin…

 

Mecliste milletvekili olarak görev de yaptım, üst düzey görevlerde de bulundum. Annan Planı döneminde görüşmecilik de yaptım. Yasa nedir, Tüzük nedir, Kararname nedir, kimleri bağlar, nasıl değiştirilir, hangileri değiştirilebilir, hangileri değiştirilemez çok iyi biliyorum.

 

Ve politikayla siyasetin farkını da…

 

4 Aralık 2012 tarihinde Ankara’da, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında tam adı ile “Sürdürülebilir Ekonomiye Geçiş Programı 2013-2015” olan protokol -iki asıl nüsha halinde- imzalandı. Bu programa her iki ülkenin Bakanlar Kurulları adlarına Başbakanı İrsen Küçük KKTC adına, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da Türkiye Cumhuriyeti adına imza koydular.

 

İşin ilginç tarafı, günümüzde Bakanlar Kurulunu oluşturan CTP-BG, DP-UG ve TDP siyasi partileri, protokol imzalandığı vakit muhalefetteydiler ve şiddetle karşı çıktıkları bu protokolü şiddetle eleştirmişlerdi.

 

Dün bir televizyon programında CTP-BG, DP-UG ve TDP’den oluşan hükümetin başı Sayın Sibel Siber, söz konusu “Sürdürülebilir Ekonomiye Geçiş Programı 2013-2015″nın -aynen kullandığı kelimelerle- “iki ülke arasındaki uluslararası anlaşmaların anayasa hükmünde olduğunu ve kolay kolay bozulamayacağını” dile getirdi.

 

Ben Sayın Siber’e, danışmanları veya da bu “Geçiş Programı” hakkında bilgi veren kişilerin eksik veya da yanlış bilgi verdikleri inancındayım. Buna Sayın Siber yanıltılmış da diyebilirsiniz.

 

Bir olasılıkla da kendisine “Biz bu Geçiş Programını istersek Bakanlar Kurulu kararı ile iptal edebiliriz ama bunu yaparsak, ne memurumuzu ödeyebiliriz, ne de özel sektördeki teşvik, destek ve katkıları yerine getirebiliriz. Tüm kesimler tam da bu seçim döneminde ayaklanır ve bu üç parti de seçimi kaybeder. Sen en iyisi öyle bir laf etki, bu Geçiş Programının Bakanlar Kurulu tarafından değiştirilemeyeceği anlaşılsın ve sorumluluğu da bizlerin dokunamayacağı bir yere yükleyelim” denmiştir.

 

Ne var ki durum hiçte Sayın Siber’in söylediği/ açıkladığı gibi değildir.  KKTC Başbakanı ve T.C. Başbakan yardımcısı tarafından imzalanan “Sürdürülebilir Ekonomiye Geçiş Programı 2013-2015″ün Anayasa ile veya Anayasanın hükümleri ile uzaktan yakından bir ilgisi de yoktur. Her iki ülkenin Bakanlar Kurulu seviyesinden imzalanmış bir mutabakattır sadece.

 

Sayın Siber isteseydi veya da yapabilseydi, “Sürdürülebilir Ekonomiye Geçiş Programı 2013-2015″i, muhalefette oldukları dönemde karşı çıktıkları ve şiddetle eleştirdikleri doğrultuda, “fırsat bu fırsattır, UBP’nin kendi içindeki çekişme sonunda biz muhalefettekiler hiç beklemediğimiz bir şekilde iktidara geldik, tam zamanıdır, derhal bu “Sürdürülebilir Ekonomiye Geçiş Programı 2013-2015″nı iptal edelim” diyerek başkanı olduğu KKTC Bakanlar Kurulunu toplar ve tek satırlık, tek cümlelik bir Bakanlar Kurulu kararı ile bu kendi tabirleri ile “Yıkım paketi”ni iptal ederdi.

 

Sonra da basının karşısına geçer ve “Halefim Sayın Küçük imzalamıştı bu “Sürdürülebilir Ekonomiye Geçiş Programı 2013-2015″i ama ben hükümeti oluşturan her üç parti de zamanında bu programa çok karşı çıktıkları için Bakanlar Kurulunu topladım ve iptal ettim” derdi.

İstese diyebilirdi ama bırakın iptal etmeyi, görevi devraldıkları ilk hafta içinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısına, “Sürdürülebilir Ekonomiye Geçiş Programı 2013-2015″i teyit ettiklerini ve aynen uygulayacaklarını bildirdiler.

 

13 Haziran 2013 tarihinde iktidara gelen CTP-BG, DP-UG ve TDP hükümeti bu teyitten hemen sonra da, 27 Mart 2012 tarihinde KKTC Meclisinde kabul edilen ve kendilerinin gene o dönemde karşı çıktıkları ve şiddetle eleştirdikleri “Özelleştirme Yasası”nı da isteselerdi, çoğunluğunu oluşturdukları KKTC Meclisi hemen toplar ve 24/2012 sayılı “Özelleştirme Yasası”nı tek maddelik ve tek satırlık bir yasa ile iptal ederlerdi.

 

Ama muhalefetteyken ölesiye eleştirdikleri “Ekonomik Programı” ve de “Özelleştirme Yasası”nı iktidardayken ve de ellerinde her tür olanak varken iptal etmediler, daha doğrusu iptal etmeye cesaret edemediler… İşte siyasetle politikanın farkı!..

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

17 Temmuz 2013

16 Temmuz 2013
Siyasetle Politikanın Farkı için yorumlar kapalı
Okunma 79
bosluk

Kıbrıs’ta Yunan Darbesi

Kıbrıs’ta Yunan Darbesi

1974 yılında, dönemin Yunanistan’daki Albaylar cuntasının Kıbrıs’ta Makarios’a karşı düzenlediği darbenin bu gün 39. yıl dönümü.

 

Darbe gününde yaşanılanlar, benim Mağusa’da yolda gördüğüm Rum Milli Muhafız Ordusu tankları, Mağusa Namık Kemal Lisesi’nin bitişiğindeki Rum Polis Merkezinde yaşanan çatışma, yolda kaçışan Rumlar, Rumların girişine yasak olan Mağusa kapısından içeri can havliyle girip Türklerden sığınma dileyen Makarioscu Rumlar ve televizyonda Makarios’un yakalanıp öldürüldüğü haberi. Hepsi daha dün yaşamışım gibi gözümün önünde, cap canlı hafızamda.

 

Öğleyin hepimizin, yani Mağusa’daki 16 yaş üzeri tüm erkeklerin silah altına çağrılması, terhis olanların evlerinde sakladığı mücahit elbiselerimizi giyerek tabura gitmemiz ve silahlarımızı alarak Rumlarla çarpışacağımız mevzilerimize girmemiz.

 

Öğleden sonra da Makarios’un radyoda, derinden gelen cızırtılı bir sesle “İme Magarios”, “Ben Makarios” kelimeleri ile başlayan ve “Ölmedim, hayattayım” sözleri ile devam eden Rum halkına hitabını, soluk bile almadan ufacık cep radyomuzdan dinlememiz.

 

Akşam, Cumhurbaşkanlığı vekilliği için Rum Cemaat Meclisi Başkanı Glafkos Klerides’e teklif yapıldığı ve Klerides’in bu teklifi reddettiği, arkasından bu teklifin Triandafilides’e yapıldığı ve onun da reddettiği haberi.

 

Ertesi gün bu teklifin, Mahi gazetesi sahibi, EOKA’nın tetikçisi ve bir çok masum İngiliz erkek, kadın ve çocuğunu Lefkoşa’nın alış veriş merkezi olan Uzun Yol’da arkadan yaklaşıp sinsice vuran ve elindeki tabancayı da hemen arkasından gelen kız öğrencilere verip cürüm aletini başarıyla yok eden katil Nikos Samson’a yapıldığı haberi ve Nikos Samson’un da bu teklifi kabul ederek Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ilan edildiği.

 

Ertesi gün öğleye doğru Nikos Samson’un yeni Bakanlar Kurulunu ataması, atama töreni biten yeni Bakanlar Kurulunun hemen toplanarak “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan etmek kararını alması ve Nikos Samson’un televizyon ekranına çıkarak “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin ilan edildiğini açıklaması.

 

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı rahmetlik Bülent Ecevit’in Baltık ülkelerini ziyareti. Bizim siperde heyecanlı bekleyişimiz ve kendi aramızda Türk askeri bu sefer adaya çıkar mı tartışmalarımız.

 

Nikos Samson’un televizyonda, “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin lav edildiği ve adanın Yunanistan’a bağlandığı” açıklaması. Yükselen endişelerimiz ve siperde kendi aramızda “Bu kararı kabul etmiyoruz,  sonuna kadar çarpışacağız ama Yunanistan’a bağlanmayacağız” yeminimiz.

 

Ecevit’in Danimarka’dan dönüşte çıkarmadan bahsetmemesi ve garantör ülke olarak İngiltere’yi ziyaret etmek kararı. Bir türlü çıkarma kararı açıklanmadığı için bozulan morallerimiz, tuzla buz olan beklentilerimiz ve “Türkiye galiba gelmeyecek” kökenli düş kırıklığımız.

 

18 Temmuz perşembe günü Ecevit’in Cumartesi günü TBMM’yi Kıbrıs konusunda görüşmeye çağırma açıklaması ve morallerimizin sıfırlanması. “Ecevit, 20 Temmuz Cumartesi günü milletvekillerini “Kıbrıs genel Görüşmesi” için toplantıya çağıracak, kim bilir kaç gün sürecek bu toplantı ve bu sefer de Türk askeri gelmeyecek” konusunda kendi kendimize siperde yorumlar yapmamız ve ümitlerimizi yitirmemiz.

 

19 Temmuz akşam üzeri kırmızı alarm emrinin verilmesi ve bizim bu emre bir anlam veremeden, hazırlanmamız. Gece yarısından sonra miğferleri giyme ve mermi kutularının açılması, silahların son bakımının yapılması emrinin bize ulaşması. Bizim hala ne olup bittiğini bilmeden ve anlamadan bölgenin en üst düzey askeri komutanı olan Sancaktarımızın moralimizi düzeltmek için bu tür emirleri gönderdiğine inanmamız.

 

20 Temmuz sabahı saat beşte rahmetlik Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş’ın radyodan dinlediğimiz tarihi konuşması ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin, kahraman Türk Askerinin çıkartmayı başlattığı müjdesi. Gözyaşları içinde mevzide birbirimize sarılmamız ve “beni utandırma” diyerek 81’lik havanıma sarılıp onu öpmem. Koskoca havanı neresinden öptüysem….

 

Saat On’a beş kala Mağusa’da silahlı çatışmanın başlaması, korkunç bir mermi yağmuru ve kulakları sağır eden patlamalarla Rumlarla sıcak çatışmaya girmemiz.

İşte aklımda canlılığını hala koruyan 15 Temmuz darbesi ve 20 Temmuz Mutlu Barış Harekatı’nın başladığı gün ile ilgili anılarım bunlar. Neredeyse 40 yıl oldu. Göz açıp kapayıncaya kadar geçti ama anısı hala taptaze hafızamda ve gözlerimin önünde.

 

Adayı İngilizlere kiraladıktan ve elimizden uçup gitmesinden tam 96 yıl sonra Türk askeri ile tekrardan kucaklaşmak şansına sahip sayılı Kıbrıslı Türklerden biri olarak bu tarihi anının mezara kadar benimle gideceği de kesin….

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

15 Temmuz 2013

14 Temmuz 2013
Kıbrıs’ta Yunan Darbesi için yorumlar kapalı
Okunma 225
bosluk

Ermenistan İran İlişkisi

Ermenistan İran İlişkisi

Ermenistan ile İran’ın ilginç bir ilişkisi var.

Birisi Hıristiyan devleti ve çoğunlukla Hıristiyan Ortodoks, diğeri de Müslüman bir devlet ve çoğunlukla da Şii Müslüman.

 

Ermenistan’daki Katoliklerin ve Protestanların sayısı, Ortodokslara kıyasla çok az. Çoğunluk Gregoryen Ortodoks. M.S. 301 yılında, Ermenice Surp Krikor Lusavoriç olarak anılan ve adını Havari Aydınlatıcı George’dan (St. George the Illuminator) esinlenerek alan Aziz Aydınlatıcı Gregor’un, dünyada ilk kez bir ülkede (Ermenistan’da) devlet inanışı olarak Hıristiyanlığın kabul edilmesinde çok gayret göstermiş olması nedeni ile Ermeniler hem dünya üzerinde ilk Hıristiyanlığı kabul eden ülke olarak bilinirler, hem de dinleri Gregoryen Ortodoks olarak tanımlanır. Ermenistan günümüzde ekonomik olarak “İflas” konumuna çok yakın bir yerdedir.

 

İran’daki Sünnilerin ve Bahailerin sayısı, Şii Müslümanlara kıyasla çok daha az. İran, Şeriat Kanunlarına dayalı İslami Devlet kurallarına uygun bir idari sistemle idare ediliyor. Başta ABD olmak üzere tüm Hıristiyan Avrupalı devletlerini “şeytan” olarak tanımlıyor İranlı yöneticiler. Şah Pehlevi iktidarının son yıllarında İran’ı petrol gelirlerinden dolayı dünyanın en zengin ve en gelişmiş 5. ülkesi olarak gösterirken, günümüzde İran, ABD’nin uyguladığı ekonomik ambargo nedeni ile enflasyonun yüzde yüzleri geçtiği, ihracatının neredeyse sıfırlandığı bir ülke konumunda.

Neredeyse “İflas” etmekten öteye hiç bir ortak noktası olmayan bu iki ülke, son zamanlarda büyük bir dayanışma içine girdi.

 

İran’ın Ermenistan’la yanaşma nedeni, ABD’deki güçlü Ermeni lobisinden yardım görme umudu. Bütün beklentisi Ermenistan’a mali ve ayni olarak yardım edip, Hocalı katliamı gibi Ermenistan’ın suçlandığı konularda siyaseten yanında yer alırsa, ABD’deki Ermeni lobisinin yardımları ile belki ambargonun hafifletilmesini sağlayabileceğini düşünüyor. Bu nedenle de ihraç edemediği ve para kazanamadığı petrolünü/ doğalgazını, koyacak ve depolayacak yeri olmadığından Ermenistan’a sıfır faiz, çok uzun vadeli kredi ile satıyor, daha doğrusu hibe ediyor.

 

Ermenistan ise, başta sınırlarını çevreleyen ülkeler olmak üzere bölgede hiç bir dostu olmadığından ve de sıfır faiz ve çok uzun vadeli, daha doğrusu neredeyse beleşe petrol ve gıda alabildiği için İran ile dostluğunu pekiştirmek yolunda.

 

Bu iki ülke şimdi siyaseten de birbirlerine yanaşmaya başladılar. İran’da az da olsa nüfusları 60-70 bin civarında olan bir Ermeni cemaati var ve bu cemaatin temsilcileri mevcut anayasaya göre İran Meclisinde iki sandalyeye sahip. İran’daki ekonomik durum nedeni İranlı Ermeniler, son zamanlarla kitleler halinde ABD ve Kanada’ya göç etmeye başladılar.

 

İran’da kısa bir müddet evvel yer alan 11. Devlet Başkanlığı seçimlerinde İranlı Ermeniler, sözde Ermeni Soykırımını destekleyeceği sözünü verdiğini iddia ettikleri Ruhani’yi desteklemişlerdi. Bu doğrultuda da 24 Nisan gecesi İran Parlamentosu Başkan Yardımcısı,  sözde Ermeni Soykırımını kınayan kısa bir konuşma yaptı.

 

Bu desteği koz olarak kullanmaya niyetli İran parlamentosundaki Ermeni cemaati milletvekili Karen Hanlaryan, Ermenistan’ın Erivan kentinde 3 Temmuz çarşamba günü yaptığı basın toplantısında da, İran Ermeni cemaatinin hedefinin Devlet Başkanı Ruhani kanalı ile İran Parlamentosuna sözde Ermeni soykırımını kınayan bir yasa tasarısı sunmak ve İran Parlamentosundan sözde Ermeni soykırımını resmen tanımasını istemek olduğunu açıkladı.

 

Buna ilaveten iki ülke arasında daha evvelden yapılan öğretim üyesi ve öğrenci değişimi uygulamasının da Ruhani döneminde daha da yoğunlaşacağını ve iki ülke arasında enerji ve taşıma alanlarında da büyük çapta işbirliğinin yapılacağını belirterek, İran’ın Ermenistan ile kapalı kapılar ardında başlattığı sıkı işbirliğini gözler önüne serdi.

 

İşte ulusal çıkarların devletleri nerelere kadar sürükleyebildiğinin en güzel örneği bu İran-Ermenistan dayanışması. Ülkeler bir kere düşmeye görsün. Menfaat uğruna, asırlardır karşısında oldukları inanışların yanında yer alıp, o fikrin savunucusu konumuna geçebiliyorlar…

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

12 Temmuz 2013

11 Temmuz 2013
Ermenistan İran İlişkisi için yorumlar kapalı
Okunma 89
bosluk

Maraş Planı

Maraş Planı

Rumlar BM tarafından Kıbrıs Müzakerelerinin başlatılması girişimini baltalamak için bir müddettir Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin “Hayır” diyeceği bir girişim yapmak peşinde. Bu girişimin adı da “Maraş Planı”.

 

Kafalarındaki senaryo belli. Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin de Rumları Füle kanalı ile Türkiye’ye ileteceklerini iddia ettikleri “Maraş Planı”na verecekleri yanıtta belli.

 

Rumların kafalarındaki senaryo, güya müzakereleri ilerletmek ve karşılıklı güven yaratacak bir öneri sunmak girişimi kisvesi altında Maraş’ın iadesini talep ederek Kıbrıs Türk tarafına ve Türkiye’ye “Hayır” dedirtmek ve arkasında da “Türkler Anlaşma İstemiyor” yaygarasını kopararak, müzakerelere oturmamak.

 

Rumların yapmayı planladıkları Maraş ile ilgili öneriye Türkiye’nin ne yanıt vereceğini ben şimdiden söyleyebilirim. Türkiye, Rumları muhatap almadığı için Füle kanalı ile iletilmeye çalışılacak öneriyi almayı kabul etmeyeceğini Füle’ye bildirecek ve Kıbrıslı Rumlara “muhatabınız ben değil, Kıbrıslı Türklerdir” diyerek önerilerini Kıbrıs Türk tarafına iletmelerini kibarca diplomatik dilde tavsiye edecektir.

 

Rumlar, Maraş önerisine ilaveten masaya oturmamak için perde arkası siyasi dolaplar da çevirmeye başladılar. Dün yapılan Rum Yönetimi Başkanı Anastasiadis’in başkanlığındaki Rum siyasi parti başkanları toplantısında alınan ve 16 Temmuz’da Rum Yönetimi Başkanlığı sarayında yapılacak Rum Ulusal Konseyi toplantısına sunulacak karar, tamamen müzakereleri baltalayıcı ve çıkmaza sokacak bir çalışmanın ürünü.

 

Dünkü toplantıda alına karar, Rum Siyasi Partilerin yüzde yetmiş beşinin onaylamadığı hiç bir konu müzakerelerde görüşülmeyecek mealinde. Zaten Rum Temsilciler Meclisinde 5 tane siyasi parti var.

Rum lider Anastasiades’in partisi DISI. Rum Meclisinde en çok sandalyeye sahip ve Kıbrıs Rum Milliyetçisi.

 

Bir evvelki Rum lider Hristofyas’ın partisi AKEL. Komünist felsefeye inanan ve Rum ekonomisini zamanında tedbir almadığı için batıran parti.

 

Bir evvelki Meclis Başkanının partisi DIKO. Adı Demokrat ama felsefesi Yunan Milliyetçiliği. Parti Başkanı yarı Ermeni yarı Rum Karoyan ile iki evvelki Rum lider Tassos Papadopulos’un oğlu Lefkoşa Milletvekili Nikolaos Papadopulos’un iktidar savaşı hala sürmekte.

 

Rum temsilciler Meclisi Başkanı Yannakis Om iriu’nun partisi EDEK. Parti baş harflerinin açılımı Milliyetçi (Nasyonal) Sosyalist yani Hitlerin NAZİ partisi ile aynı. Hem sosyalist hem de Yunan Milliyetçisi bir parti. 21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs’lı Türklere acımasızca saldıran Rum milislerin komutanı ve Kara Papaz Makarios’un doktoru Vasos Lissaridis bu partinin kurucu başkanı.

 

Şilluris’in adı Avrupa Birliği Partisi olan ama felsefesi aşırı Yunan Milliyetçiliği olan sağ görüşlü  partisi.

 

Perdikis’in adı çevreci veya Yeşilleri çağrıştıran Ekologlar olan ama felsefesi aşırı Yunan Milliyetçiliği olan sağ görüşlü partisi.

 

Bu partileri ister alt alta, ister yan yana koyup toplayın. İster Rum Meclisindeki parti sayısına göre, ister temsiliyete göre toplayın ve yüzde yetmiş beşini alın, yani Rum lider Anastasiades’in dediği gibi dörtte üçünü. Bulacağınız yüzde yetmiş beş veya da dörtte üç hiç bir zamanda ve koşulda Kıbrıslı Türklerle ortak bir devlet kurmak istemeyen, Kıbrıslı Türklere azınlık statüsünden başka hiç bir hak tanımak istemeyen bir oran.

 

Anastasiades, ne “Dönüşümlü Başkanlığı”, ne “Çapraz Oylamayı” ne de “Ortak Bir Devlet Kurmayı” bu dörtte üçe kabul ettiremez.  Zaten kendisi de peşinen kabul etmiyor bunları.

Amaç, müzakerelere oturmak değil müzakereleri baltalamak, AB’den veya da BM’den gelecek kendilerine göre taviz diye tanımlanacak önerileri geri çevirmeye şimdiden zemin hazırlayıp, “Bizim Rum Siyasi parti Başkanları bu öneriyi kabul etmez” gerekçesini öne sürüp, reddetmek.

 

İşte Rumların haftalardır üzerinde çalıştıklarını iddia ettikleri Güven Yapıcı Öneri “Maraş Planı”nın esası bu. Bilmekte fayda var.

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

10 Temmuz 2013

9 Temmuz 2013
Maraş Planı için yorumlar kapalı
Okunma 81
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar