“Anavatanımız” diye adlandırdığımız, başımız sıkıştığında kapısını çalmaktan çekinmediğimiz, bazılarımızın da başı sıkışık olmadığı zamanlarda dil uzatmaktan çekinmediği Türkiye’mizi yeteri kadar tanıyor muyuz?
Sanırım hepimizde biraz bilgi eksikliği, biraz çarpıtılmış bilgi birikimi ve biraz da kasten kirletilmiş bilgilere inanış var. Bunların ne kadarının doğruları yansıttığını, ne kadarının da yapay olarak akılları bulandırmak için belli kişiler veya kuruluşlar tarafından üretildiğini anlamak için bazen zamana, bazen araştırmaya, bazen de hiç beklenmedik bir anda karşımıza çıkan tesadüfi ama resmi bilgilere gereksinimimiz oluyor.
2014 yılına girerken, anavatanımız Türkiye ile ilgili, günbegün elime geçen veya hiç beklemediğim bir anda (hazine gibi) karşıma çıkan; bir kenara koyup biriktirdiğim resmi verileri sınıflandırarak oluşturduğum bilgileri, derli toplu, anlaşılabilir bir şekilde siz sevgili okurlarıma aktarmak niyetindeyim.
Bundaki amacım hep birlikte Kıbrıs’ın kuzeyinden anavatanımız Türkiye’ye bakıp gerçekçi bir değerlendirme yapmak. Bu değerlendirmemin, 1963-1974 yılları arasındaki Rum mezalimini şahsen tattığım, 1974 Mutlu Barış Harekatını fiilen yaşadığım ve Türk askeri ile gözlerim yaşlı kucaklaştığım için başkalarının etkisinde kalmayan özgün bir değerlendirme olacağı düşüncesindeyim.
İşine gelmeyen dil uzatıyor Anavatanımıza… Gelişmelerden hoşlanmayanlar suçu, vur abalıya misali Türkiye’mize yüklemeye çalışıyorlar. Bazılarının gözünde Rumlar ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, daha kıymetli anavatanımızdan. Bugüne değin pek Yunanistan’ı tercih edenini görmedim ama Rum hayranlarına ve Rum ağzı ile konuşanlara çok rastladım. Aslında, şöyle gidip asgari bir yıl kadar Rum tarafında yaşayıp eşit haklara sahip olduklarını dile getirseler, karşılaştıkları tepkilerden ne demek istediğimi anlayacaklar ancak nedense KKTC’de yaşamayı, Rumları desteklemeyi tercih ediyorlar bu kişiler. Rum tarafında işleri olduğunda da tanıdıkları üst düzey siyasiler veya politikacılar vasıtası ile işlerini hallettiklerinden, her şeyin süt liman olduğunu, Güney’deki işlerin tıkır tıkır yürüdüğünü zannediyorlar.
1878 yılında adanın İngilizlere kiralanmasından sonra anavatanımızın bizler için neler yaptığını, neleri göze aldığını pek bilen, araştıran ve değerlendiren yok. Anavatan Türkiye’yi gerçek değerleri ile bilenlerin sayısı ise bir elin parmaklarından daha az neredeyse.
Maden Tetkik Arama (MTA) Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan 2012 yılına ait Temel Ekonomik Göstergeler Raporu Türkiye’yi tanımak açısından benim çok ilgimi çekti. Sonra da diğer kuruluşların yayınladıkları yıllık raporların peşine düştüm. Buldukça ve okudukça daha iyi tanımaya başladım anavatanımı.
Yalanı dolanı, dedikoduları ve zeminsiz uyduruk kötülemeleri bir kenara itip “Büyük ve Doğru Resmi” daha iyi görmeye başladım.
Türkiye’nin maden rezervi hakkında hemen hemen hiç bir bilgim yoktu. MTA’nın raporunu okudukça gözlerim faltaşı gibi açıldı. Bazı kişiler, bazı basılı ve görsel medya –kasten- öyle bir çarpıtılmış bilgi veriyor ki, dinledikçe, seyrettikçe veya da okudukça Türkiye’yi adeta bir kurak çöl, ne yerin altındaki, ne de yerin üstündeki değerleri ile işe yaramaz bir ülke zannediyorsunuz. Çizilmek istenen resim, yaratılmak istenen izlenim de bu oluyor zaten.
Çağın zenginliği petrol hem var hem yok. Çıkarılması şimdilik zaman ve teknoloji istiyor ama stratejik öneme değer madenler ise gerektiğinden fazla bulunmakta Anadolu toprakları içinde.
Listenin ilk sırasında Uranyum var. İçinde 238’e dönüşebilecek kalitede uranyum madeninin toplam miktarı 9 bin 129 ton. İran’ın başının birkaç yüz kiloluk zenginleştirilmiş Uranyum için derde girdiğini, dünya çapında ambargoya mahkum edildiğini göz önüne aldığımda, bu miktarın ne demek olduğunu çok daha iyi anlıyorum… (Devam edecek)
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
1 Ocak 2014
I lived in Nicosia during my secondary school years. Our house was located in Kuchuk Kaimakli, right on the bypass. It was a typical one storey Cypriot House with a verandah at the front, erected on a almost half a donum, ie 7200 sq. ft. soil.
The secondary school I use to go with my bike every day was located near the Selimie mosque in the heart of the Nicosia old town. The building now is hosting the Ministry of Tourism. A beautiful, two storey building, walls made of sand stone with no gothic arches and the floors made of timber.
I knew by heart all the streets, short cuts, sandwich huts, shops selling cheap chocolates and play grounds in the area stretching from my home up to the secondary school. Half of this vast area was within the walls and the remaining half, outside of the town. Adjacent to it were the Bouyuk Kaimaklai, rather a larger quarter compared to Kuchuk Kaimakli, inhabited by the Greek Cypriots mainly. Actually “Kuchuk” means “small or minor” and “Bouyuk” means “Big or large” in Turkish.
On the eve of December 21, 1963 the organized armed Greek Cypriot militia as per the notorious Akritas Organisation, set up by the than EOKA leaders like Tassos Papadopulos, Spyros Kyprianou, Nikos Sampson – the president of the “Cyprus Hellen Republic” declared immediately after the July 15, 1974 coup- and others and the than president of the Republic Archishop Makarios as its invisible leader, attacked to Turkish quarters and villages all over the island. Hundreds of Turkish Cypriot children, women, elderly and civilians brutally exterminated during this last week of the year 1963, under the freezing cold of month December.
The Greek Cypriot irregular and illegal army attacked to Kuchuk Kaimakli aswell. The commander of the Greek Cypriot irregular army was the notorious murderer Nikos Sampson. His fame was based on shooting from behind the defenseless and innocent wife and children of British soldiers and officers, shopping or walking in the Ledra Street of Nicosia, during the British Colonial period, second half of the 1950’s.
The troops of Nikos Sampson, invaded the area after a daylong severe clashes. The houses were looted first and then burned, some razed to the ground as well. The mosque was totally destroyed. In the cold, rainy and breezing days of December 1963, the smoke rising from the burned houses lasted for weeks. It was as if a living night mare.
The unfortunate natives of Kuchuk Kaimakli had to flee leaving all their belongings, wealth, memories, future dreams, loved ones and the than civilized life behind, under the fear of death. The only place they can shelter were the two cinema halls within the Turkish quarter of the walled city of Nicosia. They stayed there for couple of months with no electricity, water, kitchen, bathroom or even a proper toilet. None of the Turkish Cypriot natives of Kutchuk Kaimakli allowed by the Greek yoke to return back to their homes. It was strictly prohibited.
Republic of Turkey sent tents, food, clothing and money to these unfortunate victims of Greek Cypriots, immediately after the attacks to give them a push to survive.
After five severe and harsh years under the inhuman yoke of Greek Cypriots, finally the “peace negotiations” between the two people of the island started in Beirut, the capital of Lebanon in 1968. The second meeting held in Ledra Palace, the than HQ of UN situated within the buffer zone. The late Mr. R. R. Denktash was speaker of the Cyprus Turkish Communal Chamber and the late Mr. G. Klerides was the Greek Cypriot Communal Chamber/House of Representatives.
During one of these meetings Mr. Denktash requested permission from Mr. Klerides for the return of Kuchuk Kaimakli immigrants back to their homes. The answer of Mr. Klerides was a big “NO”, following his historical comment “we conquered Kutchuk Kaimakli with blood and can only give it back with blood“. He ment clearly “come and get it if you are brave enough”…
During the 1974 intervention of Turkey after the coup of July 15, legally based on addendum I, item IV of the 1960 Constitution of Republic of Cyprus, the Greek Cypriot inhabitants of Varosha evacuated the town by the fear stretching back to middle ages.
Now the Greek Cypriot leader Mr. Anastasiadis is asking for the return of the Varosha as a significant gesture to start “peace negotiations”. I believe he totally forgot the Kuckuk Kaimakli incident or the genocide his elderly compatriots exerted on us, the Turkish Cypriots, during 1963-1974….
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
December 26, 2013
The unplanned but precisely timed visit of Dr. Davutoglou, Minister of Foreign Affairs of Turkey, to Turkish Republic of Northern Cyprus caused a political turbulence in the Greek side of Cyprus.
The UN acquis of Cyprus, produced with a fine work from the basics of the talks lasting since 1968, defines the target solution as “bi-zonal, bi-communal federation with political equality, as defined by relevant Security Council resolutions. This partnership will have a Federal Government with a single international personality, as well as a Turkish Cypriot Constituent State and a Greek Cypriot Constituent State, which will be of equal status”.
While Turkish Cypriot side is seeking and insisting on a Federation composed by two equal constituent states, the Greek Cypriot side is willing to keep the existing Republic of Cyprus and convert it to a federal republic by altering some of the existing laws and some items in the constitution.
The Greek Cypriots are not willing to accept the Turkish Cypriots with equal rights to the new republic as partners and share equally the governance and the power of the Federal Government.
To build up pressure on Turkey and by the help of Turkey on to President Eroglou of TRNC, to change his attitude on the matters related to sharing governance and power and to break down his firm stance, Greek president Mr. Anastasiades sent official letters to major powers, such as the US, EU, UN and the UK to built up pressure on Eroglou via Turkey.
But this time it did not work.
This strategy was successfully exercised at the UN Security Council during the discussions on sending UN troops to Cyprus after the fierce and brutal attacks of Greek Cypriots to Turkish Cypriots. Within a short time Turkish Cypriot were forced to evacuate 123 villages scattered all around the Cyprus island and their homes, barns, cattle and grains were looted, burned and torn down to the ground. The village called Arpalıklı in Turkish and Agios Sozomenos in Greek, located north west of Akıncılar or Lourigina, with in the Nicosia district, can even prove toda what was done to Turkish Cypriots during the dark ages, covering the period starting from 21.12.1963 to 16.08.1974.
Turkey, on April 1964 applied to UN to stop the bloodshed in the island and requested from the UN to save the lives of Turkish Cypriots. During the negotiations at the UN Security Council, Mr. Rauf Denktash, who was then the President of the Turkish Cypriot Communal Chamber, insisted the term “UN consulting with the Constitutional Cyprus Government” to be used in the resolution 186 of March 4, 1964.
When the negotiations were almost locked, USA interfered and relevant diplomats called Mr. İ. İnönü, the then Prime Minister of Turkey, to press on Mr. Denktash to change his attitude. Prime Minister İnönü did as instructed and the wording ” UN consulting with the Cyprus Government” took place in the resolution.
The then President of the Cyprus Republic Archbishop Makarios, without losing even a single second right after the official release of the resolution 186, abolished Greek Cypriot Communal Chamber, kicked out the Turkish Member of Parliaments from the House of Representatives by force and get hold of the Cyprus Government. After this notorious resolution, Greek Cypriots turned the 1960 Cyprus Republic, where the Turkish Cypriots were constituent partners, into a solo Greek Government.
They did the same thing tens of times during the Cyprus negotiations since 1968. The latest practice was on the stage couple of weeks before. Greek Cypriot leader Mr. Anastasiadis, locked the negotiations himself, blaming Mr. Eroglou, the president of TRNC, on his firm stand concerning the “sovereignty” and the term “constituent state”. To carry on the blame game, Mr. Anastasiades sent official letters to the leaders of Major powers and EU to build up a pressure on Turkey, to use it’s influence on Mr. Eroglou, to accept Greek proposals.
Turkish Cypriots no more willing to live under the Greek Yoke after the bitter experience they exercised during the dark ages, between 1963 to 1974, when they were almost exterminated by the in human genocide exerted by the Greek Cypriots.
This time Turkish Politicians did not take into consideration the pressures originated from UN, EU and Major powers, based on the request of Mr. Anastasiadis and backed up Mr. Eroglou firmly.
The statement of Dr. Davutoglou, Minister of Foreign Affairs of Turkey, after his meeting with President Eroglou, clearly mentioned that Turkey and TRNC are both willing to continue on negotiations based on the UN acquis of Cyprus, stating ” … Federal Government with a single international personality, as well as a Turkish Cypriot Constituent State and a Greek Cypriot Constituent State and no constituent state will have the power to dominate the other”.
This declaration really hit the Greek Cypriots to the quick, as their intention is still not to form a newborn “United Federal Cyprus Republic” by the formation of the Turkish and Greek Constituent States, but to keep the Cyprus Government as it is and to bestow some rights little bit more than the minority rights to Turkish Cypriots, with no political equality.
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
December 19, 2013
Accusing Turkey by invading Cyprus does not reflect the truth. Actually according to the international laws and item 4 of Addendum 1 to the Constitution of Republic of Cyprus gives the right to Turkey to intervene in case if the statue of the Republic changes. What Turkey did on July 20, 1974 was absolutely legal.
But no body and none of the text books mention the invasion of Cyprus by Greece illegally from January 1964 to December 1967.
The period between 1964 to 1974, called as “Dark Ages” by the Turkish Cypriots after the genocide they were faced with exerted by the Greek Cypriots.
Any documentation, book, novel, text book or anything written in any form mentioning, including or containing any information about these “Dark Ages” were successfully and ingeniously extinguished by the Cyprus Greek Government and local Greek authorities.
Most of the Greek Cypriots have no idea on what happened in Cyprus between 1964 and 1974. They think suddenly Turkey decided to send her troops to Cyprus and the invasion started.
Only before 49 years the island of Cyprus was under the Greek Army sent from Greece. A division, consisted of 20 thousand troops sent to the island by the General Staff of Greece on April 1964, as recorded in the official documents and January 1, according to eye witnesses.
The officers, sergeants and privates of this division, constituted the core of the Cyprus Greek National Guards (Ethniki Fruro) and the high ranking officers the top level.
The Cyprus Greek contingents attacked to Kokkinos on August 1964 and to Kofinie on November 1967 under the command of General Grivas were mainly consisted of the troops send from Greece.
The book titled WAR OF CYPRUS (Η ΜΑΧΗ ΤΗΣ ΚΥΠΡΟΥ) written by Brigadier General (retired) Giorgios Sergis (ΓΙΩΡΓΟΣ ΣΕΡΓΗΣ) and printed by Mallaris Printers, discloses the document sealed as TOP SECRET and released by General Staff of Greece, details the transportation of 9563 officer, sergeant and privates, 4252 tons of ammunition and 4236 tons of arms to Cyprus. This document reveals only the figures transported during the year 1964. In the years 1965 and 1966 some more reinforcement were sent to the island by the mainland Greece.
This document in original Greek text can be found, inspected and downloaded at http://www.ataatun.org/?p=4015
I shall continue to disclose additional documents from time to time proving and showing the invasion of the Island of Cyprus by Greece during 1964 to 1967….
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
December 2013
2013 yılında yaşananların bilançosunu çıkarmak gerçekte çok önemli, neler olduğunu ve 2013 yılında yaşananların bizleri 2014’de nereye doğru götüreceğini anlayabilmek açısından.
Kıbrıs Rum tarafının, AB’nin müdahalesine rağmen ekonomik olarak halen daha batağa doğru gidiyor olmasının, birçok parametrenin de yavaş yavaş değişmesine yol açacağı kesin. Bu değişim hem Rumların yaşamına, hem de Kıbrıs Müzakerelerine etki edecek.
Ekonomik olarak bataktan kurtulmak için Rum tarafındaki mevcut KDV’ler 2014 yılında yüzde bir oranında artırılacak. Şu anda yüzde 18 olan KDV oranı yüzde 19’a çıkarken beraberinde yaklaşık yüzde 5 gibi bir artış getirecek. Yüzde 8 olan KDV oranının yüzde 9’a çıkmasıyla da neredeyse yüzde 13 gibi bir vergi artışı binecek mükelleflerin üstüne.
Rum tarafındaki Kamu İktisadi Teşebbüsleri de (KİT) yeniden yapılanacak, kamu alanında reformlar yapılarak sürekli zarar ortadan kaldırılacak, sağlık planı ve hizmetleri tamamlanıp aşamalı olarak uygulamaya konacak ve yeni bir vergi makamı oluşturulacak. Tüm bu güzel ifadelerin manası korkunç bir pahalılık yaşanacak, 2014 yılında Rum tarafında ve fakirliğin boyutları da büyüyecek demektir.
Rum tarafındaki bu olumsuz ekonomik gelişmeler ister istemez müzakere sürecine de damgasını vuracak.
Türkiye’nin güçlü dış politikası ve bu politikaları yaratan kadrolardaki deneyim ve bilgi, Kıbrıs müzakerelerinde Türk tarafının lehine, geri dönülmesi kolay kolay mümkün olamayacak ilerlemelerin ve mevzi kazanımlarının damgasını vurmayı başardı. Kıbrıs Rum tarafının 18 Aralık’ta BM aracılığıyla Kıbrıs Türk tarafına ilettiği son ortak açıklama taslağı Rum tarafının yıllardır sürdürdüğü baskın politikadan vazgeçişini ve bir dönüşümü içeriyor adeta.
Türkiye’de son bir haftadır yaşanan politik ve idari olayların, gelişmekte olan bu Kıbrıs müzakereleri sürecine hemen hemen hiç bir olumsuz etkisi olmayacak. AKP’nin sağlam liderlik ve çalışma kadrosu, yönetim deneyimi ve strateji uzmanlığı kısa süre içinde bu sürecin yarattığı olumsuzlukların üstesinden gelebilecek güçte gözükmekte.
Kıbrıs Rum tarafının 18 Aralık’ta BM aracılığıyla Kıbrıs Türk tarafına ilettiği son ortak açıklama taslağı bana göre sürpriz gelişmelerle dolu.
Bu taslaktaki cümleler, kesinlikle mevcut 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti artığı AB üyesi olmayı başarmış üniter Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin ufak tefek yasal değişiklerle yeni bir devlete dönüşmeyeceğini, “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nin çözümden sonra yeni bir devlet olarak ortaya çıkacağının Rum tarafınca kabul edildiğini içermekte. Bu çok önemli bir gelişme Tassos Papadopulos’un “Ozmosis” doktrinini de ortadan kaldırmakta.
Rumların sunduğu taslak içinde toprak, mülkiyet, güvenlik ve mevcut vatandaşlıklar gibi konular yok ve en son final aşamasında masaya gelecek buna ilaveten daha çok adı “Yönetim ve Güç Paylaşımı” olarak değiştirilen “Anayasal Yönler” üzerinde odaklanmakta. Egemenlik konusunda ise (bence) tamamen Türk tezine yakın bir şekilde “Kıbrıslı Rumlardan ve Kıbrıslı Türklerden müşterek kaynaklanan tek egemenliğe sahip olacak” ifadelerini içeriyor ve BM anayasasının 2’nci maddesinde yer alan “Birleşmiş Milletlerin üye ülkeleri arasındaki egemen eşitlik ilişkileri”ne atıfta bulunuyor. Türk tezinin aksine Rum taslağı, oluşturucu devletlerin egemenliğinin olmayacağını buna karşın da “bir tarafın diğer taraf üzerinde herhangi bir yetki veya hakkı olamayacağı”nı ifade ediyor.
Taslağın en önemli içeriklerinden bir tanesi de “Federal Yüksek Mahkeme”nin yetkilerinin “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yetkilerinin üzerinde olacağı ve başkanlık görevini de büyük bir olasılıkla AB’den bir hukuk adamının yapacağı olması. Yani 1960-1974 yılları arasından Makarios’un ve baryalarının yaptığı gibi “Biz çoğunluğuz, adayı biz yönetiriz” mantığının geçerli olmayacağı ve herhangi “Oluşturucu Devletler” arasındaki bir anlaşmazlık durumunda kararın tarafsız(!) kişilerden oluşacak Federal Yüksek Mahkeme” tarafından verileceğini söylemekte. Hatırlatalım; Geçmişte bu kuruluş hiç çalışmamıştı ve Başkanı Forstoff ile yardımcısı, öldürülme tehdidi ile adayı terke zorlanmıştı…
2014 yılı şimdilik, müzakereler açısından, 2013 yılına kıyasla daha yapıcı ve verimli bir şekilde geçecek gibi gözükmekte.
Bütün okuyucularıma güzelliklerle, mutluluklarla, sağlıkla ve başarılarla dolu yeni bir yıl dilerim.
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
30 Aralık 2013