Sahtekarların Maraş Sempozyumu
1913-1931 yılları arasında Tapu dairesinde hileyle, düzenbazlıkla, sahtekarlıkla ve evrakta yapılan tahrifatlarla kendi adlarına geçirdikleri beşyüz yıllık Osmanlı Vakıf mallarını, sanki kendilerininmiş gibi, bir de tanıtmak ve hatırlatmak için sempozyum düzenledi sahtekar Rum adadaşlarımız.
Rum sahtekarlar güney Kıbrıs’ta utanmadan bir de Maraş Sempozyumu düzenlediler.
“Maraş Mağusa kökenli” Rumlar, olmayan şehrin belediyesi konumundaki “Maraş Belediyesi” ve “Kıbrıs Üniversitesi”, Rum tarafında liderliğe oynayan ve Papadopulos’un partisi olan DIKO’nun borazanı Fileleftheros gazetesinin işbirliğiyle Limasol’da “Maraş’ı Anma Sempozyumu” düzenlediler.
Sempozyumun ana teması Maraş’ın İngiliz egemenliği hakimiyetinde bulunduğu süreç, ekonomik, ticari ve turistik gelişim, şehrin tarihi yapısı ve Maraş’a ilişkin diğer konular idi.
Cumartesi günü sabah saat 09:30’da başlayıp 18:00’a kadar süren Sempozyumun açılışını Rum Meclis Başkanı ve DIKO genel Başkanı Marios Karoyan yaptı.
Ermeni kökenli Karoyan, her zamanki gibi Rumdan daha Rumcu olarak bir konuşma yaptı. Rumdan daha Rumcu olmazsa zaten orada bir dakika bile duramayacağını çok iyi bildiğinden, “Maraş Belediyesi’nin, 35 yıldır kapalı ve ıssız bırakılan Maraş’ın durumundaki mantıksızlığı uluslararası alanda ortaya koyma çabalarına” değindi ve Rum Meclisi’nin bu çabaları desteklediğini belirtti.
Tabii Karoyan, 1913-1931 yıllarında Tapu Dairesindeki Rumların tapu kayıtlarını değiştirerek Osmanlı Vakıflarına ait malları nasıl Rumların üzerine geçirttiklerinden hiç bahsetmedi.
Özellikle de Maraş sakini olan Arestis’in Türkiye aleyhine AİHM’de dava açarken niye Arestis’e koçan (tapu belgesi) vermediklerini ama İçişleri Bakanlığından yalan beyanla, 1974 Barış Harekatı sırasında Tapu kayıtlarının kaybolduğu gerekçesi ile sadece mal sahibi olduğuna dair bir evrak verdiklerinden hiç bahsetmedi.
Orijinal koçanı AİHM’ye verselerdi, Mülhak bir Vakıf olan, yani mal sahibinin Osmanlı Yasalarına göre Hak’kın (Allah’ın) olduğu Abdullah Paşa Vakfının taşınmaz malının nasıl olup ta, 15 Eylül 1913 Pazartesi günü Arestis’in dedesi Mavroudi Hacı Hambi Mavreli’ye Koçan No. 680 ile miras olarak kaldığını açıklamak zorunda kalacaklardı.
Bu adadaşlarımız olan Rumların büyük çoğunluğunun işleri güçleri sahtekarlık.
Önce taşınmazı ustalıklı bir sahtekarlıkla üzerlerine geçirirler sonra da sanki söz konusu taşınmaz mal onlarınmış gibi yaygarayı basarlar.
Hak aramak için de ABAD’a, AİHM’ye ve aklınıza gelen her yere giderler.
İşlerine geldi mi ellerinde tapu kayıtları yoktur ve İçişleri Bakanlığından bir yazı alırlar, işlerine gelmedi mi de, bizde de Tapu kayıtları var derler ve Orams davasında olduğu gibi aniden taşınmaz malın koçanını ilgili mahkemeye sunarlar.
Benim bu sempozyumdan haberim olsaydı, kesinlikle giderdim ve Aresitis’in dedesine ait sahtekarlıkla elde edilmiş koçanı ve 80 bin dönüm Osmanlı Vakıf Malının nasıl Tapu Kayıtlarında yapılan tahrifatla yağmalandığını sunu ile, görsel ve sözel olarak dile getirirdim.
Evvelki günkü Rumca gazetelerdeki manşetler Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton arasındaki görüşmenin gerçekleştirilmeyeceği şeklindeydi.
Yazılanlara göre ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Amerika Başpiskoposu Dimitrios’un dün bir araya gelmiş ve aralarında Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın ABD ziyareti konusu dahil çeşitli konuları ele almışlar. Başpiskopos Dimitrios, Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın ABD ziyaretini ve hoşnutsuzluğunu gündeme getirmiş ve Bayan Clinton da “duyduklarını hayretle karşılamış”. Güya Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile görüşeceğinden haberi bile yokmuş.
Evvelki günkü gazetelere göre bu görüşme iptal edilmiş.
Dünkü Rumca gazeteler ise olayın ikinci perdesini yazdı.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü R. Wood, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat arasında görüşme yapılmayacağını söylemiş.
Arkasından da Amerika’da faaliyet gösteren “Rum Federasyonu” Başkanı Panikos Papanikolau ise Atina Haber Ajansı’na (APE) yaptığı açıklamada, Hillary Clinton’un, Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile görüşmesinin beklenmediğini söyledi.
Rumlara göre örgütlü ve disiplinli bir çalışma ile Helen-Amerikan toplumunun ABD Başkanı Barack Obama ve Başkan Yardımcısı Joe Biden’a yönelik yoğun müdahaleleri ve Amerika Başpiskoposu Dimitrios ile Dışişleri Bakanı Hillary Clinton arasında yapılan görüşme sonucunda bu ziyaret iptal edilmiş.
Benim tanıdığım ve yıllardır politikalarını izlediğim ABD Başkanı ve ABD Dış İşleri Bakanlığı, ABD’nin çıkarları söz konusu olduğunda ne Başpiskopos Dimitrios’u dinlerler ne ABD Rum Federasyonu’nu ne de Yunanistan Cumhurbaşkanını.
Şu anda ABD ile Türkiye’nin dış politikaları ve bölgesel çıkarları örtüşmektedir. ABD için Türkiye, olmazsa olmaz müttefik konumunda bir ülke. ABD’nin önümüzdeki beş senelik programı içinde Türkiye’nin önemi en üst seviyede.
Clinton, Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ı kabul edecektir. Bunun tarihi Nisan başı olmayabilir ama bir, iki ay içinde illaki kabul edip, Kıbrıs Türk halkının sorunlarını ve AB’nin Rum yanlısı politikalarını tekrar işitecektir.
Bu kabul diplomatik teamüllere uygun olarak Rum Dışişleri Bakanını laf ola kabul ettikten sonra da olabilir ama illaki kabul gerçekleşecektir.
Ve Rumlar şimdi alenen, KKTC Cumhurbaşkanı M. A. Talat’ın Bayan Clinton ile görüşmesini önledikleri için bayram yapıyorlar. Bir tek 21 pare top atmadıkları kaldı.
Unuttukları ve göz ardı ettikleri bir nokta var.
Rumların bu tür girişimleri sonrasında, Kıbrıslı Türklerde Rumlara karşı gittikçe artan itimatsızlık ve güvensizlik. Bunu unutuyorlar ve bu tür davranışları ile adanın birleşmesine dinamit koyduklarının farkında değiller.
Kıbrıs Türkler, en doğal haklarının Rumlar tarafından hiç durmadan engellenmesi sonucunda artık Rumlarla ortak bir çatı altında yaşamak istemediklerini son kamuoyu yoklamalarında çok net bir şekilde ortaya koydular.
Rumlarla, Talat’ın sürdürmekte olduğu Federal bir devlet kurmak fikrini benimseyen ve onaylayanların oranı %30’un altına düştü.
Buna karşın iki ayrı devlet isteyenler in oranı ise %65’in üzerine çıktı.
Kıbrıs Türk halkı iki ayrı devlet isterken, Federasyonu müzakere etmekte olan Talat’a duyduğu güveni de inişe geçti. Birkaç sene evvel Talat’a olan güven %58 civarında iken günümüzde %30’a doğru inişe geçen bir grafik çiziyor.
Bu da ne demektir.
Talat neyi isterse istesin, Hristofyas’la neyi isterse anlaşsın veya imzalasın, Kıbrıs Türk halkının üçte ikisi onun onayladığını onaylamayacak ve Referandumda “Hayır” oyu verecektir.
19 Nisan seçimlerinin ise müzakerelerin gidişatına bir damga vuracağı kesin.
Talat’ın 2005 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giden süreçte müzakerelerle ilgili olarak Kurucu Cumhurbaşkanı için söylemiş oldukları hala belleklerde. Büyük bir olasılıkla seçimler sonrasında bu sözler kendisine hatırlatılacak.
İlginçtir son zamanlarda bazı devlet daireleri ve KİT’ler tarafından yapılan alımların büyük bir kısmı ihalesiz yapılıyor.
Örneğin Gümrük Müdürlüğü için bastırılan ve sayısı yüzbinleri aşan formların ihalesiz alımının yapılmasının gerekçesi “Aciliyet” imiş. Formlarının ne zaman biteceğini kestiremeyen ve bunun tedbirini aylar önce alamayan yetkililerin yeri kapının önüdür. Acımasızca işten atılmaları gerekirdi.
Uzmanların söylediklerine göre KTHY’nin 2 adet A320 Air Bus ve 1 adet Boeing 737-800 uçak kiralaması da bu kategoriye giriyor.
Açılan bir ihale yok.
Adına “Fair Market” denilen uçak kiralama piyasasından alınmış fiyatlar da yok. Varsa açıklanmasında fayda var. Çünkü Fair Market’deki uçak fiyatları, yaşanan global krizden ve piyasada halen faal durumda olan fazla uçak sayısından dolayı taban yapmış durumda. Benzer uçakların kira bedelleri 230,000 dolar.
Dünyadaki petrol fiyatlarındaki artış nedeniyle ABD’de çok sayıda havayolu şirketi battı. Bu nedenle de neredeyse 150 adet uçak apronlarda pinekliyor. Normal zamanda uçaklarda aylık 450 bin dolarlardan başlayan kira fiyatları, kriz nedeni ile 230 bin dolarlara kadar, neredeyse yarı yarıya indi.
Durup dururken bu kiralama işi de nereden çıktı.
KKTC’ye gelen turist sayısı ya da turist olmayan yolcu sayısı mı arttı da haberimiz olmadı.
Keramet DETUR’un İskandinavya-Antalya seferlerinde. Bizimle hiçbir ilgisi yok.
DETUR Türkiye’nin en saygın tur operatörlerinden birisi. Dedeman Holding bünyesinde faaliyet gösteren şirket yurtiçi ve yurtdışı tur programları, gemi seyahatleri ve uçak bileti rezervasyon hizmetleri veriyor. (www.detur.com.tr)
KTHY, DETUR’un İskandinav müşterilerini Antalya’ya taşımaya talip olur ama uçak sayısı bunun için yetersiz. Ya DETUR’un müşterilerini taşıyacak ya da KKTC yolcularını. Her ikisini aynı dönemde yapması olanaksız.
İmdada “Turkuaz Havayolları” şirketi yetişir.
Turkuaz Havayolları 25 Kasım 2008 tarihinde Türkiye’ye iç ve dış hatlarda tarifesiz seferlerle (Charter) yolcu ve yük taşımacılığı yapmak için kuruldu. Uçuşlarını 2 adet 2007 modeli A320-200 tipi Airbus uçaklarla gerçekleştirmek üzere de TR-021 no.lu işletme izni aldı.
Turkuaz’da bir sorun yok. Hatta batık Amerikan havayolu şirketlerinden kiraladığı uçakları için deve bile kurban etmişti.
Sorun Turkuaz’ın bu uçaklarının İskandinavya-Antalya arasında uçamayacak olması. Benzin deposu kapasitesi buna el vermiyor.
Kiralama işinin asıl işin ilginç yanı da burada başlıyor.
KTHY, İskandinavya-Antalya arasını uçabilecek kapasitede olan kendine ait Boeing 737-800 tipi uçaklarını DETUR’a kiralıyor. Kendisi de Turkuaz’dan 2 adet uçuş masrafları daha pahalı olan A320 kiralıyor.
A320’ler bu gün Türkiye’deki en pahalı uçaklar.
Turkuaz bu nedenle bu işten çok memnun.
Yolcularını 2008 yaz sezonunda Hollanda’da faaliyetlerini Airbrokers olarak sürdüren Komfortours aracılığı ile bulurken, 2009 yaz sezonunda Turkuaz’ın artık yolcu bulmak gibi sorunu yok. Kargo bulmak gibi bir sorunu da yok. Zarar etmek gibi bir olasılıkta yok. Oturduğu yerde hem personelini ödeyecek, hem de uçakları kendi çalıştırdığı vakit elde edeceği kardan daha fazlasını kazanacak.
KTHY’nin zararları ise dillere destan.
2005 zararı 6.5 milyon TL
2006 zararı 20 milyon TL
2007 zararı 39 milyon TL
Bu zararlardan sonra KTHY’nin bağlı olduğu Türkiye’deki Sivil Havacılığı denetleyen kuruluş devreye girdi ve öz sermayenin belirli bir kısmı eridiğinden KTHY’nin sermaye artırımına gitmesini talep etti.
Ne KTHY’de ne de KKTC devletinde para olmadığından, sermaye artırımı için kağıt üzerinde bir “Al gülüm-Ver gülüm” oyunu yapıldı ve bu badire atlatıldı.
KKTC devleti 2007’de KTHY’ye 20 milyon TL verdiğini ve sermayenin arttırılmasına gerek olmadığını beyan etti. Buna karşın da KTHY, ileriye dönük olarak 20 milyon TL değerindeki meydan (çıkış) vergilerini KKTC devletine peşin ödediğini kayıtlarına geçirdi. Olmayan bir para ile hem KTHY’nin öz sermayesi yerine kondu hem de KTHY birkaç yıllık meydan (çıkış) vergisini peşin ödemiş oldu. KTHY kağıt üstünde 20 milyon TL’yi aldı ve aynı yöntemle de kağıt üstünde geri gönderdi.
Aynı yöntem bu defa 2007 yılında beyan edilen 39 milyon TL zararın Türkiye Sivil Havacılık otoritesini ürkütmemesi için gene yapıldı.
Şimdi KTHY, KKTC devletine peşin olarak neredeyse 60 milyon TL meydan (çıkış) vergisi ödemiş durumda. Bu yıl bunun 10 milyon TL’sinin kağıt üzerinde ödenmiş olduğunu varsayarsak, geriye 50 milyon TL kalır. Herhalde önümüzdeki 10 yıl KTHY, KKTC devletine meydan (çıkış) vergisi için tek bir kuruş ödemeyecek.
Bu durum daha geçen hafta KKTC Meclisinden geçirilen “Rekabet Yasası”na aykırı.
Yasaya göre KKTC’ye hizmet veren diğer havayollarına karşı, KTHY’ye ayrımcılık yapılmış durumda.
Ya 19 Nisan da hükümet değişirse de, yeni hükümet bu yöntemi kabul etmezse, KTHY 2008 zararını kapatmak için ne yapacak.
Artık rekabet yasası var ve bu yöntem de geçersiz.
Zaten diğer hava yolu şirketleri de büyük bir olasılıkla mahkemelere başvurup bu yöntemi yargının önüne koyacaklar.
İşin en önemli kısmı da, KKTC devletini, KTHY’nin ödemesi gereken meydan (çıkış) vergisinden mahrum edenlere bunun hesabını kim soracağıdır.
Kıbrıs’ta bir rüya sona mı eriyor
Bu başlık bana ait değil.
Bu başlık, KADEM’in son yayınlanan araştırmasını mükemmel bir şekilde analiz eden program ve çalışma ortağım Gözde K. Yaşın hanıma ait.
Yazıyı okumanızı tavsiye ederim. 2003 yılından 2009 yılına kadar geçen süre içinde, Kıbrıs Türk halkının inişlerle ve çıkışlarla değişen vizyonunu ve olaylara bakışını tam bir stratejist gözü ile analiz edip değerlendiriyor bu yazı.
Halkın görüşleri, siyasi partilerin başarı grafikleri, Statükonun değişimi, Cumhurbaşkanına duyulan güvenin olaylara göre değişime uğraması, Gençlerin KKTC olgusuna bakışı, “Yes be Annem”in önce umudun başlangıcı sonra da hayal kırıklığı ve çöküşün sembolü olması, son bölümde de erozyona uğrayan AB algısının değerlendirilmesi. Hepsi bu güzel bilimsel analizde.
Yazı ise “Ajans Kıbrıs” sitesinde (ajanskibris.com), sağdaki “Köşe Yazarları” sütununda, üstten ikinci sırada.
Bu başlık aslında bu gün benim değineceğim konuya da çok uygun.
ABD Dış işleri Bakanlığında çalışan “Grek Makris” lakaplı Yunan asıllı Amerikalı bir danışmanın sızdırdığı bilgiye göre Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, üst düzey temaslarda bulunmak amacıyla önümüzdeki hafta sonunda New York ve Washington’a davet edilmiş.
“miş” diyorum, çünkü bu yazı Rum tarafında yayınlanan ve Papadopulos’un partisi olan DIKO’yu destekleyen Filelefthoros gazetesinde yer aldı.
Bu ara hükümetin küçük ortağı DIKO ile büyük ortak AKEL arasında sular bulanık.
DIKO, Hristofyas’ı Türklere taviz vermekle ve dönüşümlü Başkanlık ile Türkiye’den gelen kardeşlerimizin 50 bin tanesinin adada kalmasını onaylamakla suçluyor.
Araları bu günlerde tam tabirle “Pamuk İpliği” ile bağlı. Her an ara bozulabilir ve güneydeki AKEL-DIKO-EDEK koalisyon hükümeti çökebilir.
Bu haber bir provokasyon ve Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas’ı gözden düşürme girişimi değilse, o vakit benim 4 Şubat ve 9 mart tarihli öngörülerim doğru çıktı demektir.
4 Şubat tarihli “HILLARY, TÜRKİYE ve KKTC” adlı yazımda aynen aşağıdakileri yazarak olası gelişmeleri daha bir ay evvelsinden sezinlemişim.
“George W. Bush döneminin saldırgan politikaları, Asya’da ve Orta Doğu’da bir çok kalpleri kırdı, ABD’ye olan güveni sarstı.
ABD’nin Orta Doğu’da güvenebileceği stratejik dostu neredeyse artık yok gibi. Mevcut olanlar askeri bakımdan güçsüz ülkeler. Belki zenginler ama her hangi bir operasyona veya bölgede barışı sağlamaya etkileri olamayacak ülkeler bunlar.
Türkiye ile daha derinden ve sıkı bir dostluk kurması ABD için kaçınılmaz bir yaklaşım hatta kader oldu artık.
Bu konjonktürün ucu doğal olarak bize de dokunacak.
ABD Kıbrıs konusunda, bakış açısını yenilemek zorunda.”
Arkasından 9 Mart tarihli “ABD, TÜRKİYE ve KKTC” adlı yazımın 11. ve 12. Paragraflarında da;
“ABD ve Türkiye’yi bağlayan bu “Ortak Bildiri” içinde, Türkiye ve ABD’nin Kıbrıslı Türklere yönelik “izolasyonların sona erdirilmesi için işbirliği” yapacakları ve adada olası bir çözümü destekledikleri vurgulandı.
“Ortak Bildirideki” bu cümlenin halk diline çevirisi, “Rumlar bu kafada giderse, ABD bir müddet sonra KKTC pasaportlarını tanıyacak, bir takım izolasyonları da kendi kıracaktır” demektir.”
Ve son paragrafta da;
“Ortak bildiri bu sefer çok önemli. ABD daha önce Annan Planının getireceği çözümünü reddeden Kıbrıslı Rumlar’a “Kıbrıs sorununda çözümsüzlük artık kabul edilemez” mesajını verdi. Anlayan anlar.
Benim değerlendirmeme göre ABD, “Bıktım artık bu Kıbrıs sorunundan. Ya Birleşik Kıbrıs ya da iki ayrı devlet” diyor. ”
Yorumlarını yapmışım.
Belli ki ABD’nin Ortadoğu’da çektiği sıkıntılar ve Türkiye’nin bölgedeki durdurulamayan yükselişi, ABD’yi Kıbrıs sorununa bakış açısını değiştirmeye zorlamış.
Müzakereler çıkmaza girerse, ki öyle gösteriyor, hazır olun yeni açılımlara. ABD pasaportlarımızı tanırsa, başta İngiltere olmak üzere diğerlerinin takip edeceği kesin.
2003, 2004 ve 2005 yıllarında AB, Kıbrıslı Türklerin Annan Planına “Evet” demeleri için “Building Public Perception” yani “Kamusal Algılama Yaratma” teorisini acımasızca Kıbrıs Türk halkı üzerine uygulamış ve binbir yalan ve vaatlerle büyük bir başarı elde ederek %65 oranında “Evet” oyları çıkarttırmıştı.
O dönemde vaat edilen havuzlu villalar, yüksek ücretli maaşlar, herkese iş, Avrupa’nın kapıları açılacak, izolasyonlar ve ambargolar kalkacak balonları daha ertesi günden patlayıp fos çıkmıştı.
Eğer birisi bu havuzlu villaları gördüyse, yüksek ücretli bir iş bulup, maaş alıyorsa veya ambargolar kalkmış olup sportif faaliyetler başlamış, Ercan’a da Avrupa’dan direk uçuşlar yapılıyorsa lütfen bunlara beni de ortak etsin.
Şimdi KKTC’de seçim var ve AB’nin 2003 ve 2005 seçimlerinde her tür dümeni çevirip yalan dolanla kazanmasını sağladığı siyasi parti tepetaklak gitmek üzere.
AB tarafından verilen vaatlerin boş çıkmasına bir de beceriksiz ve halka kan kusturan altı yıllık bir yönetim de eklenince, hükümetten gitmek vacip oldu AB’nin iktidara getirdiği partiye.
AB’nin iktidara getirdiği partinin yaptığı ilk icraat askeri karşısına almak ve aşağılamak oldu. Akıllarınca kendileri hükümet gücünü ele geçirince yıllardır adada barışı sağlayan Türk askerini istemediklerini ima edip geri göndereceklerdi.
Yıllardır gelenek haline gelmiş Cumhurbaşkanı, Kolordu Komutanı ve T.C. Lefkoşa Büyükelçisinin birlikte kabul ettikleri bayram tebriğini ayırdılar ve tebrik kabulü ayrı ayrı yerlerde yapılmaya başlandı.
Bunun yanlışlığını çok çabuk fark ettiler ama geri dönemediler. Kolordu komutanını tebrike giden halkın onda biri bile Cumhurbaşkanını tebrik etmeğe gitmedi. Gidenlerin çoğu da iktidardaki CTP hükümetine yaranmak ve cici görünmek için gittiler. Şimdi bir de 19 Nisan’dan sonra hükümet değişirse, ki öyle gözüküyor, Cumhurbaşkanlığındaki tebrik kabulü tam bir fiyaskoya dönüşecek.
Arkasından da 30 Ağustos gibi, 29 Ekim gibi, 15 Kasım gibi milli günlerimizde askerlerimizin yaptıkları konuşmaları alkışlamamak geldi. Sanki konuşanlar RMMO askerleriydi de alkışlamak lütfünde bulunulmadı.
Şehitlerimizin anma törenlerine ise yıllarca iktidar partisinden hiçbir yetkili katılmadı. 18 Mart günü Gazimağusa’da, Çanakkale’de esir alınan ve Gazimağusa’da vefat eden Türk askerlerinin gömülü olduğu şehitlikte yapılan Çanakkale Şehitlerini anma töreninde gene iktidar partisinden hiçbir siyasi yoktu.
Atalarımızla övündüğümüz ve onların ruhlarını şad ettiğimiz böylesi törenlere katılmazlar ama Güney Kıbrıs’taki Paralimni (Rum) Lisesi’nde 8 Mart tarihinde yapılan sözde “İşgalden Kurtulmak, Halkın ve Ülkenin Yeniden Birleşmesi Amacıyla Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar Arasında Karşılıklı İşbirliği, Saygı, Barış İçinde Yaşama Kültürünün Yaratılması konulu 11. Atölye Çalışması” adlı bir etkinliğe katılırlar.
Etkinliğin başlığının içindeki “İşgalden kurtulmak” kelimeleri, Rumların kullanım şekline göre “Türk askerinden ve Türkiye’nin Kıbrıs’taki varlığından kurtulmak” manasındadır.
Bu yüz karası atölye çalışmasına KKTC’den katılan kişiler, Rumların her zaman sergiledikleri Türkiye, Türk askeri ve KKTC düşmanlığına ortak olup destek verdiler. Rumca gazetelere göre iktidar partisinden halen Gazimağusa Milletvekili olan ve bu dönem de adaylığını koyan Dr. Arif Albayrak da bir konuşma yaparak şiirler okumuş. Yani bu İşgalden kurtulmak” etkinliğine CTP Gazimağusa Milletvekili de katılmış.
CTP bu tür “İşgal karşıtı” etkinliklere katılır da AB boş durur mu?
O da yavaş yavaş müdahale etmenin yollarını araştırmaya başladı.
AB şimdi, “Kıbrıs Türk Toplumu AB Mali Yardım Paketi” aracılığıyla uygulamaya koyduğu projelerle Kıbrıs Türk gençlerini “Halk dansları ve folklar” adı altında Yunanistan′a eğitime götürmeye hazırlanıyor.
“Kıbrıs Türk Toplumu AB Mali Yardım Paketi” tarafından bazı gazetelere verilen duyurularda Yunanistan’ın Selanik şehrinde bir yıl süreyle düzenlenecek olan folklor kampına katılmaları için Kıbrıs Türk gençlerine “çağrı” yapılıyor.
Yani gençlerimizi Yunanistan’da ağırlayacaklar, yedirip içirip eğlendirecekler ve onlara Yunan kültürünü aşılamaya çalışacaklar.
Dün ne kadar Rumca gazete varsa hepsini taradım.
Bir tanesinde bile Kıbrıs Rum gençlerini “Halk dansları ve folklar” adı altında Türkiye’ye eğitime götürme çağrısı veya ilanını görmedim.
Bu nasıl tarafgir bir AB’dir hala anlayamadım. Kuruluşunu üzerine inşa ettiği 3 temel kuralın (Eşitlik, Özgürlük, Adalet) hiç birine uymuyor ve uygulamıyor.