Birleşmiş Milletler her ne kadar “Ben Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasındaki müzakerelere karışmayacağım” dese de perdelerin arkasında resmen müdahale etmeye hazırlanıyor.
Müdahalenin adını da kibar olsun diye “Yardımcı olmak” koyacaklar.
Bence çok inandırıcı bu isim.
Müzakerelerin 3.cü aşamasında, özellikle de “Al-Ver sürecinde” liderlerin üzerinde anlaşamadıkları konular çözmek için “Yardımcı Olacak” ekipleri şimdiden oluşturmaya başladılar bile.
BM’nin içinde oluşturulan bu yardımsever ekibin adı “Kıbrıs Grubu”.
Görevleri de Al-Ver süreci başladığında müzakere masasında tarafların önüne konacak ve dayatılacak olan fikirleri şimdiden üretmek.
1.ci ekibin içinde Anayasa konusunda uzman olan Avustralyalı iki profesör var. Bunlar Avustralya’nın Adelaide Üniversitesi’nde öğretim üyeleri.
Avustralyalı profesörlerden bir tanesi “Merkezi Federal Hükümetin” federal eyaletlerle ilişkileri ve bazı yetkilerden kaynaklanan sorunlar üzerinde çalışacak.
Diğer profesör ise, federasyon çerçevesinde ekonomik ilişkiler ve vergi konularıyla ilgili çalışmalar yapıyor.
Başkanlık sistemi üzerinde herhangi bir uzlaşı olmadığı için daha evvel Annan Planı görüşmeleri sırasında Kıbrıs’taki komite görüşmelerine katılmış olan İrlanda-Kanadalı bir başka uzman ise, Anayasa başlığı, dönüşümlü başkanlık ve eşitlik temelinde başkanın ve başkan yardımcısının seçilme yöntemi üzerinde çalışıyor.
Prensip olarak “Kıbrıs Grubu”, liderler tarafından tekrar tekrar görüşüldükten sonra mutabakata varılması olasılığı tüketilmiş ve görüş birliği sağlamanın olanağı olmayan her başlık ile ilgili “Ortak Yol” çalışmalarını başlattı ve zamanı gelince de öneriler sunmaya hazırlanıyorlar.
“Kıbrıs Grubu” aslında, Rumlar her ne kadar istemese de “Hakemliğe” hazırlanıyor ama işin başında sadece uzlaştırıcı öneriler sunarak konuya müdahil olacaklar.
Bu özel grubun içinde yer alan uzmanlar, liderler tarafından karşılıklı olarak sunulan tezleri tek tek ele alarak değerlendiriyorlar. Bu çalışmaya ilaveten 1968 yılından itibaren neredeyse kırk yıldan fazla bir zaman dilimi içinde gerçekleştirilmiş görüşmeler, BM Genel Sekreteri Raporları ve BM Güvenlik Konseyi Kararları içinde yer alan bilgilerden ve Annan Planı’ndan da fikirler alarak, orta yollar veya taraflarca kabul edilebilecek öneriler bulmaya çalışıyorlar.
Şimdilik masada Altı Başlık var. Rumlar bu altı başlığın yanına bir tane daha eklemek istiyorlar. Yıllar içinde Türkiye’den gelerek adaya yerleşmiş ve KKTC vatandaşı olmuş kişileri kapsayan adına da “, T.C. kökenli KKTC vatandaşları veya Yerleşikler Konusu” dedikleri yeni bir başlık.
Daha evvel bu öneri reddedilmiş ve yerine de Yönetim, Ekonomi, AB, Mülkiyet, Toprak ve Güvenlik ile Garantiler müzakere başlıkları için teknik komite ve çalışma gruplarının ilan edilmişti.
T.C. kökenli KKTC vatandaşları konusunun, Talat ve Hristofyas’ın, “2G” olarak tanımlanan “Güvenlik ve Garantiler” konusunu görüşmelerinden sonra, resmî olarak ayrı bir müzakere başlığı addedilmeksizin görüşüleceği iddia edilmekte.
“T.C. kökenli KKTC vatandaşları” başlığın görüşülmesiyle ilk okuma denilen aşama Temmuz içinde tamamlanacak.
1.ci aşamadan arta kalan anlaşmazlıklar üzerinde görüş birliği sağlanması çabasıyla yapılacak “İkinci okuma” ise Ağustos sonu veya Eylül başında başlayacak.
BM şimdiden “referandum”a da hazırlık yapıyor.
Rumlar ise Türkiye’den okkalı bir taviz koparmadan “Al-Ver” sürecine geçmeye hiçte niyetli değiller.
Cumhurbaşkanı Talat ile Hristofyas arasında süregelen görüşmeler, son 41 yılın en düzenli giden müzakereleri.
Şu ana kadar pek bir tıkanma, kopma veya masayı terk etme durumu yaşanmadı.
21 Mart 2008’de başlayan görüşmeler sürecinin başlangıç aşamasında 4 görüşme yapılmış ve müzakere prensipleri üzerinde mutabakata varılarak 3 Eylül 2008’de yapıcı olarak müzakereler başlamıştı.
Bu süreç içinde Teknik Komitelerde 22 karar alındı.
Çalışma Gruplarında ise “Yönetim ve Güç Paylaşımı”, “Ekonomik Konular” ve “AB Konuları”nda yaklaşım sağlanırken özellikle “Mülkiyet”, “Toprak” ve “Güvenlik ve Garantiler” konularında her hangi bir yakınlaşma dahi sağlanamadı.
23 Mayıs görüşmesinde “Eşit Statü”ye sahip “Kıbrıs Türk Kurucu Devleti” ve “Kıbrıs Rum Kurucu Devleti” konusunda, 1 Temmuz görüşmesinde de “Tek Egemenlik” ve “Tek vatandaşlık” konularında mutabakat sağlandı.
Tabii mutabakata varılan bu üç başlığın altları tamamen boş.
“Kıbrıs Türk Kurucu Devleti”nin tanımı şimdilik yok. Ne demek bilen de yok.
Aynı şekilde “Tek egemenlik” ve “Tek Vatandaşlık” tanımlarının da altı boş ve ne manaya geldiklerini şimdilik kimse bilmiyor.
Aynen Yeşilırmak Kapısının açılması konusunda daha ilk başta mutabakata varılan “Serbest Geçiş” tanımı gibi.
Serbest Geçiş’in adı üstünde ama Hristofyas’a göre geçişler ne kadar da serbest olarak tanımlansa, stratejik malzeme listesine giren “Mazot”un geçmesi mümkün değil. Bu nedenle de uzun süre Yeşilırmak kapısının açılması konusu sürüncemede kaldı.
Altları doldurulmadıkça, 23 Mayıs ve 1 Temmuz mutabakatlarında üzerlerinde anlaşmaya varılan “Kıbrıs Türk Kurucu Devleti”, “Tek egemenlik” ve “Tek Vatandaşlık” tanımlarının ne manaya geldiklerini bilmek çok zor.
Müzakereler dört aşamalı.
1.ci aşama: İlk Okuma olarak da tanımlanabilir.
Büyük bir olasılıkla Temmuz ayı içinde bitecek. Bu aşama Perşembe günü yapılan karşılıklı düşünceler evrakının değiş tokuşundan sonra 17 Temmuzda yapılacak görüşme sonrasına son bulabilir.
2.ci aşama: İkinci Okuma olarak da tanımlanabilir.
1.ci aşamada görüşülen başlıkların ikinci okuması yapılacak. Liderler üzerinde mutabakata varamadıkları içerikleri Teknik komite ve Çalışma Gruplarına gönderiyorlar. Orada varılan yeni mutabakat tekrar liderlere geri geliyor. Bu aşamada, Komite ve Gruplardan liderlere düzeltilerek tekrar gönderilen konular üzerinde ortak bir karara varmak denenecek. Eylül ayı sonuna veya Ekim ayı başlarına kadar tamamlanması planlanıyor.
3.cü aşama: Al-Ver süreci olarak da tanımlanabilir.
Ekim ayı ortalarında başlayabilir. 2.ci aşamada da üzerinde mutabakata varılamayan başlıklar ele alınacak. Çetin geçecek olan ve karşılıklı tavizlerin talep edileceği, masadan kalkmaların ve müzakerelerin donmasının gündeme geleceği bir süreç olacak bu 3.cü aşama.
Bu sürecin zamanlaması aslında çok iyi düşünülmüş. Süreci etkileyebilecek olan iki önemli gelişme yaşanacak bu dönemde.
Birincisi Eylül ayında yapılacak olan BM Genel Kurulunda bir olasılıkla BM Genel sekreterinin Kıbrıs Müzakerelerini gündeme koyacak olması.
İkincisi Avrupa Komisyonunun, Avrupa Konseyinin verdiği yetki ile hazırlayacağı “Türkiye 2008 İlerleme Raporu (COM 2008)”nun Türkiye’nin limanlarını Rum uçak ve gemilerine açmadığını vurgulayacak olması. Ekim içinde ilgili taraflara sunulacak olan bu raporun, her hangi bir müdahale veya yumuşama olmazsa AB-Türkiye Katılım Müzakerelerini olumsuz etkileyeceği kesin.
4.cü aşama: Referandum veya Müzakerelerin Onay süreci olarak da tanımlanabilir.
Liderlerin görüşmeleri sonrasında ortaya çıkmış olan “Kıbrıs Sorununa Nihai Çözüm Planı”, yeni devleti oluşturacak iki halk tarafından onaylanacak.
Bu aşamada bu onay iki halkın özgür iradesi sonucu yapılacak “Halk Referandumu” şeklinde mi olacak, yoksa her iki tarafın Meclisleri mi onaylayacak daha bu konu açıklık kazanmış değil.
Hayırlısı demekten başka bir seçenek yok şimdilik.
Cumhurbaşkanı Talat bu gün Ankara’ya gidiyor.
Tam bir resmi ziyaret bu.
Zaten daha işin başlangıcı, konunun ne kadar üst düzeyde ele alındığını açıkça gösteriyor. Talat Ankara’ya Özel “Ata” uçağıyla gidecek, görüşmeler bitince de aynı uçakla geri dönecek. Daha doğrusu T.C. Hükümetine ait özel uçak Cumhurbaşkanı Talat’ı hem götürecek, hem de getirecek.
Müzakerelerin “1.ci Aşaması”nın yakında bitecek olması nedeni ile Cumhurbaşkanı Talat, T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüşerek derinlemesine bir değerlendirme yapacaklar ve bundan sonraki aşama için belirlenmiş stratejilerini gelinen son duruma göre tekrar gözden geçirecekler.
Konuşulacak konulardan bir tanesi, Talat ve Hristofyas arasında 9 Temmuzda görüşlerin yazılı teati edildiği ve 17 Temmuzda da görüşmeye açılacak olan “2G” lakaplı “Güvenlik ve Garantiler”.
Rum tarafı “Dünyadaki yeni oluşum ve Demokrasi kavramına göre Garantiler kalkmalıdır. İllaki garantör isteniyorsa bu AB olmalıdır” demektedir.
Zaten daha 1962 yılından başlamak üzere Rumlar “Türkiye’nin Garantisinin ve ada üzerindeki Garantörlüğün iptali” için her yolu denediler. Sırf bu gerekçe ile 1 Ocak 1964 günü Makarios 1960 Anayasasını iptal ettiğini açıklamıştı. Tabii bu kararını hiçbir zaman gerçeğe dönüştüremedi ve uygulamaya da koyamadı. O da bilinmesi gereken bir başka gerçek.
Rum tarafı, Türkiye’nin adanın tümü üzerindeki Garantörlük hakkına alternatif olarak, Türkiye’nin “varılacak çözüm anlaşması içinde” adanın tümü üzerinde değil sadece “Kıbrıs Türk Kurucu Devleti” üzerinde Garantörlük hakkı olmasını önermekte.
Kıbrıs Türk tarafı, 1960 Anayasasının Ek I’inde yer alan “Garantiler ve İttifak Anlaşması”nın aynen devam etmesini istemektedir.
Türkiye ise bu benim “Uluslararası bir anlaşma olan 1959 Zürih ve Londra anlaşmaları ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında yer alan bir hakkımdır ve de 1 Temmuz 1878 tarihinde İngiltere ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan bir anlaşmadan kaynaklanmaktadır. Ben asla bu haklarımdan vazgeçmem. Benim kırmızı çizgimdir” demektedir.
Bu konuda Türkiye Hükümeti bir adım daha attı ve peşin peşin Birleşmiş Milletlere resmen 1960’daki ilgili maddeleri değiştirecek herhangi bir fikri kabul etmeyeceğini de bildirdi. Belli ki bu konuda gerileme niyeti yok.
İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt geçmişte perde arkasında, “Garanti”lerle ilgili bir formül sunmuştu ve çözümden sonra Ada’ya Yunan ve Türk kontenjanlarının da katılacağı bir NATO gücü konuşlandırılmasını önermişti. Bu askeri güç gerek Kıbrıs’ın bağımsızlığını gerek çözüm anlaşmasının uygulanmasını garanti edecekti.
Şimdi AB’nin dönem başkanlığını yürütmekte olması nedeni ile aynı fikri taraflara tekrar hatırlattığı veya hatırlatacağı kesin.
Ne Kıbrıs Türk tarafının ne de Türkiye’nin, gerek 1963-74 yılları arasında Kıbrıs’ta Türklere yapılan saldırılarda BM gücünün seyirci kalması nedeni ile gerekse de NATO’ya bağlı Hollanda Birliğinin gözleri önünde Serenbrenika’da binlerce Boşnak’ın Sırplar tarafından katledilmesinden sonra böylesi bir öneriye sıcak bakmadıkları da apaçık ortada.
Görüşülecek bir diğer konu da “Olası çözümden sonra kurulacak devletin nasıl oluşacağı”.
Bu devlet, geçmişte Kıbrıslı Türklere soykırım uygulamış olan şimdiki “Kıbrıs Rum Cumhuriyeti”nin devamı mı olacak, yoksa “Partenojenez” yani geçmişi olmayan yeni doğmuş bir devlet mi olacak.
Kıbrıslı Türklerin çok büyük bir kısmı, kurulacak yeni devletin geçmişte Kıbrıslı Türklere soykırım uygulamış olan şimdiki “Kıbrıs Rum Cumhuriyeti”nin devam olmasını istememektedir.
AB müktesebatında derogasyon gerektiren konuların AB Birincil Hukuku olması istemi de konuşulacak konular arasında. Özellikle Kıbrıs Türk tarafı Toprak ve Mülkiyet konusunda “Derogasyonlar” talep etmektedir.
“Derogasyon”, basit kelimelerle Avrupa Birliği’nin karmaşık hukuki mevzuatı içinde AB’yi AB yapan temel ilkelere ilişkin bazı istisnaların Kıbrıslı Türklere tanınması anlamına geliyor. Buna “Ayrılıklar” da denebilir.
Talat ile T.C. Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Dışişleri Bakanı arasında bu gün ve yarın yapılacak olan görüşmeler çok önemli ve bundan sonra uygulanacak stratejiyi belirleyecek.
Kıbrıslı Rumlar, Yunanistan’ın üst düzey yöneticileri ile bu tür toplantı ve görüşmeleri düzenli olarak yapmakta ve uzun vadeli stratejiler belirlemektedirler.
Birkaç gündür Kooperatif Merkez Bankasına bağlı Kooperatif Süt Birimi bütçesinden bir ihracatçı tarafından Romanya ve Londra’ya bir TIR dolusu hellim ihraç edileceği gerekçesiyle 36 bin Sterlin ve Maliye’den de 24 bin 500 Euro tutarında ödeme yapılması ve sonra da hellimlerin 3.5 ay sonra KKTC’ye geri dönmesi “benzeri görülmemiş bir skandal” olarak nitelendirilirken Kalkınma Bankasındaki yasal bir uygulama gözlerden maalesef kaçmakta.
Geçmiş yıllarda Kalkınma Bankasının Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığım için Küçük işletmelere kredi verebilmek ve KKTC’nin kalkınmasına katkı koyabilmek için Kalkınma Bankasına para bulmanın, sermaye koymanın zorluklarını bilen ve bu zorlukları bire bir yaşayan bir kişiyim.
Kimlere dil dökmedim ki?
Kimlere yalvarmadım ki kasaya birkaç kuruşu koyup başvuru yapan yatırımcılara kredi verebilmek için.
2004 yılında göreve geldiğimde, önüme mahkemelik bir dosya konmuştu.
Görev süreleri 13/07/2001 tarihinde son bulmuş olan Genel Müdür ve Genel Müdür Yardımcısının talepleri ile ilgili olarak.
Her ikisi de görevlerine Bakanlar Kurulunun adlığı bir kararla yani politik atama ile getirilmişlerdi.
Yönetim Kurulu da bu iki kişi tarafından hazırlanmış iş sözleşmesini onaylamış ve göreve başlamışlardı.
Ne var ki sözleşme süresi, Bakanlar Kurulu söz konusu kişileri atadığı gibi görevden alacağı tarihe kadar değil “5 yıl süreli” olarak yazılmış sözleşmeye.
Yani iktidar değişir de göreve yeni gelen kişiler tarafından görevden alınırlarsa çalışmadıkları aylarında kendilerine ödenmesini sağlayacak bir madde koymuşlar veya bilerek konmuş bu sözleşmeye.
Ve ben göreve geldiğimde, konu mahkemeye intikal etmişti bile. Yıllar sonra Lefkoşa Kaza Mahkemesi de 29/2/2008 tarihinde vermiş olduğu hüküm ile bu ödemenin yapılmasın reddetmiş.
Mahkemenin söz konusu hüküm ile ilgili gerekçesi, hatırladığım basit cümlelerle “Politik atama ile göreve gelirken, her hangi bir zaman da gene politik bir karar ile görevden alınacağınızı bilmenize rağmen 5 yıllık bir sözleşme yaptırarak haksız bir kazanç yolu açmışsınız ama bu talebiniz hakça değildir.” deyip kararını vermiş Lefkoşa Kaza Mahkemesi.
Eğer o gün Lefkoşa Kaza Mahkemesi görev süreleri 13/07/2001 tarihinde son bulan Genel Müdüre ve Yardımcısına sözleşme gereği ödeme yapılsın şeklinde bir karar alsaydı söz konusu kişilere ödenecek meblağ TL 136,000.- ve 111,000.- civarında olacaktı.
Konu Genel Müdüre ve Yardımcısı tarafından istinaf edilerek Yüksek Mahkemeye aktarılmış ve Yüksek Mahkeme de yapılan itirazı görüşerek 8/5/2008 tarihinde 37/2008 sayılı bir karar almış.
Karar aynen aşağıdaki gibi;
“Lefkoşa Kaza Mahkemesinin 29/2/2008 tarihinde vermiş olduğu hükmün tadiline ve Davalı KKTC Kalkınma Bankası’nın Davacı …….’na ve Yardımcısı ……’na 730,000. YTL ödemesine.
Bu meblağın 27/5/2008 tarihine kadar ödenmesine, bu tarihe kadar ödenmesi durumunda tüm talep, masraf ve faizin tatmin olmasına, ödenmemesi durumunda ise yukarıdaki meblağa 27/05/1998 tarihinden itibaren % 14 faiz uygulanmasına.”
Ve bu karar sonrası da Kalkınma Bankasının kasasından söz konusu kişilere ödenen tazminat, mahkeme masrafları, avukat masrafları olarak yaklaşık 1,000,000 TL (Bir milyon TL) çıkmış.
Bu kişilere ödeme yapıldığı zaman ben görevde değildim artık, ama ödenen bu paraya da ağladım.
Benim Türkiye’ye giderek binbir zorlukla dönemin AK Parti hükümetinden bulduğum kalkınma amaçlı paradan ödenmişti bu meblağ.
Herşey yasalara uygun.
Mahkeme kararı da var.
Ama benim vicdanım çok rahatsız.
Çalışılmamış ve emek verilmemiş bir dönem için çalışılmış ve emek verilmiş gibi maaşlar, tazimatlar ve gecikme faizleri ödenmiş. Kılıfı da Yönetim Kurulu ile imzalanan bir sözleşme ile daha işin başında hazırlanmış.
Kurumlarımızı koruyan bir mekanizma olmalı devletimizin yapısı içinde.
Sayıştay veya Savcılık veya bir başka kuruluş.
Kalkınma Bankasının, söz konusu dönemde bu sözleşmeye itiraz etmeyip, Bankanın menfaatlerini göz ardı ederek sözleşmeye imza atan YÖNETİM KURULU üyeleri bu parayı Kalkınma Bankasına geri ödemelidir.
Dönemin Yönetim Kurulu üyelerinin tüm mal varlıklarına el konularak bu meblağın Kalkınma Bankasına geri kazandırılmalı ve bir örnek teşkil etmelidir.
Gerek Kalkınma Bankasındaki gerekse de diğer kurumlardaki Yönetim Kurullarının da artık politik atama sözleşmelerini süreli değil, “Görevden alınana kadar” koşulu ile onaylamaları gerekmektedir.
Gerçekten çok akıllıyız.
Binbir zorlukla, kan pahasına, göz yaşı pahasına kurduğumuzu Devletimizi haksızca ama yasal yollardan soymak için dahiyane yöntemler bulmakta üzerimize yok.
İsveç 1 Temmuz-31 Aralık 2009 tarihleri arasında AB’nin dönem başkanlığı görevini üstlendi.
Gerçekte bu Kıbrıs sorununa çözüm müzakerelerini olumlu bir gidişata sokabilmenin anahtarı da olabilir.
İsveç’in diğer ülkelerden farkı, Rumların 21 Aralık 1963’de başlayan saldırıları sonrasında adaya gönderilen BM Barış Gücü içinde İsveç Birliğini göndermeleri ve adadaki 1994 yılına kadar aralıksız olarak adada tutmaları. Bu nedenle de İsveç Hükümeti adada yaşananları tüm gerçekleri ile birlikte en ince detayına kadar biliyor.
Mağusa’da şimdi İtimat Taksi servislerinin bulunduğu yerde İsveç Askeri Birliği kampı bulunmaktaydı. Bu nedenle de zaman içinde epeyi İsveç’li arkadaşım olmuştu.
İsveç hükümeti Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas arasında gerçekleştirilmekte olan süreci, Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin “son fırsat” olarak nitelendirmekte.
Bunda da haksız değil.
İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt Kıbrıs sorununu tüm gerçekleri ile, halk tabiriyle A’dan Z’ye bilmekte, Rum’ları da çok iyi tanımaktadır.
Bu nedenle de Kıbrıs sorununu “doğrudan” ele almaya kararlı İsveç bu önümüzdeki altı ay içinde.
İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt aynı zamanda Türkiye’yi de çok iyi tanıyan ve AB içinde neredeyse Türkiye’yi kayıtsız koşulsuz destekleyen ender politik liderlerden de bir tanesi.
Bildt, Kıbrıs sorunu çözüm sürecinin, Türkiye’nin 2009 yılının Aralık ayında gerçekleştirilecek AB değerlendirmesiyle ilişkilendirilmesinden de rahatsız ve bu sorunu çözmek için kolları şimdiden sıvamış durumda.
Türkiye’nin, AB-Türkiye Müzakere Çerçeve Belgesi içinde yer alan “Hava ve Deniz Limanlarını Rum Bandıralı uçak ve gemilere açması” koşulu nedeni ile neredeyse donma noktasına gelecek olan Katılım Müzakerelerini bu koşul olmadan sürdürülebilmesi için girişimlerine başladı bile.
Arkasında İngiltere’nin de sağlam bir desteği var.
AB Komisyonu 2008 yılı AB-Türkiye Katılım Müzakereleri Raporunun olumsuz çıkması durumunda, ki kesinlikle olumsuz çıkacaktır, müzakerelerin donmaması ve başlıkların ard arda açılabilmesi için Bild bir plan hazırlamakla meşgul şimdi. Aslında plan çoktan hazırlandı, alt yapısını, perde arkasını hazırlıyor dönem başkanlığını devraldıktan sonra.
Bildt’in aynı zamanda Kıbrıs’taki Birleşmiş Milletler Barış Gücü (UNFICYP) konusunu da tekrar gündeme getirmek kararlılığında.
Bu konudaki ilk rahatsızlığı BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon dile getirmişti.
Tabii Birleşmiş Milletler Barış Gücü (UNFICYP)’in adadan gitmesini Rumlar kesinlikle istemiyor. Bütün korkuları UNFICYP adadan giderse resmi muhatapları KKTC Devleti ve Kıbrıslı Türkler olacağı ve bir yerde de bu muhataplığında ilerde tanınmaya kapı açacağı endişesini taşıyorlar.
Ama bu konuda Bild kararlı.
Kararını vermiş bile.
Bild’e göre UNFICYP’in adadaki mevcudiyetinin geleceğinin, masadaki görüşme konularından birini teşkil ediyor. Kıbrıs sorununun çözümü durumunda UNFICYP’in askeri ve sivil personeli takviye edilecek, çözümün gerçekleşmemesi durumunda da BM Gücünün adadan çekilmesi olasılığı da göz önünde bulundurularak, UNFICYP mensuplarının sayısı daha da azaltılacak ve bir olasılıkla da sıfırlanacak.
Gerçekte bu, benim yaşamım boyunca rastladığım Rumlara Batı ülkeleri tarafından verilen ilk gözdağı.
Benim tanıdığım Rumlar, bu baskıdan kurtulmak için ahlaklı veya ahlaksız her yolu deneyeceklerdir. Hep birlikte göreceğiz.