Dün Annan Planının oylamasının yani Referandumun 2.ci yılı doldu. 24 Nisan 2004 referandumunda her iki taraftan da “EVET” oyları çıkmış olsaydı şimdiye kadar neler gerçekleşmiş olurdu biliyormusunuz?
Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti, neredeyse tam bir Rum hegemonyasında üniter bir devlet haline gelmiş olacaktı. Bizim için kötü günler gene geri gelmiş, 2.ci sınıf vatandaş olarak Rumlar tarafından aşağılanmaya ve ezgi çekmeye başlamış olacaktık. Şehitlerimiz de herhalde mezarlarında huzursuz olacaklardı.
Benim aklıma gelenler şunlar.
1- İki bölgeli, iki toplumlu, Federasyona dayalı ama gerçekte Rum üniter devleti olan “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” ilan edilmiş ve 2 yaşını da doldurmuş olurdu.
2- 13 Haziran 2004 tarihinde “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”ni oluşturan iki devletin Federe Milletvekilleri, Senatörleri ve AB Milletvekilleri seçilmiş olurdu.
3- Federal parlamento ve dördü Rum ikisi Türk olan, altı asil ve oy hakkına sahip, ikisi Rum biri Türk olan, üç tane de oy hakkına sahip olmayan, dokuz üyeli Başkanlık Kurulu seçilmiş olurdu.
4- Başkanlık Kurulu’nun görev süresi beş yıl olacağından ve Birinci beş yıllık dönemde her 10 ayda bir, bir Kıbrıslı Rum ve bir Kıbrıslı Türk dönüşümlü olarak başkanlık yapacağından, şu anda “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin başında bir Rum Cumhurbaşkanı olacaktı.
5- Kıbrıs Türk devleti tarafınca, Kıbrıs Rum Devletine aşamalı olarak toprak iadesi başlamış olacaktı. Neredeyse 25 köy iade edilmiş veya iade ediliyor olacaktı.
6- 25 bin Kıbrıslı Rum, Kıbrıs Rum Devletine iade edilmiş topraklardaki evlerine dönmüş olacaktı. Aynı zamanda Kıbrıs Türk Devleti altında yaşamayı kabul eden Kıbrıslı Rumların da kademeli olarak dönüşü bitmiş olacaktı. (tahminen 60,000 kişi)
7- Planda Türkiyeli göçmenler için tespit edilen 45,000 sayısı tamamlanamadığından tüm Türkiye’den gelen göçmenler adada kalmış olacaktı. Bazıları, Türkiye’ye dönmek için verilecek ekonomik olanakları değerlendirip geri dönmeyi tercih etmiş olacaklardı.
8- “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” yöneticileri, Türkiye’den adaya gelecek olan ziyaretçilerden, Türkiye’nin tüm ısrarlarına rağmen Shengen vizesi istemeyi uygun gördüklerinden, vize alamayan Türk vatandaşları adaya giremeyeceklerdi.
9- Geçmiş 2 yıl içinde 40 bin Türk askerinden 34 bini Türkiye’ye dönmüş olacaktı. Plandaki koşullara göre sadece 6000 Türk askeri kalacaktı ve en küçük bir birim bile kışladan dışarı çıkmak için 15 gün evvelsinden izin istemek zorunda olacaktı.
10- Gayrimenkul sahibi Kıbrıslı Rumlar evlerini ya da köy veya kasabalarındaki başka bir evi geriye almış olacaklardı. Kıbrıslı Rumlar 3 yıl içinde de yani 2009’a kadar kıbrıs Türk kesimindeki topraklarının da üçte birini tüm olarak geri almış olacaklardı.
11- Her mal sahibi Rum geri alamadığı malı için tazminata hak kazanmış olacaktı.
12- Karpaz bölgesindeki dört köye, Kıbrıslı Rumlar, hiçbir kısıtlama olmadan yerleşmiş ve geniş siyasi özerkliğe sahip olmuş olacaklardı. (Özerk Otonom bölge haline geleceklerdi)
13- Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında turizm sektöründe olduğu gibi bütün sahalarda işbirliği olanakları başlamış ve Kıbrıs Türk devletinin ekonomik yapısı güçlü Kıbrıs Rum devletinin baskıları altında çöküş noktasına geliyor olacaktı.
14- Adanın askersizleştirilmesi programı uyarınca, RMMO ve GKK lav edilmiş olacaktı ama Rumlar yasal kılıfına uydurarak başka bir isim altında tekrar silahlanmış olacaklardı.
15- 4.cü kez göçmen durumuna düşmüş olan Türkler, güneydeki mallarının istimlak edilmiş veya harabe haline gelmiş olması nedeni ile geri dönemediklerinden, ne yapacaklarının ve nereye gideceklerinin düş kırıklığı içinde kuzeye gelen Rumlarla sürtüşmeye başlamış olacaklardı.
16- Rumlar tarafından 1974’e geri dönük olarak Rum evleri içinde oturan tüm Türklere davalar açılmış olduğundan iki toplum arasında büyük bir gerginlik oluşmuş olacaktı.
17- Rum yerel Mahkemelerinde Türkler aleyhine, Türk yerel mahkemelerinde de Rumlar aleyhine yüzlerce tazminat davası açılmış olduğundan, tüm ada halkı bir kaos içinde yaşıyor olacaktı.
18- Türkiye Cumhuriyeti, kamu görevlisi Kıbrıs’lı Türklerin maaşlarını göndermekten zorla vazgeçirildiği için, federal devlette iş bulamamış olan eski (KKTC) kamu görevlisi Kıbrıs’lı Türkler, işsizlik ve parasızlıktan bunalmış ve eski günleri hayal ediyor olacaklardı.
19- “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin tüm stratejik mevkilerinde, müdür ve daha üst düzey görevlerinde, AB normlarına uygun ve gerekli uyum kurslarını almış Türkler bulunamadığından, Kıbrıs’lı Rumlar görev yapıyor olacaktı ve bu nedenle de federal yapı, üniter yapıya dönmüş olacaktı.
20- Sivil havacılık, Hava limanları, Merkez Bankası, Eski Eserler Dairesi, Tapu, Telekomünikasyon Dairesi, Sahil Koruma, Gümrük, Muhaceret Dairesi, Denizcilik Müdürlüğü gibi stratejik birimler Merkezi Hükümete bağlı olduğundan, “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” Rum çoğunluk tarafından idare ediliyor olacaktı.
Yukarıdaki 20 maddeyi okuyunca, Rumlar iyiki Referandumda “Evet” demediler diye seviniyorum. Yoksa şimdiye kadar çoktan canımıza okuyup bizi 2.ci sınıf vatandaş etmişlerdi gene.
Geçmişteki bir takım siyasi olayları aynen, bandabulyadan (çarşıdan) alış veriş yaparken alacaklarınızı alt alta yazıp topladığınız gibi alt alta yazıp toplarsanız, siz de benim gibi Kıbrıs’ta çözümün, hızla ayrılığa doğru gittiğini görürsünüz.
Bu siyasi toplamanın sonucu da matematiksel bir toplama gibidir ve aynen 1 kg. domates + 1 Ekmek + 1 reçel = 10.24 YTL gibi net ve açıktır.
Rum tarafında geçen hafta yapılan anketin sonuçlarını, Papadopulos’un Cumhurbaşkanlığının 12 Şubat 2008 tarihine kadar devam edeceğini, Türkiye-AB Katılım Ortaklığı Belgesi ve Müzakere Çerçeve Belgesi içindeki koşullarını, AB’nin 26 Nisan 2004 tarihinde Kıbrıs’lı Türklere verdiği sözleri hala tutmamasını, 2006 yılı içinde Türkiye’nin hava ve deniz limanlarını Rum bayraklı uçak ve gemilere açacağını taahhüt etmesini ve 21 Ekim 2007 tarihinde Türkiye’de yapılacak Parlamento seçimlerini alt alta yazıp toplarsanız, ve birde tüm bunlara 21 Şubat 2010 tarihinde yapılacak KKTC Parlamento seçimlerini de eklerseniz, bu toplamanın sonucunun “Adanın birleşmiş bir Kıbrıs yerine ayrılmış bir Kıbrıs” olacağını kolaylıkla görürsünüz.
Büyük bir olasılıkla Ağustos sonlarına doğru veya Eylül başlarında hazırlanmaya başlanılacak olan ve Ekim ayı içinde de Parlamentoya sunulacak olan Türkiye-AB Ortaklık Müzakereleri İlerleme Raporu, Gümrük Birliği Ek Protokolünün uygulamaya konmadığını yani Türk hava ve deniz limanlarının Rum bayraklı uçak ve gemilere halen açılmadığını içerecek ve limanlar açılana kadar da müzakerelerin dondurulmasını tavsiye edecek.
Bunun yanında Türkiye’nin uygulamaya koyması gerektiği ama daha tamamlayamadığı için uygulamaya koyamadığı bir dizi AB Kriterleri ve Direktifleri de olacak.
Müzakere konusu olan teknik karakterli her bölümün, Fransa’nın önerisi ile Siyasi Kriterlere uygun olup olmamasına ilişkin AB üye devletleri arasında çıkan anlaşmazlıktan sonra, Türkiye’nin Katılım Ortaklığı müzakereleri kopma noktasına geldi. Müzakerelerdeki söz konusu bloke, Fransa’nın diğer bazı ülkelerle birlikte, Türkiye ile müzakere edilecek Eğitim ve Kültür başlığının teknik bölümlerinin şekillenmesine ilişkin 25’lerin ortak görüşüne, azınlık haklarının, kadın haklarının, azınlık dillerinin korunması vb. belirli siyasi konuların dahil edilmesini istemesiyle bayağı ağırlaştı, dayanılmaz ve onur kırıcı hale geldi.
Bu koşullarda Müzakerelerin kilitleneceği bence kesin hem de kesin kes kesin.
Ne Avrupa Birliği ödün vermek isteyecek ve KOB ile MÇB içindeki koşulları tekrar gözden geçirerek yumuşatmayı kabul edecek ne de Türkiye, uygulamaya söz verdiği ama şimdi taviz olarak değerlendirdiği müzakere koşullarını yerine getirmeye yanaşacak. Zaten Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin ve Yunanistan’ın Veto’ları, AB’nin koşul yumuşatma çalışmalarına hemen takoz koyacak.
Bu durumda ve koşullarda, Türkiye’ye müzakereleri kesmemesi için şimdilerde AB kulislerine kulaklara fısıldanan ve koridorlarda konuşulan “İmtiyazlı Ortaklık” teklifi yapılacak.
Bu İmtiyazlı ortaklık teklifi bir nevi arabuluculuk çalışmasının sonucu gibi takdim edilecek ve Türkiye tarafından kötünün iyisi olarak değerlendirilerek reddedilmeyebilirde.
Teklifin ucu açık ve alternatifli olacak ve bir gün Türkiye’nin tüm kriterleri ve AB Direktiflerini yerine getirmesi durumunda da “Tam Ortaklığa” olanak sağlayacak şekilde ilgili maddeleri tanzim edilecek.
Limanların ve havaalanlarının Kıbrıs Rum bayraklı gemilere açılması koşulundan kurtulan Türkiye daha rahat ve cüretkar hareket edeceği için, Kıbrıs’ta ödün vermek yerine taviz koparmak peşine düşecek.
Zaten bu nedenle de Yunanistan ve Kıbrıs (Rum) Kesimi, İmtiyazlı Ortaklık teklifine sıcak bakmıyorlar ve nihai amaçları da Türkiye’yi kafesten uçurmamak.
Ama kader bir kere ağlarını ördü. Ada illaki bölünecek. Bundan kaçış yok, çünkü falda “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” gözükmüyor. Daha doğmadan öldü bu kavram.
(17-21 Nisan tarihleri arasında Uluslar arası bir toplantıya katılmam nedeni ile yazılarıma ara vermek zorunda kaldığım için siz sayın okurlarımdan özrü dilerim.)
III.cü Kültür ve Sanat Kurultayı yapıldı biliyorsunuz. Ve Halk Bilimi Alt Kurulunun, Folklor bölümünde, 7 Nisan günkü toplantıda üç tane de öneri yapıldı.
Bunlardan bir tanesi çok ilginçti. “Kıbrıs’taki Mevcut Türkçe Yer isimleri eskileri ile değiştirilsin” şeklinde bir öneri yapıldı. Öneri salonda mevcut 70 kişi tarafından tartışıldı ve 48 leyhte 30 aleyhte oyla kabul edildi ve tavsiye kararı olarak da bir üst kurula yazıldı.
Alt Kurul toplantısı ile ilgili iddialar da var. Yerler gazetelerin bir tanesinde konu ile bir katılımcı tarafından yazılan bir yazı ve yorum da mevcut. İddialara göre öneriyi yapan kişinin “Ben Türk değilim, Kıbrıs’lıyım” dediği söyleniyor ve önerinin öyle çok masum olmadığı ve daha evvelden tüm gerekli hazırlıkların yapıldığı, oylama ile ilgili kulis faaliyetlerinin tamamlandığı sonra da öneri olarak alt kurula getirilerek kabul ettirildiği söyleniyor. İddialara göre o günkü katılımcı sayısı her günkünden daha fazlaymış….
Beni işin içeriği ve Kıbrıs’ın tarihsel gerçeği daha çok ilgilendiriyor.
Kıbrıs adası kendi coğrafyasına özgü çok çeşitli nedenleriyle, tarihin bilinen ilk devirlerinden itibaren Akdeniz etrafında gelişen medeniyetlerin etkisi altında kalmış, önem kazanmış ve bu önemiyle de güncelliğini ve sürekliliğini günümüze değin korumuştur.
Hititlerden başlamak üzere, Mısırlılar, Fenikeliler, Asurlular, Persler, Ptolemiler, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Cenevizliler (Bir kısmı), Lüzinyanlar, Venedikliler (İtalyan), Osmanlılar ve son olarak İngilizler olmak üzere 14 ayrı dil ve kültürdeki devletler adada hükümranlık kurmuşlardır.
“Kültürler akışkan ve yapışkandır” söyleminden hareketle, Kıbrıs adası üzerinde hükümran olan her medeniyetin, bu ada coğrafyasında var olan şehirlere, kasabalara, köylere, dağlara, tepelere, derelere, çaylara, yarlara, uçurumlara, göletlere, göllere, burunlara, körfezlere ve benzeri diğer coğrafik yerlere kendi kültürel mührünü vurması kaçınılmazdı, vurdular da…
Yüzlerce yıldan beri, birçok kez isim değişikliğine uğrayan bu yer adları, bugüne değin yeterince araştırılıp incelenmediği ve elde edilen veriler de kapsamlı bir kitap içerisinde topluca yayınlanmadığı için, Kıbrıs adası yer adlarıyla ilgilenenlerin kimi çalışmalardan elde ettikleri veriler, çoğunlukla, kayıp bilgilerden oluşmuştur.
Kıbrıs adasında 21,000 adet coğrafik isim var. Dereler, ovalar, tepeler, köyler, şehirler vb yerler. Hepsinin toplamı 21,000. Bu isimler 1958 yıllarında yapılan kapsamlı bir çalışma ile bizlerin ağız, boğaz ve diş yapımıza uygun olacak şekilde, yani Türkçe fonetiğe uygun Türkçe isimlerle değiştirildi.
Zaten bunlardan bir çoğu, Osmanlı döneminden kalma isimlerdi ve 1910-1930 yılları arasında İngiliz sömürge idaresi, devlet dairelerini ve de özellikle Tapu dairesini Rum memurlar ile doldurduktan sonra yavaş yavaş ve birer birer Kıbrıs’taki coğrafik isimler Rumcalaştı.
Ben düşünüyorum da, eski isimleri ile değiştirilmek istenen Türkçe yer isimleri acaba o yerin hangi eski ismi ile değiştirilecek. Asurluların koyduğu isimle mi, Bizanslıların koyduğu isimle mi, Venediklilerin koyduğu isimle mi, yoksa Osmanlı’nın koyduğu isimle mi?
Rumlar bu adayı hiçbir zaman yönetmedikleri için Rumca yer isimleri zaten uyduruk demektir.
Mesela Poyraz Burnu için “Cape della Grea”, “Cape Grega”, “Cape Throni”, “Pedaglio”, “Pedalion”, “Pedasia” veya “Thronos”dan hangisini kullanacağız acaba. Gerçekten çok merak ediyorum.
Rumlar, İsviçreli Christopher Girod’un, Otonom Kayıp Şahıslar Komitesi üçüncü üyeliğine atanmasına bir ay önce onay vermişlerdi. Türk tarafı da onayını verince İsviçreli Girod resmen atanmış ve Otonom Kayıplar Komitesi de tekrar kurulmuş oldu. BM Barış Gücü (UNFICYP) dün bu konudaki resmi açıklamayı da yaptı.
Bu gelişme ile Papadopulos, Talat ve Möller görüşmesinin ilk adımı atıldı ve bu görüşmede de Teknik Komitelerin en alt düzeyi olan “İnsani konular”ın içeriği saptanacak. Büyük bir olasılıkla bu görüşmenin ortamı, BM’nin Girdo’u tanıtmak için vereceği resepsiyon olacak.
Kıbrıs Rum Yönetimi yıllarca kayıpların ölü olduğunu kabullenmedi ve 15 Temmuz-20 Temmuz 1974 tarihleri arasındaki Rumların kendi içlerindeki iç savaş sırasında ölenlerle bunun ardından 1974 Barış harekatı sırasında ölenler arasında ayrım yapmak istemedi. Duygu sömürüsü yapmak için tümünü de Türklerin sırtına yıkmaya çalışıyor.
Bunun örneklerini geçmişte görmek mümkün. 30 Eylül 1995 tarihinde, Üçlü kayıplar komitesindeki Kızılhaç temsilcisinin ısrarları üzerine Rum tarafı fena sıkışır. Rum Başsavcı, İncelediği 487 kayıp dosyasından 220’sini zayıf olarak nitelendirir. Yine dosyada ismi geçenlerden 89’unun da ölü olduğunun kanıtlandığını da açıklar. Bu gerçekleri Rum Başsavcı bile saklayadı.
Rum tarafında yeniden kayıplar konusu ile ilgili dışa dönük propaganda çalışmaları başladı bile. Rumlar işin reklamını yapmak ve kayıplar konusundaki kendi yüz karalarını örtmek için taktikler saptamaya başladılar.
Maksat Türkleri suçlu iskemlesine oturtmak ve kendilerini acınılması gereken “mağdur” kişiler olarak lanse etmek.
Larnaka’da düzenlenen seminerde “Aleksandros Papahristoforu Vakfı” kayıplar konusunun dışta aydınlatılması ve ileriye götürülmesi için yeni savaşım verilmesi önerisini yaptı ve devletten parasal katkı istedi. Devlet vermezse, devlet kadar zengin Çikko manastırı versin dendi.
Seminerde ayrıca, “Türk arşivlerine girilmesi gerektiği, sadece mezarların açılmasıyla bir yere ulaşılamayacağı” önerildi.
Kimdi bu öneriyi yapan. AKEL’in genel Sekreteri ve Rum Meclisi Başkanı Dimitris Hristofyas. Sözleri içinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ilgili arşivlerine ulaşılması gerektiğini de iddia etti Hristofyas.
Bence Hristofyas burada aynaya bakmadan konuştu. Buna halk dilinde tam olarak “tencere dibin kara seninki benden kara” deniyor.
Rumlar Birleşmiş Milletlere yaptıkları resmi başvuru ile kayıplar konusunu 1974 yılında başlattılar. Rumlara göre kayıplar konusu 1974 yılında başlarken bizlere göre de 1963 yılında başlamaktadır.
Kayıplar konusu bizim için 1963’te Rumların masum Türklere saldırıları ile başladı ve ilk etapta 500 Türk’ün kaybolmasıyla sonuçlandı. Bu tarihten başlamak üzere kaybolan 211 Türk’ün akıbeti hakkında hiçbir yerde resmi bilgi yok.
Belki EOKA arşivlerinde vardır. Hristofyas, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ilgili arşivlerine bakılsın derken, yollarda işine gitmekte olan masum ve silahsız Türkleri toplayarak yok eden EOKA’nın da arşivleri taranmalıdır demeliydi ama yiyemedi tabi.
Rumlar her şeyi propaganda için kullanmak sevdasındalar, ölüleri bile.
28 Şubat 2006 tarihinde 78 Kıbrıslı Türk tarafından, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ilgili makamlarına yapılan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşmasına göre seçme ve seçilme hakkı başvurusuna Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Andreas Christou’dan yanıt geldi.
Yanıt doğal olarak olumsuz.
Yanıtın içindeki “Toplumunuz……., devletin anayasal organlarından çekilip katılmaması, ammeyi ilgilendiren konuların yürütülmesinde yer almaması ve anayasal organlara ve işlere katılmaması devam ettikçe, ….” ve “Yukarıda belirtilen düzen, yani üyesi olduğunuz Türk toplumunun yokluğu, söz ettiğiniz anayasal düzenlemelerin işlemesini imkansız kılmaktadır.” cümleleri ibret vericidir.
Christou’ya göre bu görevlerden kendi istek ve arzuları ile Türkler çekilmiştir ve o gün bu gün ammeyi ilgilendiren konuların yürütülmesinde ve anayasal organlarda yer almayı reddetmişlerdir.
E vallahi, yalanın bu kadarına da pes doğrusu.
Aşağıda tam 41 yıl evvel, 23 Temmuz 1965 tarihinde Fileleftoros Gazetesinde çıkan haber içinde dönemin Meclis Başkanı Glafkos Klerides’in açıklaması bulunmaktadır.
TÜRK MİLLET VEKİLLERİ MECLİSE GİREMEZ
Klerides’in, Meclis Başkanı sıfatıyla Türk milletvekillerinin Meclis toplantılarına katılmalarına izin verilmeyeceğine ilişkin olarak söyledikleri:
“…Türk milletvekilleri Sn. Bernandes (BM. temsilcisi) vasıtası ile haber göndererek seçim yasası hakkındaki Meclis toplantılarına katılmak istediklerim bildirmişlerdir.
Bernandes’e verdiğim cevapta Türk milletvekillerinin Meclis’e gelmelerinin sadece kendi arzularına bağlı bir şey olmayacağım, bunun için bazı şartlar bulunduğunu söyledim.
Birinci esas şart şudur ;
Türk tarafı Meclis’ten geçen konuların, hükümet tarafından Rum bölgelerinde olduğu gibi, Türk bölgelerinde de tatbik edilmesini kabul etmelidir.
İkinci esas şart oy verme usulünün kaldırılmasıdır. Geri gelmek isteyen Türk milletvekilleri, Rum üyelerle müştereken oy vermeyi kabul etmelidirler.
Oylar bir bütün olarak sayılacak, Türk ve Rum milletvekilleri ayrı ayrı oy vermeyeceklerdir.
Ayrıca Türk milletvekillerinin hükümeti tanıdıklarını belirten bir beyanda bulunmaları gerektiğini ileri sürdüm, fakat Türkler bunları kabul etmeyeceklerim ileri sürdüler.
Böylece Meclise katılma sorunu halledilmedi. Türk milletvekilleri öne sürdüğüm şartlan kabul etmeden dahi Meclis toplantılarına katılma hakları olduğunu ileri sürdüler
Türk milletvekilleri ayrılırken yarın toplantıya geldikleri taktirde ne olacağım sordular.
Samimiyetle cevap verdim ki;
GELDİKLERİ TAKDİRDE TOPLANTIYA KATILMALARINA MÜSAADE EDİLMEYECEKTİR.
Türk tarafı Meclis çalışmalarına muntazaman katılma hususunu da ileri sürmüş, fakat bunun için anayasanın tamamıyla tatbik edilmesini şart koşmuştur. Fakat bu, ayrı oy çoğunluğu usulünün devam ettirilmesi demek olacaktır .
ONUN İÇİN ASLA KABUL EDİLEMEZ DEDİM. MECLİS’İN TÜRK ÜYELERİNİN HUKUKİ DAYANAĞI BULUNMADIĞINA İNANIYORUZ. TÜRK ÜYELERİNİN BURAYA İZİNSİZ GELEBİLECEKLERİNİ SANMIYORUM.”
Bu açıklama Kıbrıs’lı Türklerin niye Kıbrıs (Rum) Meclisinde yer alamayacaklarını gerçek nedenleri ile ortaya koymaktadır. Ya dönemin Cumhurbaşkanı (Etnarh) Makarios’un 13 maddelik Anayasa değişikliklerini Türkler kabul edeceklerdi ya da, Kıbrıs Cumhuriyeti meclisinden kovulacaklardı. Dönemin Kıbrıs’lı Türk Milletvekilleri 2.ci şıkkı tercih ettiler.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Andreas Christou, açıkçası hikaye okumaktadır.